Hadis Kitapları > Müslim > Namaz Bahsi
1- Ezanın Başlaması Babı
Hadisi Şeriften Çıkarılan Hükümler:
2- Ezanın Çift, İkametin Tek Lafızlarla Okunmasının Emredilmesi Babı
Hadisten Çıkarılan Hükümler
3- Ezanın Sıfatı Babı
4- Bir Mescidde İki Müezzin Bulundurmanın Müstarab Oluşu Babı
Bu Hadisten Şu Faideler İstihsal Olunmuştur:
5- Yanında Gözü Gören Biri Bulunursa Âmanın Ezan Okumasının Cevazı Babı
6- Aralarında Ezan Sesi Duyulduğu Zaman Küfür Diyarında Bulunan Bir Kavme Baskın Yapmaktan Çekinme Babı
Hadisten Çıkarılan Hükümler:
7- Ezanı İşiten Kimseye Müezzinin Söylediklerinin Söylenmesi, Sonra Peygamber (Sallatlahü A leyhi ve Sellem) e Salavat Gatirmenin, Sonra Ona Vesileyi İstemenin Müstahab Oluşu Babı
Hadis-i Şeriften Şu Hükümler Çıkarılmıştır:
Hadisi Şeriften Çıkarılan Hükümler
Hadisten Çıkarılan Hükümler:
8- Ezanın Fazileti ve Onu İşitince Şeytanın Kaçması Babı
Hadisi Şeriften Çıkarılan Hükümler:
9- İhram, Rükü’ ve Rüku'dan Doğrulma Tekbirleriyle Beraber Elleri Omuzlar Hizasına Kaldırmanın Müstehab Oluşu, Secdeden Doğrulurken Bunun Yapılmaması Babı
Hadisi Şeriften Şu Hükümler Çıkarılmıştır:
10- Namaz İçindeki Her Eğiliş ve Doğruluşta Tekbir Getirileceğini, Bundan Yalnız Rükü'dan Doğrulma Halinin Müstesna Olduğunu, Zira O Halde Semiallahü Limen Hamideh» Denileceğini Îsbat Babı
Hadisi Şeriften Şu Hükümler Çıkarılmıştır:
11- Her Rekatta Fatiha Okumanın Vücübu; Fatiha Okumayı Beceremiyenin ve Öğrenmek İmkanını Bulamıyanın Kolayına Gelen Başka Bir Süre Okuması Babı
Hadisi Şeriften Çıkarılan Hükümler:
Hadisi Şeriften Çıkarılan Hükümler:
Hadis-i Şeriften Çıkarılan Hükümler:
12- İmama Uyan Kimseyi İmamın Arkasında Aşikare Okumaktan Nehiy Babı
13- Namazda Besmele Aşikar Okunmaz Diyenlerin Delili Babı
14- Besmele Berae'den Maada Her Sürenin Başından Bir Âyettir Diyenlerin Delil Babı
Hadis-i Şerif Şu Hükümleri İhtiva Eder:
15- Namaz Kılanın İhram Tekbirinden Sonra Sağ Elini Sol Elinin Üzerine Bağlıyarak Göbeğinin Üstüne ve Göğsünün Altına Koyması, Secdede İse Ellerini Omuzları Hizasında Yere Döşemesi Babı
16- Namazda Teşehhüd Babı
Bu Hadislerden Birkaç Vecihle Hüküm Çıkarılmıştır Şöyle Ki:
Hadis-i Şeriften Çıkarılan Hükümler:
18- Teşehhüdden Sonra Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ‘e Salavat Getirme Babı
Hadis-i Şeriften Çıkarılan Hükümler:
Hadisten Çıkarılan Hükümler:
Tesmi', Tahmid ve Te'min Babı
Hadisin Muhtelif Rivayetlerinden Şu Hükümler Çıkarılmıştır :
19- Cemaatin İmama Uyması Babı
20- Tekbir ve Sairede Îmamdan Önce Davranmanın Nehi Babı
Bu Hadislerden Çıkarılan Hükümler:
21- Kendisine Hastalık, Yolculuk ve Bunlardan Başka Bir Şey Arız Olduğu Vakit, İmamın Cemaata Namaz Kıldıracak Bir Kimseyi Halef Tayin Etmesi, Ayakta Durmaktan Âciz Olduğu İçin Oturarak Namaz Kılan İmamın Arkasındaki Cemiaatin - Muktedir Olduğu Takdirde -Ayakta Kalması Lazım Geldiği ve Ayakta Durmağa Muktedir Olan Hakkında Oturarak Kılan İmamın Kasında Oturarak Namaz Kılmanın Neshi Babı
Hadisin Muhtelif Rivayetlerinden Şu Hükümler Çıkarılmıştır
22- İmam Geciktiği ve Başkasını İmam Yapmakta Bir Mefsedet Korkusu Bulunmadığı Vakit Cemaatin Kendilerine Namaz Kıldıracak Bir Kimseyi Îmamlığa Geçirmesi Babı
Hadisi Şeriften Şu Hükümler Çıkarılmıştır:
23- Namazda Kandilerine Bir Hal Arız Olduğunda Erkeğin Tesbih, Kadının Tasfik Etmesi Babı
24- Nabazı Güzel, Tastamam ve Huşu' Île Kılmayı Emir Babı
Hadisi Şerif Şu Hükümleri İhtiva Etmektedir:
25- Rükü Sücud ve Emsali Fiilleri İmamdan Önce Yapmanın Haram Kılınması Babı
26- Namazda Gözleri Semaya Dikmekden Nehiy Babı
27- Namazda Süküneti Emir; Elle İşaretten, Selam Verirken Elleri Kaldırmaktan Nehi İle İlk Safları Tamamlamanın, Saflarda Sımsıkı Durmanın ve Toplu Bulunmanın Emrolunması Babı
Hadisi Şerif Şu Hükümleri İhtiva Eder:
28- Safların Düz ve Doğru Tutulması, İlk Saffın ve Ondan Sonra Sıra Île Öteki Safların Fazileti, İlk Saffa Sıkışma ve Ona Girmek İçin Yarışma, Fazilet Sahiplerini Ön Saffa Geçirme ve İmama Yaklaştırma Babı
Hadisi Şerifden Bu Saydıklarımızdan Maada Şu Hükümler Çıkarılmıştır:
29- Erkeklerin Arkasında Namaz Kılan Kadınlara Erkeklerden Önce Başlarını Secdeden Kaldırmamalarını Emir Babı
Hadisi Şerif Şu Hükümleri İhtiva Eder:
30- Fitneye Sebep Olmamak Şartı Île Kadınların Mescidlere Çıkmaları, Fakat Koku Sürünerek Çıkmamaları Babı
Hadisi Şeriften Ayrıca Şu Hükümler de Çıkarılmıştır:
31- Cehri Namazda Sesle Okumak Yüzünden Bir Mefsedet Çıkacağından Korktuğu Zaman, Kıraatta Sasli İle Sessiz Arası Orta Bir Yol Tutması Babı
32- Kıraati DinlenmeBabı
Hadis-i Şeriften Şu Hükümler Çıkarılmıştır:
33- Sabah Namazında Kuran'ın Âşikar Okunması ve Cinlere Kur'an Okuma Babı.
Hadis-i Şeriften Şu Hükümler Çıkarılmıştır:
Hadisi Şeriften Çıkarılan Hükümler:
34- Öğle ve İkindi Namazlarında Kıraat Babı
Hadisi Şerifden Şu Hükümler Çıkarılmıştır:
Bu Rivayetlerden Çıkarılan Hükümler:
35- Sabah Namazında Kıraat Babı
36- Yatsı Namazında Kıraat Babı
Hadisten Çıkarılan Hükümler:
37- İmamlara Namazın Tamamını Hafif Kıldırmalarını Emir Babı
Bu Hadisten Çıkarılan Hükümler:
Hadisten Şu Hükümler Çıkarılmıştır:
38- Namaz Rükünlerini Yerli Yerince Yapmak ve Namazı Tamam Kılmak Şartiyle Hafif Tutmak Babı
Bu Rivayetlerden Çıkarılan Hükümler:
39- İmama Tabi Olma ve Ondan Sonraki Ameller Babı
Hadisi Şeriften Çıkarılan Hükümler:
40- Namaz Kılanın Rüküdan Başını Kaldırdığı Vakit Ne Okuyacağı Babı
Hadisi Şeriften Çıkarılan Hükümler:
41- Rükü' ve Sücud'da Kur'an Okumaktan Nehi Babı
42- Rükü ve Sücüdda Okunacak Dualar Babı
Bu Hadislerden Çıkarılan Hükümler:
43- Secdenin Faziletleri Secdeye Teşvik Babı
Hadis-i Şeriften Çıkarılan Hükümler:
44- Secde Uzuvları ve Namazda Saçı, Elbiseyi Toplamaktan, Başa Hotoz Yapmaktan Nahi Babı
Bu Hadisden Çıkarılan Hükümler:
45- Secdede Îtidal, Avuçları Yere Koyma, Yanlardan Kaldırma ve Secdede Karnı Uyluklardan Kaldırma Babı
46- Namazın Sıfatını; Ne İle Başlanıp Ne Île Bitirileceğini; Rüküun Sıfatını ve Ondaki İ'tidali; Sücudu ve Ondaki İ'tidali; Dört Rekatlı Namazların Îki Rek'atından Sonra Teşehhüdü; İki Secde Arasında ve İlk Teşehhüdde Nasıl Oturulacağını Bir Araya Toplayan Bab
Bu Hadisi Şeriflerin Mecmuundan Şu Hükümler Çıkabilmiştir:
Hadisden Çıkarılan Hükümler:
47- Namaz Kılanın Sütresi Babı
Bu Rivayetlerden Çıkarılan Hükümler:
Hadis-i Şerifden Şu Hükümler Çıkarılmıştır.
Hadis-i Şeriften Şu Hükümler Çıkarılmıştır:
48- Namaz Kılanın, Önünden Geçeni Menetmesi Babı
Hadisden Çıkarılan Hükümler.
Bu Hadisden Çıkarılan Hükümler
49- Namaz Kılanın Sütreye Yakın Durması Babı
Bu Rivayetlerden Çıkarılan Hükümler
50- Namaz Kılan Kimseye Sütre Olacak Şeyin Mikdarı Babı
51- Namaz Kılanın Önüne Aykırı Yatma Babı
Hadisin Muhtelif Rivayetlerinden Şu Hükümler Çıkarılmıştır:
Bu Rivayetler Yukarki Rivayetlerin Delalet Ettiği Hükümlerden Mada; Şu Hükümleri İhtiva Eder:
52- Bir Tek Elbise İçinde Namaz Kılmak ve O llbiseyi Giymenin Sıfatı Babı
(NAMAZ BAHSİ)
Salât: Lügatte duâ mânasına gelir. Teâlâ hazretleri «ie «Onlara duâ eh» buyurmuştur. Düğün davetine icabeti bildiren bir Hadis-i Şerifde de
«Eğer davet edilen kimse oruçlu ise, hâne sahibine duâ etsin»
denilmiştir. Bâzıları bu kelimenin kuyruğun iki tarafı mânâsına gelen «Sateveyn» den alındığını söylerler. Çünkü namaz kılanda rükû ve sti-cûd halinde Çantjsını hareket ettirir. Bir takımları kelimenin «MuaalU»»-den müştak olduğunu söylerler. Musallî: Koşuda ikinci gelen attır. Başı birinci gelen atın butları hizasında geldiği için ona musallî denilmiştir. Salâtın ta'zim ve tekarrubdan alındığını söyleyenlerde vardır. Ha1labî namazda Allah'ı ta'zim vardır. Kızartmak için ateşe yaklaştırılan koyuna Araplar «Şatün masliyyeh» derler. Namazda da ma'nen Allah'a yaklaşma vardır. Bu hususda daha başka kaviller de vardır.
Sâlâtın şer'i mânâsı: Erkân-ı mâlûme ve ef âl-i raahsusâdan ibarettir. Namazın yirmiden fazla nevileri vardır. Bunlar inşallah yeri geldikçe görülecektir.
1- Ezanın Başlaması Babı
1- (377) Bize İshâk b. İbrâhîm el-Hanzalî rivayet etti (dedi ki); Bize Muhammed b. Bekr rivayet etti. H.
Bize Muhammed b. Râfi'de rivayet etti (Dedi ki): Bize Abdürrezzâk rivayet etti. Bunların ikidi de; Bize İbni Cüreyc haber verdi, dediler. H.
Bana Hârûn b. Abdillâh dahi rivayet etti. Lâfız onundur. Dedi ki: Bize Haccâc b. Muhammed rivayet etti. Dedi ki, İbni Cüreyc bana İbni Ömer'in azadhsı Nâfi', Abdullah b. Ömer'den naklen haber verdi, dedi. İbni Ömer şöyle demiş:
Müslümanlar Medine'ye geldikleri zaman toplanırlar da namazların vakitlerini tayin ederlerdi. Namaz için hiçbir kimse ezan okumazdı. Derken bir gün bu hususta konuştular. Bâzıları hıristiyanların çanı gibi bir çan ittihaz edin! diğer bâzıları, yahudilerin borusu gibi bir boru olsun, dediler. Bunun üzerine Ömer:
Namaza çağıran bir adam gönderseniz ya: ResûlüUah (Saİiallahü Aleyhi ve Sellem) :
«Ey Bilâl [1] kalk da namaza çağır» buyurdular.
Bu hadîsi Buharı, Tirmizî ve Nesaî'de tahrîc etmişlerdir.
Ezan, Lügatta ilâm yanî bildirmek mânâsına gelen kıyasî bir ism-i masdardir. Herevî «Ezan, ezîn» ve «Te'zin» kelimelerinin aynı mânâya geldiğini söylemiştir. Bâzılarına göre; ezîn mânâsına gelir.
Şerî'atta Ezan: Hususi zamanlarda husûsî lâfızlarla yapılan bir i'lâm-dır. Husûsî zamanlardan murad, namaz vakitleridir. Husûsî lâfızlarda çifter çifter okunan ezan lâfızlarıdır.
Kurtûbî ve diğer ulemânın beyanlarına göre; ezan birkaç kelimeden ibaret olmakla beraber bütün akâid meselelerini hulasaten ifâde eden bir i'lâmdır. Şöyle ki: Allah-u Ekber diye başlar. Allah teâlâ'nın varlığını ve kemâl sıfatları ile muttasıf olduğunu bildirir. Sonra tevhide geçilir, Allah'ın şeriki olmadığı ilân edilir. Ondan sonra peygamberlik ispat edilir, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Seîîem) risâletine şe-hâdetten sonra, bir tâat'ı mahsûsa olan namaza davet olunur. Çünkü namaz Resulün tâlimi ile bilinen bir şeydir. Ondan sonra felaha davet olunur. Felâhdan murad; dâimi hayattır. Bunda âhirete işaret vardır. Sonra da te'kid için ezanın ilk cümleleri tekrar okunur. Bu suretle ezan vaktin girdiğini ilân, cemâate davet, şeâir'i islâmiyeyi izhâr gibi birçok rauazzam fâideleri ihtiva eder. Ezanda fiil değil de kavlin tercih edilmesinin hikmeti onun kolay ve herkese her zaman her yerde müyesser olmasıdır. Kurtûbi, Ömer (Radiyallahû anh) 'in sözleri hakkında şu mütalaayı beyân etmiştir. ««İhtimal kî; Abdullah b. Zeyd rüyasını haber verip Peygamber(Sallaîîahü Aleyhi ve Sellem)* u& tasdik ettikten sonra, Ömer acele davranmış ve:
— Bir adam gönderseniz de nida etse ya, yani bu rüyayı halka ilân «tse ya, demiş. Bunun üzerine Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
«Kalk ya Bilâl!» emrini vermiştir.
Bu takdirde hâdise şöyle geçmiş olur. Ashâb-ı Kiram reylerini bildirdikten sonra evlerine dağılmışlar, Abdullah b. Zeyd bir rüya görmüş ve Peygamber (Sallaîîahü Aleyhi ve Sellem)'e gelerek anlatmış-tir. R-esûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bu rüyayı tasdik edince; Ömer (Radîyaltahû anh) de «Adam gönderseniz ya» ilâh... demişt|r. Şu halde; Resûl-ü Ekrem'in Hz. Bi1â1'a verdiği emir görülen rüyanın ilânı hususundadır. Fakat bâzıları bu teVili Abdul-, Abdullah rüyasını Resûlülla h(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) lah b. Zeyd hadîsinin siyakına uygun bulmamışlardır. Çünkü Hz.'e anlatınca; onu Bi1âl'a söylemesini, Bi1âl'in de ilân etmesini emir buyurmuş Bilâl (Radiyallahû anh) ezanı okuyunca Hz. Ömer bunu duyarak Peygamber (Satlaîlahü Aleyhi ve Sellem)e gelmiş ve; Gerçekten Abdullah'in gördüğü rüyayı ben de giSr-düm, demiştir. Bu gösteriyor ki; Abdullah b Zeyd Hazretleri rüyasını anlatırken Ömer (Raâiyallahû anh) o meclisde yokmuş.
Hadisin zahirinden anlaşıldığına göre Ömer (Radiyallahû anh) 'in namaza çağırmak için adam gönderme teklifi ashab ile yapılan müşaverenin sonunda olmuştur. Abdullah b Zeyd (Radiyallahû anh) hazretlerinin rüyası bu müşavereden sonradır. Mezkûr rüya hadisini Ebû Dâvûd şöyle rivayet eder. Abdullah demiş ki:
— Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e ashabı bir çan yaptırarak cemâati namaza toplamak için onu çaldırmasını teklif ettikleri vakit vy-kum esnasında etrafımda bir adam gezindiğini gördüm, elinde bir çan taşıyordu. Kendisine:
— Ey Allah'ın kulu, bu çanı satmaz mısın? dedim.
— Onu ne yapacaksın, Dedi.
— Onunla cemâati namaza çağıracağım, dedim.
— Ben sana bundan daha hayırlı birşey söyliyeyim mi, dedi.
— Hayhay dedim. Bunun üzerine: cümlelerini okudu, sonra pek uzak olmamak üzere biraz geriledi, sonra şunları söyledi: Namaza kalkdığın zamanda:
dersin, sekimde tenbihde bulundu. Sabaha çıkınca ben Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)1e gelerek gördüğüm rüyayı kendisine haber verdim. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ye Sellem) :
«Bu rüya haktır insaallah. Sen Bilâl'la beraber kalk da gördüğünü ona öğret. Onu halka ilân etsin! Çünkü Bilâl'ın sesi seninkinden daha güzeldir.» buyurdular. Ben de Bilâl'le beraber kalkarak ona öğrettim. Bilâl onu o-kuyarak ilân etti. Ömer b. Hattâb (Radiyallahû anh) evinde bunu işitmiş, cübbesini sürükleyerek çıkageldi ve;
— Ya Resûlüllah! Seni Hak dinle gönderen Allah'a yemin ederim İd: Abdullah'ın gördüğünü hakikaten ben de gördüm, dedi. Bunun üzerine Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
«Dyle ise Allah'a hamd olsun!» buyurdular.
Aynı hadîsi Tirmizî ile îbni Mâce'de rivayet etmişlerdir. Tirmizî 'nin rivayetinde ezan ve ikâmetin kelimeleri zik-redilmemiştir. Tirmizî hadîsi rivayet ettikten sonra «Bu hadîs basen sahihtir» demiştir, tbni Mâce 'nin rivayetinde ikametin lâfızları yoktur. Abdullah b Zeyd hazretlerinin bu bâbda söylediği bir şiirini de rivayet etmiştir. Ezan Hadîsini Îbni Hibbân «Sahih» 'inde İmam Ahmed b. Hanbel dahi «Müsned-'in-de rivayet etmişlerdir. Îbni Abdilber'in beyânına göre; E-zanm başlaması hususundaki Abdullah b. Zeyd kıssası hakkında Ashab-ı kiramdan bir cemaat muhtelif lâfızlar ve birbirine yakın manalarla hadisler rivayet etmişlerdir. Bunlardan bazılarının senedleri sahih, bazılarının hasendir. Sened itibarı ile içlerinde en güzel olanı Ebu Dâvud'un rivayet ettiği şu hadîstir:
»Râvi demiş ki, Peygamber (SaUaitahü Aleyhi ve Sellem) cemâati namaza nasıl toplayacağı meselesi üzerinde ehemmiyetle durdu. Kendisine namaz vakti gelince bir bayrak dik, cemâ'at onu görünce birbirlerine haber verirler; diyenler oldu. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bu fikri beğenmedi, Yahudilerin Şe'bûr denilen borusunu tavsiye edenler oldu, onu da beğenmedi, ve:
«O y ah udilerin işidir» buyurdu. Bâzıları çanı tavsiye ettiler. Onun hakkında da:
«Bu hristiyanların işidir» buyurdular. Bunun üzerine Abdullah b. Zeyd Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Setlem)'in üzüntüsünden mahzun olarak oradan gitti. Rüyasında ezanı görmüş. Ertesi sabah Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)e gelerek onu haber verdi, dedi ki:
— Ya Resûlüllah! Ben uyur uyanık bir halde iken aniden yanıma biri geldi ve bana ezanın nasıl olacağını gösterdi: Meğer Ömer b. Hatt&b (Radiyallahü anh) daha Önce aynı rüyayı görmüş de onu yirmi gün gizleyip dururmuş. Sonra o da aynı rüyayı gördüğünü, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'e haber verdi: Efendimiz ona:
«Bunu bize neden haber vermedin» dedi. Ömer:
«Abdullah b. Zeyd beni geçti de, utandım» cevabını verdi. Derken Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Bilal'e;
«Ya Bilâl, kalkda bak Abdullah b. Zeyd sana ne emrederse onu yaph buyurdular. Bilâl'de ezanı okudu.
Görülüyor ki; ezan hakkında rivayet edilen hadislerin en güzeli olan bu rivâyetde Ömer (Radiyallahü anh) 'in ezan sesini işiterek Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellemy\n yanına, gelmesi zikredilmemiştir. Binaenaleyh Kurtub î'nin az yukarıda işaret ettiğimiz sözü bununla kuvvet kazanmış olur. Ezan meşru olmazdan önce cemaati namaza davet etmek için bir adam gönderilir; o da süratle sokakları dolaşarak; namaza, namaza diye seslenirdi,
Hadisi Şeriften Çıkarılan Hükümler:
1- Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in: «Yâ Bilâl kalkda ezan oku!» buyurması, Hz. Bi1â1'inde emre itaatle kalkarak ezan okuması ezanın ayakta okunmasının meşru olduğuna delildir. Kaadi İyaz; «Bütün ulemânın mezhebleri de budur. Oturarak ezan okumak caiz değildir. Yalnız Ebû Sevr ile Mâlîki-lerden ona muvafakat eden Ebu'l Ferec'e göre; oturarak ezan okumak caizdir» demişse de Nevevî bu kavli iki vecihle zayıf bulmuştur. Birinci veçhe göre; buradaki nidâ'dan murad i'lân ve ilâm'dır. İkinci veçhe göre; Resûlüllah (Sallatlahü Aleyhi ve Sellem) 'in (Kalk) emri, görülecek bir yere git de orada namaz için nida et, demektir. Nevevî diyor ki: Bu sözde ezanın ayakta okunacağına dair birşey yoktur. Ezanın ayakta okunacağı başka hadislerle isbât edilir. Bizim mezhebimizde meşhur olan kavle göre; ezanın ayakta okunması sünnettir. Ama özürsüz oturarak okumak da caizdir. Şu kadar var ki; oturarak okuyan fazilete nail olmaz. Ezanın ayakta okunması şart olarak sübût bulmamıştır. Yalnız Yâi1 b. Hucr (Radiyallahû anh)'dan zararsız bir se-nedle rivayet olunan bir hadisde; Abdestli olandan başkasının ezan o-kumaması ve ezanı ancak ayakta okuması bir hak ve Sünnet-i mesnune-dir» denilmiştir. Hanefilerin «el-Muhit» adlı fıkıh kitabında şöyle deniliyor; «Bir kimse yalnız kendisi için ezan okuyacaksa; özürü olmadığı halde oturarak okumasında bir beis yoktur. Çünkü burada başkalarına bildirmeğe hacet yoktur. Özürsüz olarak oturduğu yerden okuduğu ezan sahihtir. Yalnız fazileti yoktur. Keza' ayakta durmaya kudreti varken oturarak okusa ezanı sahihtir.»
2- Hadîs-i Şerîf dînî hükümleri delillerin zahirinden değil de Ulemânın o delillerden çıkardıkları mânalardan olması gerektiğine işaret etmektedir.
Biz, bu cümleye din kardeşlerimizin ayrıca nazar-ı dikkatini celbet-mek isteriz. Çünkü maalesef bugün Şer'i delillerden herkesin kendi anladığı şekilde hüküm çıkarması temayülü vardır. Bir gazeteyi bile doğru dürüst anlamaktan âciz bir kimsenin doğrudan doğruya Kur'an-ı Kerîm'-den veya Hadîs-i Şeriften kendi kafasına göre hüküm çıkarması bir an i-çin caiz tasavvur olunsa; Kitabullah ile Sünnet-i Resûlüllah'm ne hallere düşeceği kolayca tahmin edilir. Buna sırf islâmı yıkmak için garptan sızan zehirli fikirleri hakikat zannederek kitaba uydurmağa ve «Caizdir» fetvasını vermeğe özenenleri de katarsak işin vehâmeti bütün çıplaklığı ile ortaya çıkar. Bugün öyle müslümanlara tesadüf ediyoruz ki; Şer'i bir mesele karşısında evvelâ o meselenin âyet ve hadisten delilini soruyorlar. Bir çoklarının sıfât-ı imânı veya islâmın şartlarını bildikleri bile cidden şüpheli olan bu zavallılara delil göstermekle göstermemenin ne farkı vardır bilemem. Gösterilen delilin lisanını dahi bilmeyen, tercüme edildiği takdirde de anlamakta güçlük çeken bir insan delili görüptene yapacaktır? Bence böylelerine delil göstermektense göstermemek evlâdır. Çünkü gösterilen delilden muhakkak ulemânın istinbat ettikleri hükümleri değil, kendi ka'asır akıllarının hükmettiği alel-acâib şeyler anlayacaklardır. Delilden doğrudan doğruya mâna çıkarmak sevdasında bulunan bâzı zevatın bu hususta müddeâmı teyid eder mahiyette acâyib fetvalar verdikleri zannederim; herkesin malumudur. Uzatmayalım lisanımızda bir Dar-b-ı mesel vardır. «Bir ekmeklik unun varsa fırıncıya ver» derler. Ecdad bu Darb-ı meselle bittabi her işin ehline tevdi edilmesini anlatmak istemişlerdir. Bizim söylemek istediğimiz de budur. Rastgele herkes âyet ve hadisten hüküm çıkarmaya yeltenmemeli. Bu iş ancak büyük müctehid-lerin yapabileceği pek büyük ve pek mesuliyetli bir iştir. Onların istin-bât ettiği hükümler hamd olsun müslümanların dînî müşkillerini halletmiş ve etmektedir. Binde bir nisbetinde zuhur eden yeni hadisât bulunursa onları da inşallah mezhep imamlarının usul ve kavâidlerine tatbî-kan fetva mercileri hallederler.
3- Hadisi Şerif Ömer (Radiyallahû anh) 'in şâyân-ı iftihar fiil ve hareketine delildir.
4- Mühim işlerde müşavere sünnettir. Müşavereye iştirak edenlerden her birinin fikrini söylemesi neticede ulül-emrin maslahata muvafık gördüğü re'ye göre hareket etmesi gerekir.
5- Hadisi şerif namaz vakitlerinin tâyin edildiğine delildir. B u-şârihi Aynî burada şu faideleri zikretmiştir:
a) Ezanın Abdullah b. Zeyd (Radiyallahû anh) hazretlerinin rü'yası ile sabit olması müşkil görülmüştür. Çünkü Pey gam-berân-ı izam (Aleyhimüsselatüve's-Selâm) hazerâtınm rüyalarından maada hiçbir rüya üzerine Şer'î bir hüküm bina edilemez. Bunun cevabı şudur. Burada rüya ile vahiy birleşmiştir. Haris b. Ebu.Üsâme'nin «Müsned» inde namaz için ilk defa ezan okuyan Cebrail (Aleyhisselâtü Vesselam) olmuştur. Onu semanın birinci katında okumuş Ömer'le, Bi1âl (Radıyallahu Anhüma)işitmişlerdir. Ömer, Bi1âlden önce Peygamber (Saİlallahü Aleyhi ve Sellemfe koşarak işittiğini haber vermiş, sonra Bilâl dahî haber vermeye gelince Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Selîem):
«Ömer onu senden önce haber verdi» buyurmuştur deniliyor. , Davûdî: Ezanı Abdullah b. Zeyd ile Ömer haber vermezden sekiz gün önce peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Settem) 'e Cebrail (Aleyhisselâm) 'in getirdiği rivayet olunuyor. Bunu Ibni îshâk rivayet etmiştir. Ezan babında en güzel rivayet budur.» demiştir. Zemahşerî dahî ezanın yalnız rüya ile değil vahiy ile de sabit olduğunu söylemiştir. Bazıları ezanın İbrahim (Aleyhisselâm) in hac hususundaki ezanından alındığını rivayet etmişlerdir. Sühey1î ezanın vahye değil de bir zatın rüyasına tahsis Duyurulmasının hikmetini şöyle anlatır: «Çünkü Resûliillah (Sallallahü Aleyhi ve Seîlem)
Efendimize «Mi'râc gecesinde yedi kat göklerin üzerinde ezan gösterilmişti. Bu vahiyden de kuvvetlidir. Ezanın meşruiyyeti Medine'ye hicrete kadar gecikince Resulü'İlah (Sallallafıü Aleyhi ve Sellem) namaz vaktini cemaata bildirmek istedi; ve bu hususda vahiy bekledi. Nihayet Abdullah bu rüyayı görerek semâda gördüğü ezana uyduğunu anlayınca «Bu rüya haktır inşâallah» buyurdu. Ve o zaman anlaşıldı ki; Allah'ın kendisine semada gösterdiği ezandan murad onun yeryüzünde sünnet olarak meşru kıhnmasıymış. Ömer'in rüyasının da aynı şe1 kil olması bunu takviye etmiştir.
Hasılı; ezan Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in şanını yükseltmeyi tazammun ettiği cihetle, hikmet-i ilâhiyye onun Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'den başkasının diliyle meşru olmasını iktiza etmiştir. Çünkü bu onun şanını daha da yükseltir. «Senin zikrini yüce kıldık» âyeti kerîmesinin mânâsı da budur»
b) Acaba Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bizzat ezan o-kumuş mudur? denilirse: Evet, diye cevap verilir. Tirmizî'nin Ebu Hüreyre (Radtyallahû anh) 'dan rivayet ettiği bir hadisde Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in bir seferde ezan okuduğu ve Ashâb'ın üzerleri yağmur, altları çamur olduğu için onlara hayvanları üzerinde oldukları halde namaz kıldırdığı bildirilmiştir. Yalnız bu hadisi Tirmizî garib bulmuş, Beyhakî dahi zayıf olduğunu söylemiştir.
c) Ezanda bir de terci' meselesi vardır. Terci' iki şehâdeti alçak sesle okuduktan sonra dönerek onları bir de yüksek sesle okumaktır. îmam Şafiî ile îmam Mâlik buna kaildirler. Yalnız İmam Mâ1ik'e göre; ezanın başındaki tekbîr dört değil iki defa alınır. îmam Ahmed b. Hanbel'e göre; terci'nin yapılmasında da yapılmamasında da beis yoktur. Şafiîlerce dahi esâh olan kavle göre terci'i terk etmek zararsızdır. Hz. Şafiî 'nin delili Ebû Mahzura hadîsidir. Mezkûr hadîse göre Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Ebû Mahzura'ya ezanı öğretirken terci'ide tâlim etmiştir. Bu hadîsi Buhârî 'den gayri bütün Kütüb-ü Sitte sahipleri rivayet etmişlerdir.
Hanefiler'e göre; ezanda tercî' yoktur. Delilleri: Abdullah b. Zeyd hadisinde bunun zikredilmemesidir. Ebû Mahzura hadisinde Şahâdâteynin tekrar edilmesi bunları ona öğretmek içindir. Ebû Mahzura onu tercî zannetmiştir. Zaten Taberanî 'nin *H-Evsat» ında rivayet ettiği Ebû Mahzura hadisinde Resû1ü11ah (Sdtkûİahü Aleyhi ve Sellem)'in Ebû Mahzûra'ya ezanı kelime kelime öğrettiği beyân edilmiş, fakat terci'den bahsedilmemiştir. Hz. Bi1âl'in seferde ve hazarda Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in huzurunda bütün Ehl-i Islâmın ittifakı ile tâ vefatına kadar okuduğu ezanda tercî' rivayet edilmemiştir. Ebû Bekr'i Sıddık zamanında ve onun da vefatına kadar okunan ezanlarda dahi terci' yoktur.
d) Ezanın başındaki tekbir dörttür. Nitekim Müslim ile Ebû Avâne ve Hâkimin rivayet ettikleri Ebû Mahzura hadîsinde de dört olduğu bildirilmiştir. İmam Mâlik ile diğer Mâ» likiyye ulemâsı ezanın başındaki tekbirin iki olduğuna kaildirler. Delilleri; sahih yollardan rivayet edilen Ebû Mahzura ezanı ile îbni Zeyd ezanında tekbîrin iki olduğu bildirilmesidir. Hz. Mâlik bu hususda Medine'lilerin ameliyle de ihticâc etmiştir. Sâ'd Oğulları İmam Mâlik zamanına kadar ezanı hep bu şekilde okumuşlardır. Hanefîler İmam Mâ1ik'e cevaben «Bizim mezhebimiz semâdan inen meleğin tâlim ettiği ezandır.» demişlerdir.
e) Sabah ezanında «Hayyaele'l - Felah» dan sonra iki defa «Es Solafu hayran mine'n - nevin» denir. Taberânî 'nin Mu'cem-i Kebîr- -inde Hz. Bi1âl'den rivayet ettiği bir hadiste:
«Bilâl, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)>''e sabah ezanını okumaya geldi. Ve onu uykuda bularak iki defa:
«Esalâtu hayrun mine'n - Nevm» dedi. Bunun Üzerine Peygamber (Satlallahü Aleyhi ve Sellem) :
«Bu ne güzel şey ya Bilâl! Bunu ezanına kat» buyurdu denilmektedir.
Hadîsin bâzı rivayetlerinde: Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in Hz. Bilâl'a:
«Sabah ezanını okurken bunu ezanına kat» buyurduğu, ondan sonra Hz. Bi1âlin bu cümleyi sabah ezanlarında okuduğu beyân edilmiştir.
f) Ezan kelimelerinin mânalarına gelince: Lisan ulemâsından Sa1eb’in beyanına göre; ulemâ «Allahü Ekber» in mânası hususunda ihtilâf etmişlerdir. Lisan ulemâsına göre; bunun mânâsı: Allah büyüktür. demektir. Kisâi, Ferrâ ve Hişâm «Bu cümle Allah her-şeyden büyüktür manasına gelir; cümlede hazif vardır.» demişlerdir. Bâzıları «Ekber> lafzının daima vakıfla yani sakin okunacağını, çünkü ezanın böyle işitildiğini, burada i'râb yapılamıyacağını söylemişlerdir. » cümlesinin mânası bazılarına göre:
«Allahdan başka ilâh olmadığını bilirim ve bildiririm» demektir. Ebu Ube y de'ye göre «Eşhedü» Hükmederim ma'nasına gelir.
«Hayya-lessalâh» Haydi namaza, gel mânâsına ismi fiildir. Felah kurtuluştur.
«Esselâtü hayrün mine-n'Nevm» Namaz uykudan daha hayırlıdır, demektir.
6- Müezzinin gür ve yanık sesli olması müstehabdır. Bu cihet itti- fakîdir. Nevevî 'nin beyânına göre; Şafiîlerce biri güzel sesli olup ezan okumak için ücret isteyen, diğeri çirkin sesli fakat ücret istemeyen iki şahıstan müezzinlik için hangisinin tercih edileceği hususunda iki kavil vardır. Bunların esah olanına göre; güzel sesliye ücret verilmesi tercih edilir. İbni Şüreyh'in kavli de budur.
