Sahabe-i Kiramın Faziletleri Kıssa ve Hikayeler
BİRİNCİ HİKÂYE
Ebû Osman Bin İsmail'den rivayet edilmiştir ki:Cafer isimli bir aziz kimse, yolculuğu esnasında, bir kafileye katılır. Fakat o kafile ehl-i râfizî imişler.; Onlar ile, Hz. Ebû Bekr ve Hz. Ömer'in (Radıyallahu Anhüm) faziletleri beyanında münakaşa ederlerken, yolları bir meşeliğe tesadüf eder. Meşelikten bir arslan çıkarak o azizi alıp götürür. Aziz o anda Cenabı Hak'ka şöyle iltica eder: «Ya Rabbî! Ben çehariyâr-ı güzîn hazeratını sevdiğim halde, bu arslanı bana musallat ederek, düşmanlarımı güldürmekteki hikmetin nedir?»
Arslan azizi, yavrularına yedirmek için yuvasına götürür. Yavruları ise o kimsenin yanına gelip baktıktan sonra:
— Ey ana, bizi üç gündür aç bırakıp da, nihayet Hz. Ebû Bekr ve Hz. Ömer'i seven kimseyi mi bize yiyecek getirdin? Bizi Hz. Allah'a ve Rasûlüne âsî mi edeceksin?» diyerek, o kimseyi yemekten kaçındılar.
Anaları da bundan huzursuz olup, o kimseyi bıraktı ve başka av için dolaşmaya gitti. O aziz tekrar kafileye yetişti, olan hadiseyi onlara anlattı.
Nihayet kafileden bir çok kimse, bunun üzerine ehl-i sünnet vel'cemaat'tan oldular.
İKİNCİ HİKÂYE
Şeyh Ebû Hafs Ömer, ceddi Ebû Sadık'tan rivayet ile şöyle beyan eder:— Salih bir zat, Hacca niyet ederek Bağdad'a gelip, yanında fazla bulunan eşyasını bir yere bırakmak ister. Dükkânın birisinde, bir ihtiyarın oturmakta olduğunu görünce, eşyasını Hac'dan dönünceye kadar yanına bırakmasını teklif eder. Fakat ihtiyar kabul etmez. Çok fazla İsrar edince, ihtiyar: «Benim de sana bir emanetim var. Onu Rasülüllaha götürürsen, senin eşyalarını kabul ederim.» der. O kimse, emanetin nedir? deyince, ihtiyar:
— Ravza-i Mutahhara'ya vardığın zaman «Ya Rasûlallah! O ihtiyar, eğer Ebû Bekr ve Ömer yanında olmamış olaydı, her sene gelip ziyaret ederdim.» diye söyleyeceksin, dedi.
O aziz, ihtiyarın dinsiz ve râfizi olduğunu anlayarak, mecburen o emaneti götüreceğini kabul ederek, yola revan olur. Haccı îfa ettikten sonra Medine-i Münevvere'ye gider. Geceleyin Ravza-i Mutahhara'yı ziyaret ederken, râfizi ihtiyarın emaneti, hatırına gelir. Fakat edebinden dolayı susar. O esnada kendisine bir gaflet gelir ve uykuya dalar. Rüyasında Rasûlü Ekrem Efendimiz Hazretleri kendisine: «Ey kimse, râfizi ihtiyarın emanetini eda eyle.» buyurur. O kimse uyandığı zaman abdest alır, iki rek'at namaz kılar. Fakat yine edeb ederek söyleyemez. Tekrar uykuya dalar ve bu hal üç defa tekerrür eder. Üçüncüsünde o zat:
— Ya Rasûlallah! O melunun söylediği sizin malumunuzdur, der. Rasûlü Ekrem Efendimiz de:
Evet biliyorum. Lâkin sen emaneti eda et, buyurur. Bunun üzerine o zat şöyle söyledi diyerek, emaneti eda eder.
Nihayet Rasûlü Ekrem Efendimiz Hz. Ali'ye (R.A.) bakar ve Hz. Ali huzurdan kaybolur. Bir saat geçtikten sonra, o râfizi ihtiyarın sakalından yapışarak getirir. Hz. Peygamber Efendimiz, o salih kimseye: Râfizî ihtiyar bu mudur? diye sorar. O da, evet diye cevap verir. Daha sonra emr-i Rasûlüllah üzerine, Hz. Ali râfizî'nîn boynunu vurur. Hatta o aziz kimsenin gömleğine bile, râfizî'nin kanı bulaşır.