Ulemâ ezanda dört hikmet bulunduğunu söylerler. Bunlar: Şİâr-ı İsIâmın, Kelime-i Tevhidin, Namaz vaktinin ve kılınacağı yerin Hânı ile cemaata da'vettir,
Kanâat-ı âcizânemce bugünkü hoparlörlerle okunan ezanlar, ezandan matlub olan i'lâm ve ilânı daha beliğ bir şekilde eda etmek niyyeti hâ-lisânesine ibtina etmekde ise de maalesef netice kaş yapayım derken göz çıkarmaktan ibaret kalıyor. Çünkü hoparlörlü camilerin minarelerinde hiçbir zaman müezzin görülmüyor, güya müezzine kolaylık olsun diye hoparlör minarenin şerefesine fakat mikrofon alt kısmında gizli bir yere yerleştiriliyor. Bu sebeple ezanı okuyan müezzin katiyyen dışarıdan görülmemektedir. Halbuki ezandan maksat i'lândır, i'lân kelimenin tam mânâsı ile yapılacaktır. Minareler, bu maksadı temin için yüksek yapılmış ve müezzinin her taraftan görülmesine müsâid bir tarzda inşa edilmiştir. Bu suretle camiye yakın olanlar müezzinin hem sesini duyacak hem de kendisini görecek; uzaktakilerle sağırlar müezzinin eli kulağında olduğu halde minarenin şerefesinde döndüğünü görünce ezan okuduğunu anlayacaklardır. Hasılı minarede okunan ezanda kelimenin tam mânası ile i'lân tahakkuk eder. Fakat hoparlörle okunan ezanda müezzin görülmediği için i'lân yarım kalıyor, uzakdakilerle sağırlar ezanın okunduğunu anlayamıyor, binnetice ezan sesini her tarafa duyuralım derken, bu işi eskisi kadar dahi yapamıyoruz. Halbuki müezzinler mikrofonu ellerine alarak minarenin şerefesinde döne döne pek alâ ezan okuyabilirler. Mikrofonla ezanın daha faydalı olması ancak bu suretle temin edilir.
2- Ezanın Çift, İkametin Tek Lafızlarla Okunmasının Emredilmesi Babı
2- (378) Bize Halef b. Hişâm rivayet etti (dedi ki): Bize Hammâd b. Zeyd rivayet etti. H. Bize Yahya b. Yahya rivayet etti (Dedi ki): Bize İsmail b. Uleyye haber verdi. Bunların ikisi birden Hâlid El-Hâzzâ'dan, o da Ebû Kılâbe'den, o da Enes'den naklen rivayet etmişler. Enes şöyle demiş:
«Bilâl'e ezanı çift, ikâmeti tek okuması em rolündü.. Yahya, İbni Uleyye'den rivayet ettiği hadîsinde: -Ben bu hadîsi Eyyûb'a rivayet ettim. Eyyûb; yalnız ikâmet lâfzı müstesna, dedi.» cümlesini ziyade etti.
3- (...) Bize İshak b. İbrahim el-Hanzali de rivayet etti (Dedi ki): Bize Abdülvehhab es-Sakafî [2] haber verdi, dedi ki; Bize Hâlid el-Hazzâ, Ebû Kılâbe'den, o da Enes b. Mâlik'den naklen rivayet etti. Enes şöyle demiş:
— Ashab tanıyacakları bir şeyle halka namaz vaktini bildirmeyi konuştular da kimi ateş şılartmayı kimi de çan çalmayı teklif ettiler. Bunun üzerine; Bilâl'e ezanı çift, ikâmeti de tek kelimelerle okuması emro-lundu.
4- (...) Bana Muhammed b. Hatim de rivayet etti. (Dedi ki): Bize Behz [3] rivayet etti (Dedi ki): Bize Vüheyb [4] rivayet etti (Dedi ki): Bize Hâlid el-Hazzâ bu isnadla rivayet etti. Hâlid; Müslümanlar çoğalınca namaz vaktini bildirmeyi konuştular...» diyerek Sekafi hadîsi gibi rivayet etmiş; yalnız burada; «Ateş yakmayı» tabirini kullanmış.
5- (...) Bana Ubeydullah b. Ömer el-Kavârîrî dahi rivayet etti. (Dedi ki): Bize Abdülvâris b. Saîd ile Abdülvehhâb b. Abdilmecîd rivayet ettiler. Dediler ki: Bize Eyyûb, Ebû Kılâbe'den, o da Enes'den naklen rivayet etti. Enes;
«Bilâl'e ezanı çift, ikâmeti tek (Lâfızlarla) okuması emrolundu» demiş.
Bu hadisi bütün Kütüb-ü Sitte sahihleri az lâfız değişikliği ile tahrîc etmişlerdir.
Nâkûs: İbadet zamanlarında hıristiyanlann çaldığı çandır. Yahudiler bu iş için borazan mânâsına gelen bûk veya şebûr çalar, mecûsiler de ateş yakarlarmış. Ashab-ı Kirâm'ın halkın tanıdıkları birşeyle namaz vaktini bildirmekden muradları, Namaz vaktini bildiren bir alâmet tayin et-mekdir. Bazıları bu alâmetin namaz vakti geldiğinde ateş yakmak, diğerleri de çan çalmak ve boru üfürmek gibi şeyler olmasını teklîf etmişlerdir.
«Bilâle emrolundu» cümlesinde, emrolundu fiili meçhul sîgası ile vârid olmuştur. Emredenin Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seiietn) yahut başka biri olması ihtimal dahilindedir. Sahâbînin «Emrolundu» demesi Usûl-ü Fıkh ulemâsı arasında ihtilaflıdır. Bazıları bu sîga ile rivayet edilen hadîsin merfu', bazıları da mevkuf olduğunu söylemişlerdir. Kirmanı ekseri ulemânın mezkûr sîga ile rivayet edilen hadisi merfu' saydıklarını, doğrusunun da bu olduğunu söylemişse de, Aynî bu sözün kendi mezhebini takviye için söylenmiş bir söz olduğunu beyan etmiştir. Nevevî dahi Kirman î'nin yolundan giderek.böyle hadîslere mevkuf diyenleri hatâya nisbet etmiş, doğrusu böyle hadisler merfu'dur. Çünkü emrolundu fiilinin faili emir ve nehiy sahibi olan Resûlüllajı (Sallallahü Aleyhi ve Selîem) 'dir. Yine bu kabilden olmak üzere Sahâbînin «şöyle emrolunduk, şundan nehyolunduk, insanlara şu emrolundu» gibi sözleri hep merfû'dur. Sahabinin bu sözleri Resû1ü11ah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) zamanında söylemesi ile onun vefatından sonra söylemesi arasında fark yoktur» demiştir.
Hadisten Çıkarılan Hükümler
1- Hadis-i Şerif ezan kelimelerinin ikişer ikişer, ikâmet kelimelerinin ise birer birer okunacağına delildir. İmam Şafiî ile Ahmed b. Hanbel'in mezhebleri budur. Şâfiî'ye göre terci* ile beraber ezan 19 kelime, ikâmet 11 kelimedir, imam Mâlik ezanın başındaki tekbirin iki defa alınacağına kail olduğu gibi ikâmetin de on kelimeden ibaret olduğunu söylemiştir. Ona göre; ikâmet esnasında yalnız, bir defa «Kad kaameti-s'sâlatü» denilecektir. Bu bâbda Hattâbî (319-388) şunları söylemiştir: «Haremeyn-i Şerifeynde, Hicaz, Şam, Yemen, Mısır, Magrib'de ve İslâm beldelerinin en uzak yerlerinde ikâmeti tek kelimeler halinde getirmekle amel olunagelmiştir. Bilumum u-lemâmn mezhebi «Kadkameti-salâtü» cümlesinin tekrarlanmasıdır. Buna muhalefet edefo yalnız Mâlik olmuştur. Zîra ondan rivayet edilen kavle göre; bu cümle tekrar edilmez. Ezanla ikâmet arasında yalnız çift ve tek okunma hususunda fark vardır. Bu da ezanın,, vakit geldiğini bildirmek için bir i'lâm olmasındandır. îkâmet ise; namaza baş landığının bir emâresidir. Eğer bunların ikisi de bir olsaydı mes'ele ka rışır ve birçok insanların ikâmeti ezan zannederek cemaate yetişmemelfc rine sebep olurdu.
Buhâri şârihi Aynî, Hattâbî 'nin bu sözlerini naklettik ten sonra ona şöyle mukabele ediyor; «Şaşarım Hattâbî'ye, ku lağa girmeyen bu sözler ondan nasıl sâdır olabiliyor. Ezanla ikâmet a rasmda böyle bir fark yapmak doğru değildir. Çünkü ezan dışarıda olan lâra namaz vaktinin geldiğini bildirmektir. Bundan dolayıdır ki; ancal minareler gibi yüksek yerlerde okunur, tkamet ise, hazır olan cemaata namaza başlandığını bildirmektir. Şu halde bunların arasında nasıl işti-bâh vâki' olur da ikisi birbirine karıştırılır! Düşünerek konuşan kimse bu sözü söylemez. Bundan daha garibi, ikâmeti iki defa söylemenin birçok kimselerin cemaatla namaza yetişememesine sebep olacağını, çünkü ikâmeti ezan zannedeceklerini iddia etmesidir. Namaz için hazır olmuş cemâat nasıl olur da böyle bir zanna kapılabilirler? Böyle bir söz ile ancak kendi mezhebini haklı çıkarmak için ihticâc edilebilir. Bundan daha garib olmak üzere Kirmanı 'nin; Ebû Hanîfe ikâmetin ikişer ikişer okunacağını söylemiştir. Bu hadîs onun aleyhine delildir, demiştir. Ebû Hanîfe ikâmetin ikişer ikişer yapılacağını bildiren sahih hadislerle istidlal ettiği halde acaba bu hadis onun aleyhine nasıl delil olabilir?
Filhakika ikâmetin de ezan gibi ikişer ikişer okunacağını bildiren birçok hadîsler vardır. Ezcümle Ebû Avâne Jnin «Sahih» inde Şa'bî'den rivayet ettiği bir hadîste ezanı ikişer ikişer okudu; kameti de ikişer ikişer getirdi denildiği gibi Ebû Mahzûre 'nin Tirmizî'deki sahih rivayetinde; «Kendisine ezanı ikişer ikişer kameti de ikişer ikişer öğretti» denilmekte, Tahâv î'nin rivayet ettiği Selemetii'bnü Ekvâ, hadîsinde «Ezan ve ikâmeti çifter çifter okurdu» buyurulmaktadır.» Bu bâbdaki Sevbân hadîsinde dahi «Sevban (Radiyallahû anh) ezanı ikişer ikişer okur; kameti de ikişer ikişer getirirdi.» deniliyor. Bütün bunlar gösteriyor ki; ikâmet de ezan gibi ikişer ikişer okunarak getirilirmiş. Nevevî; Müslim Şerhi'nde Ebû Hanîfe ikâmetin onyedi kelime olduğunu söylemiştir. Ama bu mezheb şazz'dır, demişse de yukarıki deliller muvacehesinde Ebû Hanîfe mezhebinin şazz olmadığı gün ışığı gibi meydana .çıkmaktadır.
Hanefîler de «Bu sahih hadisler Şafiî aleyhine hüccettir» derler. Hz. Ali (Radiyallahû anh)'dan rivayet olunduğuna göre; kendisi bir gün ikâmeti tek lâfızlarla getiren bir müezzine tesadüf etmiş de:
«Gidi annesiz kalası, bu lâfızları çift oku» demiştir. İbrâhim Nehâî'nin dahi «İkâmet lâfızlarını ilk defa tek olarak okuyan Muaviye'dir» dediği rivayet olunur. Mücâhit «ikâmet; Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) devrinde ikişer ikişer getirilirdi. Nihayet bazı zâlim emirler kendi çıkarları için onu hafiflettiler» demiştir.
2- Ezan ve ikâmet sünnet-i müekkededirler. Bazıları vâcib olduğuna kail olmuşlardır. İbni Münzir; «Ezan hazarda olsun, seferde olsun cemaat hakkında farz-ı kifâyedir» demiştir. İmam Mâ1ik'e göre cemâatin toplandığı mescidde ezan okumak vâcibtir. Atâ ile Mücâhid; «Ezansız namaz sahih olmaz» demişlerdir. Bir kavline göre Evzaî'de onlarla beraberdir. İkinci kavline göre; vakit içinde ezan iade olunur. Bâzıları ezanm Cuma namazı için farz olduğunu söylemişlerdir. Zahirîlere göre; her namaz için ikâmet vâcibtir. Ezan ve i-kâmetsiz kılman namazın sahih olup olmayacağı Zâhirîyye ulemâsı arasında ihtilaflıdır. Dâvud-u Zahirî'ye göre ezanla ikâmet cemâatin farzıdır. Fakat namazın sahih olması için şart değildirler. Hane-fîlerden îmam Muhammed, Ezanm vâcib olduğuna işaretle; «Bir belde ahalisi ezan okumamaya ittifak etseler onlarla mukatelede bulunurum. Yalnız bir kişi terketse onu döver ve habsederim» demiştir. Bazıları ezanın İmam Muhammed'e göre farz-ı kifâye olduğunu söylerler. Hanefîlerin «El-Muhit» «Et-Tuhfe» ve «El-Hidâye» gibi fıkıh kitaplarında «Ezan sünnet-i müekkededir, Şafiî ile îshâk'in mezhebi de budur» denilmektedir. Nevevî Cumhûr-u ulemânın kavlinin bu olduğunu söyler. Yine Nevevî 'nin beyânına göre: müezzin ezana başlarken iki tekbiri bir nefesle, sonra iki tekbiri de bir nefesle alması miistehabdır.
3- Bazıları ikâmet kelimelerinin ilk devirlerde ikişer ikişer getirilmiş olabileceğini fakat sonradan bunun Hz. Bilâl hadîsi ile neshe-dildiğini iddia etmişlerse de bu iddia doğru değildir. Bilâkis ilk devirlerde teker teker okunduğu olmuş; sonraları ikişerde karar kılınmıştır. Hz. Bi1âl'in âhir ömründe yaptığı budur.
3- Ezanın Sıfatı Babı
6- (379) Bana Ebû Gassân el-Mismaî, Mâlik b. Abdilvâhid ile İshak b. İbrahim rivayet ettiler. Ebû Gassan; Bize Muâz rivayet etti, dedi. İshak ise; Bize Sahib-i Destevâi Muâz b. Hişâm haber verdi, dedi. Muâz demiş ki; Bana babam Amir b. Ahval'den, o da Mekhûl'den, o da Abdullah b. Muhayrîz'den, o da Ebû Mahzûra'dan [5] naklen rivayet etti ki: Nebiyyullah (Saîlailahü Aleyhi ve Sellem) kendisine şu ezam öğretmiş:
AUâhüekber, Allâhü ekber
«Allah herşeyden büyüktür. Allah herçeyden büyüktür.
Eşhedü en lâilâhe illallah, Eşhedü en lâilâhe illallah
Ben Allah'dan başka ilâh olmadığına şahadet ederim.
Ben Allah'dan başka ilâh olmadığına şahadet ederim.
Eşhedüenne Muhammeden resulü ilâh, Eşhedüenne Muhammeden resul üllâh
Ben Muhammed'in ResulüMah olduğuna, şahadet ederim.
Ben'Muhammed'in Resulüllah olduğuna şahadet ederim» sonra dönerek yine şöyle demiş:
«Ben Allah'dan başka ilâh olmadığına şahadet ederim.
Ben Allah'dan başka ilâh olmadığına şahadet ederim.
Ben Muhammed'in resul üllah olduğuna şahadet ederim,
Ben Muhammed'in resulüllah olduğuna şahadet »derim, (sonra iki defa) :
«Haydin namaza» Hayya-l'essalâh iki defa da:
«Haydin Felaha» Hayya-lelfelâh (demiş)
tshâk «Allah herşeyden büyüktür, Allah herşeyden büyüktür. Allah'dan başka ilâh yoktur» cümlelerini de ziyade etti.
Bu Hadîs Müs1im'in ekseri esas nüshalarında böyledir. Yani ezanın başında iki defa tekbir getirileceğini gösterir. Fakat MüsIim'den başka hadis imamları rivayetlerinde ezanın başında dört defa tekbir alınacağı zikredilmiştir. Kaadî ly âz, Sahîh-i Müslim'in Fârisî tarîklaiından bazılarında tekbirin dört defa getirileceği zikredildiğini söyler. Aynı ihtilâf Abdullah b. Zeyd hadîsinde dahi mevcuttur. Meşhur olan rivayete göre ezanın başındaki tekbirler dörttür. Mezheb imanlarından Ebû Hanîfe, Şafiî ve Ahmed b. Hanbel ile cumhuru ulemânın mezhebleri budur. îmam Mâlik iki defa tekbîr alınacağına kail olmuş ve bu hadîsle istidlal etmiştir. Mâli k'in bir delili de:
Medine'lilerin amelidir. Onlar Hz. İmama göre sünneti daha iyi bilirler. Cumhuru ulemâ «mu'temed râvinİn ziyâdesi makbuldür» diyerek dört tekbire kail olmuşlardır. Bir delilleri de:
Mekke'lilerin dört tekbîr almasıdır. Mekke-i Mükerreme gerek hac mevsiminde gerekse şâir zamanlarda müslümanların toplandığı yerdir. Onların bu fiilini inkâr eden bulunmamıştır.
Hadis-i şerif ezanda tercîa kaail olan îmam Mâlik, Şafiî'e Ahmed b. Hanbel (Rahimehumullah) ile diğer ulemânın de-allerindendir. Tercî1 iki şahadeti alçak sesle okuduktan sonra dönerek tekrar bir de yüksek sesle okumak demektir.
Ebû Hanîfe ile Küfe ulemâsına göre ezanda Terci*, meşru1 değildir, onlar Abdullah b. Zeyd hadisi ile istidlal e-derler. O hadisde terci* zikredilmemiştir.
Şafiî1er Tercî'in ezanın bir rüknü olup olmadığı hususunda ihtilâf etmişlerdir. Esah olan kavle göre terci' sünnettir. Hadis imamlarından bir çokları ile diğer bir takım ulemâya göre müezzin terci1 yapıp yapmamakta muhayyerdir.
4- Bir Mescidde İki Müezzin Bulundurmanın Müstarab Oluşu Babı
7- (380) Bize İbni Nümeyr rivayet etti. (Dedi ki): Bize babana rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ubeydullah, Nâfi'den, o da tbni Ömer'den naklen rivayet etti. Demiş ki: Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seîlem) 'in İki müezzini vardı. Biri Bilâl, diğeri âmâ olan İbni Ümmti Mektûm
(...) Bize yine İbni Nümeyr rivayet etti (Dedi ki): Bize babam rivayet etti (Dedi ki): Bize Ubeydullah rivayet etti (Dedi ki): Bize Kaasim, Âişe'den bu hadîsin mislini rivayet etti:
Bu hadîsdeki müezzinlerden murâd Peygamber (Salkıîlahü Aleyhi ve Seîlem) 'in Medine'deki müezzinleridir. Mekke devrindeki müezzini sesi son derece güzel olan Ebû Mahzura ile Sa'd (Radıyalîahu Anhüma) idi.
Nevevî'nin beyânına göre:
Bu Hadisten Şu Faideler İstihsal Olunmuştur:
1- Bir insanı tarif için yahut bir maslahattan dolayı kusuru ile anmak caizdir. Fakat şanını küçültmek veya alay etmek maksadı ile hiçbir kimsenin kusur ve ayıbını zikretmek caiz olamaz. Gıybetin mubah olduğu yerlerden biri de budur. Bu yerler sırası geldikçe inşaallah görülecektir.
İbni ÜmmüMekt ûm 'un ismi ekseri ulemâya göre Amr b. Kays b. Zaide 'dir. Bâzıları Abdullah b. Zaide olduğunu söylerler. Annesi Ümmü Mektûm'un ismi de Â-tike 'dir. İbni Ümmü Mektûm, Kadisiye harbinde şehid olmuştur.
2- Bir mescidde iki tane müezzin bulundurmak müstahabdır. Şâfiî1ere göre bunlardan biri tanyeri ağarmadan, diğeri tan yeri a-ğardıktan sonra ezan okurlar. Nitekim Bilâl ile İbni Ümmü Mektûm (Radıyalîahu Anhüma) 'da böyle yaparlardı. Maamâfih ihtiyaca göre üç, dört veya daha ziyade müezzin bulundurmak da caizdir. Müslümanlar çoğalınca ihtiyaç arttığı için Osman (Radıyalîahu anh) mescidde dört müezzin bulundurmuştur. Nevevî diyor ki: «Zahir bir ihtiyaç yoksa, dörtden fazla müezzin bulundurmamak bizim ulemâmıza göre müstahabdır. Ezan okumak için iki veya daha ziyade müezzin-ayrılmışsa hepsinin bir defada ezan okumamaları müstahabdır. Vakit varsa sıra ile ezan okurlar. İlk defa hangisinin okuyacağından ihtilâf e-derlerse aralarında kur'a çekilir. Vakit dar, mescid de büyük ise mescidin birer tarafına çekilerek dağınık bir halde ezan okurlar. Mescid dar olduğu takdirde hepsi bir yere durarak birde'n ezan okurlar. Yalnız seslerinin muhtelif olması sebebiyle cemaatı rahatsız etmemeleri şarttır. Rahatsız etmek ihtimali varsa, içlerinden yalnız bir tanesi ezan okur. İhtilâfa düşerlerse aralarında kur'a çekerler.
İkamete gelince: Eğer müezzinler ezani sıra ile okudularsa müezzinlik ilk okuyanın hakkıdır. Bu da o müezzinin orada vazifeli bulunduğuna, yahut camide hiç vazifeli müezzin bulunmadığına göredir. İlk ezan okuyan müezzin fahrî olursa olunla vazifeli müezzinden hangisinin evlâ olacağı hususunda ulemâmızdan iki kavil rivayet olunur. Bunların esah olanına göre vazifeli müezzinin ikaamet getirmesi evlâdır. Çünkü vazifesidir. Bütün bu suretlerde ikâmet vazifesiyle alâkası olmayan biri ikâmet getirse sahih ve muhtar olan mezhebe göre getirdiği ikaamet kâfidir.
Ulemâmızdan bâzıları kâfi gelmediğini söylemişlerdir. Nitekim Cuma günü Hutbeyi biri okusa da; namazı başkası kıldırsa, bir kavle göre caiz değildir. Müezzinler bir ağızdan ezan okurlarsa ikaameti de bir ağızdan yapamazlar. Birinin ikaamet getirmesine razı olurlarsa ne âlâ, aksi takdirde aralarında kur'a çekilir. Ulemâmız bir m esc idde birden fazla kimsenin ikaamet getiremiyeceğinî söylemişlerdir. Ancak bir müezzin kâfi gelmezse, o zaman daha fazla müezzin ikâmet getirebilir. Bazıları kargaşalığa sebeb olmamak şartıyla müezzinlerin bir ağızdan ikaamet getirmelerini caiz görmüşlerdir. «Reddü'l - Muhtar» adlı eserde işaret edildiğine göre zaruret îcabı iki müezzinin beraberce ezan okumaları îmâm Azam'a göre de caizdir.
5- Yanında Gözü Gören Biri Bulunursa Âmanın Ezan Okumasının Cevazı Babı
8- (381) Bana Ebû Küreyb Muhammed b. Ala' EI-Hemdânî rivayet etti (Dedi ki): Bize Hâlid yâni İbni Mahled, Muhammed b. Cafer'den rivayet etti (Demiş ki): Bize Hişâm, babasından, o da Âişe'den naklen rivayet etti, Âişe şöyle demiş:
«İbni Ummi Mektüm a'ma olduğu halde Resülallâh (Saltallahü Aleyhi ve Seüem) müezzinlik yapardı.»
(...) Bize Muhammed b. Selemete'l-Murâdî dahî rivayet etti. (Dedi ki): Bize Abdullah b. Vehb, Yahya b. Abdillâh ile Saîd b. Abdirrahman'-dan, oıalar da Hişâm'dan bu isnadla bu hadîsin mislini rivayet etti.
Bu hadîsin ekseri hükümleri yukarıda görüldü. Burada maksad â'mâ-nın ezan okumasının sahîh ve caiz olduğunu beyandır. Nevevî; diyor ki: Yanında gözü gören bir müezzin bulunduğu vakit â'mânın müezzinliği caizdir. Bu Hz. Bilâl ile birlikte İbni Ümmü Mektûm'un müezzinliğine benzer. Ulemâmız yalnız başına â'mânın müezzin olmasını mekruh görürler»
îbni Ebî Şeybe ile İbni Münzir'in rivayetlerine göre Abdullah İbni Mes'ûd, İbni Zübeyr (Radıyalîahu Anhiima) ve başkaları â'mânın müezzinliğini mekruh gö-rürlermiş. Fakat bu kavil â'mânın yanında gözü gören ve namaz vaktinin girdiğini ona haber veren başka bir müezzin olmadığı zamana hamledü-miştir. Nevevî, Ebû Hanîfe *nin «â'mânın ezanı sahih değildir» dediğini nakletmişse de bu nakil hatâdır. Çünki E bû Hanîfe hazretleri böyle bir şey söylememiştir. Yalnız diğer Hanefî imamları â'mânın müezzinliğini mekruh görmüşlerdir. Mes'ele «El-Mu-Mt», «Ez-Zâhire» ve «EI-Bedâyî» gibi fıkıh kitaplarında zikredilmiştir. Kerahetin vechi; â'mânın namaz vakti girdiğini müşahede edememesi olsa gerektir. Çünkü müezzinlik esasen müşahedeye ibtinâ eder. Yoksa â'mânın yanında gözü gören bir müezzin bulunduğu zaman müezzinlik etmesi mekruh değildir. Hattâ gözü görenler içinde â'mâdan efdali bulunmadığı vakit â'mânın imam olması bile evlâdır. «El-Burhan» nam eserde «gözü görenler içerisinde â'mâdan efdal kimse bulunmazsa â'mânın imam olması evlâdır; Çünkü Peygamber (SattaîlahüAleyhixeSellem) Tebûk gazasına gittiği zaman Medine'de kendi yerine İbni Ümmî Mektûm'u bırakmıştı. Bu zat â'mâ idi* denilmektedir.
6- Aralarında Ezan Sesi Duyulduğu Zaman Küfür Diyarında Bulunan Bir Kavme Baskın Yapmaktan Çekinme Babı
9- (382) Bana Züheyr b. Harb rivayet etti. (Dedi ki): Bize Yahya İbni Sâîd, Hammâd b. Seleme'den rivayet etti. (Demiş ki): Bize Sabit, En es K Mâlik'ten naklen rivayet etti. Enes şöyle demiş: Resûlüllab (Sallaîlahü Aleyhive Sellem) fecr doğduğu zaman baskın yapardı. Ezanı dinletirdi şayet ezan (sesi) işitirse (baskından) vazgeçer; işitmezse baskın yapardı. (Bir defa) Allah-u Ekber, Allah-ü Ekber diyen bir adam işitti. Bunun üzerine Resulü İlâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):
«Fıtrat (ı islâm) üzere!» buyurdular. Sonra o zât:
«Eşhedû enlâ ilahe illallah, Eşhedü enlâilâhe illallah» dedi. Resûlüllab (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ;
«Cehennemden çıktın» buyurdular. Müteakiben baktılar ki adamcağız bir keçi çobanıymış.
Gara: Geceleyin ansızın yapılan baskın demektir. Geceleyin yapılması evlâdır. Sabaha doğru bırakılması ihtimal ezan sesini dinlemek içindir. Ezan sesi işitildiği zaman baskın yapmaktan vazgeçmesi o yer halkının müslüman olduğunu anladığı içindir. Çünkü imanla küfrün arasında alâ-met-i farika ezandır.
Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in «Fıtrat (ı islâm) üzere» buyurması: «Sen bu sözü insanların yaratıldığı islâm fıtratı üzere söyledin» demektir. O zatın kelime-i tevhidi söylediğini işitince de: «Cehennemden çıktın» buyurmakla onun tevhid sayesinde bu fıtrat üzere devam edeceğine ebeveyninin onu hıristiyan veya yahudi yapamayacaklarına işaret eylemiştir. Cehennemden kurtulacağını katiyyen ve sü-buta delâlet eden mazi sîgası ile ifade buyurması ya tefe'ül, yahut kafi surette kurtulacağını haber vermek içindir. Çünkü Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in söyledikleri doğrudur. Teâlâ hazretlerinin vâ'di haktır.
Hadisten Çıkarılan Hükümler:
1- Yalnız bir kimsenin namaz kılacağı vakit ezan okuması meşru1-dur. Mezhebler arasında sahih ve meşhur olan kavil budur.
2- Ezan okunan bir yere baskın yapılmaz, çünkü ezan sesi o yer halkının müslüman olduklarına delildir.
3- Bir kimse kelime-i şehâdet getirmekle müslüman olur. Velevki bunu teklife binaen değil de kendiliğinden yapmış olsun. Bu bâbdaki ihtilâf îman bahsinde görülmüştü.
4- Küf farı dîne davet etmeden üzerlerine hücum etmek caizdir. Ancak evvelâ dine davet müstehaptır. Sevrî, Ebû Hanîfe, Şafiî» İmam Ahmed ve İshâk buna kaildirler, İmam Mâ1ik'e göre dine davet etmeden düşmanla harb caiz değildir.
7- Ezanı İşiten Kimseye Müezzinin Söylediklerinin Söylenmesi, Sonra Peygamber (Sallatlahü A leyhi ve Sellem) e Salavat Gatirmenin, Sonra Ona Vesileyi İstemenin Müstahab Oluşu Babı
10- (383) Bana Yahya b. Yahya rivayet etti. Dedi ki: Mâlike fbni Şihâb'dan duyduğum, onun da Atâ b. Yezîd el-Leysî'den, onun da Ebû Saîd-i Hudrî'den naklen rivayet ettiği şu hadîsi okudum. Resûlüllah (Sailallahü Aleyhi ve Sellem) :
«Ezanı İşittiğiniz zaman siz de müezzinin dediğini deyin» buyurmuşlar.
Bu hadîsi Buharî, Ebû Dâvud, Tirmizî, Nesaî veibni Mâce dahî tahrîc etmişler. Tirmizî onun hakkında «Bu hadîs hasen sahihtir» demiştir.
İbni Vaddâh hadîsteki «müezzin» kelimesinin müdrec olduğunu iddia etmişse de bu iddia söz götürür. Çünkü Müdrec: İçersine râ-vînin sözü karışan hadîs demektir. Böyle birşey mücerred bir iddia ile isbât edilemez. Buhârî ve Müslim'in rivayetlerinde müezzin lâfzı zikredilmiştir. «El-Umde» sahibinin metn-i hadîsten bu lâfzı hazfetmesi mühim birşey değildir. Bu babda en sarîh rivayetlerden biri de Nesaî'nin tahrîc ettiği Ümmü Habîbe hadîsidir. Mezkûr hadîsde:
«Peygamber (Sailallahü Aleyhi ve Sellem) benim yanımda bulunduğu zaman müezzinin ezan okuduğunu d uydu mu müezzin sustuğu vakit onun söylediğini söylerdi» denilmektedir.
Hadis-i Şeriften Şu Hükümler Çıkarılmıştır:
1- Hanefiyye ulemâsına göre müezzine icabet ederek onun sözlerini tekrarlamak dinleyenlere vâcibtir. Çünkü emir vücûb ifâde eder. Mâlikîlerden İbni Vehb ile Zahirîlerin mezhebi de budur. Zira müezzini işitenlerin Kur'an okumayı, konuşmayı, ve selâm almayı terk etmeleri vâcibtir. Bunlar hep vücûb emareleridir.
2- İmam Mâlik, Şafiî, Ahmed b. Hanbel ve Cumhûr-u fukahâya göre buradaki emir vücûb değil istihbab ifâde eder. Binâenaleyh müezzinin arkasından ezanı tekrarlamak müstahabdır. Tahâvî'nin kavli de budur. Nevevî diyor ki: «Müezzine icabetle onun okuduklarını tekrarlamak abdestli olsun abdestsiz, veya cünüp yahut hayzlı olsun herkese müstahabdır. Elverir ki icabete bir,mâni bulunmasın».
İcabete mâni olan sebepler: Helada veya cima hâlinde yahut namazda bulunmak gibi şeylerdir. Farz veya nafile namaz kılan bir kimse namazda müezzine icabet etmez. Namazdan çıktıktan sonra ezanı tekrarlar. Namazda iken müezzine icabet ederek ezanı tekrarlamak mekruh mudur, değil midir mes'elesinde İmam Şafiî 'den iki kavil rivayet edilir. Bunların meşhur olanına göre Namaz içinde müezzine icabet mekruhtur. Lâkin namazı bozmaz; ancak namazda «Hayya ales-salâh» yahut «Essalâtü hayru-n minen nevm» diyen bir kimse onun haram olduğunu bilirse namazı bozulur. Çünkü bu sözler insan sözüdür. Kur'an okurken veya teşbih çekerken ezanı işiten kimse bunları keserek müezzine tabi' olur. îkaa-met dahî ezan gibidir. Binâenaleyh onda da müezzine icabet edilir. Yalnız «Kad kâmeti's - salâtü» yerine cemâat «Ekaamehâllahu ve edâmehâ» derler. Sabah namazında dahi «Es-Salâtü hayrün mine'n nevm» cümlesini işittikleri zaman cemâat «Sadakte ve bererte» derler. Nevevî 'nin sözü burada sona erer.
Hanefîlere göre «Hayya ale's-salâh» «Hayya alel-Felâh» cümlelerinden ma'da müezzinin bütün okuduklannı tekrarlamak, işiten kimselere vâcibtir. Müezzin:
«Hayye aleVsalâh» dediği zaman onu dinleyenler «Hayye ale'l-Felâh» m yerine de derler. Çünkü burada müezzinin sözlerini aynen tekrarlamak onunla alay etmeğe benzer. «Es-salâtü hayrun mine'n nevm» yerine cemâat «Sadakte ve bererte» derler.
3- Ezan okunurken ve ikaamet getirilirken cemâatin konuşmaması, Kur'an okumaması, selâm almaması hâsılı, müezzine icabetten başka hiç bir şeyle meşgul olmaması îcâb eder. Kur'an okuyan, okumayı keserek ezanı dinlemeli ve müezzine icabet etmelidir. Yalnız bâzıları «Mescidde Kur'an okuyan ezanı işitirse okumaya devam eder; evinde olursa ezan, mahallesinin mescidinde okunduğu takdirde okumayı keserek müezzine icabet eder. Başka bir mescidde okunuyorsa okumaya devam edebilir.» demişlerdir. Hu1vâni «Dili ile müezzine icabet eden, fakat mescide gitmeyen kimse müezzine icabet etmiş sayılmaz. Fakat mescidde o-lup ta müezzinin arkasından ezanı tekrarlamayan günahkâr olmaz. Kendilerine namaz farz olmayanlara icabet de farz değildir. Farz veya nafile namaz kılarken ezanı işitenlere dahî icabet lâzım değildir.» demiştir.
4- Hanefiyye ulemâsı her müezzine icabet lâzım mıdır, yoksa ilk müezzine icabet kâfî midir meselesinde ihtilâf etmişlerdir. Bu mesele Hanefiye ulemâsından Zahir üddîn'e sorulmuş da: «Mahallesi mescidinin müezzinine bilfiil icabet vâcibdir» cevabını vermiştir. Burada şöyle bir sual hatıra gelebilir: gerçi bu hadiste Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seîlem) :
«Müezzini işittiğiniz vakit siz de onun dediğini deyin» buyurmaktadır. Fakat bundan önceki bâbda bizzat kendisi ezan okuyan çobanı işittiği zaman onun sözlerini tekrarlamamış, birincide «Fıtrat özere,» ikincide «Cehennemden çıktın» buyurmuşdur Bu, müezzine icabetin farz değil müstahab olduğunu göstermiyor mu?
Cevap: Buradaki hadiste müezzine icabet emredilmiştir. Bu emir mutlaktır. Karinelerden mücerret olan mutlak emirler ise vücûb ifâde ederler. Bu husus mezkûr emrin vücûb için kullanıldığını birçok rivayetler de te'yîd etmiştir. İbni Ebî Şeybe 'nin «Musannef» inde rivayet ettiği bir hadisde;
«Müezzini işitip de onun okuduğunu okumaman cefâ sayılır.» buyu-rulmuştur. Cefâ; zulm ve tecâvüz demektir. Müstahab olan bir şeyi terk-etmek cefâ sayılmaz; cefa ancak vacibi terk etmekle olur.
Çoban hadîsine gelince, ihtimâl Resûlülla h (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ezana icabet etmiş ve ayrıca o sözleri de söylemiş. Fakat râ-vHcâbetini nakletmemiştir. Yahut icabet mes'elesi o hâdiseden sonra emredilmiştir. Maamafih icabetin vâcib olup olmaması mes'elesinı Hanefî imamlarından Kemâ1 b. Hümam (788-861) «Fethül-Kadîr» nam eserinde münâkaşa etmiş ve ikâmette icabetin müstahab olduğunu, söylemiştir.
11-(384) Bize Muhammed b. Selemete'l Murâdî rivayet etti. (Dedi ki): Bize Abdullah b. Vehb, Hay ve ile Saîd b. Ebî Eyyûb ve arkadaşlarından, onlar da Kâ'b b. Alkame'den o da Abdurrahman b. Cübeyr'-den, o da Abdullah b. Amr b. Âs'dan naklen rivayet etti. Abdullah Re-sûHülah (Saîîaîlahü Aleyhi ve Sellem)'i şöyle buyururken işitmiş:
«Müezzini işittiğiniz vakit siz de onun dediğini deyin. Sonra bana so-lavât getirin. Çünkü her kim bana bir defa salavat getirirse, Allah ona o salâvcrt sebebiyle on defa salât eyler. Sonra Allah'dan benim için vesileyi isteyin. Zira vesile cennette bir makamdırki Allah'ın kullarından yalnız bir tanesine lâyıktır. Umarımki; o bir kişi de ben olayım. İmdi her kim benim için vesileyi isterse ona şefaatim vâcib olur.»
Bu Hadîsi Ebû Dâvud ile Nesâi dahi tahric etmişlerdir. Buhârî'deki rivayetinde şöyle buyurulmuştur:
«Her kim ezanı işittikte Yarabbi şu tam davetin ve daimî salâtın rabbi olan Allah'ıml Muhammed'e vesileyi ve fazileti ver. Onu vâd buyurduğun makâm-ı mahmOda gönder! derse kıyamet gününde o kimseye şefaatim vâcib olur.» Bu hadîs kitabımızın hadîsini tefsir etmiş oluyor. Çünkü Müslim'in rivayetinde;
«Sonra Allahtan benim için vesileyi isteyin» buyurulmuş, fakat onu ne şekilde ve hangi kelimelerle isteyeceğimiz bildirilmemiştir. Buhârî hadîsi bu ciheti îzah etmiştir.
Allah'ın kuluna salât etmesinden murâd rahmet ve mağfiret buyurmaşıdır.
Vesîle: Lûgatde başkasına yaklaşmaya vâsıta olan şey ve hükümdarın yanında mevki' sahibi olmak mânâlarına gelir. Buradaki hadiste cennette bir mevki ve menzil diye tefsir buyurulmuştur. Faziletin vesileden başka bir makam olması ihtimali vardır. Buhârî hadisinde «Makâm-ı - Mahmûd» nekre olarak zikredilmiştir. Bu makam müphem olmadığı halde nekre zikredilmesi Kuran-ı Kerim'in nazmını hikâye etmek içindir. Zira Kur'an-ı Kerim'de; «Muhckkakjci rabbin seni bir makâm-ı mahmûd'a gönderecektir» buyurulmuştur. Tıybî ( - 743) bu kelimenin nekre zikredilmesi nekre daha büyük ve geniş mânâ ifâde ettiği içindir. Sanki ne büyük makam, her dille övülen bir makam denilmiş gibidir, diyor. «Makâm-ı Mahmûd» un türkçesi övülen makam demektir. Bu tabir bâzı rivayetlerde ma'rife olarak zikredilmiştir. İbnü'l Cevzî ekseri ulemâya göre bundan muradın şefaat olduğunu söylemiştir. Bâzıları Makâm-ı Mahmûd Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'i arşın üzerine o-turtmaktır. Diğer bâzıları kürsinin üzerine oturtmaktır demiş; bir takımları da herkesin göreceği ve tanıyıp methedeceği yerdir, diye tefsir etmişlerdir. Bu tabir Hamd-ü Senayı celbeden bütün ta'ziz ve ikram nev'-ilerine âmm ve şâmildir. İbni Abbâs (Radıyallahu Anhüma) Makam-ı Mahmud'u «Öyle bir makam ki; seni orada bütün gelmiş geçmiş ümmetler övecek ve orada bütün mahlûkata şeref vereceksin. İstediğin verilecek, şefaatin kabul edilecek, herkes senin sancağın altında toplanacaktır.» diye tavsif etmiştir. Hazreti Ebû Hüreyre 'den rivayet olunan bir hadiste Resûlüllah (Saiîallahü Aleyhi ve Sellem :
«Makamım ah mud benim Ümmetime şefaat edeceğim yerdir.» buyurmuştur. Bu makamı ona vereceğini bizzat Tealâ hazretleri vâ'd buyurmuştur. Allah Tealâ - Hâşâ vaadinden dönmez. Şu halde ümmetin duasına ne lüzum vardır denilirse bu suale şöyle cevap verilir: Ümmetin duası bu makamın devam ve sebatını istemek içindir. Yahut ümmetden dua istenilmesi bir kimsenin başkasına dua etmesinin caiz olduğunu, hacet anlarında duadan ve bilhassa sâlih kulların duasından istifade ve is-tiâne'nin meşru' olduğuna işaret içindir.
cümlesi: «Şefaata hak kazanır, şefaat kendisine helâl olur, şefaat kendisine vâcib olur,»
mânâlarına gelir. Fakat buradaki helâl olmak evvelce haram idi mânâsına değil, yine şefaati hak eder manasınadır. Burada da şöyle bir sual hatıra gelebilir: Şefaat günahkârlara yapılacaktır. Burada ise; günahlı veya günahsız her kim ezan duasını okursa onlara şefaat e-dileceği bildiriliyor. Günahsızlar için şefaate lüzum var mıdır?
Cevap: Evet vardır. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in müteaddit şefaatleri olacaktır. Bunların bâzıları soruşuz sualsiz cennete girmek ve derecelerini yükseltmek gibi husûsatta günahsızlara âit-tir. Yâni kıyamet gününde haline göre herkese şefaat olunacaktır.
Hadisi Şeriften Çıkarılan Hükümler
1- Bu hadîs namaz vakitlerinde rahmet için gök kapıları açıldığı zaman mü'minleri duaya teşvik etmektedir. Bir hadîsde beyân edildiğine göre iki saat vardır ki onlarda yapılan dualar geri çevrilmez. Bunlardan biri namaz için ezan okunduğu zaman, ikincisi de Allah yolunda saf bağlandığı zamandır.
2- Bu ümmetin günahkârlarına da, günahsızlarına da şefaat edilecektir. Günahkârlarına azapları ıskat edilmek için, günahsızlarına da sevapları artırılması için şefaat olunacaktır.
3- Hadîs-i Şerîf şefaati yalnız mutî kullara tahsis eden mu'tezile-nin aleyhine delildir.
12- (385) Bana İshâk b. Man sûr rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ebû Ca'fer Muhammed b. Cehdam es-Sekafî haber verdi (Dedi ki): Bize İsmail b. Ca'fer, Umâraiü'bnü Gaziyye'den, o da Hubeyb b. Abdirrah-man b. İsaf dan,, o da Hafs b. Âsim b. Ömer b. Hattâb'dan, o da babasından, o da dedesi Ömer b. Hattâb'dan naklen rivayet etti. Demiş ki: Resûlüllah (Sallallahü A îeyhi ve Seilem) :
«Müezzin «Allahûekber, Allahûekber» dediği vakit sizden biriniz «Allahûekber Allahûekber» der: Sonra Müezzin «Eşhedû enlâ ilahe illallah» dediği vakit oda «Eşhedû enlâ ilahe İllallah» derse sonra Müezzin «Eşhedû enne Muhammeden Resûlüllah» dediği vakit oda «Eşhedû enne Muhamme-den Resûlüllah» der; müezzin «Hayyealessalah» dediği vakid oda «lâ havle velâkuvvete illâ billâh» der; sonra müezzin «Hayye ales'salâh» dediği vakit oda «lahavle velâkuvvete illâ billâh» derse; sonra «Allâhûekber Allâhû ekber» dediğinde oda «Allahû Ekber, Allahü ekber» derse; sonra müezzin lâ ilahe illallah dediği vakit oda bütün kalbiyle «lâ ilâheillâllah» derse cennete girer» buyurdular.
Bu hadîs için Dâre-Kutnî (306 - 385) «El-lstİdrâk» nâm eserinde de şunu söylemiştir: «Bu hadîsi Derâ verdi- ve başkaları mürsel olarak rivayet etmişlerdir», «Kitâbü'l İ'lel» inde ise onun muttasıl olduğunu söylemiş, muttasıl olarak rivâv^t eden İsmail b. Cafer'in hafız ve mûtemed bir zât olduğunu, binaenaleyh yaptığı ziyâdenin kabul edileceğini» bildirmiştir. Doğrusu «Kitabü'l-t'lel» deki sözüdür. Çünkü hadîsi Bu'hârî ile Müslim de rivayet etmişlerdir. Sahîh olduğunda şüphe yoktur. Mevsuk olan bir râvînin rivayet ettiği ziyâde ise makbuldür.
Gerçi bu hadîsde Resûîüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seilem) ezanın başındaki tekbîri iki defa, şahadetleri ve Hay'aleleri birer defa zik-retmişse de, hadîs ezanın lâfızları ta'lim için sevk edildiğinden adet hakkında nass değildir. Bu bâbda nass olan hadislerde ezanın başındaki tekbirlerin dört, diğer elfazmm ikişer olduğunu yukarıda görmüştük.
Hay'ale: Hayya ale's-Salâh ile Hayye ale'l-Felâh'ın kısaltılmış ifadesidir. Hayye ale'l-Felâh: Kurtuluşa cennette ebedi kalmaya sebep olan şey'e gelin; demektir. Arap lisânında hayrın bütün mânâlarına şâmil o-lan en cemiyyetli kelime Felah kelimesidir. Nasihat kelimesi de buna yakındır.
Hadisten Çıkarılan Hükümler:
1- Hadîs-i şerif, ezanı işitenlerin müezzinin arkasından onu tekrarlamaları gerektiğine delildir. Ulemânın bu babdaki kavillerini az yukarıda görmüştük. Yalnız Hay'alelerde «lâ havle#velâ kuvvete illâbillâh» denilecektir. Şu halde Hz. Ebû Saîd'den rivayet edilen:
«Ezanı işittiğiniz vakit siz de müezzinin dediğini deyin» hadîsi bununla tahsis edilmiş olur.
2- Bâzıları amellerin kabulü için kasd ve samimiyetin şart olduğuna bu hadîsle istidlal etmişlerdir.
13- (386) Bize Muhammed b. Rumh rivayet etti. (Dedi ki): Bize Leys, Hukeym b. Atdillah b. Kays el-Kureşî'den naklen haber verdi. H.
Bize Kuteyfcetü'bni» Said dahî rivayet etti (Dedi ki): Bize Leys, Hukeym b. Abdillah'dan, o da Âmir b. Sâ'd b. Ebi Vakkas'dan, o da Sa'd b. EM Vakkas'dan, o da Resûlüllah (Salhllahü Aleyhi ve Sellem>'den naklen rivayet etti ki: Şöyle buyurmuşlar:
«Her kîm müezzini işittiği vakit derse günâhı afolunur.
İbni Rumh kendi rivayetinde: «Herkim müezzini işittiği zaman» «-ylı Llj » derse» dedi. Kuteybe ise «L'îj » dediğini söylemedi.
Hadîs-i Şerîf müezzin kelime-i şahadeti okuduğu zaman dinleyenle* rinde duasını okumalarının müstahab olduğuna delildir. Görülüyor ki müezzini can kulağıyla dinleyerek onun okuduklarını ta'rif e-dildiği vecihle tekrarlamak kulun günahlarının affına sebeptir. Bu hu-susda Kaadî Iyâz (Rahimehullah) şunları söylemiştir. «Malumun olsun ki; ezan îman akidesini cem etmiştir. Ezan, İmanın iki nev'ine de yani hem akliyata, hem sem'iyyata şâmildir. Ezanın evveli Allah'ın zâtını ve lâyık olduğu kemâl sıfatlarını zıtlardan münezzehîyyetini ispat eder. Bu isbât «AHahü Ekber» lâfzıylâdır. Mezkûr lâfız pek kısa olmakla beraber bu söylediklerimize delâlet eder. Ondan sonra ezan Allah'ın birliğini, şeriki olmadığını tasrih eder ki her dînî vazifenin başında gelen îman ve tevhid'in esası budur; Daha sonra Peygamberliği ve bizim peygamberimiz Muhammed (Sallaîtahü Aleyhi ve Seltem)% şehâdeti ifâde 6-der. Allah'ın birliğine şahadetten sonra bu da büyük bir kaidedir. Yeri de tevhid'den sonradır. Çünkü Nübüvvet meselesi vuku'u caiz fiillerdendir. Öteki Mukaddimeler ise vâcibat kabilindendir. Bu kaidelerden sonra Allah hakkında vâcib, müstehil ve caiz olan bütün aklî akideler tekemmül etmiş bulunuyor. Bundan sonra ezan, kulları ibâdetlere davet eder. Namaza Nübüvveti ispattan sonra davet etmesi onun vücûbu aklen değil Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) tarafından bildirildiği i-çindir. Bundan sonra ezan felaha davet eder. Felah (Kurtuluş) daimî nimetler içersinde ebedî hayat demektir. Bu cümle Öldükten sonra dirilmek ve ceza görmek gibi âhiret umurunu bildirmektedir ki islâm akidelerinin en son mevzu'u budur. Bütün bunlar namaza başlandığını bildirmek için ikâmette de tekrar edilir. Bu tekrar îmanın te'kidini ifade eder. Ta ki; namaz kılan kimse bu ibâdete başlarken kalbi ve lisaniyle şahadet ve î-.man basireti ile girsin de başladığı işin yüceliğini, ibadet ettiği Allah'ın hakkının büyüklüğünü, sevabının bolluğunu düşünsün...»
8- Ezanın Fazileti ve Onu İşitince Şeytanın Kaçması Babı
14- (387) Bize Muhammed b. Abdillah b. Nümeyr rivayet etti. (Dedi ki): Bize Abde, Talhatübnü Yahya'dan, o da amcasından naklen rivayet etti. Demiş ki: Muâviyetü'bnü Ebî Süfyan'ın [6] yanında idim. Derken müezzin onu namaza davete geldi. Bunun üzerine Muâviye; Ben Resû-lüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'i :
«Müezzinler kıyamet gününde insanların en uzun boyunluları olacaklardır» buyururken işittim, dedi.
(...) Bana bu hadîsi Ishak b. Mansûr da rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ebû Âmir haber verdi (Dedi ki): Bize Süfyan [7], Talhatü'bnü Yahya [8]dan, o da îsa b. Talha'dan naklen rivayet etti. îsa: Ben Muâviye'yi Resûlüllah (Saltallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdular diyerek bu hadisin mislini rivayet ederken dinledim demiş
sûlüllah (Saltallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle mislini rivayet ederken dinledim, demiş
Müezzinlerin kıyamet gününde en uzun boyunlu insanlar olmasından ne kastedildiği selef ve halef ulemâsı arasında ihtilaflı bir mes'eledir. Bazılarına göre bundan murâd müezzinlerin Rahmet-i ilâhiyyeyi görmeye en ziyâde özenen insanlar olmalarıdır. Çünkü; bir şeyi görmeye özenen ona doğru boynunu uzatarak bakar, binnetice bundan murâd pek çok se-vâb görmeleridir. Nadr b. Şümeyl'e göre kıyamet gününde insanlar birbirlerinin terlerinden bunaldıkları zaman terden ve sıkıntıdan kurtulmak için müezzinlerin boyunları uzayacaktır. Bâzılarına göre; u-zun boyunluluk reis ve kavminin büyüğü olmaktan kinayedir. Araplar büyüklerini uzun boyunlu olmakla tavsif ederler. Bâzıları; «Bundan murâd kıyamet gününde onlara tâbi olanların çokluğudur.» demişler, tbnül Arâbî ise; Bununla müezzinlerin amelleri en çok bulunan insanlar oldukları anlatılmıştır; demiştir.
Kâadî Iyaz ile diğer bazı hadîs ulemâsının rivayetlerine göre «A'nâk» kelimesi «l'nak» şeklinde de rivayet olunmuştur. «A'nâk» «U-nuk» un cem'idir. Boyunlar mânâsına gelir, «î'nâk» ise; mastar bir kelime olup acele etmek, sürat göstermek demektir. Bu takdirde hadisin mânâsı:
«Müezzinler kıyamet gününde cennete en süratli gidecek insanlardır» demek olur.
Serrâc'ın Ebû Hüreyre (Radtyallahû anh) 'dan iyi bir senetle rivayet ettiği bir hadîste;
«Müezzinler Lâilahe illallah dedikleri için kıyamet gününde insanların en uzun boyunluları olacaklardır.» buyurulmuştur. Hadisin bir rivayetinde;
«Kıyamet gününde müezzinler boyunlarının uzun olması ile tanınacaklardır» denilmiştir. Bu rivayeti İbni Hibban dahi «Saralı» -inde tahrîc etmiştir.
15- (388) Bize Kuteybetü'bnü Saîd ile Osman b. Ebî Şeybe ve ls-hâk b. İbrahim rivayet ettiler. İshâk bize haber verdi, tâbirini kullandı. Ötekiler: Bize Cerîr, Âmeş'den, o da [9] Ebû Süfyan'dan, o da Câbir'den naklen rivayet etti, dediler. Câbir Peygamber (SallaUahü Aleyhi ve Sellemyi
«Şüphesiz ki; şeytân namaza nida edildiğini işittiği vakittâ Ravhâ' denilen yere varılıncaya kadar gider» buyururken işittim, demiş.
Süleyman (El-A'meş) «Ebû Süf yan'a Rav-h a'nın nerede bulunduğunu sordum; Bu yer Medine'den 36 mil uzaktadır, cevâbını verdi» demiş.
(...) Bize bu hadisi Ebû Bekr b. Ebi Şeybe ile Küreyb de rivayet ettiler. Dediler ki: Bize Ebû Muâviye, A'meş'den bu isnadla rivayet etti.
16- (389) Bize Kuteybetü'bnü Saîd ile Züheyr b. Harb ve İshâk b. İbrahim rivayet ettiler, lâfız Kuteybe'nindir. İshâk bize haber verdi, tabirini kullandı. Ötekiler; Bize, Cerir A'meş'den, o da Ebû Sâlih'den, o da Ebû Hüreyre'den, o da Peygamber (Sallallahü Aleyhi ye SeffemJ'den naklen rivayet etti, dediler. Resûlüllah (Saîlallahii Aleyhi ve Sellem) :
«Şüphesiz; şeytân namaza nida edildiğini işittiği vakit kaçar. Müezzinin sesini duymamak için ses çıkararak yellenir. Müezzin susunca döner de vesvese verir, ikâmeti işittimi (yine) müezzinin sesini duymamak için (oradan) gider, sustu mu tekrar dönerek vesvese verir» buyurmuşlar.
17- (...) Bana Abdülhamîd b. Beyân el-Vâsıtî [10] rivayet etti. Dedi ki: Bize Hâlid yani tbni Abdillâh [11] Süheyl'den, o da babasından, o da Ebû Hüreyre'den naklen rivayet etti. Ebû Hüreyre şöyle demiş. Resû-lüllah (Sallaltahü Aleyhi ve Selîem) :
«Müezzin ezan okuduğu vakit şeytân geriler, onun sesle bir yellenmesi vardır» buyurdular.
18 (...) Bana Ümeyyetü'bnü Bistâm rivayet etti (dedi l/â): Bize Ye-zid yani tbni Zürey' rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ravh, Süheyl'den rivayet etti. Demiş ki; Babam beni Benî Hârise'ye gönderdi, yanımda bizim uşaklardan biri yahut bir dostumuz vardı. Ona bir bahçeden bir kimse İsmiyle seslendi, yanımdaki (arkadaş) bahçeye bakındı ise de hiçbir şey göremedi. Ben bu hâdiseyi tabama anlattım. Babam; Senin böyle bir şeyle karşılaşacağını bilsem göndermezdim. Ama bundan böyle bir ses i-şitirsen hemen ezan oku. Çünkü ben; Ebû Hüreyre'yi Resûlüllah (Salîallahü Aleyhi ve Sellem) 'den şu hadîsi rivayet ederken işittim. Resûlüllah (Salîallahü Aleyhi ve Sellem) :
«Şüphesizkİ; namaza nida edildiği vakit şeytân geri gider. Onun sesle bir yellenmesi vardır» buyurmuşlar; dedi.
19- (..,) Bize Kuteybetü'bnü Saîd rivayet etti (Dedi ki): Bize Mugîra yâni el-Hizâmî, Ebu'z-Zinâd'dan, o da A'rac'dan, o da Ebû Hüreyre'den naklen rivayet etti ki, Peygamber (SaUallahü Aleyhi ve Setlem) şöyle buyurmuşlar:
«Namaz için nida edildiği vakit şeytân geri gider. Ezanı işitmemek için bir de sesle yellenmesi vardır. Ezan bitince tekrar gelir, ikâmet getirildiği vakit yine geri gider; ikâmet de bittiği zaman gelir de insanla kalbinin arasına girer ona : Filân şeyi hatırla, filân şeyi hatırla, diyerek önceden hatırına gelmeyen şeyleri hatırlatır. Böylelikle insan kaç rekât namaz kıldığını bilmez olur.»
20- (...) Bize Muhammed b. Kâfi' rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ab-dürrezzak rivayet etti (Dedi ki): Bize Mâ'mer, Hemmâm b. Münebbih'-den, o da Ebû Hüreyre'den, o da Peygamber (Saltallahü Aleyhi ve Setlem) den bu hadîsin mislini rivayet etti. Şu kadar var ki o:
«Tâki kişi nasıl namaz kıldığını bilmez olur» buyurduğunu söylemiş.
Bu Hadîsi Buhâri «Kitâbü'1-Ezan» da Ebû Dâvud ile Nesâi'de «Kitabü's-Salât» da biraz lâfız farkı ile muhtelif râvîler-den tahrîc etmişlerdir. Namaz için nida edilmekten murâd ezandır «Du-rât» ile «husâs» in ikisi de sesle yellenmek mânâsına gelir. Bazıları hu-sâsın şiddetle koşmak mânâsına geldiğini söylemişlerdir.
Ezan sesini işitince şeytanın sesle yellenerek alabildiğine kaçması Kaadî Iyâz'a göre hakikat mânâsına alınabilir. Çünkü şeytan da bir cisimdir. Yellenmesi mümkündür. Fakat Buhârî şârihi Aynî: (762 - 855) bunun bir temsil olduğunu söylüyor. Şeytânın ezandan kaçması korkudan perişan olmuş bir adamın haline benzetilmiştir. Başına â-nî bir felâket gelen kimse korkudan ne yapacağını şaşırır, mafsalları gevşer, kendini tutamaz olur. Bu sebeple yellenir. Hattâ bevlini dahi kaçırır. İşte ezan sesini duyan şeytân (aleyhillâne) dabî böyle büyük bir felâket ve belâya uğramış gibi ne yapacağını şaşırır. Kaçmaya başlar. Onun bu perişan hali ne yaptığını bilmeyen felâketzedenin haline benzetilerek iddia sureti ile şeytâna da sesle yellenme isnat edilmiştir. Yoksa hakikaten şeytanın yellenmesi vaki' değildir. Mes'ele bir istiareden ibarettir. Bununla beraber şeytanın hakikaten yellenmesi de caizdir. Çünkü Şeytan bir ruhtur. Yalnız onun nasıl yellendiği bilinemez.
Tîybî ( - 743) : «Şeytanın ezan sesini işitince kendini meşgul etmesi kulağı dolduran ve başka ses işitmeye mâni olan sese benzetilmiştir. Sonra buna çirkinliğini beyân için sesle yellenme denilmiştir...» diyor.
Şeytanın, en faziletli ibâdet olan Kur'an okumadan ve namazdan kaç-mayıp ezan sesinden kaçması kıyamet gününde onu işittiğine şahadet etmemek içindir. Çünkü bir hadisde vârid olduğuna göre müezzinin sesini işiten İns-ü cin ve her şey kıyamet gününde onu işittiğine şehadet edecektir. Şeytan da her şeye dahildir. Yahut cinlerden ma'duddur. Bazıları «Şeytânın kaçması ezanın azametindendir. Çünkü ezan dînin bütün ka-vâidine şâmil ve şeâir-i islâmiyyeyi ilândır. Bunlara hasm-ı cân olan şeytan onları işitmeye tahammül edemez; demişlerdir. Bir takımları şeytanın kaçmasını ye's ve ümitsizliğine hamlederler. Zira şeytan tevhid ilânını duyunca İnsana vesvese vereceğinden ümidim keser. Fakat namaz kılan ve Kur'an-ı Kerim okuyarak Allah'a münacâatta bulunan kimseden şeytân kaçmaz. Çünkü o hallerde kendisine vesvese kapıları açıktır. İstediği gibi kulun damarlarına kadar sokularak vesvesenin enva'ını hatırına getirebilir. O derecede ki, namaz kılan kimse kendinden geçerek kaç rekât kıldığım bile unutur. Rivayete nazaran İmâm Âzam, Ebû Hanîfe hazretlerine bir adam gelerek bir yere define gizlediğini, fakat nerede olduğunu unuttuğunu söylemiş, onu bulmak için ne yapması lâzım geldiğini sormuş. Hz. İmâm iki rekât namaz kılmasını ve namaz esnasında gönlünden namazla alâkası olmayan hiçbir şey geçirmemesini tavsiye etmiş. Bunun üzerine adam abdest alarak Kemal-i Huşu ile namaza durmuş. Lâkin (şeytan-ı lâin) bunu fırsat bilerek derhal yetişmiş ve adamcağıza defineyi nereye gizlediğini namazda iken hatırlatmış.
Görülüyor ki namaz kılanlara şeytan musallattır. En olmayacak şeyler namazda hatırıma geliyor, diyenler bilmelidirler ki kendilerini şeytâ-. nın tuzağına kaptırmışlardır. Bundan kurtulmanın çaresi evvelce de gördüğümüz gibi hatıra gelen şeyi derhal reddetmek onu düşünmemektir.
Hadîsin bir rivayetinde geçen kelimesi şeklinde de rivayet edilmiştir.
Kaadî îyâz: «Biz bu kelimeyi Mu'temed râvilerden «ta» nın kesriyle, ekseri râvîlerden ise «ta» nın zammı ile işittik, ama ta'nın kesri ile okumak daha münâsibtir. Çünkü vesvese verir mânâsına gelir. Ta'nın zammı ile ise yaklaşmak demektir. Yani kişi ile kalbinin arasına sokulur da onu meşgul eder» diyor.
Ayni hadîste zikri geçen nefis kelimesini Buharı «Kalp» diye tefsir etmiştir. Şu halde hadîsin mânâsı tercümede arzettiğimiz şekilde; «İnsanla kalbinin arasına girer» demek olur ki bu tefsir aynı * zamanda; «İnsanla nefsi aynı şey oldukları halde şeytânın araya girmesi nasıl tasavvur olunabilir.» diyenlere cevap teşkil eder. Bu suale şeytânın kişi ile nefsi arasına girmesi onun son derece insana yaklaştığını anlatmak i-çin bir temsildir, diye de cevap verilebilir.
Ayni rivayetteki kelimesi şeklinde de zapt olunmuştur. Bu ikinci rivayete göre mânâ «Böylelikle insan şaşırır ve u-nutur da yanılır, demek olur. Fakat Kuşeyrî; «Ben onu bu şekilde rivayet eden kimse bilmiyorum; ama böyle de rivayet edilmiş olsa mânâ itibarı ile sahih olur ve Peygamber (SallaUahü Aleyhi veSellem) 'in muradının hâricine çıkılmış sayılmaz» demiştir.
Hadisi Şeriften Çıkarılan Hükümler:
1- Ezanın pek büyük bir fazileti vardır. O derece ki şeytân onu işitince deliye döner; Başına en büyük felâket gelmiş gibi ne yapacağını şaşırır.
2- Allah aşkına ezan okuyan müezzinin dahi ecr-ü mükâfatı son derece büyüktür. İbni Hüzeyme ile îbni Hibban'ın «Sahih» lerinde rivayet ettikleri bir hadiste «Müezzine sesinin varabildiği yerlere kadar affı mağfiret olunur. Onun için yaş ve kuru herşey istiğfar eder. Namaza gelene yirmibeş sevap yazılır, iki namaz arasındaki günahları affolunur» buyurulmuştur. İmam Ahmed'in rivayetinde ise : «Müezzini işiten yaş ve kuru her şey tasdik eder» buyurulmuştur. Ebû Mûsâ'nın «Kitabü's-Sahâbe» adlı eserinde Kesir b.Murra (Radiyaîlahû anh) 'dan merfû' olarak rivayet ettiği bir hadisdede «Peygamberânı izam (Aleyhisselâtü Vesselam) hazerâtı ile şehidlerden sonra kendilerine ilk cennet hüllesi giydirilecek olanlar, Bilâl ile müezzinlerin sulehâsıdır.» buyurulmuştur. Bu bâbda daha bir çok hadisler vardır.
3- Mezkûr rivayetlerle istidlal eden İmam Şafiî (Rahimehullah) müezzinliğin imamlıktan efdâl olduğuna kail olmuştur. Nevevî 'nin beyânına göre Şafiiyye ulemâsı bu mes'elede ihtilâf etmişlerdir. Esah o-lan kavle göre müezzinlik imamlıktan efdâldir. İkinci kavle göre İmamlık müezzinlikten efdâldir. Bu kavil dahî Nassân İmam Şâfiî'den rivayet olunmuştur. Üçüncü kavle göre İmamlıkla müezzinlik fazilet babında müsavidirler. Dördüncü kavle göre İmamlığın bütün hukuk ve vazifelerini yerli yerince îfa edeceğine güvenenler için imamlık efdâldir. Aksi takdirde müezzinlik imamlıktan efdâl olur. Yine Nevevî'nin beyânına göre; bir kimsenin aynı zamanda hem imamlık hem de müezzinlik vazifelerini deruhte etmesi, şâfiîyye ulemâsı arasında ihtilaflı birmes'eledir. Bazılarına göre bunu yapmamak müstehabdır. Diğer bâzıları iki vazifeyi birden yapmayı mekruh saymış, fakat muhakkikin ile şâir ulemânın ekserisine göre bunda hiç bir beis yoktur. Hattâ yapılması müstehabdır. Nevevî bu kavlin esah olduğunu söylemektedir.
Hanefîlere göre imamlık mutlak surette müezzinlikten efdaldir. Çünkü İmamlık Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in bizzat yaptığı bir vazifedir.
4- Şeytân insana görünmeden seslenebilir.
5- Namaz kılanın yanılması, şeytânın vesvesesinden ileri gelir.
9- İhram, Rükü’ ve Rüku'dan Doğrulma Tekbirleriyle Beraber Elleri Omuzlar Hizasına Kaldırmanın Müstehab Oluşu, Secdeden Doğrulurken Bunun Yapılmaması Babı
21- (390) Bize Yahya b. Yahya et-Temîmî ile Saîd b. Mansûr, E-bû Bekr b. EM Şeybe Amrü'n-Nâkid, Züheyr b. Harb ve İbni Nümeyr hep birden Süfyân b. UyeyneMen rivayet ettiler, lâfız Yahya'nındır. Dedi ki; Bize Süfyân b. Uyeyne, Zührî'den, o da Salim'den, o da babasınr dan naklen haber verdi. Demiş ki: Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Namazda iftitâh tekbiri aldığı zaman rükû'a varmadan önce ve rtikû'dan doğruldukta ellerini omuzları hizasına kadar kaldırırken gördüm. Secdeler arasında ellerini kaldırmıyordu.
22- (...) Bana Mufaammed b. Rafi' rivayet etti (Dedi ki): Bize Ab-dürrezzak rivayet etti (Dedi ki): Bize İbni Cüreyc haber verdi. (Dedi ki): Bana İbni Şihâb, Salim b. Abdillah'dan naklen İbni Ömer'in şöyle dediğini rivayet etti: Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) namaza kalktığı vakit ellerini ta omuzları hizasına varıncaya kadar kaldırır, Sonra tekbir alırdı. Rükû* etmek istediği zaman da böyle yapar, rükû'dan doğrulduğu zaman da böyle yapardı. Başını secdeden kaldırdığı zaman bunu yapmazdı.
23- (...) Bana Muhammed b. Râfi' rivayet etti. (Dedi ki): Bize Huceyn -ki ibnü'l Müsenna'dır- rivayet etti. (Dedi ki): Bize Leys Ukayl*-den rivayet etti. H. Bana Muhammed b. Abdillah b. Kuhzâz dahi rivayet etti. (Dedi ki): Bize Selemetü'bnü Süleyman rivayet etti. (Dedi ki): Bize Yûnus haber verdi. Bunların ikisi de Zührî'den bu îsnadla İbni Cü-reyc'in dediği gibi:
«Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) namaza kalktığı vakit ellerini ta omuzları hizasına kadar kaldırır; sonra tekbir alırdı» şeklinde rivayet etmişlerdir.
Bu hadisi Buhârî «Kitâbü'l Ezan» da Nesâî «Kitâbü's-Salât» da tahric etmişlerdir. Buhârî'nin rivayetinde; «Başını rükû'dan doğrulttuğu vakit yine ellerini kaldırır. derdi» ibaresi de vardır.
Hadisi Şeriften Şu Hükümler Çıkarılmıştır:
1- Namaz için iftitah tekbiri alınırken eller kaldırılır. İbni Münzir; «Ulemâ Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in iftitah tekbiri alırken ellerini kaldırdığında ihtilâf etmemişlerdir» demiş «el-Mühezzeb» şerhinde dahî; «İftitah tekbiri alırken elleri kaldırmanın müstahab olduğuna bu ümmet icma' etmiştir» denilmiştir. Filhakika İfani Mûnzir ve başkaları bu hususda İcma' olduğunu naklederler.
Eimme-i selâse denilen İmam Mâlik, İmam Şafiî ve İmam Ahmed ile 1shâk‘ın kavilleri budur. Kurtubî: «İmam Mâ1ik'in iki kavlinden esah olanı budur. İkinci kavline göre eller göğüse kadar kaldırılır.» diyor.
Hanefîlere göre eller kulakların yumuşağına kadar kaldırılır. Baş parmaklar kulakların yumuşaklarına, diğer parmaklar da kulakların şâir aksamı hizasına gelir. Çünkü İmam Müs1im'in Mâlik b. H tiyeyris'den rivayet ettiği bir hadiste; «Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ellerini kaldırdığı zaman ta kulaklarının hizasına vardırırdı.» denilmektedir. Nitekim az aşağıda gelecektir. Bu mânada bir hadisi Dâre Kutnî sahih bir senetle Hz. Enes'den rivayet etmiştir. Tâhâvi'nin Berâ' b. Âzib (Radiyaltahû. anh)*âan. rivayet ettiği bir hadiste ellerin baş parmaklan kulak yumuşaklarına yaklaşacak surette kaldırılacağı bildirilmektedir. İbni Habîb'e göre eller kulaklar hizasına kadar, bir rivayette başm üzerine kadar kaldırılır.
Bu kavillerin hepsine delâlet eden meşhur ve mahfuz rivayetler yardır. Bunlar bu hususta müsaade ve cevaza delâlet ederler. îbni Tâvûs'un nakline göre Tâvûs ellerini başından yukarı geçinceye kadar kaldırır, ve bunu İbni Abbâs "dan böyle gördüğünü, o-nun da Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi've Sellem) 'den böyle rivayet ettiğini söylemiş. İbni Kattan bunu sahîh bulmuştur.
İftitah tekbiri bir defa yapılır. Râfizîler üç defa yapılacağına kail olmuşlardır.
5- Hadis-i Şerif rükû' tekbiri ile rükû'dan doğrulvrken dahi ellerin kaldırılacağına delildir. İmam Şafiî ile İmam Ahmed b. Hanbe1'in ve ulemâdan İshâk, Ebû Sevr, ibni cerîr-i Taberi, Hasan-ı Basri, İbni Şîrîn, Â-tâ' b. Kbî Rabâh, Tâvûs, Mücâhid, Kaasim b. Muhammed, Salim, Katâde, Mekhûl, Saîd b. Cübeyr, Abdullah b. Mübarek ve Süf yan b. Uyeyne Hazerâtımn mezhebleri budur. Bir rivayette İmam Mâlik dahi buna kail olmuştur. İmam Buhârî mezkûr kavli Ashab-ı Resûlüllah'tan ondokuz zata nisbetle, bunların her birinin rüküTarda el kaldırdıklarını rivayet eylemiştir. Beyhâkî daha da ileriye giderek bunların cemaatlar teşkil edecek kadar çok olduklarını söylemiştir. İbni Esir rükû'a giderken el kaldıran sahabenin yirmi kişi olduğunu söylemiştir. Hâkim Aşere-i Mübeşşere denilen (Hayatlarında cennetle müjdelenen) on zatın da onlar cümlesinden olduğunu bildirmiş, bazıları Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seltem) rükû'a giderken el kaldırdığı otuz küsur sahâbî tarafından rivayet olunmuştur, demişlerdir.