Nihayet o zat uyanır ve bunları arkadaşlarına anlatır. O gecenin tarihini de bir yere kaydederler.
Bağdad'a geldiği zaman, o râfizî ihtiyarı göremez ve nereye gittiğini sorar. Halk ise, fülan tarihte fülan gece, o ihtiyar kayıp oldu. Aradığımız zaman da, fülan yerde başı kesilmiş halde bulduk, derler. Tarihleri karşılaştırdığı zaman birbirine uyduğunu görür ve onlara hadiseleri tafsilâtı ile hikâye eder. Bu kıssa halifenin de kulağına giderek, o zatı arkadaşları ile beraber huzuruna getirtip Kıssanın nasıl olduğunu sorar. O'na da etraflıca anlatırlar.
Halife ağlayarak, o kimselere bol bol ihsanda bulunur. Bundan sonra o Şeyhe ve eshabina kimsenin dil uzatmamasını ilân ettirir.
ÜÇÜNCÜ HİKÂYE
Yine Hz. Şeyhten rivayet edilmiştir:— Salihlerden Süleyman Bin Seza isimli bir zatın, fâsık ve fâcir olan sarraf bir komşusu olup, daima şarap içerdi. Böylece mezkûr zatı huzursuz ediyordu. Süleyman Bin Seza, oğlu ile müşavere ederek başka bir ev alıp, bunun şerrinden kurtulalım, dediler. Nihayet başka bir ev satın alarak oraya taşındılar. Fakat bir müddet sonra sarraf komşuları vefat edince tekrar eski evlerine döndüler. Süleyman Bin Seza o gece şöyle bir rüya gördü:
— Rüyasında kapısı çalınır, kendisi kapıyı açdığı zaman çok uzun boylu bir kimse görür. Hatta o kadar uzun ki yüzünü görmek için baktığı zaman yüksekliğinden göremez. Bu halden çok korkar. O kimse: «Korkma benimle gel.» diyerek, beraberce giderler ve bir kabre varırlar. Uzun boylu zat, Süleyman Bin Seza'ya: «Bu kabri kaz.» der. O da kazar ve bir kerpiç görür. O kerpici kaldırınca, çok büyük bir bahçe ve ortasında nefis döşekler ile süslenmiş yüksek bir taht görür. Bir de bakar ki, o fâsık komşusu döşek üzerinde yatıyor. O uzun boylu adam; «Bunu tanıyor musun?» diye sorar. O da:
— Evet tanıyorum. Lâkin bu mertebeye ne ile erişti, diye sorunca, uzun boylu adam şöyle cevap verir:
— Bu sarrafın âdeti, her namazdan sonra «Allahümmerham Ebâ Bekrin ve Ömera ve Osmâne ve Ali Rıdvanullahi Aleyhim Ecmaîn» der idi. O dua berekâtı ile, Cenabı Hak bütün günahlarını afvedip bu makama çıkardı, der.
Süleyman Bin Seza, uyanınca tevbe ve istiğfar ederek, merhum sarrafı rahmet ile yad eder.
DÖRDÜNCÜ HİKÂYE
Ebû Zer-i Gıfârî (R.A.), bir gün Rasûlüllah (S.A.V.) Hazretleri ile bir gazadan dönüyorlardı. Yolları bir meşeliğe tesadüf edince, Hz. Rasûlüllah:— Ya Ebâ Zer? Bu meşelikte Cenabı Hakkın, acâib nesneleri ve hikmetleri vardır, istersen seyret, buyurdular.
Ebû Zer Hazretleri de meşeliğe girdi ve dört budaklı çok güzel bir ağaç gördü. Bir budağında çok beyaz bir gül üzerinde, kırmızı yazı ile şunlar yazılı idi: «Ben Ebû Bekrini's-Siddıyk içinim. Her kim ona -dil uzatır ise, Allahu Teâlâ Hazretlerinin laneti onun üzerine olsun.»