Şafiîlerin «et-Tevhîd» nam eserinde şöyle deniliyor: «Sonra meşhur olan kavle göre el kaldırmak hiçbir yerde vâcib değildir. Bu hususta İcmâ' naklolunur. Davud-u Zahiri 'nin iftitah tekbirinde elleri kaldırmak vâcibdir, dediği rivayet olunur. Bizim ulemâmızdan 1bni Seyyar'ın kavli de budur. Bu kavil bazı mâlikîlerden de rivayet olunmuştur. Ebû Hanîfe 'den el kaldırmamanın günâhı iktiza edileceğini gösteren bir kavil rivayet edilmiştir. İbni Huzeyme: «Namazda el kaldırmayı ihmal eden, onun rükünlerinden birini terket-miştir» demiştir. Ulemâdan bazılarının secdede dahi el kaldırmak vâcibdir dediklerini İbni Rüşd «Kavâid» nammdaki eserinde rivayet eder.
Hanefilere göre namazda eller yalnız iftitah tekbîri alınırken kaldırılır. Süfyan-ı Sevri ile İbrahim Nehaî, İbni Ebî Leylâ, Alkametü'bnü Kay s, Esved b. Yezîd, Âmir'i Şa'bi, Ebû İshak es-Sebiî, Hay-seme, Mugîra, Vekî, Âsim b. Küleyb ve îmam Züfer'in kavilleri de budur. İbnül Kâasim'in İmam Mâlik 'den rivayet ettiği meşhur ve Malikilerce tercih edilen kavil de budur. Tirmizî Ashab-ı kiram ile Tabiîn hazerâtmdan bir çoklarının kavilleri de budur diyor. «el-Bedâyi» nâm eserde îbni Abbâs (Radfyalîahû anhâmâ) 'nın «Resûlüllah (Sailallahü Aleyhi veSellem)'in cennetle müjdelediği on zât iftitah tekbirinden mâda namazın hiçbir yerinde ellerini kaldırmazlardı» dediği rivayet olunmaktadır. Başkaları Abdullah b. Mesud, Câbir b. Semure, Berâ b. Âzib, Abdullah b. Ömer ve Ebû Saîd (Radiyaîlahû anhûm) hazerâtınm da aynı kavle zâhib olduklarını söylemişlerdir.
Hanefilerin delili Berâ b. Âzib (Radiyaîlahû arûı) hadisidir. Bu hadîste «Peygamber (Scdlaîlahü Aleyhi ve Sellem) namaz için iftitah tekbiri aldığı vakit ellerini ta baş parmakları kulak yumuşaklarına varıncaya kadar kaldırır. Bir daha bunu tekrarlamazdı» denilmektedir. Mezkûr hadîsi Ebû Dâvud, Tahâvi ve İbni Ebi Şeybe tahrîc etmişlerdir. Vakıa Hanefilerin muarızları bu hadîse İtiraz e-debilirler. Çünkü Ebû Dâvud;
«Bu Hadisi Hüseyin, Hâlid ve İbni İdris, Yezîd b. Ebi Ziyâd 'dan o da Abdurrahman b. Ebû Leylâ 'dan, o da Berâ'dan naklen rivayet etmişler, fakat (Hiç biri bunu tekrarlamazdı) cümlesini zikretmemişlerdir.» demiş. Hattâ bi dahi bu hadiste; «Bunu tekrarlamazdı» cümlesini Şerik'-den başka nakleden olmadığını söylemiş. Ebû Ömer;
«Bu cümleyi yalnız Yezid rivayet etmiştir. Hadisi ondan rivayet eden hafızlardan hiçbiri (Bunu tekrarlamazdı) cümlesini zikretmemişlerdir» demiş. Bezzâr «Yezid'in el kaldırma hususundaki (Bunu tekrarlamazdı) hadîsi sahih değildir» dediği gibi Yahya b. Maîn'in: «Bu hadisin isnadı sahih değildir», İmam Ahmed'in: «Bu hadis hiçtir» dedikleri rivayet olunmuştur. Bazıları Yezîdin âhir ömründe hadisleri karıştırmağa başladığını ve başkalarının telkinlerine kapıldığını söylerler.
Muarızların bu babtaki i'tirazlarma hanefîler tarafından şöyle cevap verilir:
Ebû Dâvûd 'un yukarıdaki sözü îbni Adiyy'in «el-Kâmil» nâm eserindeki sözüne muarızdır. Çünkü İbniAdiyy bu hadisi Hüşeym, Şerik ve onlarla beraber bir cemaata isnad ile Yezîd'den rivayet etmiş ve hepsi (bunu tekrarlamazdı) cümlesini nakletmişlerdir. Bu suretle mezkûr ziyâdeyi yalnız Şerîk'in rivayet etmediği anlaşılır ve Hattâbî'nin bu bâbdaki iddiası da suya düşer. Eğer Yezîd zayıf bir râvidir .ve bu hadîsi yalnız başına rivayet etmiş denilirse buna da hayır diye cevap verilir. Çünkü ayni hadîsi İsa b. Abdurrahman, İbni Ebî Leylâ'-dan rivayet ettiği gibi Tahavî dahî tahrîc eylemiştir. Yezîd' e gelince; Bu zât hakikatte mevsuktur. Onun hakkında Yâkup b. Süfyân; «Yezîd için her ne kadar değişmiştir diye söz edilmişse de o yine-sözü makbul, âdil ve mutemed bir zâttır» demiş. Ebû Dâvud dahî «Onun hadîsini terkeden kimse bilmiyorum ama başkası bence ondan daha makbuldür» mütâleasında bulunmuş, îbni Şâhin «KitâbüVSikat» ında Ahmed b. Salih'in; «Yezîd sikadır, onun hakkında konuşanların sözü hoşuma gitmiyor» dediğini ri-vâyet etmiştir. Yezîd'in makbul olduğunu daha başkaları da söylemişlerdir. İmam Müslim onun hadîsini tahrîc ettiği gibi Buhârî de onunla istişhâd eylemiştir. Hal böyle olduğuna göre Yezîd hadîsin bir kısmını bir defa, başka bir cümlesini de başka defa rivayet etmiş olabileceği gibi, evvelâ unutmuş sonra hatırlayarak rivayet etmiş olması da muhtemeldir.
Hanefîlere muarız olanların ihticâc ettiği hadisler islâmiyetin ilk zamanlarına hamlolunur. Bu hadîsler sonradan nesh edilmişlerdir. Neshe delil Abdullah b. Zübeyr hadîsidir. Bu hadîste beyân e-dildiğine göre Hz. Abdullah namazda rükû'a giderken ve rükû'-dan doğrulurken ellerini kaldıran bir zât görmüş de ona; «Böyle yapma, çünkü bu Resûlüllah (Saltallahü Aleyhi ve Selîem)in bir zamanlar yaptığı bîr, iştir; sonra onu terke t ti» demiştir. Neshi Tahayî'nin sahih bir isnadla tahrîc ettiği Mucahid hadîsi de te'yid etmektedir. Mezkûr hadiste Mücâhid; «îbni Ömer'in arkasında namaz kıldım. îftitah tekbirinden maada namazın hiçbir yerinde ellerini kaldırmadı» demiştir. Tahavî bu hadîsi rivayet ettikten sonra şunları söylemiştir; «İşte İbni Ömer...»Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Settem) 'in vaktiyle ellerini kaldırdığını görmüş, sonra bundan vazgeçmiştir. O bunu ancak kendince nesh sabit olduğundan yapmıştır. Aynı hadîsi İbni Ebî Şeybe dahî tahrîc etmiştir. Hanefîlerin muarızları bu hadis için «münkerdir» derler. Çünkü Tâvûs, İbni ömer'i rükû'larda el kaldırırken gördüğünü rivayet etmiştir. Hane-füer buna da şu cevabı verirler: Tâvûs gördüğü vakit İbni ömer (Radiyallahû anhûma) hadîsin neshedildiğini henüz bilmediği için el kaldırmıştır. Fakat sonradan rükû'larda el kaldırmanın nesh edildiğini öğrenmiş ve bundan vazgeçmiştir. Muhasımların diğer delillerini Hanefî-ler zayıf bulmuş ve zayıf olduklarım birer birer isbât etmişlerdir.
6- Hadîs-i şerif secdede ve secdeden doğrulurken ellerin kaldırılmayacağına delildir. Ekseri fukahânın kavilleri de budur.
7- Nevevî 'nin beyânına göre iftitah tekbîri Ebû Hanîfe, Mâlik, Şafiî ve Ahmed b. Hanbel hazerâtı ile Sevrî'ye ve Sahâbe-i kiranı ile tabiînin bütün ulemâsına, keza bunlardan sonra gelen ulemâya göre vâcibdir. Ancak Kâadi îyaz ile diğer bâzı ulemâ Saîd b. el-Müseyyeb, Hasan-ı Basrî, Zührî, Katâde ve'Evzâî'nin vâcib değil sünnet olduğuna kail bulunduklarını rivayet etmişlerdir. Onlar namaza girmek için niyeti kâfi görmüşlerdir. Fakat Nevevî bunu kabul etmemekte ve; «Ortada bunca sahîh hadîsler varken bu gibi benâm zevatın böyle birşey söyleyeceklerini ben zannetmem» demekte ve sözüne şöyle devam etmektedir: «Tekbîr lâfzı (Allah-u Ekber)'dir. Namaza girmek için bu bil icmâ' kâfidir. Şafiî'ye göre.(Allâhü-r Ekber) dahî denilebilir. Bunlardan maadasiyle tekbîr caiz değildir. Mâ1ik 'e göre (Allâh-ü Ekber)*den mâda hiçbir sözle iftitah tekbîri caiz değildir. Şafiî 'nin eski mezhebi de budur. Hanefîlerden Ebû'Yûsuf'a göre (Allâh-ü Kebir) diyerek iftitah tekbîri almak caizdir. Ebû Hanîfe'ye göre ise Allah'ı ta'zitn bildiren her sözle, meselâ (Er-Rahmân-ü Ekber, Allâh-ü Eceli, Allâh-ü A'zam) gibi sözlerle tekbîr caizdir Selef ve halefin cumhuru bu bâbda Ebû Hanif e'ye muhaliftir. Namaza tekbîr ile başlamanın hikmeti ona Allah'ı tenzih ve ta'zim ve bütün kemal sıfatları ile tavsif ederek girmiş olmaktır. Allâh-ü Âlem».
24- (391) Bize Yahya b. Yahya rivayet etti. (Dedi ki): Bize Hâlid b. Abdillâh, [12] Halid'den o da Ebû Kılâbe'den naklen haber verdi ki: Ebû Kılâbe Mâlik b. el-Huveyris'i [13] namaz kılacağı zaman tekbir aldığını, sonra ellerini kaldırdığını, riikû'a gitmek istediği zaman da ellerini kaldırdığını, rükû'dan başını kaldırdığı zaman dahi ellerini kaldırdığını görmüş. Mâlik, Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in böyle ya-pardığını rivayet- etmiş.
25- (...) Bana Ebû Kâmil el-Cahderî rivayet etti (Dedi ki): Bize Ebû Avâne, Katâde'den, o da Nasr b. [14] Âsım'dan, o da Mâlik b. el-Huveyris'den naklen rivayet etti ki Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Selîem) Tekbîr aldığı zaman ellerini ta kulaklarının hizasına kadar kaldırırnuş. Rükû' ettiği zaman da ellerini ta kulaklarının hizasına kadar kaldınrmış; başını rükû'dan kaldırdığı zaman dahi diyerek yine böyle yaparmış.
26- (...) Bize bu hadîsi Muhammed b. el-Müsennâ dahî rivayet etti. (Dedi ki): Bize îbni Ebî Adiy, Saîd'den, o da Katâde'den bu isnadla rivayet etti ki: Mâlik, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)' (Bu şekilde namaz kılarken görmüş) ve «ellerini ta kulaklarının üst hizasına kadar kaldırırdı* demiş.
Bu Hadîsi Buhârî «Kitabü'l Ezan» da muhtelif râvîlerden Nesaîde (Kitâbü's-Salât) 'da Süveyd b. Nasr 'dan tahrîc etmişlerdir.
Rükû'da el kaldırma meselesini anlatırken; «Rükû' etmek istediği zaman» ifadesini kullanması, rükû'dan doğrulurken onu kullanmaması el kaldırmanın ne zaman yapılacağına işaret içindir. Çünkü Rükû' için evvelâ eller kaldırılır, ondan sonra rükû'a varılır. Rükû'dan doğrulurken eller evvelâ değil, doğrulmakla beraber kaldırılır.
Bu hadîsi Nâfî' dahî Abdullah b. Ömer 'den rivayet etmiştir. Bir rivayette; «İki rekât kılarak kalktığı zaman ellerini kaldırırdı» denilmiştir. Mezkûr hadîsi on kişi rivayet etmiştir. Bunlar İmâm Mâlik,-Yûnus, Şuayb, İbni Ebî Hamza-îbni Cüreyc, Süfyan İbni Uyeyne, Ukayl, Zebî-dî, Ma'm er ve Abdullah b. Ömer (Radtyalîahû anhûm) dır. İmam Mâli k'den onu bir cemâat rivayet etmiştir. Yahya b. Yahya el-Endelûsî 'nin rivayetinde rükû'a giderken el kaldırma zikredihnemiştir. Bu hususta ona birçok kimseler tâbi' olmuştur. Ravilerden yirmisi rükû'a giderken el kaldırmayı zikretmişlerdir. Bu hadîs Salim b. Abdillâh'ın İbni Ömer (Radiyallahû anhâma) ya ref ederek rivayet ettiği dört hadîsten biridir. Salim, İbni Ömer'in rükû'a giderken bilfiil el kaldırdığını da rivayet etmiştir.
Hadîsin bu rivayetinde yalnız tesmi' zikredilmiş, tahmîd'den bahsedilmemiştir. Onun râvî tarafından ıskat edildiği anlaşılıyor.
Tesmî' ise demektir.
Kirmanı tesmî'deki «Limen» kelimesinin «Bimen» şeklinde kullanılacağını iddia etmiştir. Fakat bu iddia doğru değildir. Çünkü cümlenin mânâsı: «Allah, hamdi hamdeden için işitir; yani hamdedenin hamdini kabul eder» demektir. Cümlede mecaz vardır. Sebep zikredilmiş, müseb-beb murâd olunmuştur. Zira işitmek sebep, kabul etmek müsebbebtir. Çok defa; Hükümdar filânın sözünü işitti, derler. Bundan onun ricasını kabul etti mânasını kastederler. Filân filânın sözünü işitmedi demek, onun sözünü kabul etmedi mânâsına alınır. Cümlesi şeklinde yani atıf harflerinden (vav) ile dahi rivayet
edilmiştir. Bu sebeple ulemâdan bazıları cümlenin (vav) ile okunacağını tercih etmişlerdir. *el-Muhît» nâm eserde tahmîd cümlesinin (vav) sız okunmasının efdal olduğu beyân edilmiştir. Zîra cümlenin mânası; «Yârab-bî sana hamdettik, hamd sana mahsustur» takdirindedir. Bu suretle Allah'a hamd tekrar edilmiş olur. Ancak «Rabbena cümlesi yukarıya bağlı değildir. Bu cümle imama uyanların, üst.tarafindaki ise imamın sözüdür. Çünkü
hadîsin bir rivayetinde «îmam « dediği vakit, sîz de » deyin» buyurulmuştur. Binâenaleyh «Rabbena cümlesi söz başı, hamd cümlesi de onun hali olur. Mânâ şudur: Yaptığım hamd başkasına değil, yalnız sana mahsus olduğu halde sana dua ederim. Hamd cümlesini dua cümlesi üzerine atfetmek caiz değildir. Çünkü cümlelerden biri ihbârî, diğeri inşâîdir.
Bu bâbda aşağıdaki hadîslerde de îzâhat verilecektir.
10- Namaz İçindeki Her Eğiliş ve Doğruluşta Tekbir Getirileceğini, Bundan Yalnız Rükü'dan Doğrulma Halinin Müstesna Olduğunu, Zira O Halde Semiallahü Limen Hamideh» Denileceğini Îsbat Babı
27- (392) Bize Yahya b. Yahya rivayet etti. (Dedi ki): Mâlike tb-ni Şihâb'dan dinlediğim, onun da Ebû Selemete'bni Abdirrahman'dan naklen rivayet ettiği şu hadisi okudum:
— Ebû Hüreyre Ebû Seleme'nin dâhil olduğu bir cemaata namaz kıldırır ve her eğilip doğruldukça tekbir ahımış; namazdan çıktıktan sonra;
— Vallahi içinizde namazı Resûlüllah (Salîallahü Aleyhi ve Sellem) 'in namazına en ziyâde benzeyeniniz benim, dermiş.
28- (...) Bize Mııhammed b. Râfi' rivayet etti, (Dedi ki): Bize Abdürrezzâk rivayet etti. (Dedi ki): Bize İbni Cüreyc haber verdi. (Dedi ki): Bana İbni Şihâb Ebû Bekr b. Abdirrahman'dan naklen haber verdi ki Ebû Hüreyre'yi şöyle derken işitmiş:
— Resûlüllah (Saîtaltahü Aleyhi ve Sellem) namaza kalktığı zaman, namaza dururken tekbîr alır, sonra rükû'a giderken tekbîr alır, sonra beli-ı ni rükû'dan doğrulturken «Semiallâhü Limenhamideh» der, sonra ayakta iken «Rab ben âl ek el ha m d» der, sonra secdeye inerken tekbîr alır, sonra secdeden başını kaldırırken tekbîr alır, sonra (ikinci secdeye giderken) tekbîr alır, sonra başını (secdeden) kaldırırken (yine) tekbîr alırdı. Bundan sonra namazını bitirinceye kadar her rekâtda böyle yapardı. İki rekâtta oturduktan sonra ayağa kalkarken dahi tekbîr alırdı.
«Bundan sonra Ebû Hüreyre: Şüphesiz ki içinizde namazı Resûlüllah (Salîallahü Aleyhi ve Sellem) 'in namazına en ziyâde benziyeniniz benim» demiş.
29- (...) Bana Muhammed b. Râfi rivayet etti. (Dedi ki): Bize Hu-ceyn rivayet etti. (Dedi ki): BizeLeys, Ukayl'den, o da İbni Şihâb'dan naklen rivayet etti. (Demiş ki): Bana Ebû Bekr b. Abdirrahman b. Haris, Ebû Hüreyre'yi şöyle derken işittiğini haber verdi:
— Resûlüllah (Sallatlahü Aleyhi ve Sellem) namaza kalktığı vakit (tam) namaza dururken tekbîr alırdı...
(Bundan sonra) hadisi İbni Cüreyc'in rivayeti gibi tahdîs etmiş; yalnız Ebû Hüreyre'nin:
— «Şüphesiz ki içinizde namazı Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in namazına en ziyade benzeyeniniz benim» sözünü zikretmemi^.
30- (...) Bana Harmeletü'bnü Yahya rivayet etti. (Dedi ki): Bize İbni Vehb haber verdi (Dedi ki): Bana Yûnus, İbni Şihâb'dan naklen haber verdi. (İbni Şihâb demiş ki): Bana Ebû Selemetü'bnü Abdurrahman haber verdi ki: Mervân, Ebû Hüre yre'yi Medine'ye Kaymakam bıraktığı zaman Ebû Hüreyre farz namaza kalktığında tekbîr alırmış. Müteakiben Ebû Seleme, hadîsi İbni Cüreyc rivayeti gibi zikretmiş, onun rivayetinde;
«Namazı bitirip selâm verince Cemâate döner ve nefsim yed-i kudretinde olan Allah'a yemin ederim ki içinizde namazı, Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in namazına en ziyâde benzeyeniniz benim derdi» ibaresi vardır.
31- (...) Bize Muhammed b. Mihrân er-Râzi rivayet etti. (Dedi ki): Bize Velid b. Müslim rivayet etti. (Dedi ki): Bize Evzâi, Yahya b. Ebî Kesîr'den, o da Ebû Seleme'den naklen rivayet etti ki Ebû Hüreyre namazda her eğilip doğruldukça tekbir alırmış. (Ebû Seleme demiş ki): Biz Ya Ebâ Hüreyre, bu tekbirler ne oluyor? dedik. Ebû Hüreyre:
— «Hakîkaten Resûlüllah (Scdlailahü Aleyhi ve Sellem) 'in namazı budur» cevabını verdi.
32- (...) Bize Kuteybetü'bnü Saîd rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ya'-kup yani İbni Abdirrahman, Süheyl'den, o da babasından, o da Ebû Hü-reyre'den naklen rivayet etti ki Ebû. Hüreyre (Namazda) her eğilip doğruldukça tekbîr alır ve Resûlüllah (Satlallahü Aleyhi ve Sellem) 'in böyle yapardığını söylermiş.
Bu hadîsi Buharı «Kitâbü'l Ezan» da Nesaî dahi «Kita-bü's Salât» da tahrîc etmişlerdir.
Hadîsin şerhinde Nevevî şunları söylemiştir: «Namazda her e-ğilip doğruldukça tekbîr almak bugün ve geçmiş asırlarda bütün ulemânın ittifak ile sübût bulmuş bir mes'elesidir. Yalnız rükû'dan doğrulur-ken tekbîr yerine tesmi' getirilir. Tekbîr mes'elesi Ebû Hüreyre (Raâtyallahû anh) zamanında ihtilaflı idi. Bâzılarına göre tekbîr yalnız niyetlenirken getirilirdi. Bir takımları da EbûHüreyre hadîsinin bâzı rivayetlerine bakarak iftitah tekbirinden başka birkaç tekbîrin daha meşru' olduğuna kaildiler. Bu zevat herhalde Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) *in her eğilip doğrulduğunda tekbîr aldığını duymamışlardı. Onun için Hz. Ebû Hüreyre kendilerine;
«Şüphesiz ki içinizde namazı Resülülla h (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in namazına en ziyâde benzeyeniniz benim» diyordu. Ondan sonra Hadîs-i şerifin beyân ettiği tarzda her eğilip doğruldukça tekbîr almak kabul edildi ve bu suretle amel istikrar kesbederek bugüne kadar böyle geldi.
«İki rekâttı namazların her birinde onbir tekbîr vardır. Bunlardan biri iftitah tekbiri, diğeri de her rekâtda beşer tane olmak üzere intikâl tekbîrleridir. Dört rekâttı namazlarda yirmiiki tekbîr vardır, beş vaktin farzlarında tekbîr adedi doksan dört olur. Bu tekbîrler içersinde bilitti-fak vâcib olanı iftitah tekbîridir. Diğer tekbîrler hakkında ihtilâf edilmiştir. Bunları aşağıdaki hadîsin şerhinde göreceğiz.
33- (393) Bize Yahya b. Yahya ile Halef b. Hişam hep birden Hammâd'dan rivayet ettiler. Yahya dedi ki: Bize Hammâd b. Zeyd, Gây-lân'dan, o da Mutarrif den naklen haber verdi. Mutarrif şöyle demiş: İm-rân b. Husayn ile ikimiz Ali b. Ebî Tâlib'in arkasında namaz kıldık. Ali secde ettiği zaman tekbîr alır. (secdeden) başını kaldırdığı zaman tekbîr alır, iki rekât (kıldık) tan sonra kalkarken dahî tekbîr alırdı. Namazdan çıktığımız vakit İmran elimden tuttu, sonra:
«Vallahi bu zât bize Muhâmmed (Scdiallahü Aleyhi ve Sellem) namazı gibi bir namaz kıldırdı; yahut bu zât bana Muhâmmed (Salkttlahii Aleyhi ve Sellem) 'in namazım hatırlattı.» dedi.
Bu hadîsi Buhârî (Kitâbü'l Ezan) da tahric etmiştir. Onun rivayetinde Hz. Ali 'nin namazı Basra'da kıldırdığı tasrîh edilmiştir. Aynî bunun Cemel vak'asından sonra olduğunu kaydediyor. Hz. İmran'in;
«Vallahi bu zât bana Muhâmmed (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in namazını hatırlattı» demesi, o zamana kadar tekbîrlerin terk edilmiş olduğunu gösterir. İmam Ahmed b. Hanbel ile Tahavî'nin tahrîc ettikleri Ebû Mûse'l-Eş'arî hadisinde;
«Bize vaktiyle Resûlüllah (Sallallahü A leyhi ve Seîîem) ile kıldığımız namazı hatırlattı. Sonradan biz onu unuttuk, yahut kasten ter-kettik.» denilmiştir. Hadîsin isnadı sahihtir.
Buhar î'nin rivayetinde; «Başını her doğrulttukça ve her eğilt-tikçe tekbîr alırdı» denilmiştir. Bu sözün zahiri bütün intikallerde tekbîr almış olduğunu gösterirse de rükû'dan doğruldukta bilicma' tekbîr değil tesmî' ve tahmîd
yapıldığından, hadîsin umûmi icma'la tahsis edilmiş demektir.
Hadisi Şeriften Şu Hükümler Çıkarılmıştır:
1- Namazda intikâl tekbirleri sünnettir. Ulemâdan Atâb. EbiRabâh, Hasan-ı Basrî, Muhâmmed b. Şîrîn, İbrahim Nehaî, Süfyân-ı Sevrî, Evzâi, Ebû Hanîfe, Mâlik, Şafiî ve Ahmed b. Hanbe1 hazerâtı ile diğer dört mezheb ulemâsının kavilleri budur. Mezkûr kavil İbni Mes'ûd, Ebû H.üreyre, Câbir ve Kays b. Ubâde (Radiyatlahû anhûm) ile diğer ashâb-ı kiramdan da rivayet olunmuştur. Halîfe Ömer b. Abdü-lâziz ile Muhammed b. Şîrîn, Kaasim b. Abdi11âh, Saîd b. Cübeyr ve Katâde namazda rükû ve secdeye giderken tekbîr almazlardı. İbni Ebî Şeybe 'nin (Musannaf) inde Ömer b. Abdülâziz'in Ubeydullah b. Ömer'in rivayetinde Kaasim ile Salim 'in, Amr b. Mürre rivayetinde Saîd b. Cübey r'in tekbirleri tam almadıkları bildirildiği gibi Yezîd-i Fakîr rivayetinde Hz. İbni Ömer'in namazda tekbirleri noksan aldığı, Mis'ar rivayetinde ise rükû'dan sonra secdeye inerken ve iki secde arasında tekbîr almadığı beyân edilmiştir. Aynı hal Hz. Ömer (Radiyailahû atth) 'dan da rivayet olunmuştur. Abdürrezzâk'ın «Musannef» İnde rivayet edilen bir hadîste Ömer b. Hattâb'ın îmam olduğu, fakat secde tekbîrleri almadığı bildirilmiştir. Yine Abdürrezzâk'-ın Câbir b. Yezîd 'den rivayet ettiği bir hadîste; «İbni Abbâs'la birlikte Basra'da namaz kıldım, eğilirken ve doğrulurKen alman tekbîrleri almadı» denilmektedir. Fakat aynı zevattan meşhur o-lan rivayet intikâl tekbîrlerini ahrdıklarını gösterir. Buradaki rivayetler caiz olduğunu göstermek için onlan bazan terk ettiklerine hamlolunur. Yahut râvi seslerini duyamadığı için tekbîr almadılar sanmıştır. Yalnız Benî Umeyye'nin intikâl tekbîrlerini terk ettikleri rivayet olunur. Bunlardan murâd Muâviye, Ziyâd ve Ömer b. Abdil1âziz hazerâtıdır. İbni Ebî Şeybe 'nin Cerîr tarikiyle Mansûr'dan, onun da İbrahim 'den rivayet ettiği bir habere göre İbrahim: tekbîrleri ilk defa noksan bırakan Zi-yâd'dır.» demiştir. Taberî'nin rivayetine göre Hz. Ebû Hireyre'ye tekbîrleri ilk terk eden kimdir? diye sorulmuş. Muaviye'dir cevâbını vermiştir. Bir rivayete göre namaz tekbîrlerini "ilk noksan bırakan Velîd b. Ukbe 'dir. Bunu rivayet eden râvi;
«Tekbîri noksan bıraktılar. Allah da onların ecirlerini noksan bıraksın. Ben Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'i her rükû*n ettikçe, her secdeye gittikçe ve her başını kaldırdıkça tekbîr alırken gördüm» demiş.
Seleften bazıları iftitah tekbîrinden başka tekbîr almazlarmış, ulemâdan bazıları bu hususta cemâat namazı ile yalnız kılman namaz arasında fark görmüşlerdir. Vakıa Hz. Abdurrahman b. Ebzâ 'nin Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ile birlikte namaz kıldığı ve tekbîrleri tam almadığı rivayet edilmiştir. Fakat bu hadîs zayıf ve ma'luldur. Hattâ Bûhârî tarihinde Ebû Dâvûd-u Taya1isî'den naklen onun bâtıl olduğunu söylemiştir. Hadîs sahîh bile olmuş olsa, az evvel beyân edildiği vecihle cevazını bildirmek için ter-ketmiştir diye te'vîl olunur.
2- İntikâl tekbîrlerinin vâcib olup olmadığı ihtilaflıdır. Bir çok zevata göre bu tekbîrler sünnettir. İbni Münzir: Ebû Bekr Sıddık, Ömer, Câbir, Kaysb. Ubâde, Şa'bi, Evzâî, Saîd.b. Abdilâzîz, Mâlik, Ebû Hanîfe ve Şâfi î'nin kavilleri budur demiştir. Aynı kavli fani Battal dahi Osman, Ali, îbni Mes'ûd, îbni Ömer, Ebû Hüreyre, Îbni Zübeyr (Radiyallahâ anhûm) hazerâtı ile Mekhû1, İbrahim, Nehaî ve Ebû Sevr 'den nakletmiştir. Zahirîlerle bir rivayette İmam Ahmed b. Hanbel'e göre bütün intikâl tekbîrleri vâcibdir. Ebû Ömer ulemâdan bazılarının;
«Tekbîr ancak imamın hareketlerini bildirmekten ibarettir. O sünnet değil, namazın şiarıdır. Sade cemâatle kılman namazlarda sünnettir. Yalnız kılanın tekbîr almamasında beis yoktur.» dediklerini söylemiştir. Saîd b. Cübeyr dahi; «Tekbîr yalnız namazı süsliyen bir şeydir»•demiştir. İbni Haz m; «Rükû' tekbîri ve rükû'da «Sübhâne Rab-biyelazîm», Rükû'dan iyice doğrulmak, doğrulduktan sonra «Semiallâhü limenhamideh», cemâatin «Rabbenâlekelhamd» demeleri farzdır. Ancak imama ve yalnız kılanlara bu cümleyi söylemek farz değildir. Fakat söylerlerse iyi olur. Sünnettir. Her secdede tekbîr almak ve «Sübhane rabbi-yelâ'lâ» demek, alını, elleri, burnunu, dizleri, ayaklan îcab ettiği şekilde yere yerleştirmek, iki secde arasında oturmak, Ta'dil'i erkâna riâyet etmek farzdır. Bunlardan birini kasden terk edenin namazı sahih olmaz. Unutarak terk ederse namazı tekrar kılar. Sonra secde-i sehv yapar, bilmediğinden yahut bir özürden dolayı terkederse namazı tamamdır.» demiştir.
îbnü'l Kaasim; «îftitah tekbîrinden başka üç veya daha fazla intikal tekbîrini yahut bütün intikal tekbîrlerini terk eden kimse; selâm vermezden önce secde eder. Selâmdan Önce secde etmezse, selâm verdikten sonra eder, hiç secde etmiyerek uzun müddet geçerse namazı bâtıl olur,» demiştir. Bu babda daha başka sözlerde vardır.
Hanefîlere göre namazda zikir kabilinden olan sena, teavvüz, intikâl tekbîrleri ve intikallerdeki teşbihler gibi şeyleri terk etmekle secde-i sehv lâzım gelmez.
3- Hanefîlere göre intikal tekbîrleri eğilirken ve doğrulurken alınır. Daha önce veya daha sonra alınmaz, tekbîri uzatmak da yoktur.
Şâfiîlere göre rükû'a giderken tekbîr alınarak gidilir ve rükû' derecesine varıncaya kadar tekbîr uzatılır. Uzatmanın haram olduğuna dâir bir kavil varsa da bütün intikâl tekbîrlerinde uzatmakla uzatmamanın i-kisi de caiz görülmüştür; sahih olan uzatmaktır.
4- İntikal tekbîrlerinin her namaz kılan için meşru', olmasının hikmeti hususunda ulemâ şunlan söylemişlerdir:
«Mükellef olan bir kimsenin namaza tekbîrle birlikte niyetlenmesi emrolunmuştur. Bunun muktezası niyetin ta namaz sonuna kadar devam etmesidir. Bu sebeple namaz esnasında niyetin tekbîrle yenilenmesi emrolunmuştur. Çünkü tekbîr niyetin şiarıdır.»
11- Her Rekatta Fatiha Okumanın Vücübu; Fatiha Okumayı Beceremiyenin ve Öğrenmek İmkanını Bulamıyanın Kolayına Gelen Başka Bir Süre Okuması Babı
34- (394) Bize Ebû Bekr b. Ebî Şeybe ileAmr-ün Nâkıd vetshâk b. İbrahim hep birden Süfyan'dan rivayet ettiler. Ebû Bekr dedi ki; Bize Süfyan b. Uyeyne, Zührî'den, o da Mahmûd b. Rabî'den, o da Ubâde-tü'bnü's-Sâmit'den, o da Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'e isnâ-den rivayet etti: Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
«Fatihatü'l - Kitabı okumayanın namazı yoktur» buyurmuşlar.
35- (...) Bana Ebu't-Tâhİr rivayet etti, dedi ki: Bize tbni Vehb, Yûnus'dan rivayet etti. H.
Bana Harmeletü'bnü Yahya da rivayet etti. (Dedi ki): Bize İbni Vehb haber verdi (Dedi ki): Bana Yûnus, tbni Şihâb'dan, naklen haber verdi. (Demiş ki): Bana Mahmûd b. Rabî Ubâdetü'bnü Sâmit'den naklen haber verdi. Ubâde şöyle demiş: Besûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):
«Ummü'l Kur'anı okumayanın namazı yoktur» buyurdular.
36 (...) Bize Hasan b. Ali el-Hulvânî rivayet etti. (Dedi ki): Bize Yakûb b. İbrahim b. Sa'd rivayet etti. (Dedi ki): Bize Babam Sâlih'den o da tbni Şihâb'dan rivayet etti. Ona da Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in kendi kuyularından yüzüne su püskürdüğü Mahmûd b. Babı' haber verdi, o na da Ubâdetü'bnü Sâmit haber vermiş kii Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem :
«Ummü'l - Kur'anı okumayanın namazı yoktur» buyurmuşlar.
37- (...) Bize bu hadîsi İshâk b. İbrahim ile Abd b. Humeyd dahi rivayet ettiler, dediler ki: Bize Abdürrezzâk haber verdi (Dedi M): Bize Mâ'mer, Zührî'den bu isnadla bu hadîsin mislini haber verdi (Yalnız o): «ve daha fazlasını» kaydını ziyâde etmiş.
Bu Hadîsi Buhârî «Kitabü'1-Ezân» da Ebû Dâvud, Tirmizî, Nesaî ve İbni Mâce «Kİtabtt's-Salftt» da tahrîc etmişlerdir.
«Fâtİhâtü'l-Kitab, Ümmü'l-Kur'ân, Ümmül Kitâb» fatihanın isimleridir. Bunlardan başka Fatihanın birçok isimleri daha vardır.
Hadisi Şeriften Çıkarılan Hükümler:
1- Bütün namazlarda imamın arkasında dahî fatiha okumanın vâ-cib olduğuna kail olan Abdulllah b. Mübarek, Evzâî, İmam Mâlik, İmam Şafiî, İmam Ahmed b. Hanbe1, İshâk, Ebû Sevr ve Dâvûd-u Zahirî bu hadîsle
istidlal etmişlerdir. Mâlikîlerden İbni'1 A'rabî (468-543) «Ah-kâmü'l-Kur'ân» nâm eserinde şunları söylemiştir: «Ulemâmızın bu meselede üç kavli vardır:
a) Cemâat hassaten İmam gizli okuduğu zaman fatihayı okurlar. İbnül Kaasim'in kavli budur.
b) İbni Vehbile Eşheb cemâat fatihayı okumaz, demişlerdir.
c) Muhammed b. Abdilhakem: «Cemâat Fatihayı okur ama okumasa da caizdir» demiştir. Her halde o bunu müstahab addetmiş olacaktır. Bence gizli namazlarda cemâatin fatiha okuması vâcib, imamın,aşikâre okuduğu namazlarda ise haramdır. Çünkü aşikâre okunan namazlarda susmak ve imamın kıraetini dinlemek farzdır. Eğer imama uyan kimse imamdan uzak bir yerde ise ona göre o namaz, kıraetin gizli okunduğu namazlar mesabesindedir. Ebû Ömer «et-Tembîd» de: «Fatihayı iki rekâth bir namazda unutarak okumayan bir kimsenin namazı aslından bozulacağı ve bu namazın sahîh olmayacağı hakkında îmam Mâ1ik'in kavli muhtelif değildir. Fakat dört veya üç rekâtlı bir namazda unutan hakkında kavilleri muhteliftir.» Bir rivayette namazı bozulur ve iade etmek, lâzım, gelir demişdir. Bu kavli ondan îbni'l Kaasim rivayet etmiş, kendisi de ona kail olmuştur. Diğer bir rivayette îmam Mâlik namazın iki tane secde-i sehvle tamam olacağını söylemiştir. Bunu ondan İbni Abdi 1-Hakem ve başkaları rivayet etmişlerdir. Bazıları fatihayı unutan kimsenin o rekâtı tekrar kılarak selâm verdikten sonra secde-i sehv yapacağını» söylemişlerdir.
İmam Şafiî ile îmam Ahmed'e göre her rekâtda fatiha okumadıkça namaz caiz değildir. Ömer b. Hattâb ile Osman b. Ebi'l-Âs (Radiyaîlahû anhûmâ) 'nm;
«Fâtihasız namaz caiz değildir» dedikleri rivayet olunmuştur.
îmam Ahmed 'den bir rivayete göre alettayin fatihayı okumak vacib değildir. Kur'ân-ı Kerîm'in herhangi bir yerinden bir âyet okumak kâfidir.
îbni Hazm: «Her namazın her rekâtmda fatihayı okumak farzdır. Bu hususta imamla cemâatin, erkeklerle kadınların ve keza farz namazla, nafilenin hiç bir farkı yoktur» demiştir.
Sevrî, bir rivayette Evzâî, hanefîlerden Ebû Hanife, Ebû Yûsuf, İmam Muhammed ile bir rivayette İmam Ahmed b. Hanbel, Abdullah b. Vehb ve Eşheb: «İmama uyan kimse hiçbir namazda Kur'au-ı Kerîm'den hiçbir âyet okumadığı gibi, fatihayı da okuyamaz» demişlerdir. Tabiînden Saîd b. el-Müseyyeb ile bir cemâatin, Hicaz ve Şam fukahâsınuı kavilleri de budur. Yalnız onlara göre cemâat aşikâre okunan namazlarda İmamı işitmemiş bile olsalar birşey okumazlarsa da gizli okunan namaz--larda onlarda okurlar. Cemaata fatiha okumak vâcibtir, diyenlerin bu hadîsle istidlalleri hadîsin namaz cinsinin, fâtihasız caiz olmasını nefiy etmesi dolayısiyledir. Çünkü hadîsin başında cinsten hükmü nefiy eden (lâ) edatı vardır. Binâenaleyh ma'na «Namaz cinsinden hiç birşey fâtihasız caiz olmaz» demektedir.
Hanefîler «Kur'an-ı Kerîm'den size müyesser olan şeyi okuyun» âyetiyle istidlal ederler. Teâlâ hazretleri bu âyeti kerîmede mutlak surette Kur'an-ı Kerîm'den mümkün olan sûre veya âyeti okumayı emir buyurmuştur. Bu emri fatiha ile takyit etmek mutlak olan nass-ı kitap üzerine bir şey ziyâde etmek demektir ki caiz değildir. Çünkü ziyade nesh demektir. Binâenaleyh Kur'an ismi verilecek en az bir miktarın okunması farz olur. Zira emredilen budur. Namaz dışında Kur'an okumak farz olmadığına göre, âyetteki emrin namaza âit olduğu taayyün eder. Gerçi «Bu âyet gece namazı hakkındadır; gece namazının farzi'yyeti ise neshedilmiştir. Şu halde bu âyetle nasıl istidlal edilebilir.» diye bir itiraz vârid olabilirse de buna Hanefîler şu cevabı verirler: «Rükün olarak meşru' olan bir şey nesh ediıemez. Gece namazının yalnız vücûbu nesh edilmiştir. Q nafile olarak yine meşru'dur. Farz olsun, nafile olsun bütün namazların farzları, şartları ve diğer ahkâmı mensûh değildir. Gece namazının vücûbu nesh edildikten sonra yine Kur'an okumanın emir buyurulması da ona delâlet eder. Farz namazlarda fatihayı şart koşanlar onu nafilede de şart sayarlar. Âyet-i Kerîme, fatihanın nafile namazda şart olmadığını bildl-riycr. Binaenaleyh farz namazda da şart değildir. Çünkü bu babda farzla nafileyi birbirinden ayıran yoktur. Aynî diyor ki: Eğer âyet-İ kerîmedeki ism-i mevsul (ma) nın mücmel olduğu bu hadîsin onu beyân ettiği iddia olunur; Ve muayyen müpheme tercih olunur denilirse, ben de derim ki;
Bu söz, kailinin usul-ü fıkıh bilmediğine delâlet eder. Çünkü «inâ» kelimesi umûm bildiren lâfızlardandır. Onun umumu ile hiç tevakkuf etmeden amel etmek vâcibdir. Eğer mücmel olsaydı Rur*an-ı Kerîm ile hadîsin mücmel olanları gibi beyân edilmedikçe onunla amel caiz olmazdı. Bu kelimenin mânası: Hangi şey kolayınıza gelirse, mümkün olursa, demektir. Şu halde Kur'an ve hadîsle ameli terketmek gerekir. Bize göre hâss bir kelime üzerinde ihtimaller bulundukça âmm olan kelime O hâssa hamledilemez. Eğer bu hadîs meşhurdur. Zira ulemâ onu kabul ile telâkki etmişlerdir. Binâenaleyh böyle bir hadîsle nâss üzerine ziyade caizdir, dersen ben de derim ki:
Biz bu hadîsin meşhur olduğunu kabul etmiyoruz: Çünkü Meşhur: Tabiînin kabulü ile telâkki ettikleri hadîstir. Halbuki bu meselede tabiîn ihtilâf etmişlerdir. Hadîsin meşhur olduğunu kabul etsek bile, meşhur ûir haberle ziyâde ancak o haber muhkem olduğu zaman caizdir. Haber ihtimâlli ise caiz olamaz, bu hadîs te ihtimallidir. Çünkü hadîsteki nefiy caiz olmaya da, fazilete de ihtimallidir. Nitekim Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in;
«Mescide komşu olanın mescidden başka yerde namazı yoktur» hadî-sindeki nefiy asıl namazı değil, faziletini nefiy'dir. Burada da öyledir...»
Hanefîlere niuânz olanlardan bazısı imama uyan kimseye mutlak surette fatiha okumak lâzım gelmiyeceği meselesinde hanefîlerin zayıf bir hadîsle istidlal ettiklerini söylemişlerdir. Bundan murâd: «Her kim imamın arkasında namaz kılarsa, imamın okuması onun da okuması demektir.» hadîsidir. Muarız «Bu hadîsin bütün tarîklerini Dara Kutni ile diğer ulemâ tetkik etmiş ve onu malul bulmuşlardır» diyor. Halbuki mezkûr hadîsi Ashâb-ı kiramdan Câbir b. Abdillâh, Abdullah tbni Ömer, Ebû Saîd-i Hudrî, Ebû Hüreyre, Abdullah b. Abbâs ve Enes b. Mâ1ik (RadiyaUahû anhûm) hazerâtı rivayet etmişlerdir. Gerçi bu rivayetlerin her biri hakkında söz edilmiştir. Hattâ Hz. Câbir hadîsin râvilerinden Câbir-i Cû'fi mecruhtur. îmam Â'zam ile diğer ulemâ onun yalancı olduğunu söylemişlerdir. Fakat aynı hadîsin birçok tarikleri vardır. Bunlardan biri sahihtir ve bizzat îmam Â'zam'dan rivayet edilmiştir. Binâenaleyh muhtelif tarîkleri birbirini takviye etmiş ve hadîs kuvvet bulmuştur. Dara Kutnî «Sünen» inde îmam A'zam tarîkine dahita'n etmiş; «Ebû Hanefi ile Hasan b. Umara zayıftırlar »diyerek Süfyân-i Sevrî, Ebu'lAhvâs, Şube, îsrâîl, Şerîk ve diğer râvilerin onu mürsel olarak Abdullah b. Şeddâd Man rivayet ettiklerini, doğrusunun da bu olduğunu söylemişse de Aynî, İmam A'zam hakkındaki sözünden dolayı Dâre Kutnî1-yi şiddetle ta'yib ederek; «Dâre Kutnî edebini takınsa da utanmayı bilse Ebû Hanîfe hakkında bu sözü söylemezdi. Çünkü Ebû Hanîfe, ilmi şark ve garbı kaplamış bir imamdır.» demig ve ne derece emin ve mu'temed bir zat olduğunu delilleri ile ispat etmiş; Dâre Kutnî 'nin bu imamlar imamı hakkında söz söyleyecek kıratta bir âlim olmadığını, İmam A'zam hakkında arkadaşları gibi onun da sükutu iltizam etmesi gerektiğini söylemiş; sonra Beyhakî'nin «Sünen» inde bir çok zayıf, malûl, münker, garip, hattâ mevzu' hadîsler rivayet ettiğini ve bunları bildiği halde bizzat kendisinin o hadislerden bâzıları ile istidlal ettiğini beyân eylemiştir. Bundan sonra Aynî senetlerinde zayıf râviler bulunan hadîslerin diğer sahih rivayetlerle kuvvet bulduğunu mu'terize cevap olmak üzere bir daha ihtar etmiş; mu'terizin mevkuftur, diye zayıf gördüğü hadîsler hakkında; «Mevkuf bize göre hüccettir, çünkü ashab-ı kiram âdildirler. Bununla beraber imamın arkasında cemâatin birşey okumayacağı sahabenin büyüklerinden seksen zat tarafından rivayet olunmuştur. Aliyyü'l-Mürtezâ ve Abâdiley'i Selâse denilen Abdullah İbni Abbâs, Abdullah İbni Ömer, Abdullah îbni Mes'ud (Radtyallahû anhûm) hazerâtı bunlar arasındadır. Diğerlerinin isimlerini hadîs ulemâ» nakletmişlerdir. Onların ittifakları icma1 menzilesine varmıştır. Bundan dolayı ulemâmızdan «Hidâye» sahibi ekseriyyetin ittifakına bakarak; «İmamın arkasında birşey okunmayacağına sahabe icma' etmişlerdir,» demiştir. Ama buna bizce icma1 denilmez, şeklinde cevap vermiştir.
Abdullah b. Zeyd b. Eşlem'in babasından rivayet ettiği bir hadîste;
Resûlüllah (Salkûlahü Aleyhi ve Sellem) 'in ashabından on tanesi imamın arkasında Kur'ân okumaktan şiddetle nehyederlerdî. Bunlar: Ebû Bekr Sıddık, Ömerü'l Faruk, Osman b. Affân, Ali b. Ebi Tâlib, Abdurrahman b. Avf, Sâd b. Ebî Vakkâs, Abdullah b.Mes'ud, Zeyd b. Sabit, Abdullah b. Ömer ve Abdullah b. Abbâs (Radiyallahû anhûm) hazerâtı idi.» denilmektedir. Hattâ Sâd b. Ebî Vakkâs ileHz. Ömer'in;
«İmamın arkasında okuyanın ağzına taş doldurulmasını dilerim» dedikleri, İbni Mes'ud hazretlerinin de;
«Ağzma toprak dolsun» dediği rivayet olunur. Bütün bu rivayetlere bakarak Tavavî; «İşte bunlar Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in ashabından bir cemâattir ki imamın arkasında okunmayacağına icma* etmişlerdir. Arzettiğimiz veçhile Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'den rivayet edilenler de onların bu yaptığına uymaktır, demiştir. Bu sözü ile Tahavî imamın arkasında birşey okunmayacağına dair Sahabe tarafından rivayet edilen hadîslere işaret etmiştir.
Vakıa Ebû Davud'un İbni Beşşâr tarikiyle Hz. Ebû Hüreyre 'den rivayet ettiği bir hadîste;
«Ebû Hüreyre: Fatiha ve ondan fazla bir şey okumaksızın namaz caiz değildir, diye ilân etmemi Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bana emir buyurdu.» demiştir. Fakat bu hadîs muhtelif şekillerde rivayet olunmuştur. Bezzâr'in rivayetinde;
«Resûlülla h (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bir münadîye emir buyurdu, o da nida etti» denilmiş. Bir rivayette;
«Kur'ânsız namaz caiz değildir, velevki Fâtihâtü'l Kitap ile ondan fazla bir şey olsun», diğer rivayette;
«Kırâetsiz yahut fatiha ile ondan fazla bir şeysiz namaz caiz değildir». Başka bir rivayette; «Her namazda kırâet vardır, velevki Fâtihâtü'l Kitap olsun», buyurulmuştur. Bu hadîslerin hiçbiri fatiha okumanın farz olduğuna delâlet etmezler. Bilâkis ekserisi onun farz olmadığını gösterir. Biri fâtihasız namazın caiz olmadığına delâlet ederse, diğeri caiz olduğunu bildirir. İşte Hanefîler bunların her biriyle amel etmiş, hiç birini mühmel bırakmamışlardır. Çünkü onlar mutlak olarak kırâetin farz, Fatiha okumanın ise vâcib olduğuna kaildir. Hadîslerle amel babında âdet de budur. Sonra zikredilen Ebû Dâvûd hadîsinde şâyâm dikkat i-ki nokta vardır. Bunlardan biri hadîsin senedindeki râvi Cafer b. Meymun 'dur. Bu zat hakkında söz edilmiş, hattâ Nesaî onun mevsuk olmadığını söylemiştir. İkinci hadîs fatihadan başka birşey okumanın farz olduğunu gösteriyor. Halbuki İmam Şafiî 'nin mezhebine göre Fatihadan fazlası farz değildir. Bir de mezkûr hadîsin râvile-rinden Süfyanb. Uyeyne;
«Bu hadîs yalnız başına namaz kılanlar hakkındadır. İmama uyanlar içinse İmamın okuması kâfidir» demiştir. Şu halde hadîs, yalnız kılanlara mahsus demektir. Bundan sonra Şafiîlerin umum iddia etmeye bir hakları kalmaz.
Ebû Hüreyre hadîsinin az sonra göreceğiniz bir rivayetinde;
Ebû Hüreyre'ye biz imamın arkasında bulunuyoruz diyen oldu. Eb'û Hüreyre (Onu içinden oku) dedi», buyurulmakta-dır. Nevevî: Bununla istidlal ederek; «Bu hadîs uyan kimseye fatiha okumanın vâcib olduğunu te'yid eder. Bu sözün mânâsı Fatihayı kendin işitecek kadar gizli oku, demektir» mütâlâasında bulunmuşsa da Aynî kendisine cevap vermiş; «Hadîsin vücûba delâlet etmediğini söylemiştir. Çünkü İmama uyan kimseye nassı Kur'ân ile susmak emredilmiştir. Susmak gizlice okumak demek değildir. Bilâkis kendi igitecek kadar gizli okumak susmayı ihlâl eder. Binâenaleyh hadîsten murad İmamın okuduğu Kur'ân'ı dikkatle dinle ve onun mânâsını düşün demek olur. Hadîsten muradın hakikaten gizli okumak olduğunu teslim etsek bile, vücûba delâletini kabul edemeyiz. Bununla beraber Hanefîlerden bâzıları ihtiyaten bütün namazlarda, bazıları da yalnız gizli okunan namazlarda cemâatin fatiha okumasını müstahsen addetmişlerdir. Bir takımları da, İmam kırâatde lahn yaptığı zaman Fatiha okumanın ihtiyaten caiz olduğunu söylemişlerdir. Ebû Davud'un Ebû Salih'tarikiyle Hz. Ebû Hüreyre 'den tahrîc ettiği bir hadîste Resulü11ah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
«İmam ancak kendisine uymak için tâyin edilmiştir. O okuduğu vakit sîz susun» buyurmuştur ki bu da Hanefîlerin mezhebini te'yid eder. Ve cemâatin hiç birşey okumaması îcabettiği hususunda Şafiî aleyhine hüccettir. Aynı hadîs öğle, ikindi namazlarında cemâat fatihayı o-kurlar diyen İmam Mâlik aleyhine de hüccettir. Gerçi bu hadîsin son kısmı, yani o okuduğu zaman siz susun cümlesi hakkında söz edilmiş; bir çok râvilerin bunu rivayet etmedikleri söylenerek bunun bir vehm olduğu bile iddia edilmişse de bu iddia da doğru değildir. Mezkûr ziyâdeyi Nesâi ve Beyhâkî tahrîc ettikleri gibi İmam Müslim dahi sahîh bulmuştur. Kendisine onu niçin «Sahih» ine almadın? diye sorulunca; Ben bu kitaba kendimce sahih olan herşeyi almadım. Ben buraya ancak ulemânın ittifak ettikleri hadîsleri koydum.! cevabını vermiştir. Maamafih mezkûr ziyade Müs1im'in bazı nüshalarında da mevcuttur.
38- (395) Bize bu hadîsi İshâk b. İbrahim el-Hanzalî de rivayet etti. (Dedi ki): Bize Süfyan b. Uyeyne, Alâ'dan, o da Babasından, o da Ebû Hüreyre'den, o da Peygamber (Saîlallahü Aleyhi ve Sellem) 'den naklen haber verdi. Efendimiz şöyle buyurmuşlar:
«Her kim içersinde ümmü'l Kur-ânı oku m aks izin bir namaz kılarsa o namaz noksandır; tamam değildir.» Bunu üç defa tekrarlamışlar. Bunun üzerine Ebû Hüreyre'ye:'
— Bizler imamın arkasında bulunuyoruz diyen olmuş. Ebû Hüreyre;
— Onu içinden oku, zira ben Resûlüllah (Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem):
«Allah Teâlâ : Namaz (sûresi olan fatihayı) kendimle kulum arasında yarıya taksim ettim. Hem kylumun dilediği şey onundur» buyurdu.
Kul dediği zaman Allah Teâlâ;
Kulum bana ha ma1 etti, der. dediğinde, Allah Teâlâ;
Kulum bana sena etti, der. dedikte;
Kulum beni temcîd eyledi, der. Bir defasında;
Kulum (umurunu) bana tefviz eyledi, der buyurdu. Kul dediği zaman Allah; Bu kulumla benim aramdadır; hem kulumun dilediği onundur. der.
— Kul dediği zaman Allah:
— İşte bu kulumundur. Hem kulumun dilediği onundur buyurur.» derken işittim.
Süfyan: «Bu hadisi bana Ala b. Abdirrahman b. Yakup rivayet etti. Evindchasta iken yanma girdim de bunu ona ben sordum» demiş.
39- (...) Bize Kuteybetü'bnü Saîd, Mâlik b. Enes'den, o da Alâ b. Abdirrahmandan naklen rivayet etti. Alâ da Hişam b. Zühre'nin â-zadlısı Ebu's Saîb [15] den işitmiş. O da Ebû Hüreyre'yi:
«Resûlüllah (Sallaltahü {Lleyhi ve Seltem) buyurdu, derken işitmiş.
40- (...) H. Bana Muhammed b. Rafi' dahi rivayet etti. (Dedi ki): Bize Abdürrezzak rivayet etti. (Dedi ki): Bize İbni Cüreyc haber verdi. (Dedi ki): Bana Alâ b. Abdurrahman b. Yâ'kub haber verdi, ona da Benî Abdullah b. Hişam b. Zühre'nin azadlısı Ebu-s Sâib haber vermiş, o da Hüreyre'yi şunları söylerken işitmiş: Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
Her kim bir namaz kılar da o namazda ümmü'l Kur'anı okumazsa» buyurdu. Ve Süfyan hadîsi gibi rivayette bulunmuş.
İkisinin hadîsinde de «Allah Teâlâ namazı kulumla ikimiz arasında yarıya taksim ettim, yarısı benim, yarısı da kulu m un d ur» buyurdu ibaresi vardır.
41- (...) Bana Ahmed b. Ca'fer el-Ma'kırî [16] rivayet etti, dedi H: Bize Nadr b. Muhammed rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ebû Üveys [17] rivayet etti. (Dedi ki): Bana Alâ haber verdi. Dedi ki: Babamla Ebû-t Sfc-ib'den işittim, ikisi de Ebû Hüreyre'nin sohbet arkadaşları idi, dediler İd Ebû Hüreyre şunları söyledi: Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):
«Her kim içerisinde Fâtihatu'l kitabı okumaksınn bir namaz kılarsa o geri kalan kısmı namaz noksandır. Bunu üç defa söyledi.» Ravi hadîsin m yukarıkİlerin hadîsi gibi rivayet etmiş.
Hıdâç: Noksanlık demektir. Hadîste Muzâf hazf edilmiştir. Yâni Hı-dâç «Zatü hıdâç- manasınadır. Hadîsin bir rivayetinde, Ebû Hüreyre'ye; *Biz imamın arkasında bulunuyoruz» diyen zatın Ebu-s Saîb olduğu, Ebû Hüreyr e'nin ona cevaben; «Fatihayı i-çinden oku yâ Fârisî» dediği rivayet olunmuştur.
Hamd: Teâlâ Hazretlerini fiil sıfatları ile, Temcîd de celâl sıfatlan ile sena etmektir. Allah'ı her iki sıfatları ile öğmeğe sena denilir. Besmelede bunların ikisi de vardır. Yani Rahman'ın medlulü zâtın sıfatına, Kahim'ın mânâsı da fiil sıfatına şâmildir. Bundan dolayı mezkûr sıfatlar Allah Teâlâ'ya mahsûs olmuştur. Başkaları bunlarla tavsif edilemez.
Ulemânın beyânına göre Teâlâ Hazretlerinin;
«Salâh kulumla ikimiz arasında yanya böldüm» buyurmasından murâd Fatiha süresidir. Namaz fâtihasız olmadığı için burada ona mecazen salât denilmiştir. Nevevî;
«Bu hadîste Fatihanın namazda alettayin vâcib olduğuna delîl vardır» dedikten sonra ulemâdan naklen şunları söylüyor: Hadîsten mürâd fatihanın mânâ itibarı ile taksimidir. Çünkü fatihanın ilk yarısı Allah'a tahmîd, temcîd, sena ve tefvizdir. İkinci yarısı ise ihtiyaç, talep ve niyazdır.
Besmelenin fatihadan bir âyet olmadığını söyleyenler, bu hadîsle istidlal etmişlerdir. Onların ihticâc ettikleri en vazıh delîl budur. Derler ki: Fatiha bil icma' yedi âyettir. Bunlardan üçü senadan ibarettir. Ve diye başlarlar. Üçüncüsü duadır diye başlarlar. Ortada ikisinin arasında bir âyet daha vardır ki o da dir. Bir de Teâlâ hazretleri;
«Fatihayı kulumla ikimiz arasında yarıya taksim ettim» buyurmuş, fakat besmeleyi zikretmemiştir. Besmele fatihadan olsaydı onu da zikrederdi. Buna gerek bizim ulemâmız, gerekse besmeleyi fatihadan saymayan diğer ulemâ bir takım cevaplar vermişlerdir. Şöyle ki:
a) Yarıya bölme fatihaya değil, bütün namaza aittir. Lâfzın hakikati bunu gösterir.
b) Yarıya bölme işi fatihanın tam âyetlerine mahsustur.
c) Yarıya bölmenin mânâsı şudur: Kul âyet-i kerîmesini okuduğu zaman Teâlâ Hazretleri;
«— Kulum bana Hamd-ü sena etti, bana temcidde bulundu» der. Çünkü Tahmîd güzel fullerden dolayı, Temcid de güzel sıfatlar sebebiyle senada bulunmaktadır. Bunların hepsine birlikte sena denilir. Onun i-cindir ki Rahman ve Rahim sıfatlarına cevap olarak vârid olmuşlardır. Çünkü bu iki sıfat Allah'ın zâti ve fi'lî bütün sıfatlarına şâmildirler. Rivayetin birinde Teâlâ Hazretlerinin;
«— Kulum bana umurunu Tefviz eyledi» buyurmasının yevm-i din (yâni kıyamet günü) ile mutabakatı şu yöndendir. Allah-ü Zülcelâl kıyamet gününde münferiden mülk sahibidir. Kulların hesap ve cezası ona aittir.
Din: Hesap ve bir kavle göre ceza mânâsına gelir, o günde hiçbir kimsenin bir dâvası olmayacaktır. Dünyada ise bazı kulların milk-i mecazisi vardır. Bazıları da haksız yere davada bulunabilirler, kıyamet gününde bunların hiçbiri kalmayacaktır. îşte Hadîsin mânâsı budur. Yoksa Allah Teâlâ Hazretleri hakikatta iki cihâna ve onlarda bulunan her şeye mâliktir. Herkes onun kulu, o herşeyin rabbidir. Bu itirafın tazammün ettiği ta'zim, temcîd ve tefviz, her vasfın üzerindedir. Müs1im'in rivayetinde denilmiş, başkalarının rivayetlerinde ise buyurulmuştur. Bu rivayet âyet-i kerîmesinden itibaren sûrenin sonuna kadar üç âyet bulunduğuna delîl-dir. Mesele ihtilaflıdır. İhtilâf, besmelenin fatihadan olup olmadığına mebnîdir. Bizim mezhebimiz ile ekseri ulemânın mezheblerine göre besmele fatihadandır ve bir âyettir. âyet-i kerîmesinden i-
tibaren sûrenin sonuna kadar iki âyet vardır. İmam Mâlik ile besmelenin fatihadan olmadığını söyleyen diğer ulemâya göre bu âyetten î-+ibaren sûrenin sonuna kadar üç âyet vardır» Nevevî'nin izahatı bu» rada sona erdi.
Nevevî'nin de işaret ettiği vecihle besmele meselesi ulemâ arasında ihtilaflıdır. Yalnız Nemi süresindeki besmele bilittifak oradaki âye* tin bir cüz'üdü'r. İhtilâf sûre başlarındaki besmeleler hakkındadır. Bunlar bazı şâfiîlere göre her sûrenin ilk âyetleridir. Yalnız Sûre-i Tevbe'nin basında besmele yoktur. Mâlikîlere göre sûre başlarındaki besmeleler Kur -an'dan değildirler.
Tianefilere gelince, mütekaddimîn bu meselede İmam Mâlik ile beraberdir, fakat müteehhirîn: «Sûre başlarındaki besmeleler Kur'an-ı Ke-rim'don tek bir âyettir. Bu âyet surelerin arasını ayırmak için nazil olmuştur. Mushaflarda besmelelerin Kur'an hattı ile yazılması ve selef-i salihinin buna itirazda bulunmaması âyet olduğuna delildir.» demişlerdir. Binâenaleyh besmele Kur'an'dan bir âyet ise de tam bir âyet olup olmaması şüpheli göründüğünden yalnız besmele ile namaz caiz değildir. Ancak bu şüphe onun Kur'an'dan olup olmaması hakkında değildir. KurV an'dan olduğunda şüphe yoktur. Onun için cünûp ve hayızlı kimseler besmeleyi teberrük ve dua kasdiyle okuyabilirlerse de Kur'an niyeti ile okumaları caiz değildir. Besmele Kur'an'dan olduğuna göre, onu Kur'an'dan saymamak, Kur'an'dan olmadığına göre Kur'an'dan saymak küfrü îcap ederse de bu bâbda Şâfiîlerle Mâlikîlerin delillerindeki şüphe kuvvetli olduğundan ve her bir ferîk diğeri indinde müevvil sayıldığından, hiç biri diğerini tekfir etmemişlerdir.
42- (396) Bize Muhammed b. Abdillâh b. Nümeyr rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ebû Üsâme, Habib b. Şehîd [18] den rivayet etti. Demiş ki: Atâ'yı Ebû Hüreyre'den naklen rivayet ederken dinledim. Resûlüllah (Sallallahü A leyhi ve Sellem) :
«Kıraetsiz namaz olmaz» buyurmuşlar.
Ebû Hüreyre:
«Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in aşikâr okuduğunu biz de size aşikâr okuduk, onun gizli okuduğunu biz de size gizli okuduk» demiş.
43- (...) Bize Amrü'n Nâkıd ile Züheyr b. Harb rivayet ettiler. Lâfız Amr'ındır. Dediler kî: Bize İsmail b. İbrahim rivayet etti. (Dedi ki): Bize İbni Cüreyc Atâ'dan naklen haber verdi. Demiş ki: Ebû Hüreyre
(İmâma uyan) namazın her yerinde okur. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi veSellem) 'in bize duyurduklarını biz de size duyururuz. Bizden gizlediklerini biz de sizden gizleriz* dedi. Bunun üzerine bir zât Ebû Hürey-re'ye:
— Ya Ümmü'l-Kur'an'dan başka bir şey okumazsam, dedi. Ebû Hüre.t re; fatihadan fazla birşey okursan o daha hayırlıdır. Yalnız onunla iktifa edersen bu da sana yeter, dedi.
44- (...) Bize Yahya b. Yahya rivayet etti. (Dedi ki): Bize Yezîd yani İbni Zürey' Habib-i Muallim [19] den, o da Atâ'dan naklen haber verdi. Demiş ki: Ebû Hüreyre:
— Her namazda kirâet vardır. Nebiyyullah (Sallallahü Aleyhi ve Seîlem) bize neyi duyurduysa, biz de size onu duyuruyoruz. Bizden neyi gizledi ise bizde sizden onu gizleriz. Her kim Ümmü'l kitabı okursa bu ona yeter, kim ondan fazla birşey okursa o daha efdâldir, dedi.
Bu hadîsi Buhar î, Ebû Dâvud ve Nesaî dahî tahrîc etmişlerdir.
Hz. Ebû Hüreyre 'nin :
— «Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellemy\n bize duyurduklarını biz de size duyururuz, bizden gizlediklerini biz de sizden gizleriz» sözünden muradı, bütün namazlarda Kur'an okumak îcab eder. Yalnız bazılarında aşikâr, bazılarında gizli okunur. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi. veSellem) 'in aşikâr okuduğu namazlarda biz de aşikâr okuyarak sesimizi size duyururuz. Onun gizli okuduğu namazlarda biz de gizli okuruz, demektir.
Hadisi Şeriften Çıkarılan Hükümler:
1- Her namazda Kur'an okumak farzdır. Hadîs-i şerif mutlak olarak Kur'an okumanın farziyetini inkâr edenlerle, öğle ve ikindide farzoldu-gunu inkâr edenler aleyhine delildir.
2- Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in kırâeti aşikâr okuduğu namazlarda bizim de aşikâr okumamız, onun gizli okuduğu namazlarda bizim de gizli okumamız gerekir. Peygamber (Sallat lahü Aleyhi ve Sellem) 'in Kur'an'ı aşikâr okuduğu namazlar: Akşam, yatsı, sabah, cuma ve bayram namazlarıdır. Gizli okuduğu namazlar: Öğle, ikin-ki, akşam namazının son rekâtı ve yatsının son iki rekâtıdır.
İstiska namazında İmam Ebû Yûsuf, İmam Muhammed, İmam Şafiî ve İmam Ahmed b. Hanbel'e göre aşikâr okunur. Husuf ve Küsûf anlarında, yani ay ve güneş tutulduğu zaman kılınan namazlarda İmam A'zam ile İmam Muhammed'e göre gizli, İmam Ebû Yûsuf'a göre aşikâr o-kunur. İmam Şafiî Küsûf namazında gizli, Husuf namazında aşikâr okunacağına kaildir.
Nafile namazlara gelince, gündüz kılman nafilelerde gizli okunur, gece nafilelerinde ise kul muhayyerdir. Nevevî: «Gece nafilelerinde okunur diyenler bulunduğu gibi, kılan aşikâr veya gizli okumakta muhayyerdir diyenler de vardır.» demektedir.
3- Bu hadîsle İmam Şafiî, fatihadan sonra sûre okumanın müstahab olduğuna istidlal etmfştir. Hadîsin zahiri de bunu gösterir. Ha-nefîlere göre bu vâcibdir. Mâlikîlerden îbni Kinâne de buna kail olduğu gibi, bir rivayette İmam Ahmed b. Hanbel'in kavli de budur. Hanefîlere göre fatihadan sonra bir sûre, yahut herhangi bir sûreden üç âyet okumak namazın vâciblerindendir. Bu bâbda birçok hadîsler varid olmuştur ki îbni Adiyy'in «el-Kâmil» nam eserinde rivayet ettiği Ebû Said hadîsi Tirmizî ile İbni Mâce'nin rivayet ettikleri Ebû Saîd hadîsi, Ebû Dâvud'un rivayet ettiği Ebû Nadra hadîsi, îbni Adiyy'-in rivayet ettiği îbni Ömer hadîsi bunlardandır. Mezkûr hadîslerin bazılarında «Fâtihay-ı Ki t âb» ile beraber bir sûre okumadan namaz caiz değildir. Diğer bazılarında; «Bize namazda fatiha ile beraber mümkün olan Kur'anı okumak emrolundu» bazılarında da «Farz namaz fatiha ile beraber üç veya daha ziyâde âyet okumâksızın caiz değildir» denilmektedir. Hanefîler bu bâbda vârid olan bütün hadîslerle âmel etmiş ve gerek fatihanın, gerekse onunla beraber bir sûre veya üç âyet okumanın vücûbuna kail olmuşlardır. Zîra hadîslerin her biri Haber-i vâhid olduğundan, onlarla farziyyet ispat edilemez. Bize göre namazda farz olan mutlak surette kıraat yani Kuran okumaktır. Bunu fatiha ile takyid etmek nassın üzerine ziyâde sayılacağından caiz görülmemiştir. Bazıları; «Bu hadîs fatiha okumayanın namazı sahîh olmadığına delildir.» demişlerse de Hanefîlere göre namaz bâtıl değildir. Yalnız fatihayı kasden terk eden isâet etmiş olur, unutarak terk edene ise Secde-i Sehv lâzım gelir.
4- «Kim ondan fazla birşey okursa o daha efdaldir» cümlesini Nevevî Şâfiîlere göre fatihanın vücûbuna delil saymakta ve şöyle demektedir:
«Burada fatihanın vücûbuna ve ondan başkası ile namazın caiz olmayacağına delil vardır. Yine bu hadîste fatihadan sonra sûre okumanın müstahab olduğunu delâlet eder. Sabah ve Cuma namazları ile sair namazların ilk rekâtlarında bu husus ittifakîdir. Ve bütün ulemâya göre sünnettir. Kaadi İyâz (Rahimehulîah) bazı mâlikîlerden sûre okumanın da vâcib olduğunu rivayet etmiştir. Fakat bu kavil şâzz ve merdüttür».
Nevevî'nin bu sözlerini dikkat ve ihtiyatla okumak îcab eder. Çünkü fatihadan sonra sûre okumanın bilittifak müstahab ve sünnet olduğunu zammı sûrenin yalnız bazı Mâlikîlere göre vâcib olduğunu, fakat bu kavil de şazz görülerek kabul edilmediğini söylüyor. Halbuki onun şazz dediği kavil hanefîlerin de mezhebidir. Bunu birkaç satır yukarıda görmüştük. Bundan sonra Nevevî sözüne devamla üçüncü ve dördüncü rekâtlarda sûre okumaya gelince: «Bunun müstehab olup olmadığı hususunda ulemâ ihtilâf etmişlerdir. îmam Mâlik (Rahimehulîah) mekruh görmüş, Şafiî (Rahimehulîah) yeni mezhebinde müstehab addetmiştir. Fakat burada onun eski kavli daha sahihtir. Diğer ulemâ namaz kılan muhayyerdir, isterse okur, dilerse teşbih eder, demişlerdir. Ama bu kavil zayıftır. Nafile namazda sûre okumak müstahabdır. Cenaze namazında esah kavle göre müstahab değildir. Çünkü cenaze namazı tahfif üzerine bina edilmiştir. Fatiha üzerine onun arkasından âmin demekten başka birşey ziyade edilmez. Sabah namazında ve öğlenin ilk iki rekâtında mufassal sûrelerin uzunlarını, ikindi ile yatsının ilk iki rekâtında mufassal sûrelerin orta derecede olanlarını, akşam namazında da kısa sûreleri okumak müstehabdır. îlk rekâtda kırâetin ikinci rekâttan daha uzun tutulması da ihtilaflıdır. Bize göre en meşhur kavil bunun müsta> hab olmasıdır. Hattâ iki rekâtda da kırâet müsavi olmalıdır. Ama esah o-lan birinci rekâtta kırâeti uzatmaktır. Çünkü bu babda sahih hadîs vardır. Resû1ü11ah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ilk rekâtta kırâeti ikinciden daha uzun tutarmış. Dört rekâtlı namazların son iki rekâtlarında kırâetin lüzumuna kail olanlar, o rekâtlarda ilk rekâtlardan daha hafif okunacağını söylerler. Dördüncü rekâtda üçüncüden daha kısa okuyup okunmayacağında ihtilâf etmişlerdir. Allah-u A'lem.