Hemen dönüp bunu Hz. Rasûlü Ekrem'e haber vermek murad ettiği zaman, ikinci budak:
— Gel bende de acâib nesneler müşahede eyle diye, nida etti.
Bunun üzerine onun yanına vardığı zaman gördü ki, onda da kırmızı bir gül var ve üzerinde beyaz yazı ile şöyle yazılı: «Ben Ömerü'l Fârûk içinim. Her kim O'na dil uzatırsa Allahu Tealâ Hazretlerinin laneti O'nun üzerine olsun.»
Üçüncü budağa baktığı zaman, yeşil bir gül görür ve üzerinde nurdan yazı ile: «Ben zulmen katledilen Osman içinim. Her kim O'na dil uzatırsa, Allahu Teâlâ Hazretlerinin laneti O'nun üzerine olsun.) diye yazılı idi.
Dördüncü budağa baktığı zaman, şehdane renginde bir gül var ve üzerinde yeşil yazı ile şunlar yazılı idi: «Ben Ali içinim. Her kim O'na dil uzatırsa Cenabı Hak'kın laneti O'nun üzerine olsun.»
Bu acâib halleri müşahede eden Ebû Zer Hazretleri, hemen Hz Rasûlü Ekrem'e ve diğer eshaba anlattı. Onların da hepsi bunu tasdik ettiler. (Rıdvanullahi Teâlâ Aleyhim Ecmaîn)
BEŞİNCİ HİKÂYE
Bir gün Hz. Cibril, Hz. Peygamber (S.A.V.) Efendimize, üzeri örtülü bir tabak elma getirerek: «Ya Rasûlallah! Bu elmaları size çok sevgili olan eshabınıza verin.» dedi.Hz. Rasûlü Ekrem de mübarek ellerini örtünün altından sokarak, tabak içinden bir elma çıkardı ve orada bulunan Hz. Ebû Bekrini's-Sıddıyk'a (R.A.) verdi. O da elmayı alıp baktığı zaman bir tarafında: «Bu elma kullarına şefîk ve rafîk olan Allahu Teâlâ Hazretleri tarafından, Ebû Bekrini's-Sıddıyk'a hediyedir.», diğer tarafında ise: «Bir kimse Ebû Bekrini's-Sıddıyk'a buğz ederse, o zındıktır.» yazılı idi.
Rasûlü Ekrem Efendimiz mübarek ellerini yine örtünün altından sokarak bir elma daha çıkardı ve mecliste bulunan Hz. Ömer'e (R.A.) verdi. O elmanın da bir tarafında: «Bu elma, kullarına tevvab u vehhab olan Cenabı Hak tarafından, Ömerü'l-Hattab'a hediyesidir.», diğer tarafta ise: «Bir kimse Ömer'e buğz ederse, O'nun yeri sekar isimli cehennemdir.» yazılı idi.
Cenabı Peygamber Efendimiz, mübarek ellerini, örtünün altından sokarak, bir elma daha çıkarıp Hz. Osman'a (R.A.) verdiler. O elmanın da bir tarafında: «Bu elma hannan ve mennan olan Cenabı Hak'kın Osman Bin Affan'a hediyesidir.», diğer tarafında da: «Her kim Osman'a buğz ederse, O'nun hasmı Allahu Teâlâ Hazretleridir.» yazılı idi.
Yine Rasûlü Ekrem Efendimiz, mübarek ellerini örtünün altından sokarak bir elma daha çıkarıp, Hz. Ali'ye (K.V.) verdiler. Onun bir tarafında: «Bu elma kullarına tâlib ve emrine gaalib olan Allahu Teâlâ tarafından, Ali Bin Ebî Tâlib'e hediyedir.», diğer tarafında da: «Her kim Hz. Ali'ye buğz ederse, Cenabı Hak O'nun velisi olmaz.» diye yazılı idi.
Çehâr-yâr-i Safa hazeratına tazim için, tabakta dört aded elma vardı. Taraf-ı İzzet'ten böylece hediye ihsan olunmuştu.
Bu hususta bütün mü'minlere lâzım olan, o sultanların ism-i âlîleri zikrolununca tazîm ve tekrim ile «Radıyallahu Anh ve Rıdvanullahi Aleyhim Ecmaîn» demektir.
ALTINCI HİKÂYE
Tâbiîn'in büyüklerinden Hz. Şu'be (R.A.) bir gün, Hasan Bin Ali (Radıyallahu anhüm) hazretlerine giderek;— Ya İmam! Halk arasında, Çehâr-yâr-i Safa Hazretlerinin, tafdîl ve takdimlerine dâir bir takım kelimeler söyleniyor. Zât-ı âlîniz bu hususta ne buyurursunuz? der. Hz. İmam Hasan (R.A.) da: «Ey iman ile muttasıf olan mü'minler, çok zan etmekten kaçının» mealindeki ayet-i kerimeyi okur.
Zira bir kimseye çok hüsn-i zan olunduğu zaman, giderek o hüsn-i zan sû-i zanna ve bir kimseye de çok sû-i zan edilince, o sû-i zan, hüsn-i zanna dönüşdüğü çok vuku bulmuştur. Bu hususu Cenabı Hak'ka havale etmek ve kimseye sû-i zan beslememek lâzımdır. Daha sonra İmam Hasan (R.A.):
— Ey Şu'be, Hz. Ebû Bekr, Hz. Ömer ve diğer Eshâb-ı Kiram haklarında kîl u kâl'den sâkit olun ve daima iyiliklerini zikredin deyip, mübarek başlarını aşağıya eğerek, o kadar ağladılar ki, mübarek gözlerinden inci tanesi gibi yaşlar sakallarından aşağıya aktı. Ve yine mübarek başlarını kaldırıp, ceddim Rasûlüllah (S.A.V.) Hazretlerine nazil olan kitaba îman etmezler mi ki, O'nda ashâb-ı kirâ'mın nice faziletleri zikrolunmuştur. Ve ceddim hadis-i şeriflerinde: «Bir kimse benim eshabıma sövse O'nu değnek ile dövün, eğer yine söverse, tekrar dövün, üçüncü defa söverse O'nu katledin. Zira öyle kimsenin kanı size helâldir.» diye, vasiyet buyurmuşlardır. (R.A.)
YEDİNCİ HİKÂYE
Rasûlü Ekrem (S.A.V.) Hazretleri bütün insanları Din-i İslâm'a davet ederek, insanlar da hiç tereddüt ve şüphe etmeden bunu kabul etmeye başladıklarında, etraf-ı âleme ve bir takım hükümdarlara da mektub yazarak onları da İslâm'a davet etmek lâzım geldi. Bu arada Rum kayserine bir mektub yazıldı ve Dihye ismindeki sahabe ile gönderilmek münasib görüldü. Zira Hz. Dihye hüsn-i cemâl bir zat idi. Hz. Cebrail, Rasûlü Ekrem'e (S.A.V.) ne vakit beşer suretinde gelse, Hz. Dihye suretine girerek gelirdi.Hz. Dihye nâme-i risâleti alarak Rum Kayserine götürdü. O da mektubu ta'zîm ve tekrîm ile alıp okudu ve öpüp başına koydu. Sonra erkân-ı devleti, âlimleri ve bir takım kimseleri toplattı. Yüksek bir dîvan kurarak Hz. Dihye'yi üzerine oturttu. O topluluğa:
— Mekke-i Mükerreme'de zuhur eden ve nübüvvet davasında bulunan ve bütün insanları olduğu gibi bizi de İslâm Dini'ne davet eden zattan bir mektub bir elçi geldi. Siz bu hususda ne dersiniz? diye sordu. Onlar ise, hemen bağırıp feryad ederek:
— Ey Padişahımız, Din-i Nasara'yı terk mi edelim? diyerek kabul etmeyeceklerini beyan ettiler. Kayserleri de:
Siz sakin olunuz. Zira, benim maksadım başka idi. Bir kimse sizi başka bir dine davet ettiği zaman, dininizden şüpheniz olup olmadığını tecrübe etmek idi. Sizler yine ibadet ve hizmetinize devam edin, diyerek onları dağıttı.