Sûre okumak meşru olduğuna göre, onu terk etmek faziletten mahrum kılar. Fakat Secde-i Sehv lâzım gelmez. Kısa bir sûre okumak, uzun bir sûreden o miktar okumaktan efdaldir. Namazda mushafdaki tertip üzere okunur: Aksine okumak mekruhtur. Yalnız namaz bâtıl olmaz, yedi kıraetten biriyle namaz caizdir. Ancak şâzz kırâetlerle caiz değildir.
Namaz kılan kimse fatihada nin (tâ) sim mazmûm veya meksûr, yahut nin «Kâf» mı esre okumak gibi mânâyı bozacak şekilde Lâhn yaparsa namazı bâtıl olur. Mânâyı bozmazsa namaz bâtıl olmaz. Fatihayı tertip ve muvalât üzere (yani peşi peşine) okumak vacip olduğu gibi, arapçasını okumak da vâcibtir. Başka bir lisanla okumak haramdır. Arapçasını bilsin bilmesin tercüme ile okunan Kur'an'la namaz sahih olmaz. Gerek kırâeti, gerekse sair zikirleri kendi işiteceği kadar okumak şarttır. Dilsiz ve o manâdaki kimseler mümkün olduğu kadar dillerini ve dudaklarım kıpırdatırlar. Bu onlar için kâfidir. Allah-u A'-lem» diyor.
Hanefîlere göre farz namazdaki kırâet ilk iki rekâtda lâzımdır. İmam Mâ1ik'in «üç rekâtda vâcibtir» dediği rivayet edilir. Son rekâtlarda hanefîlere göre namaz kılan kimse muhayyerdir; istersĞ bir fatiha okur, isterse tesbîh eder, dilerse bir teşbih miktarı susar. Efdal olan fatihayı okumaktır.
Nafile namazlarla vitir namazının her rekâtında kirâet farzdır.
Cenaze namazında hanefîlere göre fatiha değil Sübhâneke okunur. Ancak dua ve sena niyetiyle fatiha da okunabilir.
45- (397) Bana Muhammed b. el-Müsennâ rivayet etti. (Dedi ki): Bize Yahya b. Saîd, Ubeydullah'dan rivayet etti. Peni iş ki; Bana Saîd b. Ebû Saîd, babasından, o da Ebû Hüreyre'den naklen rivayet etti ki:
— Resûlüllah (SalUülahü Aleyhi ve Sellem) mescide girmiş. Onun arkasından bir zât girerek namaz kılmış. Sonra Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'e gelerek selâm vermiş. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) selâmı almış ve o zâta:
«Dön de namazını kıl, çünkü sen namaz kılmadın» buyurmuş. O zat dönerek evvelce kıldığı gibi namazı tekrar kılmış. Sonra Peygamber (Sallallahü A leyhi ve Sellem) 'e gelerek selâm vermiş. Resûlüllah
«Ve aleyke's selâm» dedikten sonra:
«Dön de (yeniden) kıl, zira sen namaz kılmadın» buyurmuş ve bu. nu üç defe tekrarlamış. Nihayet o zat:
«Seni hak (din) ile gönderen Allah'a yemin ederim ki ben bundan a'lâsını beceremiyor um. Bana öğret,» demiş. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):
«Namaza kalktığın zaman tekbir al! Sonra kolayına geldiği kadar Kur'ân oku sonra rükû* et ve âzâ yatışın caya kadar rükû'da kal. Sonra başını kaldırarak iyice doğrul. Sonra secdeye vararak âzâ yatışı ncay a kadar secde et! Sonra başını kaldır ve âzâ yatışıncaya kadar otur ve bunu bütün namazlarında böyle yap» buyurmuşlar.
46- (...) Bize Ebû Bekr b. Ebî Şeybe rivayet etti. (Dedi ki): Bize Üsâme ile Abdullah b. Nümeyr rivayet ettiler. H.
Bize İbrii Nümeyr dahî rivayet etti. (Dedi ki): Bize babam rivayet etti. Her ikisi de dediler ki: Bize Ubeydullah, Saîd Jb. Ebî Sâid'den, o da) Ebû Hüreyre'den naklen rivayet etti ki: Bir adam mescide girerek namaz kılmış, Resûlüllah (SdlaHahü Aleyhi ve Seltem) de bir köşede bulunuyormuş... Her iki râvi bu hadîsi yukarıdaki kıssa gibi rivayet ettiler, yahu» onlar bu hadîste;
«Namaza kalktığın vakit güzelce abdest al! Sonra kıbleye kartı done» rek tekbîr al!» ibaresini ziyade ettiler.
Bu hadîsi Buharı «Ezan» ve «Namaz» bahislerinde Ebû Dâvud, Tirmizî, Nesaî ve İbni Mâce dahî «namaz» bahislerinde muhtelif râvîlerden tahrîc etmişlerdir. Rivayetlerin bâzılarında biraz lâfız farkı vardır.
Resû1ü11ah (Sallallahü Aleyhi ve Seilem) 'in arkasından mescide giren zât Ha11âd b. Râfi' (RacUytülahÛ anh)'dir. Nesaî'nin rivayetinde mescide giren bedevîye benzediği ve/gelişi güzel bir namaz kıldığı zikrediliyorsa da bundan, gelen zâtın Hz. 'Ha11âd'dan başkası olması îcab etmez. Râvi onu bedeviye benzetmiş olabilir. Hz. Ha1lâd'ın kıldığı namaz gündüz namazlarından biri imiş. Resûlül1ah kendisine üç defa namazı yeniden kıldırmış; Fakat Ha11âd (Radiyaltahû anh) üçünü de aynı şekilde kılmış ve bundan alâsını yapa-mıyacağını arz ederek ne şekilde kılması lâzım geldiğini öğretmesi için Resûl-ü Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e ricada bulunmuş. O da kendisine bu bâbda lâzım gelen talimatı hadîste beyân edildiği şekilde vermiştir. Hadîsin bu kısmı muhtelif şekillerde rivayet edilmiştir. Son olarak Resû1ül1ah demiştir. Hz. Ammâr'ın da: «Bu namazı şeytan vesvese verimi den Üzerinizden atın!» dediği rivayet olunur. Hz. Ömer yaralandığı Bft-man mihraba Abdurrahman b. Avf geçerek en kısa türelerden «Kevser» ile «Nasr» ı okumuştur.
Namazın hafif kıldın iması hususunda Ebû Vâkıd-i-Leysî, îbni M e s'û d, Abdullah b. Ömer, Osman b. Ebil-Âsve Ene s(RadtyaIUûıû anhûm) hazerâtından da hadîsler rivayet edilmiştir. Ebü Vâkıd hadîsini imam Şâfiî «Müsned» inde tahrîc etmiştir. Bu hadîsde: -Besûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) namazı cemaata en hafif şekilde kıldırır, yalnız kılarken en ziyâde uzun tutan o olurdu.» denilmektedir.
İbni Mes'ûd hadîsini Taberânî -El-Evsat- ında tah-rîc etmiştir. Mezkûr hadîste:
«Hanginiz cemaata İmam olursa namazı hafif kıldırsın 1 Çünkü içlerinde zayıf, yaşlı ve ihtiyaç sahibi olanlar vardır.» buyurulmuştur.
îbni Ömer hadîsini sahih bir senetle Nesaî tahrîc etmiştir. Bu hadîste de: «Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bize namazı hafif kıldırmamızı emreder ve imam olurdu!» denilmektedir. Hz. Osman ile Enes (Radiyallahû anhûma) hadîsleri az sonra görülecektir.
Bu Hadisten Çıkarılan Hükümler:
1- Nevevî 'nin beyânına göre imamın âdeti namazı çok uzatmak olduğu bilinirse ona cemâat olmamak caizdir.
2- Şikâyet makamında bir kimse filân ve falan gibi sözlerle kinaye suretiyle zikredilebilir.
3- Din hususundaki münkerata kızmak caizdir.
4- Bir kimse haram değil mekruhu bile irtikâb etse ona bu yaptığından dolayı inkâr ve ihtarda bulunmak caizdir.
5- Cemâat razı olmadığı vakit namazı uzun kıldıran imamı sözle tâ'zîr caizdir.
6- Namazı hafif kıldırmak gerekir. îbni Battal diyor ki: «Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in gadaplanması, cemâatin içersinde hastalar ve emsali bulunduğu cihetle namazın uzatılmasını kerih gördügündendir. O ümmetine nfk ve kolaylık gösterilmesini istemişlir. Yoksa bundan nehî etmesi haram olduğu için değildir. Çünkü Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) mescidinde bâzan sûre-i Yûsuf gibi uzun sûreleri okurdu. Bunun sebebi arkasında ecilleyi ashabının bulunması ve bunların en büyük arzu ve gayeleri ilim talebiyle namaz olması idi.»
186- (468) Bize Muhammed b. Abdillâh b. Niimeyr rivayet etti. (Dedi ki): Bize babam rivayet etti. (Dedi ki): Bize Amr b. Osman rivayet etti. (Dedi ki): Bize Mûsâ b. Talhâ rivayet etti. (Dedi ki): Bana Osman b. Ebî'l-Âs Es-Sekafî [75] rivayet etti, ki Peygamber (Salîallahü Aleyhi ve Sellem) kendisine:
«Kavmine imam ol!» demiş. Osman diyor ki: Yâ Resûlallab! Ben kendimde bir şey hissediyorum, dedim. Resûlüllan (Salîallahü Aleyhi ve Sellem) «Yokla;!» buyurdu; ve beni huzuruna oturttu. Sonra avucunu göğsüme iki mememin araşma koydu, sonra (Bana): «Dön!» dedi. Bu sefer avucunu sırtıma iki küreğimin arasına koyda sonra:
«Kavmine imam ol! Her kim bir kavme imam olursa namazı hafif kıldırsın! Çünkü içlerinde yaşlı olanlar; çünkü içlerinde hasta olanlar, çünkü içlerinde zayıflar, ve çünkü İçlerinde hacet sahipleri vardır. Biriniz namazını yalnız kıldığı zaman nasıl isterse öyle kılsın.» buyurdular.
187- (...) Bize Muhammedü'bnü'l-Müseimâ ve İbni Beşşar rivayet ettiler. Dediler ki: Bize Muhammed b. Câ'fer rivayet etti. (Dedi Bize Şu'be, Amr b. Mürra'dan rivayet etti. Demiş ki: Ben Müseyyeb'den dinledim. Dedi ki: Osman b. Ebîl-As rivayet etti dedi: Resûlüllah (Saltallahü Aleyhi ve Sellem) "m bana son vasİyyett *»*»: «Bir kavme imam olduğun vakit onlara namazı hafif kıldır!» Hz. Osman b. Ebül-As'ın: «Ben kendimde l>ir şey hissediyorum.» demesi ihtimal ki cemaata imam olunca kendisine kibir ve u-cup gibi bir şeyin ânz olacağından korktuğu içindir. Resûlüllah (SallalUthU Aleyhi ve Sellem) 'in mübarek eli ve duası bereketi ile Allah Teâlâ bunu kendisinden gidermiştir. Bu sözle namazda vesveseye kapılacağından korktuğunu ifade etmek- istemiş olması da muhtemeldir. Çünkü kendisi müvesvîs imiş. Bunu Müs1im'in bâzı nüshalarında tahrîc ettiği şu ziyâdeden anlıyoruz:
«Osman demiş ki: Ben yâ Resûlüllah, şeytan nefsimle namazım ve kıraatim arasına giriyor da namazımı karıştırıyor; dedim. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Selîem) :
«O hınzip denilen şeytandır. Onu hissettin m i hemen Allah'a sığın ve sol tarafına üç defa tükürİ» buyurdular. Ben bunu yaptım, Allah da onu benden defetti.»
Bazılarına göre Osman (Radiyallahû anh) 'in bu sözle utandığını ve zayıf olduğunu anlatmak istemiş olması ihtimali vardır.
188- (469) Bize Halef b. Hişâm ile Ebu'r-Rabî' ez-Zehrânî rivayet etti. Dediler ki; Bize Hammâd b. Zeyd, Abdülâziz b. Suheyb'den, o da Enes'den naklen rivayet etti ki, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Selîem) namazı kısa keser, fakat tamam kılarmış.
189- (...) Bize Yahya b. Yahya ile KuteybetÜ'bnü Saîd rivayet ettiler. Yahya (Bize haber verdi) tâbirini kullandı. Kuteybe ise: Bize Avâ-ne Katâde'den, o da Enes'den naklen rivayet etti ki, Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) tamam olmak şartıyle insanların en hafif namaz kıldıranı imiş; dedi.
190- (...) Bize Yahya b. Yahya ile Yahya b. Eyyûb, Kuteybetü'-bnü Saîd ve Ali b. Hucr rivayet ettiler. Yahya b. Yahya (Bize haber verdi) tabirini kullandı. Ötekiler İbni C&'ferl kastederek: Bize İsmail, Şerik b. Abdillâh b. Ebi Nemir'den, o da Enes b. Mâlik'den naklen rivayet etti, dediler. Enes şöyle demiş: «Ben Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Scllem) den daha hafif ve ondan daha tamam namaz kıldıran hiç bir imam arkasında namaz kılmadım.»
191- (470) Bize Yahya b. Yahya rivayet etti. (Dedi ki): Bize Cafer b. Süleyman, Sabit El-Bünânî'den, o da Enes'den naklen haber verdi. Enes şöyle demiş:
«Hesûliillah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) namazda iken (saflarda) annesi ile- beraber bulunan çocuğun ağlayışını işidir de hafif bir sûre, yahut kısa sûreyi okurdu.»
192- (...)Bize Muhammed b. Minhâl ed-tDarir rivayet etti. (Dedi ki): Bize Yezîd b. Zürey' rivayet etti. (Dedi ki): Bize Saîd b. Ebî Arûbe, Katâde'den, o da Enes b. Mâlik'den naklen rivayet etti. Enes şöyle demiş: Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
«Ben (Bazen) namaza uzatmak niyetiyle giriyorum. Fakat bîr çocuğun ağlayışını duyunca annesinin ona karşı gösterdiği fazla şefkat ve üzüntüden dolayı namazı hafif kıldırıyorum.» buyurdular.
Bu rivayetler dahî imamın cemaata namazı hafif fakat tamam kıldırması lüzumuna delildirler.
Sâbî hadîsini Buhârî «Kitâbü'1-Ezân» m muhtelif yerlerinde Ebû Dâvud, Nesâi ve İbni Mâce «Kitâbü's-Salât» da muhtelif râvüerden tahrîc etmişlerdir. Çocuğun ağlaması sebebiyle Resûlüllah (Süllallahü Aleyhi ve Sellem) 'in namazı hafif kıldırması, kıraati kısa kesmek suretiyle olmuştur. Buna delîl İbni Ebî Şeybe'nin rivâyet ettiği bir hadisdir. Mezkûr hadîsde: «ResûlüUah (Sallallahü Aleyhi veSellem) namazın ilk rek'âtında altmış âyet kadar okudu. Bir çocuğun ağladığını işitince ikinci rek'âtta (yalnız) Üç âyet okudular.» denilmektedir.
Hadisten Şu Hükümler Çıkarılmıştır:
1- Ulemâdan bazılarına göre çocuğu mescide götürmek caizdir.
2- Kadınların erkeklerle beraber namaz kılmaları caizdir. Yalnız onlar erkeklerin bulunduğu saflarda değil, en arkada dururlar.
3- Hadîs-i şerif, Peygamber (Sallalîahü Aleyhi ve Sellem) Jin ashabı kirâmına karşı son derece riayetkar olduğuna, bu hususta büyüğünü küçüğünü bir tuttuğuna delildir.
4- Şâfiîlerden bazılarına göre imam rükûa vardığı zaman namaza yetişmek için dışardan birinin geldiğini hissederse o kimsenin cemaatla rükû faziletinden mahrum kalmaması için rükû halinde onu bekler. Zira insanın dünyevî bazı hacetlerinden dolayı imamın namazı kısa kesmesi caiz olunca Allah Teâlâ'ya ibâdet için onu uzatması da caiz, hattâ evlâ olur. Fakat Kurtubî ona itiraz ederek: «Hadîsde uzatmanın caiz olacağına delâlet yoktur. Çünkü uzatma namazda bir amel ziyâdesi-dir.O namazı kısaltmakla bir olamaz.» demiştir.
İbni Battal'in beyânına göre Şâ'bi, Hasan-ıBas-rî ve Abdurrahmân b. Ebî Leylâ'nın mezhepleri de bu imiş.
Bir takım ulemâya göre imam cemaata bıkkınlık vermemek şartîyle yeni gelenlerin yetişmesini bekleyebilir. İmam Ahmed, îshâk ve Ebû Sevr'in kavilleri budur.
İmam Mâ1ik'e göre imam namazda cemâatin yetişmesini bekleyemez. Çünkü beklemesi arkasındaki cemaata zarar verir. Evzâi ile İmam Azam'm ve İmam Şâfiî'nin mezhepleri de budur. Hattâ Hanelilerin «Ez-Zahîre» nâm kitabında şöyle denilmiştir: elmam rükû halinde iken gelenlerin ayak seslerini işitse bekler mi, beklemez mi? Bu hususta Ebû Yûsuf şunları söylemiştir: Ben bu meseleyi Ebû Hanîfe ile İbni Ebî Leylâ'ya sordum, beklemeyi ikisi de kerih gördüler. Ebû Hanîfe'ye: İmama pek büyük bir hal vâki olacağından, yanî şirkden korkarım "dedi.» Hişâm'm, imam Muhammed 'den rivayetine göre bunu o da kerih görmüştür...»
Şa'bi’ye göre imamın bir veya iki tesbîh miktarı beklemesi caizdir. Bâzılarına göre imam rükû teşbihlerini uzatarak okur. Fakat adetlerini arttıramaz.
Ulemâdan bazıları: «Cemaata yetişmek isteyen kimse zengin ise imamın beklemesi caiz değil; fakir ise caizdir.» demişlerdir. Daha başka sözler söyleyenler de olmuştur.
38- Namaz Rükünlerini Yerli Yerince Yapmak ve Namazı Tamam Kılmak Şartiyle Hafif Tutmak Babı
193- (471) Bize Hâmid b. Ömer el-Bekrâvî ile Ebû Kâmil FudayI b. Hüseyin El-Cahderî ikisi birden Ebû Avâne'den rivayet ettiler. Hâmid dedi ki: Bize Ebû Avâne, Hilâl b. Ebi Humeyd'den, o da Abdurrah-mân b. Ebî Leylâ'dan, o da Berâ b. Azib'den naklen rivayet etti. Berâ şöyle demiş; 'Muhammetl (SailalkıkU Aleyhi ve Sellem) ile birlikte kılınan namazı dikkatle takip ettim: Ve onun kıyamını, arkasından rtikûnnu, arkasından rükû'dan doğrulusunu, sonra secdesini, sonra Ud secde dakî oturuşunu, sonra tekrar secdesini, sonra selâm vermekle, k nıesi arasındaki oturuşunu takriben müsavi buldum.»
194- (...) Bize UbeyduIIah b. Muâz El-Anberî de rivayet etti. (Dedi ki): Bize babam rivayet etti. (Dedi ki): Bize Şû'be, Hakem'den rivayet etti. Demiş ki: Kûfe'yi İbnû'l-Eş'as zamanında bir adam (Hakem bu adamın adını da söylemiştir) idaresi altına alınca UbeyduIIah b. Abdillâh'a halka namaz kıldırmasını emretti. Bunun üzerine o da namaz kıldırmağa başladı. Başını rükûdan kaldırdığı vakit ben şu duayı okuyuncaya kadar ayakta kalırdı: «Allâhım! Ey Rabbimiz! Gökler dolusu, yer dolusu, onlardan sonra dilediğin herşey dolusu hamd sana mahsustur. Mecd-ü senaya ehil olan Allah'ım! Senin verdiğini menedecek, menettiğini de verecek yoktur. Senin katında hiçbir varlık sahibine varlığı fayda verecek değildir.»
Hakem demiş ki: Ben bunu Abdurrahmâzt b. Ebî Leylâ'ya anlattım. O da şöyle dedi: «Ben Berâ tbni Âzib'i şunu söylerken işittim: Resûlüllah (Saîîaîhhü Aleyhi ve Seîîem) 'in namazı ve rtikûu, başını rükûdan kaldırışı, sücûdu ve iki secde arası oturuşu takriben birbirine müsâvî idi.»
Şû'be şöyle demiş: «Ben bunu Amr b. Mürre'ye anlattım da o: Ben tbni Ebî Leylâ'yı gördüm onun namazı böyle değildi; dedi.»
(...) Bize Muhammedü'bnü Müsennâ ile tbni Beşşâr rivayet ettiler. Dediler ki; Bize Muhammed b. Câ'fer rivayet etti. (Dedi ki): Bize Şu'be, Hakem'den naklen rivayet etti ki: Matar b. Naciye Kûfe'yi raptedince Ebû Ubeyde'ye halka namaz kıldırmasını emretmiş... Ve hadisi rivayet etmiştir.
Bu hadîsi Buhârî-Ezan» ve «Namaz» bahislerinde, Ebû Dâvud, Tirmizî ve Nesaî de «Namaz» bahsinde tah-rîc etmişlerdir.
Hadîs, namazda kıraat ve teşehhüdün hafif, rükû, sücût ve onlardan doğrulurkerv tume'nîneti, yâni azanın sükûnet bulacağı kadar durmayı u-zunca tutmaya delildir. Hadîsin ikinci rivayetinde -Takriben birbirine müsavi idi,» denilmesi, bazı fiillerin diğerlerinden biraz daha uzun olduğunu gösterir. Bu da kıyam hâline mahsustur. Teşehhüdde dahî mümkündür.
Nevevî’nin beyânına göre bu hadîs bazı ahvâle hamledilmiştir. Yoksa buraya kadar geçen hadîslerden ResMü\\ah (Satlallahü Aleyhi veSellem) 'in kıyamı uzatırdığı anlaşılmıştır. Hattâ sabah namazında alt-mışdan yüze kadar âyet, öğle namazında sûre-i secdeyi okurdu. O namaza durduğu vakit cemâatdan biri «Bakî'» tarafına kazâyi hacete gider; sonra evine dönerek abdest alır, mescide gider ve ilk rek'âta yetişebilirdi. Re-sûlüllah (Salialîahü Aleyhi ve Seltem) 'in akşam namazında «Tûr» ve «Mür-selât» sûrelerini, Buhar î'nin rivayetinde «Arâf» ve ona benzer sûreler okuduğu beyân edilmiştir. Bunlar gösteriyor M: Restitillah (Sallallahü Aleyhive Seltem) 'in zaman zaman kıraati uzattığı olurmuş. Binâenaleyh babımız hadîsleri bâzı vakitler mânâsına hamledilmiştir.
«Selâm vermekle, kalkıp gitme arasındaki oturuşunu takriben müsâ-vî buldum.» cümlesi Besûlüliah (Stttlaltakü Aleyhi ve SeUem) 'in namazdan selâm verdikten sonra orada bir parça oturduğuna delildir.
Kûfe'yi zapteden zâtın ismi hadîsin birinci rivayetinde tasrîh edilmemiş ise de, ikinci rivayette bunun Matar b. Naciye olduğu bildirilmiştir Ebû Ubeyde Hz. İbni Mes'üd oğludur.
195- (472) Bize Halef b. Hişâm rivayet etti. (Dedi M): Bişe mâd b. Zeyd, SâbitMen, o da Enes'den naklen rivayet etti. Enea demiş:
«Ben Resûlüllab (SallallahüAleyhiveSellem)" bize nasıl namaz kıl dırırken gördüysem size de öylece namaz kıldırmaktan geri kalmam.»
Sabit demiş İd: «Enes öyle bir yapardı ki, —onu sizin yaptığının g3r müyorum—. Başını rükuda nkaldırdığı vakit kendisini gören -unuttu gâliba» diyecek kadar ayakta dikilirdi. Secdeden başını kaldırdığı zaman dahî gören «unuttu galiba!» diyecek kadar dururdu.»
196- (473) Bana Ebû Bekir b. Nâfi' El-Abdî rivayet etti. (Dedi ki): Bize Behz rivayet etti. (Dedi ki): Bize Hammâd rivayet etti. (Dedi ki): Bize Sabit, Enes'den naklen haber verdi. Enes şöyle demiş: Ben, tamam olmak şartıyla Besûlüllah (Sailallahü Aleyhi ve Sellem) 'den daha kısa kıldıran bir kimsenin arkasında namaz kılmadım. Resûlüllah (Sailallahü Aleyhi ve Sellem) 'in namazı (fiilleri itibariyle) birbirine yalandı. Ebû Bekir'in namazı dahî (fiilleri itibariyle) birbirine yakındı. Ömerü'bnü'I-Hattâb halîfe olunca sabah namazını uzattı. Resûlüllah (Sailallahü Aleyhi ve Sellem)
«Sem ia İlâhûIim en hamiden» dediği vakit biz: Vehmetti galiba; diyecek kadar ayakta durur; sonra secde eder, iki secde arasında dahî bizler: Vehmetti galiba diyecek kadar otururdu.
Bu hadîsi Buhâri «Ezan» bahsinde bir iki yerde tahrîc etmiştir. Hz. Enes'in:
«Ben tamam olmak şartiyle Besûlüllah (Sailallahü Aleyhi ve Sellem) den daha kısa namaz kıldıran bir kimsenin arkasında namaz kılmadım.» demesiyle ayni hadîsde:
«Semia İlâhû limen Hamiden!» dediği vakit vehmetti galiba diyecek kadar ayakta dururdu.» sözü birbirine münâfi değildir. Çünkü rü-kûdan doğrulduktan sonra Besûlüllah (Sailallahü Aleyhi ve Sellem) 'in o-kuduğu duayı tertil ve huşu ile okumak insana unuttu zannını verecek kadar vakit alır. Besûlüllah (Sailallahü Aleyhi ve Sellem) 'in namazı yerine göre uzun ve kısa kıldırdığını az yukarıda görmüştük.
Bu Rivayetlerden Çıkarılan Hükümler:
1- Resûlüllah (Sailallahü Aleyhi ve Sellem) 'in kıyamla oturuş hâlinden mâda namaz fiilleri takriben biribirine müsavi idi. İbni Battâ1: «Bu sıfat cemaatla kılınan namazın en mükemmel şeklidir. Yalnız kılan ise rükû ve sücûtta kıyâmdakinden kat kat fazla kalabilir...»
demiştir.
Kurtubi dahî: «Bu hadîs namaz rükünlerinin birbirinden uzun fakat pek uzak olmadığına delildir. Yalnız kıyam müstesna! Çünkü Resû-lüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) onu uzatırdı.» demiştir.
Rükû'dan doğrulmanın uzun mu, yoksa kısa mı bir rükün olduğu ihtilaflıdır. Bazı Şâfülere göre kısa bir rükündür. Onu uzatmak namazda vacip olan Muvâlâtı (yâni her fiili diğerinin hemen peşinden yapmayı) ihlâl eder. Ve namazı bozar. Diğerlerine göre fatiha okumak gibi bir rükün olarak uzatmadıkça namaz bozulmaz.
2- İki secde arasında bir parça oturmak müstehaptır. îbni Kudâme'nin beyânına göre îmam Ahmed b. Hanbel iki secde arasında «Rabbî'ğfirlî» duasının tekrarlanmasını müstehâp görürmüş,
Hanefîler'e göre iki secde arasında mesnûn olan bir zikir yoktur. Zira iki secde arasında doğrulmak namazın maksût fiillerinden değil, o fiillere tebeân yapılır. Dâvûd-u Zahirî ile sair Zfihirlye ulemâsına göre iki secde arasında zikir farzdır. Kasden terk edilirse namaz bozulur.
3- Selâm verdikten sonra «Allahümme ente's-Selâmü» duasını o-kuyacak kadar oturmak müstehabdır.
39- İmama Tabi Olma ve Ondan Sonraki Ameller Babı
197- (474) Bize Ahmed b. Yûnus rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ztt-heyr rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ebû tshâk rivayet etti. H.
Bize Yahya b. Yahya da rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ebû Hayseme, Ebû İshâk'dan, o da Abdullah b. Yezîd'den naklen haber verdi. Abdullah şöyle demiş: Bana Berâ' anlattı - ki yalan söylemez bir zâttır -. Kendileri ResûlüIIah (SallaUahü Aleyhi ve Sellem) 'in arkasında namaz kılarlarmış. (Berâ' dedi ki): ResûlüIIah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) rükûdan başını kaldırdığı vakit o alnını yere koymadıkça hiç bir kimsenin belini eği ittiğin i görmedim. Sonra ResûlüIIah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in arkasındakiler secde ederek yere kapanırlardı.
198- (...) Bana Ebû Bekir b. Hallâd El-Bahİlî de rivayet etti. (Dedi ki): Bize Yahya (yâni İbni Sâid) rivayet etti. (Dedi ki): Bize Stifyân rivayet etti. (Dedi ki): Bana Ebû İshâk rivayet etti.* (Dedi ki): Bana Ab* dutiah b. Yezid rivayet etti. (Dedi ki): Bana Berâ'-ki yalancı değildir -rivayet etti. Berâ' şöyle dedi: ResûlüIIah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
«Semiaüâhû Iimen ha m id eh» dediği vakit kendileri secdeye varmadıkça bizden hiç birimiz belini eğiltmezdi. Ondan sonra biz de secdeye kapanırdık.»
199- (...) Bize Muhammed b. Abdirrahmân b. Sehm El-Antâkî [76] rivayet etti. (Dedi ki): Bize İbrahim b. Muhammed Ebû İshâk El-Fezârî, Ebû İshâk Eş-Şeybânî'den, o da Muharip b. Disâr'dan [77] naklen rivayet etti. Muharip şöyle demiş: Abdullah b. Yezidi minber Üzerinde şöyle derken işittim: Bize Berâ' rivayet etti ki. kendileri ResûlüIIah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ile birlikte namaz kılarlarmış. O rükû etti mi onlar da rükû ederlermiş. Berâ' demiş İd: Başını rükûdan kaldırarak:
«Semiallâhû limen hamideh» dediği vakit, yüzünü yere koyduğunu-görmedikçe ayakta dururduk, sonra ona tâbi olurduk.
200- (...) Bize Züheyr b. Harb ile tbni Nümeyr rivayet ettiler. Dediler ki: Bize Süfyân b. Uyeyne rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ebâa ve başkaları Hakem'den, o da Abdurrahman b. Ebî Leylâ'dan, o da Berâ'-dan naklen rivayet etti. Berâ' şöyle demiş: «Biz Peygamber (Sallallahö Aleyhi ve Sellertı) ile birlikte (namaz kıldığımız vakit) onun secde ettiğini görmedikçe hiç birimiz belini eğiltmezdi.
Züheyr dedi ki: Bize Süfyân rivayet etti. Dedi ki: Bize Kûfeliler Eban ve başkaları rivayet etti. Ebân: «Onun secde etliğini görünceye kadar» dedi.
201- (...) Bize Muhriz b. Avn b. Ebî Avn [78] rivayet etti. (Dedi ki): Bize Halef b. Hatifete'l-Eşcaî [79] Ebû Ahmed, Ali Amr D. HttreyY-in azatlısı Velîd b. Serî'den, o da Amr b. Hureys'den naklen rivayet elti. Amr şöyle demiş: Peygamber (Sallallahü Aîeyhi ve Seltemiln arkasnvda sabah namazını kıldım da onun âyeni okuduğunu işittim. Bizden hiç birimiz o tamamiyle secdeye varmadıkça belini eğiltmezdi.
Bu hadîsi Müslim Hz. Berâ' İbni Âzîb 'den muhtelif tarîklerle rivayet ettiği gibi, Buhârî «Ezan» ve «Namaz» bahislerinde; Ebû Dâvûd, Tirmizî ve Nesaî dahi «Namaz» bahsinde muhtelif râvîlerden rivayet etmişlerdir.
«Yalan söylemez bir zâttır.» Sözünü hangi râvîlerin söylediği ihtilaflıdır. Yahya b. Maîn ile Humeydî ve îbn ül-Cevzî'ye göre bu sözü söyleyen Ebû îshâk 'dır. Bununla Abdullah b. Yezîd'in yalan söylemediğine işaret etmiştir. İşareti Hz. Berâ'e ait zannetmemelidir. Çünkü Berâ' (Radiyaîlahû anh) Sahâbîdir. Sahabeyi kiramın ise tezkiyeye ihtiyaçları yoktur.
Hatîb-i Bağdadî: «Eğer bu söz fshâk'ınsa Abdullah b. Yezîd hakkındadır; Abdullah'ın ise Berâ'e aittir.» demiştir.
Hattâbî dahî: Bu söz râvî hakkında bir töhmet icâb etmez. O ancak doğruluğun hakikatini ifâde eder. Zîrâ bir ravînin iyice bilinmesini ve rivayet ettiği hadîsle amel edilmesini istedikleri vakit râvîlerin âdeti böyle te'kîdler yapmaktı. Meselâ Ebû Hüreyre: Sâdık ve mnsdûk olan Halîlimden işittim; derdi...» demektedir.
Kaadî îyâz dahî ayni yoldan giderek: «Râvî bu sözle tâ'diîi kasdetmemiştir. O bununla hadîsi takviye etmek istemiş ve hadîsi hiç bir suretle müttehem olmayan Berâ' îbni Âzib’in rivayet ettiğini söylemiştir.» demiştir.
Nevevî: «Bu sözün mânâsı: Hadîsi bana Berâ' rivayet etti. Bilirsiniz ki Berâ' müttehem olmayan bir zâttır. Binâenaleyh size ondan rivayet ettiğim hadîslere îtimâd edin! demektir.» diyor.
Bu söylenenlerden anlaşılıyor ki «Yalancı değildir.» sözü Hz. Berâ' hakkında söylenmiştir. Nitekim hadîsin ikinci rivayetinde Abdullah b. Yezîd'in: «Bana Berâ' rivayet etti - ki yalancı değildir. -» demiş olması da bunu gösterir. Bir de hadîsde Berâ' dan sonra zikredilen (Hüve) zamîri kaide îcâbı zikredilen isimlerin en yakınma ait olur (ki o da Berâ') dır.
Yahya. b. Maîn'in Hz. Berâ'i yalandan tenzih etmesi Abdullah b. Yezîd dahî sahabeden olduğu halde onun hakkında bir şey söylememesi Hz. Abdullah'in sahabeden olup olmadığına ihtilâf edildiğindendir. Yahya b. Maîn onun sahâbi olduğunu kabul etmemiştir. Filhakika bâzıları onun sahâbî olmadığını söylemiş; imam Ahmed, Ebû Hatim ve Ebû Dâvûd bu bâbda tevakkuf ederek bir şey söylememişler. İbni Abdi I-berr, Dâre Kutnî ve diğer hadîs ulemâsı onun sahâbî olduğunu isbât etmişlerdir.
Hz. Abdullah'in bu hadîsi rivayet etmesine sebeb Taberân î'nin rivayetine göre, Kûfe'de vali bulunduğu şuralarda cemaata namaz kıldırması ve cemâatin imamdan evvel rükû ve secdeye varmaları, başlarını imamdan önce kaldırmalarıdır.
Hadisi Şeriften Çıkarılan Hükümler:
1- Cemâatin bütün namaz fiillerinde imama tâbi olmaları icâbeder. İbnül-Cevzî bu hadîsle istidlal ederek: «İmam bir rüknü tamamlamadıkça cemâat ona uyamaz.» demişse de bu söz doğru değildir. Çünkü imam bir rüknü tamamladıktan sonra ona uyan cemaat o rükünde imama tâbi olmuş sayılamaz. Hadîsin mânâsı: Bir rükne imam başladıktan sonra cemâat ta başlar, ve ikisi de aynı rükûne iştirak ederler; demektir.
2- Bâzıları rükû ve secdelerle onlardan doğrulduktan sonra yapılacak tâ'dili erkânın uzun tutulmasına, bununla istidlal ederlerse de bu cihete delâlet yoktur.
3 - İmamın fiillerine tâbi olmak için cemâatin namazda imama bakması caizdir.
4- îmam secdeye varmadan cemâatin secdeye gitmemesi sünnettir.
5- Şâfiîlere göre bu bâbdaki rivayetlerin mecmuu, cemâatin her rükünde imamdan biraz geri kalmalarının sünnet olduğunu gösterir.
40- Namaz Kılanın Rüküdan Başını Kaldırdığı Vakit Ne Okuyacağı Babı
202- (476) Bize Ebû Bekir b. Ebf Şeybe rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ebû Muâviye üe Vekf, A'meş'den, o da Ubeyd b. Hasen'den [80], o da İbni Ebî Evfâ'dan [81] naklen rivayet etti. Demiş ki: Resûlüllah (Sailallahü Aleyhi ve Sellem) belini rükûdan doğrulttuğu vakit:
«Allah kendisine ha m deden in hamdini kabul eder. Allah'ım! Ey Rab-bimiz! göklerle yer dolusu ve onlardan maada dilediğin her şey dolusu ha m d ancak sana mahsustur.» derdi.