Hz. Dihye'nin elinden tutarak bir eve, onun içinden de başka bîr eve ve o evin çok büyük bir odası içine girdiler. Odanın içinde bir çok şemail nakşolunmuştu. Kayser:
— Ya Dihye! Bu şemailler 313 Peygamberin (Aleyhimüsselâm) sûret-i şemailleridir. Bunu Hz. İsa kendi elleri ile nakşetmiştir. Sizin Peygamberinizinki bunların içinden hangisidir? diye sordu. Hz. Dihye de şemaillere bakarak, onların içinde ayın ondördü gibi parlayan, Rasûlüllahınkini görüp: «İşte budur» deyince, Kayser: «Doğrusun ya Dihye, biz de kitabımızda böyle bulduk.» dedi.
Hz. Dihye yine bakıp, bir nûranî ve heybetli bir zatın şemailini görünce, Kayser, O'nun kim olduğunu sordu. Hz. Dihye de O'nun Hz. Ebû Bekrini's-Sıddıyk (R.A.) olduğunu söyledi. Kayser, yine O'nu tasdik etti. Kayser, Hz. Dihye'ye çok- muhabbetti ve siyaset sahibi nûranî bir zatı daha sordu. O'nun da, Hz. Ömer Bin Hattab olduğunu söyledi. Kayser, yine tasdik ederek:
— Ya Dihye! Cenabı Hak, Hz. Muhammed'e Nihayet Hz. Dihye, O'na veda ederek Medine-i Münevvere'ye geldi ve bu kıssayı Cenabı Peygambere arz etti.
Bunun üzerine Hz. Rasûlü Ekrem (S.A.V.) üç defa «Kayser gerçektir.» diye buyurdular.
Eshab-ı Kiram'ın faziletlerine nihayet yoktur. Bilhassa Çehâr-yâr-i Güzîn Hazeratı hakkında pek çok ehâdis-i nebeviyye varid olmuştur. (Rıdvanullahi Teâlâ Aleyhim Ecmaîn)
SEKİZİNCİ HİKÂYE
Ebû Seleme'nin (R.A.) ticareti zamanında, ücretle tuttuğu bir hizmetçisi vardı. Bir gün işi için O'nu pazara yollamıştı. Hizmetçi pazara gittiği zaman gördü ki, ölmüş bir insan çıplak olarak sokak ortasında yatıyor. Üzerinde bir kerpiç var ve bütün insanlar o kerpicin üzerine basarak geçiyorlar. Hemen geri dönüp bu hali Ebû Seleme'ye anlatıyor.O da kalkıp pazar mahalline gider. Vardığı zaman ölünün etrafında bir takım insanlar, O'nun zühd ve salihliğinden, kimisi de ilminden methediyorlar. Ebû Seleme, hemen cenazenin techîz ve tekfinini tamamlayıp, kabrin yanına koydukları zaman, cenaze aniden dirilir ve ayak üzeri kalkarak: «Ateş! Ateş!» diye feryad etmeye başlar. İnsanların hepsi etrafından kaçışırlar. Ebû Seleme:
— Ey kişi, ateş ne demek. [Lâ İlahe İllallah de» buyurdu. Oda:
— Ey Ebû Seleme! O kelimenin bana faydası yoktur. Zira ben hayatımda Hz. Ebû Bekr ve Hz. Ömer'e buğz ederdim. Cenabı Hak, şimdi bana cehennemdeki yerimi gösterdi. Onlara buğz edenlerin halinin, benim gibi olacağını insanlara haber vermek için bana hayat verdi, deyip tekrar ruhunu teslim etti.
Hz. Peygamber (S.A.V.) in, yâr-ı gâr arkadaşına buğuz eden ebter ve câhillerin yeri, cehennem olup, ebedî azab olunmaya müstahak olacakları açıktır.
Cenabı Hak Celle ve Âlâ cümle Ümmeti Muhammedi, eshabı kirama rıdvanullahi aleyhim ecmaîn hazeratına, muhabbet edenlerden ve yevm-i kıyamette onlar ile, haşr olanlardan eyleye. Âmin! Bihürmeti Seyyidi'l-Murselîn.
DOKUZUNCU HİKÂYE
Azizlerden bir kimse, ticareti zamanında acem sultanlarına mal satmıştı. Karşılığını almak için sultanın huzuruna gittiği zaman, mecliste, Hz. Ebû Bekr ve Hz. Ömer (R.A.) in haklarında konuşuyorlar! Ve bazı yakışıksız sözler sarf edildiğini duyunca, o aziz kimse huzursuz olur ve onlara cevab vermeye hazırlanır. Fakat başının vurulmasından korkarak susmayı tercih eder.O gece rüyasında Rasûlü Ekrem (S.A.V.) Efendimiz Hazretlerini görür. Efendimiz Hazretleri Şeyhe hitaben:
— Ey kimse, Ebû Bekr ve Ömer'e kötü sözler söyleyen râfizî bu mudur? deyince. O da:
— Evet Ya Rasûlallah! Odur der.
Rasûlüllah Efendimiz Hazretleri, o azize râfizîyi katletmesini emir buyurur. Aziz: «Ya Rasûlallah, elimden gelmez.» deyince, Rasûlüllah Efendimiz azizin eline bir bıçak verip, tekrar «O'nu katleyle» buyurması ile, derhal rüfizînin başını keser ve bir korku ile uyanır.
Bu rüyayı o râfiziye söyleyip, O'nu uyarmak için evine gider. Vardığı zaman görür ki, kapı önünde bir kalabalık var ve içeriden feryad-u figan sesleri işitir. Bu hali kapıdakilerden sorar. Onlar da «Bu gece yatağında yatarken başı kesilmiş.» diye cevap verirler. Bunun üzerine hadiseyi onlara anlatır. Ve O'nun başını emr-i Rasûlüllah sebebiyle ben kestim der. Onlar da: «Doğru söylüyorsun. Zira kapıdan girm ihtimali yok iken başı kesilmiş'olarak bulmuşlar. Sakın bu sırrı kimseye ifşa etme, duyulmasın. O'nu hemen defn edelim. Zira eshab-ı kirama dil uzatanlar, dünya ve âhirette cezasını bulsalar gerektir.» dediler.
Cenabı Hak bütün mü'minlere hidayetler ihsan edip, eshabı kiraram'a dil uzatanlar ile haşreylemesin. Âmin!
ONUNCU HİKÂYE
Hasan-ı Basrî Hazretleri şöyle rivayet etmiştir: Ebû Zer-i Gıfârî (R.A.) bir gün Medine-i Münevvere'de giderken Hz. Hasan ve Hz. Hüseyn (R.A.) Efendilerimize rast gelir. Ve kendisi selâm verirler. O da ta'zîm ile selâmlarını alır. Daha sonra İmam Hasan ve Hüseyin Efendilerimizden, Hz. Ebû Bekr, Hz. Ömer, Hz. Osman (R.A.) hakkında, Rasûlüllah (S.A.V.) Hazretlerinden, neler işittikleri ve faziletlerini sual eder. İmam Hasan (R.A.) buyurur ki:— Onların faziletlerini bizden daha fazla bilen kimse yoktur. Zira bir gün validemiz Hz. Fâtıma (R.A.) ile sohbet ederken, Ceddi Pâkimiz Hz. Rasûlü Ekrem (S.A.V.), gelip üç defa: «Ya Fâtıma! Ali nerededir?» diye sordular. Validemiz de: «Ya Rasûlallah, abdest alıp mescide gitti.» diye cevap verdi. Onun üzerine: «Ya Fâtıma! Geldiği zaman Hz. Âişe'-nin hücresine gelsin.» buyurdu. Validem: «Ya Rasûlallah, Hz. Âişe'ye muhabbetin var mıdır?» diye sorunca, Efendimiz Hazretleri: «Ya Fâtıma! Bilmez misin ki, kadınlar arasında üç kimse, bana çok sevgilidir. Birisi sen, birisi annen Hatice ve birisi de ümmü'I-mü'minîn Âişe.» buyurdu.