204- (...) Bana Muhammed b. El-Müsennâ ile İbni Beşşâr rivayet ettiler. İbnü'l-Müsennâ dedi ki: Bize Muhammed b. Câ'fer rivayet etti. (Dedi ki): Bize Şu'be, Mecze'etü'bnü Zâhir'den [82] rivayet etti. Demiş kî; Ben Abdullah b. Ebî Evfâ'yı Peygamber (Sallailahü Aleyhi ve Sellem) den naklen rivayet ederken dinledim. Resûlüllah (Sallailahü Aleyhi ve Sellem) rükûdan doğruldukta:
«Allah'ım şano göklerle yer ve onlardan mâda dilediğin her şey dolusu hamd olsun. Allah'ım beni kar, dolu ve soğuk suyla temizlet Yârabbl Beni günah ve hatalardan, beyaz elbisenin kirden paklandığı gibi temiz pak eyle.» dermiş.
(...) Bize Ubeydullah b. Muâz rivayet etti. (Dedi ki): Bize babam rivayet etti. H.
Dedi İd: Bana da Züheyr b. Harb rivayet etti. (Dedi ki): Bize Yezîd b. Hârûn rivayet etti. Bunların ikisi de Şu'be'den bu isnâdla rivayet etmişlerdir. Muâz'ın rivayetinde:
«Beyaz elbisenin kirden paklandığı;» Yezidin rivayetinde ise: «kirden paklandığı gibi»
205- (477) Bize Abdullah b. Abdirrahman Ed-Dârimî rivayet etti. (Dedi ki): Bize Mervân b. Muhammed Ed-Dimeşkî haber verdi, (Dedi ki): Bize Saîd b. Abdilâzİz, AtiyyettiTraü Kays'den, o da KazVdan, o da Ebû Saîd-i Hudrî'den naklen rivayet etti. Şöyle demiş: Resûlttllah (SdtiaÜahÜ Aleyhi ve Sellem)h&şmı rükûdan kaldırdığı vakit:
«Ey Rabbimiz! Göklerle, Yer ve onlardan mâda dilediğin her şey dolusu hamd ancak sana mahsustur. Ey Mecdü senaya lâyık olan AUâh«n! kulun —ki hepimiz sana kuluz— söyiiyeceği en lâyık söz şudur: Allah'ım senin verdiğine mâni olacak yoktur. Senin vermediğini verecekde yoktur. Senin katında hiç bir varlık sahibine varlığı fayda verecek değildir.» derdi.
206- (478) Bize Ebû Bekir b. Eb! Şeybe rivayet etti. (Dedi ki): Bize Hüşeym b. Beşîr rivayet etti. (Dedi ki): Bize Hişâm b. Hassan, Kays b. Sa'd'dan, o da Atâ'dan, o da İbni Abbâs'dan naklen haber verdi ki Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) başını rükûdan kaldırdığı vakit:
«Allah'ım! Ey Rabbimiz, göklerle yer ve onların arasındaki her sey, onlardan sonra dilediğin her sey dolusu hamd ancak sana mahsustur. Ey Mecdüsenâya lâyık olan Allah'ım! Senin verdiğine mânı' olacak yoktur. Vermediğini verecek de yoktur. Senin katında hiç bîr varlık sahibine varlığı fayda verecek değildir.» dermiş.
(...) Bize İbni Nümeyr rivayet etti. (Dedi ki): Bize Hafs rivayet etti. (Dedi ki): Bize Hişâm b. Hassan rivayet etti.
(Dedi ki): Bize Kays b. Sa'd, Atâ'dan, o da İbni Abbâs'dan, o da Peygamber (Sallallahü Aleyhi ye Sellem) 'den bu hadisi:
«Onlardan mâda dilediğin her şey dolusu» cümlesine kadar rivayet etti. Sonrasını zikretmedi.
Hadis-i şerif bütün rivâyetleriyle Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in rükûdan doğrulduktan sonra okuduğu duaları göstermektedir.
Hattâbî'nin beyânına göre Peygamber (Sallaltahü Aleyhi ve Sellem) Efendimizin:
«Göklerle yer ve ondan sonra vûcûd bulmasını dilediğin her şey dolusu hamd ancak sana mahsustur.» demesi; hamdin çokluğunu temsil suretiyle ifâdedir. Yâni Allah'a yapılan hamdler cisim olsalar göklerle yeri doldururdu, demektir. Bâzıları: «Bu cümleden murâd hamdın sevabıdır.» demişlerdir. Bununla mezkûr kelimenin büyüklüğü de murâd edilmiş olabilir.
«Ve ondan sonra vücûd bulmasını dilediğin herşey dolusu hamd sana mahsustur.» cümlesi bazılarına göre kulun bütün gücünü sarf ettikten sonra yine hakkıyle hamd etmekten âciz kaldığını itiraftır. Zira gökler dolusu hamd bir insanın yapabileceği mikdârın en sonudur. Fakat Allah*-a hamd hakîkatta bununla da sona ermediği için ondan Ötesini Resûlül-lah (Sallallahti Aleyhi ve Sellem) Allah'ın meşîetine hâvâle ve bu sebeple kendisine Ahmed isminin verilmesine hak kazanmıştır.
Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) efendimiz: «Allah'ım beni kar, dolu ve soğuk suyla temizle!» buyurması, kendisinin günah ve hatalardan temizlenmesi hususunda mübalağa için yapılmış bir istiaredir.
Hadîsde geçen «Zünûb» ve «Hatâya» kelimeleri birbirinin atfı tefsiri de olabilirler. Hatâyâdan kulun Allah'a karşı, zünûbdan da kulun kula karşı işlediği suçlar kastedilmiş olmak ihtimâli de vardır.
«Vesah, deren, denes» tâbirleri aynı mânâya gelirler. Bunlardan mu-râd kir ve pastır. Hadîsin bu cümlesi:
«Yâ Rabbî beni kirden ve pastan dolayı dikkatle yıkanan beyaz elbise temizler gibi itinalı ve tam bir taharetle temiz kıl!» demektir.
Beyaz elbisenin hassaten zikredilmesi, beyaz renkte temizlik daha çok belli olduğu içindir. Peygamber (SJlallahü Aleyhi ve Sellem) 'in günahlardan temizlenmesi hususunda kar, dolu ve soğuk su diye üç şey zikretmesi mağfiretin nevilerini temsil içindir. Bu söz: «Yârabbî, günahları mahveden bütün mağfiret nevileri ile şu saydığım üç temizlik vasıtası kir ve pasları nasıl temizlerse beni Öyle temizle!» mânâsına gelir. Suyu en son zikretmesi mağfiretten sonra rahmetin şümulüne işaret içindir. Çünkü temizlik hususunda en şümullü vâsıta sudur.
Sıcak su kiri ve pası daha iyi temizlediği halde, burada soğuk suyun zikredilmesi, kelimelerde mücânesete riâyet içindir. Bir de azap hararetini söndürmek için en münâsip vâsıta soğuk sudur.
«Ey Mecdüsenâya lâyık olan Allah'ım!» ifadesi meşhur kavle göre bir nida cümlesidir. Bâzıları: «Sen Mecdüsenâya ehilsin» mânâsına müp-tedâ ve haber cümlesi olabileceğini söylemişlerdir.
Sena: Medih ve güzel tavsif demektir. Mecd: Azamet ve son derece büyük şeref mânâsına gelir. Kadı lyâz'ın beyânına göre bâzı rivayetlerde mecd kelimesinin yerine hamd denilmiştir. Mânâ itibariyle bu da doğru olmakla beraber meşhur olan rivayet birincisidir.
«Ki hepimiz sana kuluz.» ifâdesi, ehemmiyetinden dolayı araya sıkıştırılmış bir itiraz cümlesidir. Bu kaldırılınca mânâ şöyle olur:
«Kulun söyliyeceği en lâyık söz : Allah'ım senin verdiğine mâni olacak yoktur. Vermediğimde verecek yoktur.»
Bir kul için söylenecek en lâyık sözün bu olması, bütün umurunu Allah'a tefviz etmesi, Allah'ın varlığını ve birliğini itirafı, hayrın, şerrin ondan geldiğini, kuvvet ve kudreti o halk ettiğini, dünyâya ehemmiyet vermeyip sâlih ameller peşinde koşmanın lüzumunu tazammun ettiği i-çindir.
Hadîsin son cümlesinde zikri geçen «Cedd» kelimesi «Cidd» şeklinde de rivayet edilmiştir. Bu rivayet zayıf olmakla beraber mânâ itibariyle doğrudur. Bâzıları: «Bu takdirde hadîsin mânâsı: Çalışkanın çalışması senin indinde kendisine bir fayda temin etmez. Ona ancak senin rahmetin fayda verir; kendisini o kurtarır.» demektir, şeklinde tefsirde bulunmuş, bir takımları «Cidd» in acele etmek mânâsına geldiğini söylemişlerdir. Bü takdirde mânâ: «Senden kaçmak için acele davranan kimsenin kaçışı kendisine bir fayda vermez. Çünkü dâima senin kabzayı kudretindedir.> demek olur.
Kelimenin sahîh ve meşhur olan kıraati «Cedd» dir. Cedd: Baht, zenginlik, azamet ve sultan mânâlarına gelir. Buna göre hadîsin mânâsı: «Dünyâda mal, evlât, azamet ve saltanatla bahtiyar olan bir kimseyi bu bahtiyarlığı senin azabından kurtaramaz. Onu kurtaracak olan ancak sa-lih amelleridir.» demek olur.
Hadisi Şeriften Çıkarılan Hükümler:
1- Rükû'dan doğrulduktan sonra Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seîîem) 'in yaptığı şekilde zikirde bulunmak müstehabdır.
2- Tâ'dili erkân vâcibdir. Mamafih, bu mesele ulemâ arasında ihtilaflıdır.
3- Tesmi' ile tahmîd (yâni Semiallâhü limen Hamideh ile Rabbena lekel Hamd demek) her namaz kılana müstehabtır. Hanefîlere göre tes-mîi yalnız imamın, tahmîdi de yalnız cemâatin yapacağını yukarıda görmüştük.
4- Kulun yapacağı en faziletli dualardan biri Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in' tâlim buyurduğu:
«Allah'ım senin verdiğine mâni olacak yoktur, ilâh. .»duâsıdır.
41- Rükü' ve Sücud'da Kur'an Okumaktan Nehi Babı
207- (479) Bize Saîd b. Mansûr ile Ebû Bekir b. Ebî Şeybe ve Zü-heyr b. Harb rivayet ettiler. Dediler ki: Bize Süfyân b. Uyeyne rivayet etti. (Dedi ki): Bana Süleyman b. Sühaym [83], İbrahim b. Abdillâh h Ma'bed'den [84], o da babasından, o da İbni Abbas'dan naklen haber verdi. İbni Abbâs şöyle demiş: Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) perdeyi açtı [85]. Halk Ebû Bekir'in arkasında saff olmuşlardı. (Bunu görünce):
«Ey nâs! Şu muhakkak ki müslümanın göreceği yahut ona gösterilecek salih rüyadan başka peygamberliğin müjdecilerinden hiç bir şey kalmamıştır. Dikkat edin kil Ben rükû veya secde halinde Kur'an okumaktan nehy olundum. Rükû da Allah Teâlâ'yı ta'zim edinl secdede ise duâ etmeye çalışın! Zİra secde halinde duanızın müstecâb olması pek me'mûldür.» buyurdular.
208- (...) Ebû Bekir dedi ki: Bize Süfyân, Süleyman'dan rivayet etti. (Demiş ki): Bize Yahya b. Eyyûb rivayet etti. (Dedi ki): Bize İsmail b. Câ'fer rivayet etti. (Dedi ki): Bana Süleyman b. Sühaym, İbrahim b. Abdillâh b. Ma'bed b. Abbâs'dan, o da babasından, o da Abdullah b. Abbâs'dan naklen haber verdi. Şöyle demiş: Kesûlüllah (Sallatlahü Aleyhi ve Sellem) perdeyi açtı. Vefatına müncer olan bu hastalığında başı sarılı idi. Ve üç defa:
«Allah'ım, tebliğ etti m m i?» dedi (sonra şunları ilâve etti):
«Hiç şüphe yok ki sâlih bir kulun göreceği yahut kendisine gösterileceği rüyadan başka Peygamberliğin müjdecilerinden hiç bir şey kalmamıştır.»
Bundan sonra râvî Süfyân hadîsi gibi rivayette bulunmuş.
210- (...) Bize Ebû Küreyb Muhammed b. El-Alâ' rivayet etti. (Dedi ki): Ebû Üsâme, Velİd (yâni tbni Kesir) den rivayet etti. (Demiş ki): Bana İbrahim b. Abdillâh b. Huneyn, babasından rivayet etti, o da Alî b. Ebî Tâlib'i şöyle derken işitmiş: «Resûlüllah (Salialtahü Aleyhi ve Sellem) beni rükû veya secde halinde Kur'an dkumaktan nehyettİ.»
211- (...) Bana Ebû Bekir b. îshâk da rivayet etti. (Dedi ki): Bize tbni Ebî Meryem haber verdi. (Dedi ki): Bize Muhammed b. Câ'fer haber verdi. (Dedi ki): Bana Zeyd b. Eşlem, İbrahim b. Abdillâh b. Hu-neyn'den, o da babasından, o da Alî b. Ebî Tâlib'den naklen haber verdi ki, şöyle demiş: «Resûlüllah (Salktîlahü Aleyhi ve Sellem) rükû ve 8Ü-cûdda Kur'an okumaktan beni nehyetti. Sizi nebyetti demiyorum.»
212- (...) Bize Züheyr b. Harb ile tshâk rivayet ettiler. (Dediler ki): Bize Ebû Âmir El-Akadî haber verdi. (Dedi ki): Bize Dâvûd b. Kays [86] rivayet etti. (Dedi ki): Bana İbrahim b. Abdillâh b. Huneyn, babasından, o da tbni Abbâs'dan, o da Ali'den naklen rivayet etti. Ali: «Habfbim (SallallahU Aleyhi ve Sellem) beni rükû veya secde halinde Kur'an okumaktan nehyetti.» demiş.
213- (...) Bize Yahya b. Yahya rivayet etti. (Dedi ki): Mâlik'e, Nafi'den dinlediğim şu hadîsi okudum. H.
Bana İsa b. Hammâd EI-Mısrî [87] de rivayet etti. (Dedi ki): Bize Leys, Yezîd b. Ebî Habîb'den naklen haber verdi. H.
Dedi ki: Bana da Harun b. Abdillâh rivayet etti. (Dedi ki): Bize İb-ni Ebî Füdeyk rivayet etti. (Dedi ki): Bize Dahhâk b. Osman rivayet etti. H.
Dedi ki: Bize de EI-Mukaddemî rivayet etti. (Dedi ki): Bize Yahya (yâni El-Kattân), İbni Aclân'dan naklen rivayet etti. H.
Bana Harun b. Saîd El-Eylî dahi rivayet etti. (Dedi ki): Bize Jbni Vehb rivayet etti. (Dedi ki): Bana Üsâmetü'bnü Zeyd rivayet etti. H.
Dedi ki: Bize Yahya b. Eyyûb ile Kuteybe ve İbni Hücr de rivayet ettiler. (Bunlar) İbni Câ'fer'i kastederek: Bize İsmail rivayet etti, dediler, (tsmâil demiş ki): Bana Muhammed -ki îbni Amr'dır- haber verdi. H.
Dedi ki: Bana da Hennâd b. Seriy rivayet etti. (Dedi ki): Bize Abde, Muhammed b. İshâk'dan rivayet etti.
Bu râvîlerin hepsi İbrahim b. Abdillâh b. Huneyn'den, o da babasından, o da Alî'den, o da Peygamber (Sallallahii Aleyhi ve Sellem) 'den naklen rivayet etmişlerdir. Ancak Dahhâk ile İbni Aclân, Alî'den İbni Abbâs'ın da rivayet ettiğini ziyâde eylemişler ve hepsi: «Peygamber (Sallallahii Aleyhi ve Selle m) rükûda bulunduğu halde Kur'ân okumaktan beni nehyetti.» demişler. Fakat rivayetlerinde Zührî, Zeyd b. Eşlem, Velîd b. Kesîr ve Dâvûd b. Kays'ın dedikleri gibi: «Secde hâlinde kıraatten nehyettiğini söylememişlerdir.»
(...) Bize bu hadîsi Kuteybe dahî Hatim b. İsmail'den [88], o da Câ'-fer b. Muhammed'den [89], o da Muhammed b. El-Münkedir'den, o da Abdullah b. Huneyn'den, o da Alî'den naklen rivayet etti. Ama secde hâlinde Kur'ân meselesini zikretmedi.
214- (481) Bana Amr b. Ali de rivayet etti. (Dedi ki): Bize Muhammed b. Câ'fer rivayet etti. (Dedi ki): Bize Şu'be, Ebû Bekir b. Hafs'-dan, o da Abdullah b. Huneyn'den, o da İbni Abbâs'dan naklen rivayet etti ki: İbni Abbâs: «Rükû halinde bulunduğum zaman Kur'ân okumaktan nehyolundum.» demiş.
Râvî isnâtda Alî'yi zikretmemişdir.
Bu rivayetlerin mecmuu rükû ve secdelerde Kur'ân okumanın memnu olduğunu bildirmektedirler. Ulemâya göre bundaki hikmet şudur: Rükû ve sücûd halleri kulun tevâzûunu ifade eder. Onun için bu haller zikre tahsîs edilmişlerdir. Binâenaleyh aynı halde Kelâmullah ile mahlûkun sözleri müsavi tutularak beraberce zikredilmeleri mekruh görülmüştür. ResûlüUah (Sallallahü A leyhi ve Sellem) :
«Nübüvvetin müjdecilerinden muslumanın göreceği sâlih ru'yâdan başka bir şey kalmamıştır.» buyurarak kendilerinin vefatıyla nübüvvet alâmetlerinin sona ereceğine işaret etmiştir. Sâlih rü*yâdan muradı mutlaka gerçek rü'yâ değil, mülayim ve muvafık olan rü'yâdır. Çünkü sâdık rü'yâ bazen elem verici olabilir. Halbuki müjde arzu edilen bir şey vücut bulduğu zaman yapılır. Böyle bir rü'yânın müslümana taksîs edilmesi müslümanın sadık rü'yâ görmesi hususundaki hâli Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in haline uyduğu içindir.
ResûlüUah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Efendimizin:
«Ben secde veya rükû hallerinde Kur'ân okumaktan nehyolundum»
buyurması, zahirde hitabın kendisine mahsus olduğunu gösteriyorsa da, hakîkatta bu hitâb bütün ümmete şâmildir. Çünkü Resûl-i Ekrem (Sallaliahii Aleyhi ve Sellem) ancak kendisine tâbi olunmak için gönderilmiştir. Nehyin ona mahsus olmadığına, rükû hâlinde Allah'ı tazîm, secdede ise duâ etmelerini ashabına emretmesi de göstermektedir. Bu hallerdeki ta'zîra ve duaların ne şekilde yapılacağı ve ulemânın bu bâbdaki sözleri inşaallah bundan sonraki bâbda görülecektir.
Hz. Ali (Radiyalîahû anh)m: Besû1üI1ah (SallallahüAleyhi ve Seilem) rükû ve sücûd hâlinde Kur'ân okuraakdan beni nehyetti. Sizi nehyetti demiyorum.» şeklindeki ifâdesi nehyin ona mahsus olduğunu anlatmak için değil, Resûlüllah (Sallaîlahü Aleyhi ve Seîlem) 'den işittiği gibi naklettiğini göstermek içindir. Binâenaleyh hüküm bütün ümmete şâmildir.
Hadîsin bir rivayetinde senedden İbni Abbâs Hazretleri iskât edilmiştir. Bu rivayet daha mahfuzdur. Bâzı rivayetlerde İbni Abbâs hazretlerinin zikredilmesi, bazılarında edilmemesi hadîsin sıhhatına tesîr etmez. Çünkü râvînin hadîsi bir defa îbni Abbâs vasıtasıyla Hz. Alî 'den, başka bir defa da bizzat Ali (Radiyalîahû anh) "dan işitmiş olması mümkündür.
Hadîs-i Şerif, rükû ve sücûd hallerinde Kur'ân okumanın memnu olduğuna delildir. Rükûda yapılacak vazîfe teşbih, sücûdda ise teşbih ve duadır.
Hanefîlere göre namazın bir rüknünde namaz fiiHeri cinsinden bir şey ziyâde etmek secde-i sehiv îcâbeder.
Şâfiîlere göre rükû ve sücûdda fatihadan başka bir sûre veya âyet okumak mekrûhdur. Fakat namaz bozulmaz. Fatiha okumaya gelince, bu hususta Şâfîîlerden iki kavil rivayet olunur. Birinci kavle göre fatiha ile başka sûre arasında fark yoktur. Binâenaleyh fatiha okumak da mekruh-dur. Yalnız namazı bozmaz. îkinci kavle göre fatihayı kasden okumak haramdır, namazı bozar. Sehven okumak mekruh değildir. Fakat, gerek kasden, gerekse sehven okunduğu takdirde imam Şâfiîye göre secde-i sehiv lâzım gelir.
42- Rükü ve Sücüdda Okunacak Dualar Babı
215- (482) Bize Hârûn b. Mâ'rııf İ]e Amr b. Sevvâd rivayet ettiler. Dediler ki: Bize Abdullah b. Vehb, Amr b. Harîs'den, o da Umâratü'bnü Gaziyye'den, o da Ebû Bekir'in azatlısı Sümey'den naklen rivayet etti. Sümey, Ebû Salih Zekvân'ı, Ebû Hüreyre'den rivayet ederken dinlemiş. Resûlüllah (Salîaîlahü Aleyhi ve Sellem) :
«Kulun rabbine eh yakın olduğu hâl secdede bulunduğu hâldir. Binaenaleyh sız (secdede) duayı çok edin!» buyurmuşlar.
216- (483) Bana Ebü't-Tâhir ile Yûnus b. Abdü Âlâ rivayet ettiler. Dediler ki; Bize tbni Vehb haber verdi. (Dedi kî): Bana Yahya b. Eyyûb, Umâratü'bnü Gaziyye'den, o da Ebû Bekir'in azatlısı Sümey'den, o da Ebû Sâtih'den, o da Ebû Hüreyre'den naklen haber verdi ki, Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) sücûdunda:
«Allah'ım günahımın hepsini, küçüğünü büyüğünü, evvelini âhirini, aşikârını ve gizlisini bana bağışla» dermiş.
217- (484) Bize Züheyr b. Harb ile İshâk b. İbrahim rivayet etti-ler. Züheyr dedi ki: Bize Cerîr, Mansûr'dan, o da Ebu'd-Duha'dan [90], o da MesrûVdan, o da Âişe'den naklen rivayet etti. Âişe şöyle demiş: Be-sûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seltetn) rükû ve sücûdunda:
«Allah'ım, seni tesbîh ederim. Ey Rabbimiz! Seni hamdİnle tahmîd eyleriz. Allah'ım beni mağfiret eyle!» Teşbihini çok söylerdi. Bununla Kur'ân'a imtisal buyururdu.
218- (...) Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeybe ile Ebû Küreyb rivayet ettiler. Dediler ki: Bize Ebû Muâviye, A'meş'den, o da Müslim'den, o da Mesrûk'dan, o da Âişe'den naklen rivayet etti. Âişe şöyle demiş: Resû-lüllah (Salkdlahü Aleyhi ve Sellem) vefatından önce:
«Seni ha md inle teşbih eylerim. Mağfiretini diler, sana tevbe ederim.» duasını çok okurdu.
Ben: «Yâ Resulüllah! Yeni ihdas edip söylemekte olduğunu gördüğüm bu kelimeler nedir?» dedim.
«Ümmetim hakkında bana bir alâmet verildi. Onu gördü m mü ben bu kelimeleri söylerim. (O alâmet) sonuna kadar nasr süresidir.» buyurdular.
219- (...) Bana Muhammed b. Râfi* rivayet etti. (Dedi ki): Bize Yahya b. Âdem rivayet etti. (Dedi ki): Bize Muladdâl [91], A'meş'den, o da Müslim b. Subeyh'den, o da Mesrûk'dan, o da Âişe'den naklen rivayet etti. Âişe şöyle demiş: Kendisine nasr sûresi indikten sonra Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in bir namaz kılıp ta duâ etmediğini, yahut o namazda:
«Seni hamdine bürünerek teşbih eylerim yâ Rabbî! Beni affeyle Allah'ım!» demediğini görmedim.
220- (...) Bana Muhammed h. EI-Müsennâ rivayet etti. (Dedi ki): Bana Abdül Âlâ rivayet etti. (Dedi ki): Bize Dâvûd, AnûVden, o da Mesrûk'dan, o da Aîşe'den naklen rivayet etti. Âişe şöyle demiş: Resû-lüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):
«Allah'ı, hamdine bürünerek teşbih eylerim; Allah'tan mağfiret diler, O'na tevbe ederimi» sözlerini çok söylüyordu.
Ben: Yâ Resûlüllahî Görüyorum ki: «Allâhı hamdine bürünerek teşbih eylerim; Allah'dan mağfiret diler, O'na tevbe ederim.» sözlerini çok söylüyorsun... dedim. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
«Rabbim bana ümmetim hakkında bir alâmet göreceğimi haber verdi. Ben onu gördüntmü: Allah'a hamdine bürünerek tesbîh eylerim; Allah'dan mağfiret diler, ona tevbe ederim; sözlerini çok söyleyeceğim. İşte o alâmeti gördüm: (Alâmet şudur) Allah'ın yardımı ile fetih yâni Mekke'nin fethi geldiğinde, sende insanların takım takım Allah'ın dinine girdiklerini gördüğünde hemen habîbinin hamdine bürünerek teşbih et; ve ondan mağfiret dile! Çünkü Allah tevbeleri çok kabul edicidir.» buyurdular.»
221- (485) Bana Hasen b. Alî El-Hulvânî İle Muhammed b. Bâfî' rivayet ettiler. Dediler ki: Bize Abdürrazzâk rivayet etti. (Dedi ki): Bize tbni Cüreyc haber verdi. Dedi ki: Atâ'ya: «Sen rükûda ne okursun?» diye sordum, dedi ki: «Seni hamdine bürünerek teşbih eylerim; senden başka ilâh yoktur; sözlerini bana İbni Ebî Müleyke, Âişe'den naklen haber verdi. Aişe demiş ki: Bir gece Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Seliem)i kaybettim. Kadınlarından birinin yanına gittiğini zannederek onu araştırdım, sonra döndüm. Bir de baktım ki, o rükû'a yahut secdeye varmış:
«Seni hamdine bürünerek teşbih eylerim, senden başka hiç bir ilâh yoktur.» diyor. Bunun üzerine: «Annem babam sana feda olsun: Ben ne hâl peşindeyim, sen ne hâldesin!» dedim.
222- (486) Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeybe rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ebû Üsâme rivayet etti. (Dedi ki): Bana Ubeydullah b. Ömer, Mu-hammed b. Yahya b. Habbân'dan, o da A'rac'dan, o da Ebû Hüreyre'den, o da Âişe'den naklen rivayet etti. Âişe şöyle demiş: Bir gece Besû-lüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seliem) 'i yataktan kaybettim de kendisini a-raştırdını. Derken elim, secdegâhında iken onun ayaklarının altına dokunu verdi. Ayakları dikilmiş; kendisi:
— «Allah'ım senin gadabından senin rızana; Azabındanda affına sığınırım! Hem senden sana sığınırım!» Sana karsı senayı bttiremem! Sen kendini nasıl sena ettinse öylecesin!» diyor.
223- (487) Bize Ebû Bekir b. Eb! Şeybe rivayet etti. (Dedi ki) :Bize Muhammed b. Bİşr El-Abdî rivayet etti. (Dedi ki): Bize Saîd b. Ebt Arûbe Katâde'den, o da Mutarrif b. Abdillâh b. Şıhhîr'dan, naklen rivayet etti. Mutarrife de Aişe haber vermiş ki, Resûlüllah (Sallaüahsal ve Sellem) rükû' ve sücûdunda:
«Münezzehsin! Mukaddestin! Meleklerle ruhun Rabbisinl (Allah'tı dermiş.
224- (...) Bize Muhammed b. EI-Müsennâ rivayet etti. (Dedi k Bize Ebû Dâvûd [92] rivayet etti. (Dedi ki): Bize Şu'be rivayet etti. (Dedi ki): Bana Katâde haber verdi. Dedi ki: Mutarrif b. Abdillâfa b. Şı hîr'den dinledim.
Ebû Dâvûd: «Bana da Hişâm, Katâdeden, o da Mutarrif den, o < Aişe'den, o da Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'den naklen bu h dlsi rivayet etti.» demiş. Bu rivayetler Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)in rükû m sücûdda okuduğu teşbih ve duaları göstermektedirler. Hz. Aişe hadîsini Buhâri «Kitâbii'I-Ezân-, -Kitâbül-Meglzî-, «Kitâbü's-Salât» ve -Kitâbü't-Tefsîr- de, Ebû Dâvûd, Ne saî ve İbni Mâce dahi «Kitâbü's-Salât» da tahrîc etmişlerdiı Bu bâbda daha başka rivayetler de vardır. Kulun Allah Teâlâ'ya yakınlığından murad, onun rahmetine yaku olmasıdır. Besûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in duaya teşvik buyurması da bundandır. Fahri Kâinat (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Efendimizin hiç bir günâhı olmadığı halde bütün günahlarının azını çoğunu, evvelini âhirini, aşikârını ve sırrım tasrih buyurmak suretiyle affını istemesi onun kemâli ubudiyetinden ve dâima Allah Teâlâ'ya muhtaç olduğunu îtiraf kabüindendendir. Nitekim: «Sana karşı senayı brtiremem, sen kendini nasıl sena ettin«e Öytecesin» buyurması da onun tarafından bir i'tirafı aczdir. Yâni: «Yârabbi ben sana ne kadar sena etsem lâyık olduğun senayı yapmaya kudretim yetmez,» diyerek senanın adet ve mikdârını tâyine gücü yetmiye-ceğini itiraf ile tafsilâtını ilmi her şeyi muhit olan AUâhu zülcelâTe havale etmiştir. Zira Teâlâ hazretlerinin sıfatlarına nihayet olmadığı gibi, ona yapılacak senanın da sonu yoktur. Çünkü sena Allah'ın sıfatlarına tâbidir. Kul hamdü sena hususunda ne kadar takat sarfederek mübalâğa gösterse de Allah'ın azamet ve şanı,, sıfatları, fadlü ihsanı onun senasından yine daha vâsi1 ve çoktur. İmam Mâ1ik'e göre; bunun manâsı: Yâ Rabb ben ne kadar çalışsam yine senin nimetlerini ve ihsanlarını sayıp bitiremem; demektir. Teşbihin mânâsı: Allah Teâlâ'yı her türlü noksanlıklardan tenzih demek olduğunu yukarıda görmüştük. «Seni hamdine bürünerek fesbîh eylerim» cümlesinin mânâsı: Yârab seni kendi gücüm ve kudretimle değil, ancak bana ihsan buyurduğun hidâyet ve fazlınla tenzih ederim; demektir. Selef-i Sâlihînden bâzıları: «Senden mağfiret diler, sana tevbe ederim» gibi sözlerin caiz olmadığını, çünkü bunları söyliyen kulun icaplarını yapamıyarak yalancı çıkmak ihtimâli karşısında bulunduğunu, binâenaleyh kulun: «Yârabbi beni affet; tevbemi kabul buyur!» demesi îcâ-bettiğini söylemişlerse de hadîsin bütün rivayetleri bunların aleyhine de-lîl olup «Senden mağfiret diler; sana tevbe ederim» demenin caiz hattâ müstehab olduğunu göstermektedir. «Senden sana sığınırım» cümlesinin mânâsı hakkında Hattâbî şunları söylemiştir: «Bu sözde lâtif bir mânâ vardır, şöyle ki: Resû-lüllah (Sctlktllahü Aleyhi ve Sellem) Allah Teâlâ'mn gadabından yine onun rızâsına, azabından afvü keremine sığınmıştır. Rızâ ile gazap ve keza azapla af birbirine tekabül eden zıt kelimelerdir. Mesele zıddı olmıyan Allah Teâlâ'ya varınca aynı mukabeleyi şeklen devam ettirerek Ailah'-dan Allah'a sığınmıştır. Bunun mânâsı ona karşı yaptığı ibâdet ve senalarda vâkî olan kusurlarından dolayı Allah'dan af dilemektir. Subbûh ve Kudchis kelimeleri Sebbûh ve kaddûs şeklinde de okuna-bilirse de birinci şekilde okunuşları daha fasîh ve bu şekilde rivayetleri daha çoktur. Ulemâdan bâzılarına göre bunlar Allah'ın birer sıfatıdır. Bir takımları Allah'ın ismi olduklarını söylemişlerdir. Sübbûhun mânâsı: her türlü noksanlıklardan ve Allah Teâlâ'ya lâyık olmayan şeylerle şerik ve nazîrden münezzeh demektir. Kuddûs dahî: Allah'a lâyık olmayan her şeyden temizlenmiş mânasına gelir. Bâzılarına göre Kuddûs mübarek demektir. Ruhtan murâd: bâzılarına göre büyük bir melektir. Bir takımları bundan muradın Cibril (Aleyhisselâm) olmasını muhtemel görmüşlerdir. «Ruh: Meleklerin de göremedikleri bir takım mahlûkattır.» diyenler de olmuştur. Âişe (RadiyaÜahû anha) «Annem babam sana feda olsun! Ben ne hal peşindeyim, sen ne hâldesin.» demekle «Ben kıskançlık peşindeyim; sen ise dünya umurunu arkaya atmış; Allah Teâlâ'ya yönelmiş bir hâldesin.» demek istemiştir. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in ümmeti hakkında göreceği alâmetten muradı, Sultânül müfessirîn İbni Abbâs hazretlerine göre ecelinin yaklaşmasıdır. Hattâ Hz. Ömer (Radiyallahû anh) «Nasr» sûresinin son âyetlerini tefsir etmesini istediği zaman, bunların Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in eceli yaklaştığına işaret ettik-lerini söylemişti. Bu Hadislerden Çıkarılan Hükümler: 1- Secde duâ mahallidir. Orada duâ etmelidir. 2- «Secde kıyam ve şâir namaz rükünlerinden efdaldir» diyenler bu hadîslerle istidlal ederler. Secdenin efdâl olup olmaması meselesinde ulemâ üç mezhebe ayrılmışlardır: a) Secdeyi uzatmak çok rükû ve secde yapmak efdaldir. Bu kavli Tirmizî ile Begavî bir çok ulemâdan rivayet etmişlerdir. Ashabı kiramdan îbni Ömer hazretlerinin mezhepleri de budur. b) Hanefilerle imam Şâfiî'ye ve ulemâdan bir cemaata göre namazda kıyamı uzatmak efdaldir. Çünkü, kıyam halinde Kur'ân okunur. Secdede ise tesbîh yapılır. Kur'ân okumak tesbjhden efdaldir. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'den nakledilen rivayette onun kıyamı secdeden daha uzun tuttuğunu gösterir. c) Bâzıları kıyamla secdenin müsâvî tutulacağına kail olmuşlardır. İmam Ahmed b. Hanbel bu meselede tevakkuf ederek bir şey söylememiştir. İshâk b. Râhuye'ye göre gündüz namazlarında rükû ve sücûdu çok yapmak, gece namazlarında ise kıyamı uzatmak efdaldir. Tirmizî'ye göre îshâk'in buna kail olması Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in geceleyin kıldığı namazlar uzunlukla tavsif edildiği içindir. Gündüz namazlarını bu derece u-zattığı tavsif olunmamıştır. 3- Duâ te'kidli ve müteradif de olsa çok lâfızlarla yapılmalıdır. 4- Hz. Âişe'nin secde halinde eliyle Resûlüllah (Saüallahü Aleyhi ve Sellem) 'in ayaklarına dokunması kadına dokunmanın abdesti bozmadığına delildir. İmam Âzam ile diğer bir çok ulemânın mezhepleri budur. İmam Mâlik, Şafiî ve Ahmed b. Hanbel ha-zerâtı ile diğer bir çok ulemâya göre kadına dokunmak abdesti bozar. 5- Secdede ayaklan dikmek sünnettir. 6- Ehl-i sünnete göre Allah Teâlâ'ya hayır ve şerri izafe etmek caizdir. 7- Rükû ve secdelerde zikir sünnettir. Ancak ulemâ bunun keyfiyetinde ihtilâf etmişlerdir. İmam Şafiî ile İmam Ahmed b. Hanbel, tshâk, ve Dâvû-u Zahirî'ye göre namaz kılan kimse rükû ve secdelerde babımız hadîslerinde zikredilen dualardan dilediğini okuyabilir. Kılınan namazın farz veya nafile olması arasında fark yoktur. Hanbelîlerden İbni Kudâme «El-Mugnî» nâm eserinde şunları söylemektedir. «Namaz kılan kimse rükûunda üç defa sübhâne rabbiyel-azîm; sücûdunda ise üç defa sübhâne Rabbiye'1-alâ der. Evvelâ me'sûr bir duâ okur veya zikreder; sonra buradaki duaları okursa iyi olur...» İbrahim Nehaî, Hasan-ı Basrî, Ebû Hanîfe, Ebû Yûsuf, Muhammed ve bir rivayette İmam Ahmed Hazerâtma göre rükûda sünnet üç defa sübhâne Rabbiyelâ-zîm, sücûdda dahî üç defa sübhâne Rabbiyel-a'lâ demektir. Sünnetin en aşağı mertebesi budur. Tahâvî'nin beyânına göre rükû ve secdelerde üçer defadan aşağı kalmamak, fakat dilediği kadar yukarıya da çıkmamak gerekir. Ancak Tahâvî'nin sözü farz namazlar hakkındadır. Nafilelerde üçden dilediği kadar yukarıya çıkmak caizdir. Mârûdi'ye göre Kemâlin en aşağı derecesi üç, yukarı derecesi onbir veya dokuz, orta derecesi beş defa tesbîhde bulunmaktır. «Hidâye» şerhlerinden bâzısında: «Namaz kılanın rükû ve sücûd teşbihlerinde üçden ona kadar çıkması îmam-ı Âzam'a göre efdaldir. İmâmeyne göre ise yediye kadar çıkması efdaldir.» denilmektedir. Hanbelîlerden bâzıları: «Kemâlin en aşağı derecesi rükû ve sücûd teşbihlerini kıyam derecesinde uzun tutmaktır.» demişlerdir. Rükû ve secdelerdeki teşbihlerin kemâl derecesi imam Şâfiî'ye göre dahî on adet olmakdır. Bu kavil Hz. Ömer (Radtyallahû anh) dan da rivayet olunmuştur. Rükû ve secdelerde yapılacak zikirlerin hükmü dahî ihtilaflıdır. Ebû Hanîfe, Mâlik ve Şafiî hazerâtına göre bunlar sünnettir. Terkinden dolayı birşey lâzım gelmez, yalnız kasden terketmek mekruh olur. İmam Ahmed b. Hanbel ile İshâk'a göre rükû ve secdelerde zikir vaciptir. Binaenaleyh kasden terkedilirse hamaz bozulur. Unutarak terkedilirse namaz bozulmaz. Yalnız imam Ahmed'e göre secde-i sehiv lâzım gelir. İmam Ahmed'in diğer bir kavline göre rükû ve secdelerdeki zikirler sünnettir. Zahirîlerden İbni Hazm bunların farz olduğuna kaildir. 43- Secdenin Faziletleri Secdeye Teşvik Babı 225- (488) Bana Züheyr b, Harb rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ve-lîd b. Müslim rivayet etti. Dedi ki: Evzâî'yi şöyle derken işittim: Bana Velîd b. Hişâm El-Muâytî [93] rivayet etti. (Dedi ki): Bana Ma'dân b. Ebî Talhate'l-Ya'merî [94] rivayet etti. Dedi ki: ResûlüUah (Sallaüahü Aleyhi ve Sellem) azatlısı Sevbân'a tesadüf ettim de: Bana bir amel haber ver ki, onu yaparsam Allah beni onun sebebiyle cennete koysun; dedim. Yahut şöyle demiş: Allah indinde en makbul ameli haber ver! defim. Sev-bân sükût etti. Sonra kendisinden (Ayni şeyi) tekrar istedim, yine sükût etti. Sonra üçüncü defa istedim. Bunun üzerine şunları söyledi: Ben bu meseleyi Besûlüllah (Şallallahü Aleyhi ve Sellem)e sordum da: «Allâha çok çok secde etmeye bak: Çünkü; eğer sen Allah için bir secde yaparsan onun sayesinde Allah senin bir dereceni yükseltir; ve onun so> yesinde bir günâhını indirir.» buyurdular.