Bunun üzerine validem Hz. Fâtıma:
— Ya Rasûlallah, erkeklerden kimleri çok seviyorsun? diye sordu. Fahri Kâinat (S.A.V.):
— O iki hayır ve faziletler sahibi, Ebû Bekr ve Ömer'i çok severim, deyince, validem ağlayarak:
— Ya Rasûlallah, Ali'yi sevmez misin? dedi. Fahri Kâinat Efendimiz;
— Ya Fâtıma! Ali benden ve ben Ali'denim. Hiç kimse, kendi nefsini metheder mi? Ya Fâtıma, sen benim eshab ve zevcelerime dil uzatan biri misin ki? diye sorunca, validem;
— Ya Rasûlallah! Buna kim cesaret eder? dedi. Efendimiz:
— Ya Fâtıma, bir kavim gelecek ve kendilerini benim ümmetimden saydıkları halde, eshab ve zevcelerime dil uzatacaklar. Ben onlardan uzağım, sen de uzak mısın? deyince, validem de:
— Uzağım Ya Rasûlallah! dedi. Ondan sonra Ceddi Pâkimiz, mübarek yüzünü bizden tarafa çevirip:
— Ya Hasan! ve Ya Hüseyn! sizler de uzak mısınız? buyurdu. Biz de:
-- Evet Ya Rasûlallah, uzağız diye cevap verdik.
Bu esnada pederimiz Hz. Ali, içeriye girdi. Ceddimiz, mübarek yüzünü, pederimize döndürdü ve:
— Ya Ali! Sen de, benim eshabım ve zevcelerime dil uzatanlardan uzak olur musun? buyurdu. Pederimiz de:
— Ya Rasûlallah, senin eshabına ve zevcelerine kimin haddine ki, dil uzatabilir? dedi. Ceddi Pâkimiz:
— Ya Ali! Bir kavim gelecek ve kendilerini senin zümrenden sayacaklar. Seni çok sevdiklerini söyleyecekler, fakat benim eshab ve zevcelerime dil uzatacaklardır, buyurdu. Pederimiz de hemen ellerini kaldırdı ve «Ya Rabbi!- Muhakkak sen her şeyi görüyor ve biliyorsun. Rasûlün de buna şahiddir ki, Ebû Tâlib'in oğlu, Hz. Ebû Bekr, Hz. Ömer ve Hz. Osman'a dil uzatanlardan uzaktır.» diye dua etti. Dua biter bitmez «Rabbiniz de sizin uzak olduğunuz kimseden uzaktır» diye hatıftan gelen nidayı, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyn (R.Aa) Efendilerimiz işitmişlerdir.
Hz. Rasûlüllah (S.A.V.) Efendimizin, eshab ve zevcelerine dil uzatan bir takım zındıkların âkibetlerî hayır olmayıp, şefâat-i Rasûlüllah ve şefâat-ı eshabtan mahrum olacaklarını Cenabı Hak tasdik edip, çehâr-yâr-ı Safa'nın faziletleri ve kerametlerine işaret buyurmuştur.
Cenabı Ebû Bekrini's-Sıddıyk (R.A.) kerime-i muhteremeleri, Hz. Âişe'yi Hz. Ömer de (R.A.) kızı Hafsa validemizi, Cenabı Peygambere akd u tezvîc etmişlerdir. Hz. Rasûlü Ekrem (S.A.V.) de, kerimeleri Ümmü Gülsüm ve O'nun vefatından sonra Rûkiye'yi (R.A.), Cenabı Osman'a (R.A.) ve gözünün nuru kızı Hz. Fâtıma'yı (R.A.), Cenabı Ali'ye (K.V.) tezvîc etmişlerdi. Bunların her biri asr-ı saadette hizmet-i vezâret ile şerefyab olup, daha sonra rutbe-i hilafet'e yükselmişlerdir. Her biri, Din-i Muhammedi'yi izhar yolunda, nice mihnet ve meşakkatler çekmişlerdir. Kimisi malını, kimisi canını ve kimisi de başını feda ederek, çok yüksek makamların sahibi olmuşlardır.
Diğer eshab-ı kiram da, Din-i İslâm yolunda nice cihadlar ederek, ekserisi şehadet şerbetini içip, cennete dahil olmuşlardır.
Bütün mü'min ve mü'minata lâzım olan, tarîk-ı ehl-i sünnet ve sîret-i eshab üzere giderek, cümlesine muhabbet besleyip ism-i âlileri zikr olunduğunda «Radıyallahü Teâlâ Anh» demektir.
Cenabı Hak yevmi kıyamette, onların şefâatlari ile bütün ümmet-i muhammedi cennet ve cemâline nail buyursun. Âmin.
8. hikayenin mesnedi nedir
YanıtlaSil