Ma'dân: «Sonra Ebû'd-Derda'ya rastladım. Ona da sordum. Bina Sev-bân'ın dediği gibi söyledi.» demiş.
226- (489) Bize Hakem b. Mûsâ Ebû Salih rivayet etti. (Dedi ki): Bize Hikil b. Ziyâd [95] rivayet etti. Dedi ki; Evzâfden dinledim, dedi ki; Bana Yahya b. Ebî Kesir rivayet etti. (dedi ki): Bana Ebû Seleme rivayet etti. (Dedi ki): Bana Rabîatü'bnü Kâ'b El-Eslemî [96] rivayet etti. Dedi ki: Resûliillah (Salîallahü Aleyhi ve Sellem) ile birlikte gecelemekteydim. Kendisine abdest suyunu ve ihtiyacı olan şeyleri getirdim. Bunun üzerine bana:
«Dile!» dedi. Ben:
— Cennette senin refikin olmayı dilerim... dedim. «Yahut bundan başka bir şeyi...» buyurdular. Ben:
— Dileğim budur! dedim. Resûliillah (Salîallahü Aleyhi ve Sellem) :
«O halde çok secde etmek suretiyle nefsin için bana yardımcı ol» buyurdular.
Jiz. Sevbân'in birinci ve ikinci defada susmayı tercih ederek birşey söylememesi yâ vereceği cevap hakkında düşündüğü, yahut söyleneni iyi anlaması için muhatabının merakını celbetmek istediği içindir. Hadîsin zahirinden anlaşılan mânâya göre çok secdeden murâd: secdeyi uzatmak değil, sayısını çoğaltmakdır.
Hz. Rabîa'nın cennette Resûlüllah (Salîallahü Aleyhi ve Sellem) ile refîk olmayı istemesi ona çok görülemez. Çünkü onun bu isteği Resûlüllah (Salîallahü Aleyhi ve Sellem) ile her cihetten müsavi olmayı iktizâ etmez. Yalnız elde edilmesi pek müşkil olan bir mümkini istemiştir. O-nun bu dileğine karşı Fahr-i Kâinat (Salîallahü Aleyhi ve Sellem) efendimizin:
«Yahut bundan başka bir şey!..» buyurması, ulemâdan bâzılarına göre derecede müsâvî olmayı istediğini anladığı içindir. Yânı: Bu imkânsızdır. Sen başka bir şey dile! demek istemiştir. Fakat bâzıları Resûlüllah
(Saiîallahü Aleyhi ve Sellem) 'in bu sözü bu mânâya almadığını, çünkü Peygamberlerle ümmetlerinin biribirlerine müsâvî olmaları imkânsız bulunduğunu söylemişler ve: -Resûlüllah (Saİlallahü Aleyhi ve Sellem) onun pek güç elde edilebilecek bir şeyi istediğim anlayarak:
«Yahut daha başka birşey iste: yânı elde edilmesi pek göç olmayan bir şey dile! buyurmuştur.» demişlerdir.
Ancak bu mânâlar hadîsdeki «ev» harfinin sakin okunduğuna göredir. Bu kelimenin «eve» şeklinde okunması da caizdir. Bu takdirde «hemze» suâl, «vav» da atıf edatı olmuş olur. Ve cümle: «Sen kolayı bırakıp da elde edilmesi müşkil olan bir şeyi mi istiyorsun?» mânâsına gelir.
Resûlüllah (Sallaliahü Aleyhi ve Sellem) Hz. Rabîa'nın dileğinde ısrar ettiğini görünce:
«O halde çok secde etmek suretiyle nefsin için bana yardımcı ol!»
buyurmuşlardır, ki; dilek pek büyük olduğu için bu hususta sadece istemenin kâfî gelmediğine işarettir.
Bu Hadîs-i, şerîf çok secde etmeğe teşvik etmektedir. Buradaki secdeden murâd namaz secdesidir. «Çok secde etmek kıyamı uzun tutmak-dan efdâldir» diyenler bununla istidlal ederler.
Çok secdeye teşvik buyurulmasmın sebebi bundan evvelki bâbda görüldüğü vecihle secde," kulun Allah'ına en yakın bulunduğu hâl olmasındandır. Bir de secde Allah Teâlâ'ya karşı son derece kulluk ve tevâzû* arzeden bir haldir. Bu hâlde insanın en şerefli âzası olan yüzü toprağa sürülür ve bu suretle Allah'a tevazu' ve ubudiyet kemâliyle arz olunur.
Hadis-i Şeriften Çıkarılan Hükümler:
1- Bir hizmet mukabilinde bir kimseye: «Dile benden ne dilersen» demek büyüklerin şanındandır.
2- Allah Teâlâ, Peygamberimiz (Sallaliahü Aleyhi ve SeUem) 'in hak hazînelerinden dilediği her şeyi vermesini ona mubah kılmıştır. Bu onun hasâisindendir. Hattâ bazı ulemânın beyânına göre Resûlüllah (Sallaliahü Aleyhi ve:Sellem) cennetten dilediği yeri dilediğine verebilir.
3- Hadîs-i şerîf Rabîa'mn dilediği mertebeye ancak çok namaz kılması ve Peygamber (Sallaliahü Aleyhi ve Sellem) 'in duası ile nail olunacağına işaret etmektedir.
44- Secde Uzuvları ve Namazda Saçı, Elbiseyi Toplamaktan, Başa Hotoz Yapmaktan Nahi Babı
227- (490) Bize Yahya b. Yahya ile Ebü'r-Rabî'ez-Zehrânî rivayet ettiler. Yahya (Bize haber verdi) ta'birini kullandı. Ebü'r-Rabî': Bize Hammâd b. Zeyd, Amr b. Dinar'dan, o da Tâvûs'dan, o da îbni Abbâs'-dan naklen rivayet etti: Dedi İd; Îbni Abbâs şöyle demiş:
Peygamber (SalUûlahü Aleyhi ve Seüem) 'e yedi şey üzerine secde etmek emrolundu. Saçlarını ve elbisesini toplamakdan da nebyedildL Bu hadîs Yahya'nındır.
Ebû'r Babı': «Yedi kemik üzerine yâni avuçların, dizlerin» ayakların ve alının üzerine secde etmesi emrolundu. Saçlarını ve elbisesini toplamakdan nehyedildi.» dedi.
228- (...) Bize Muhammed b. Beşşâr rivayet etti. (Dedi ki): Bize Muhammed -ki İbni Câ'fer'dir rivayet etti. (Dedi ki): Bize Şu'be, Amr b. Dinar'dan» o da Tâvûs'dan, o da îbni Abbas'dan, o da Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'den naklen rivayet etti ki, şöyle buyurmuşlar:
«Bana yedi kemik üzerine secde etmem, elbise ve saçımı toplamamam emrolundu.»
229- (...) Bize AmrÜ'n-Nâkıd rivfiyet etti. (Dedi M): Bİie Sttfyfin b. Uyeyne, İbni Tâvûs'dan, o da babasından, o da İbni Abbâs'dan naklen rivayet etti ki, Peygamber (Salkülahü Aieyhi ve Sellem) yedi şey filerine secde etmeye me'mûr olmuş. Saçlarıyla elbisesini toplamakdan da nehy buyurtunraş.
230- (...) Bize Muhammed b. Hâtîm rivayet etti. (Dedi ki): Bİse Behz rivayet etti. (Dedi ki): Bize Vüheyb rivayet etti. (Dedi ki): Bize Abdullah b. Tâvûs, Tâvûs'dan, o da tbni Abbâs'dan naklen rivayet etti ki, EesûlüUah (Sallatlahü Aleyhi ve Sellem):
«Ben yedi kemik üzerine : (Eliyle burnuna işaret ederek) yüz, eller, ayaklar ve ayakların uçları üzerine secde etmeye: elbiseyi ve saçları toplamamaya me'mûr oldum.» buyurmuşlar.
231- (...) Bize Ebû't-Tâhir rivayet etti. (Dedi ki): Bize Abdullah b. Vehb haber verdi. (Dedi ki):Bana tbni Cttreyc, Abdullah b, o da babasından, o da Abdullah b. Abbâs'dan naklen rivayet etti Idt sûlüllah (SaHaüahü Aleyhi ve Sellem) :
«Ben, yedi kemik (yâni) alın, burun, eller, dizler ve ayaklana unrf«ritff secde etmeye : saç ve elbisemi toplamamaya me'mûr oldunu» buynrm«»i lar.
- (491) Bize Kuteybetii'bnü Said rivayet etti. (Dedi ki): Bize Bekr - ki îbni Mudar'dır - İbni'I-Hâd'dan, o da Muhammed b. İbrahim'den, o da Âmir b. Sa'd'dan, o da Abbâs b. Abdülmuttalip'den naklen rivayet etti. Abbâs, Resulüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seîlem) :
«Kul secde ettimİ onunla birlikte yedi taraf (Yâni) yüzü, elleri, dizleri ve ayaklan secde eder. buyururken işitmiş.
Bu hadîsi Buhâri «Kitâbû'I-Ezan- da: Ebû Dâvûd, Tirmizî, Nesaî ve îbni Mâc'e «Kitâbü's-Salât» da muhtelif râvîlerden tahrîc etmişlerdir. Hadîs-i şerifin bütün rivayetleri secde azasının neler olduğunu, namazda saç ye elbise düzeltmenin mene-dildiğini bildirmektedir. Hadîsin ekseri rivayetlerinde meçhul sîgasiyle Resulüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e emrolundu: denildiği için Kâdî Beyzâvî: Peygamber (Saltailahü Aleyhi ve Seltem)'e Allah'ın emrettiği Örfen malûmdur. Bu ise vücûbu iktizâ eder.» demiştir. Hattâ rivayetlerin bâzısında bizzat Resulüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
«Ben yedi kemik üzerine secde etmeye me'mûr oldum» buyurmuştur. Onun bu emri Allah Teâlâ'dan aldığında şüphe yoktur. Binaenaleyh Ha-dîsde sayılan uzuvlar üzerine secde etmesi lâzım gelir. Ulemâ bu hükümde ümmetin de dâhil olup olmadığında ihtilâf etmişlerdir. Bâzılarına göre hadîsde sayılan yedi âzâ üzerine secde etmek Resulüllah (Saltatlahü Aleyhi ve Sellem) 'e olduğu gibi ümmetine de farzdır. Fakat esah olan kavle göre; farz değildir. Ona farz olan bir şeyin ümmetine de farz olduğunu gösteren bir delîl bulunursa ümmetine ancak o zaman farz olur.
Bu Hadisden Çıkarılan Hükümler:
1- Secde âzası yedidir. îmam Ahmed ile İshâk'a göre onlardan birinin üzerine secdeyi terk eden kimsenin namazı sahih değildir, îmam Şâfiî'nin esah olan kavli de budur.
Burnun üzerine secde etmek farz mıdır, değil midir? meselesi ihtilaflıdır. Ulemâdan bâzılarına göre alnın üzerine secde etmek kâfidir. Burnun yere değmesi şart değildir. Bu kavil îbni Ömer, Atfi1, Tâvûs, Hasan-ı Basrî, Îbni Şîrîn, Kaasîm, Salim, Şa'bî, Zührî, Mâlik, Ebû Yûsuf, Ebû Sevr (Rahimehumullahi aleyhim ecmain) ve meşhur kavline göre imam Şafiî 'den rivayet olunmuştur. Bu zevata göre: Alnın üzerine secde etmek farz, burnun üzerine secde etmek müstehabdır. Bazıları alnın üzerine secde etmeden yalnız burnun üzerine secdenin kâfi geleceğini söylemişlerdir. İmam-i Âzam Hazretlerinin mezhebi de budur. Fakat bir rivayete göre Hz. İmam Özürsüz yalnız burun üzerine secdeyi kâfî görmemiştir.
İbni Battal şunları söylüyor: «Ulemâ secdenin farz olduğuna ittifak ettikten sonra yedi âzâdan hangisinin üzerine secde kâfî geleceği meselesinde ihtilâf etmişlerdir.» Nevevî diyor ki: «Secde âzası yedidir. Bunların hepsinin üzerine secde etmek gerekir. Alınla burnun ikisinin birden üzerlerine secde edilmelidir. Alnı açık olarak yere koymak farzdır. Bir kısmının üzerine secde etmek de kâfî gelir. Burnun üzerine secde etmek müstehabdır. Binaenaleyh burun üzerine secdeyi terk etmek caiz ise de, yalnız burun üzerine secde ederek alın üzerine secdeyi terk caiz değildir. İmam Şafiî ile Mâ1ik'in ve ekseri ulemânın mezhepleri budur. îmam Âzam ile Mâliki Terden İbni Kaasîm'e göre namaz kılan kimse alınla burundan birinin üzerine secde ile iktifa edebilir. îmam Ahmed b. Hanbel ile Mâlikî'lerden İbni Habîb'e göre alınla burnun ikisine birden secde etmek farzdır. Zîra hadîsin zahirinden bu anlaşılmaktadır. Ekser! ulemâya göre ise bilâkis hadîsin zahirinden alınla burnun bir uzuv hükmünde oldukları anlaşılır. Çünkü hadîsde secde âzası yedi olarak gösterilmiştir. Alınla burun ayrı ayrı uzuvlar sayılırsa secde azasının sayısı sekize yükselir. Hadîsde burnun zikredilmesi onun üzerine secdenin müs-tehâb olduğunu göstermek içindir. Zâten tesrîh (Anatomi) ulemâsına göre de burunla alın bir uzuvdur. İbni Abbâs (Radiyallahû anh) hadîsinin bâzı tarîklerinde:
«Ben yedi kemik üzerine secde etmeye me mûr oldum. Bunlardan biride yüz'dür». Duyurulmuştur.
Ellerle dizlerin ve ayakların üzerine secde meselesi dan! ihtilaflıdır. Nevevî diyor ki: «Bu hususta imam Şafiî (RahimehuUah)den iki kavil rivayet olunur. Bunların birine göre; mezkûr âzfinın hepsine sr ede etmek farz değil, fakat kuvvetle müstehabdır. İkinci kavletgöTt; hepsine secde etmek farzdır. Hz. Şafiî bu kavli tercih etmiftift. Binaenaleyh bu uzuvlardan bir tanesine secde etmeyenin namazı mbftHdeğildir. Ayaklarla dizleri açmak farz değildir. Eller hakkında İmam ,d Şâfiî'den yine iki kavil vardır.
Birinci kavle göre: Alın gibi, elleri de açarak secde etmek farzdır.
İkinci kavle göre: Elleri açmak farz değildir.
Hanefiyye kitaplarından -El-Hidâye» de: «Ellerle dizler ve ayaklar üzerine secde etmek farz değildir.» denilmiş; fakat Kemâl İbni Hümâm vacib olduğunu söylemiş, bu kavil en mutedil görülmüştür.
«El-Vâkıât» nâm eserde secde hâlinde dizlerini yere koymayan kimsenin namazı sahîh olmayacağı bildirilmiştir.
Hulâsa: Secdede ellerle ayakların yere konması hususunda Hanefîler*-den üç kavil nakledilmiştir: Farz, sünnet, vâcib. İmam Şâfiî'ye göre dahî secde azasının hepsini yere koymak farz değildir. Umumiyetle Fukâhâ'nın kavilleri de budur. Yalnız Hanefîler'den İmam Züfer ile mezhep imamlarından Ahmed b. Hanbel'e göre bütün secde azasının üzerine secde etmek farzdır.
Burnun üzerine secde etmeden .kılman namazın sahîh olmıyacağını bildiren hadîsler de varsa da, bunların hepsi zayıftır.
2- Namazda saçını veya elbisesini toplamak mekruhtur. Bu hâl Cumhur-u Ulemâya göre; namaz içinde de, namaza girmezden önce de mekruhdur. Bunun hikmeti, kibir ve gururluya benzemektir. Halbuki makam, tevazu' makamıdır. Yalnız namazı bozmaz. Fakat Hasani Basrî'nin: «Bundan dolayı namazı yeniden kılmak lâzımdır.» dediği rivayet olunur.
3- Eller secde âzâsındandır. Fakat onları yenlerden çıkarmadan secde etmek ekseri ulemâya göre caizdir. Şafiî'nin bu hususta iki kavli olduğunu az yukarıda gördük.
232- (492) Bize Amr b. Sevvâd El-Amİrî [97] rivayet etti. (Dedi ki): Bize Abdullah b. Vehb haber verdi, (Dedi ki): Bize Amr b. Haris haber verdi. «Ona da Btikeyr rivayet etmiş: Ona da İbni Abbas'm azatlısı Küreyb, Abdullah b. Abbâs'dan rivayet etmiş ki; ibni Abbâs, Abdullah b. Hâris'i başının saçı arkaya topuz yapılmış olduğu halde namaz kılarken görmüş de, onu çözmeye kalkışmış. Abdullah namazdan çıkınca İbni Abbâs'ın yanına gelerek: «Benim başım senin ne işine giriyor?» demiş. İbni Abbâs:
— Ben Resûlüllah (Sallaiiahü Aleyhi ve Seîîem) 'i:
«Böylesinin misâli kotları arkasına bağlı olarak namaz kılan kimse gîbidir.» buyururken işittim, cevâbını vermiş.
Bu hadîs, saçı arkadan topuz şeklinde bağlı olarak namaz kılmanın mekruh olduğuna delildir. Kolları sıvalı, saçı topuz şeklinde tepesinde bağlı, yahut serpuşunun altına kıvrılmış şekillerde namaz kılmak bütün ulemâya göre keraheti tenzîhiyye ile mekruhtur. Saçını namazda iken bağlamak namazı bozar.
İster namaz için, isterse başka bir maksatla saçını bir yere toplayarak bağlamak, yahut saçı keçeleştirecek bir ilâç kullanmak suretiyle dağılmasına mâni olmak Cumhur-u Ulemânın ittifakiyle mekrûhdur. İmam Mâlik bunu yalnız namaz için yapmanın mekruh olduğunu sÖylemiş-se de, sahih olan kavil birincisidir. Çünkü bu husustaki hadîsim: mutlaktırlar.
Bu husustaki nehyin hikmeti: Saçların da secde etmesidir. Bağlı saç secde edemiyeceği için Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) böyle bir kimsenin hâlini kolları arkaya bağlı olarak namaz kılanın hâline benzet-mişdir. Zîrâ kollan bağlı kimsenin de kolları, secdeden mahrum kalır. Abdullah b. Ömer (RadiyaUahû anh) saclarını tepesine bağlayarak namaz kılan bir adamı görmüş de: «Saçım «al ki; seninle beraber secde etsin» demiştir.
Hadisi Şerif: Münkerin derhal menedilmesi gerektiğine ve bu hususta mekruhun da haram gibi olduğuna delildir.
45- Secdede Îtidal, Avuçları Yere Koyma, Yanlardan Kaldırma ve Secdede Karnı Uyluklardan Kaldırma Babı
233- (433) Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeyhe rivayet etti. (Dedi ki): Bi--.. Vekî\ Şu'be'den, o da Katade'den, o da Enes'den naklen rivayet etti. Enes şöyle demiş: Besûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seîlem);
«Secdede i'tidal üzere bulunun; hiç biriniz kollarını köpeğin yayıldığı gibi yaymasın!» buyurdular.
- (...) Bize Muhammed b. El-Müsennâ ile tbni Beşşâr rivayet ettiler, Dediler ki: Bize Muhammed b. Câ'fer rivayet etti. H.
Dedi ki: Bu hadîsi bana Yahya b. Habib de rivayet etti. (Dedi ki): Bize Hâlid (Yâni îbnil Haris) rivayet etti. Bunların ikisi de: Bize Şu'be bu isnâdla rivayet etti, demişlerdir. İbni Câ'fer hadisinde:
«Hiçbiriniz kollarını köpeğin yayılması gibi yaygı yapmasın I» ibaresi vardır.
234- (494) Bize Yahya b. Yahya rivayet etti. Dedi ki: Bize Ubey-dullah b. tyâd [98], İyâd'dan, o da Berâ'dan naklen haber verdi. Berâ' şöyle demiş: Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi veSellem) :
«Secde ettiğin vakit avuçlarını yere koy ve dirseklerini kaldır.» buyurdular.
Bu babın hadîsleri namaz kılan kimsenin secde hâlinde ellerini yere koyarak dirseklerini kaldırması ve iki taraftan kanat gibi açması gerektiğini bildirmektedirler. Dirsekleri yerden kaldırarak koltukların altı görünecek derecede açmak, bütün ulemâya göre müstehabdır. Bunu terk eden namaza karşı isâet etmiş olur. Binaenaleyh, namaz sahih fakat ke-râ*hat-i tenzîhiyye ile mekrûhdur.
Ulemâ buradaki hikmeti şöyle beyân ederler: «Bu şekilde namaz kılmak tevâzua daha muvafık, alınla burnun yere secde etmelerine daha müsâid ve tenbellerin hâline benzemekden daha uzaktır. Çünkü kollarını yere sererek secde eden kimse, hadîsi şerîfde de bildirildiği vecihle, köpeğin yere serilerek yatmasına benzer. Böyle bîr kimsenin hâli namaza ehemmiyet vermediğini gösterir.»
46- Namazın Sıfatını; Ne İle Başlanıp Ne Île Bitirileceğini; Rüküun Sıfatını ve Ondaki İ'tidali; Sücudu ve Ondaki İ'tidali; Dört Rekatlı Namazların Îki Rek'atından Sonra Teşehhüdü; İki Secde Arasında ve İlk Teşehhüdde Nasıl Oturulacağını Bir Araya Toplayan Bab
235- (495) Bize Kuteybetü'bnü Saîd rivayet etti. (Dedi ki): Biie Bekr - ki İbni Mudar'dır - Ca'fer b. Rabîa'dan, o da A^rac'dan, o da Abdullah b. Mâlik İbni Buhayne'den [99] naklen rivayet etti M; Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seltem) namaz kılarken koltuklarmın beyan görünecek derecede kollarını ağarmış.
236- (...) Bize Arar b. Sevvâd rivayet etti. (Dedi ki): Biie Abdullah b. Vehb haber verdi. (Dedi ki): Bize Amr b. Haris ile Leys V-Sa'd ikisi birden Câ'fer b. Rabîa'dan bu isnadla haber verdiler.
Amr b. Hâris'in rivayetinde: Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seltem) secde ettiği vakit kollarını o kadar açardı ki, koltuklarının beyazlığı görünürdü» ibaresi; Leys'in rivayetinde ise: «Besûlüllah (Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem) secde ettiği vakit kollarını koltuklarından açar, hattâ ben koltuklarının beyazlığını pek âlâ görürdüm.» ifâdesi vardır.
237- (496) Bize Yahya b. Yahya ile İbni Ebî Ömer hep birden S üf yân'dan rivayet ettiler. Yahya dedi ki: Bize Süfyân b. Uyeyne, Ubey-dullâh b. Abdillâh b. El-Esam'dan, o da amcası Yezîd b. El-Esam'dan, o da Meymûne'den naklen haber verdi. Meymûne şöyle demiş: «Peygamber (Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem) secde ettiği vakit bir kuza kollarının arasından geçmek istese geçebilirdi.»
238- (497) Bize İshâk b. İbrahim El-Hanzalî rivayet etti. (Dedi ki): Bize Mervân b. Muâvİyete'l-Fezârî haber verdi. Dedi ki: Bize Ubeydullah b. Abdillâh b. El-Esâm, Yezid b. El-Esâm'dan naklen rivayet etti. O-na da Peygamber (Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem) 'in Zevcesi Meymûne haber vermiş. Demiş ki: «Resûlüllah (Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem) secde ettiği vakit, kollarını o kadar uzaklaştırır (yâni açar) di ki; arkasından koltuklarının beyazlığı görünürdü. Oturduğu vakit de sol uyluğunun üzerine çökerdi.»
239- (...) Bize Ebû Bekir b. EM Şeybe ile Amru'n-Nâkıd, Zttheyr b. Harb ve tshâk b. İbrahim rivayet ettiler. Lâfız Amr'utdır. (tshâk: Bize haber verdi; ötekiler, bize Vekî rivayet etti) dediler. (Vekî* demiş ki): Bize Cafer b. Burkaân, Tezîd b. El-Esâm'dan, o da Meymûne Biatil -Hâris'den naklen rivayet etti. Meymûne şöyle demiş: «Resulüllah (Sallaüahü Aleyhi ve Selîem) secde ettiği vakit dirseklerini o kadar açardı ki; arkasındaki onun koltuklarının aydınlığını görürdü.»
Vekî': «(aydınlıkla) koltuklarının beyazlığını kasdediy«r* demiş.
Hzl Meymûne hadîsinin râvîlerinden Ubeydullân b, Abdillah bâzı rivayetlerde Abdullah b. Abdi11âh, bazılarında da Abdullah b. Ubeydillâh şeklinde zaptetfilmiştir. Bu rivayetlerin hepsi doğrudur. Çünkü Abdullah ile Ubeydui1ah iki kardeştirler. Babaları Abdullah b. Esâm'dır. Abdullah yaşça Ubeydullâh 'dan büyüktür. Her ikisi de amcaları Yezîd b. Esâm'dan hadîs rivayet etmişlerdir.
Secde hâlinde kolların açılması lâzım geldiğini bildiren daha başka rivayetler de vardır.
Bu Hadisi Şeriflerin Mecmuundan Şu Hükümler Çıkabilmiştir:
1- Ebû Nuayra: «Peygamber (Saîkdlahü Aleyhi ve Sellem)'in koltuk altlarının beyazlığı Peygamberlik alâmetlerindendir» demiştir.
2- Secde hâlinde kollarını açarak karnını kasıklarından ayırmak erkekler için sünnettir. Kadınlarla Hünsâlar açmazlar; bilâkis toplanarak secde ederler. Çünkü onlar hakkında matlûb olan şey tesettürdür.
İbni Battal'in beyânına göre; Secde hâlinde kollan açmak vücûd yere ağır gelmesin diyedir. Zîrâ bu bâbda: «Ters MUlijlnUf yarin» şeklinde rivayet vardır. Ashabı lrirâmrian Enes b, Ma1ike ile Ebû Saîd-i Hudrî ve Ali b. Ebi1
(Radryaîlahû anhâm) hazerâtı secde hâlinde dirseklerini açarlarıma. Basa n-ı Basrîile İbrahim Neh'aî'nin mezhepleri de budur.
Yine Ashabı Kiramdan Ebû Zer, îbni Mes'üd ve 1 fini Ömer (RadtyallahÛ anhûm) dirsekleri yere koymaya ve üzerieri-ne dayanmaya ruhsat verirlermiş. tbni Şîrîn'in mezhebi de budur. Delilleri Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Selîem) 'in buna ruhsat verdiğini bildiren hadîslerdir.
Bu bâbda Tirmizî 'nin Hz. Ebû Hüreyre 'den rivayet ettiği bir hadîsde: «Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Setlem) 'in ashabı secdenin kendilerine güç geldiğinden şikâyet ettiler, o da: Dizlerden faydalanın; buyurdu» denilmektedir. Dizlerden faydalanmak Ulemânın beyânına göre; dirsekleri onlara dayamakla olur. Hz. Abdullah b. Ömer'e bir zât: «Secde ettiğim zaman dirseklerimi uyluklarımın üzerine koyabilir miyim?» diye sormuş. İbni Ömer (Radiyaltahû anh) «Nasıl kolayına gelirse Öyle secde et!» cevâbını vermiştir. Ashabı kiramın bâzısı secde hâlinde kollarını açmış, bâzıları açmamışlardır. Kurtubî: «Secde hâlinde dirsekleri açma hususunda farz namazlarla nafilelerin hükmü birdir.» demiştir.
240- (498) Bize Muhammed b. Abdillah b. Nümeyr rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ebû Hâlid (yâni El-Ahmar) Hüseyin EI-Muallim'den naklen rivayet etti. H.
Demiş ki: Bize îshâk b. İbrahim de rivayet etti. Lâfız onundur. Dedi ki: Bize tsâ b. Yûnus haber verdi. (Dedi ki): Bize Hüseyin EI-Mualtim, Büdeyl b. Meyserâ'dan [100]. o da Ebû'l-Cevzâ'dan [101], o da' Âişe'den naklen rivayet etti. Aişe şöyle demiş:
-Rcsûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) namaza tekbirle, kirâata da fatihayı okumakla başlardı. Rükû ettiği zaman başını ne yukarıya diker, ne de aşağıya büker, ikisinin arasında tutardı. Başını rükû'dan kaldırdığı vakit, iyice doğrulmadıkça secdeye gitmezdi. Başını secdeden kaldırdığı zaman dahî iyice doğrulup oturmadıkça ikinci secdeye gitmezdi. Her iki rek'ât sonunda Tehiyyâtı okurdu. Sol ayağını yere döşer, sağ ayağını da dikerdi. Şeytan oturuşundan nehyeder; İnsanın vahşî hayvanlar gibi ellerini yere yayarak oturmasını da yasak eder, namazı selâm vererek bitirirdi.»
İbni Nümeyr'in Ebû Hâlid'den naklettiği rivayette: «ReşûlÜllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şeytânv ökçesi oturuşundan nehyederdi.» cümlelesi vardır.»
Hadîsde zikri geçen şeytân oturuşunu Ebû Ubeyde ve diğer bâzı ulemâ köpek oturuşu diye tefsir etmişlerdir. Bundan murâd yere oturarak köpekler gibi dizlerini dikmek ve iki taraftan elleriyle yere dayanmaktır.
Hadisden Çıkarılan Hükümler:
1- Namaza tekbîrle başlanır. Bu cihet ittifâkî ise de tekbîr mânâsını ifâde eden başka kelimelerle namaz caiz olup olmadığı ihtilaflıdır. Hanefîler'den İmam Âzam'la imam Muhammed'e göre «AUâhu Ekber» yerine «Allâhu Eceli» ve «Er-Rahmânu Ekber» gibi ta'-zîm mânâsı ifâde eden sözlerle namaza niyetlenmek caizdir. Ebû Yusuf'a göre Tekbîri söyleyebilen bir kimseye ancak «Allâhu Ekber» yahut «Allâhü'l-Ekber» veya «Allâhü'l-Kebîr» lâfızlarından biriyle namaza başlamak caiz olur. İmam Şafiî bu üç şekilden ikisi ile namaza girilebileceğine kail olmuş, üçüncüyü, yâni «Allâhü'l-Kebîr» i kâf! görmemiştir.
İmam Mâ1ik'e göre tekbîr yalnız «Allâhu Ekber» lafzıyla yapılır. Çünkü; Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Selem}'den nakledilen budur.
2- Hadîsi şerîf: «Besmele Fâtihâ'dan değildir» diyenlerin delüle-r in dendir. Çünkü Fâtihâ'dan olsa Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) onu mutlaka zikrederdi.
3- Rükû'da sünnet, sırtla başı bir hizada bulundurmaktır.
4- Rükû'dan donulduktan sonra ve diğer yerlerde tâ'dîl-i erkân vaciptir, tki secde azasında oturmak vaciptir. Hadîs: «Birinci ve ikinci vaciptir» diyenlerin delilidir. İmam Azamla imam Mâlik (JtahimehuUah) a göre teşehhüdlerin ikisi de sünnettir. İmam Şafiî birinci teşehhüdün sünnet, ikincisinin vacip olduğuna kaildir.
5- İmam Âzam ve ona muvafakat edenler bu hadîsle istidlal ederek; «Namazda sol ayak yere döşenir ve üzerine oturulur, sağ ayak dikilir.» demişlerdir, imam Mâ1ik 'e göre sol ayak sağ tarafa alınarak çantı üzerine yere oturulur.
Bu meselede imam Şafii'nin kavli Hanefîler gibi ise de yalnız selâmdan önceki oturuşda imam Mâli k-'le beraberdir. İmam Şâfiî'ye göre namazda dört yerde oturuş vardır.
Bunların birincisi: Secdeler arasındaki oturuş; ikincisi; her rek'âttan sonra ayağa kalkmazdan önceki istirahat oturuşu; üçüncüsü: İlk teşeh-hüd, dördüncüsü de son teşehhüd için oturmaktır. İmam Âzam buradaki Hz. Âişe hadîsiyle, imam Şafiî de Sahih-i Buhârf deki Ebû Humeydi Sâidî hadîsiyle istidlal etmişlerdir.
Hanefîler'e göre; kadmlar ayaklarını sağ taraftan çıkararak otururlar. Şâfiîler'le Mâlikîler'e göre; kadınla erkek oturuşları arasında fark yoktur. Bâzıları kadınların bağdaş kurarak oturacaklarına kail olmuş; bir takımları da bunun yalnız nafile namazlara mahsus olduğunu söylemişlerdir.
Namazda oturuş şeklîni bildiren bu kaviller sünnet veçhiyle oturuşun şekli hakkındadır. Binâenaleyh bir kimse namazının her oturuşunda Ha-nefîler'in yahut Mâlikîler'in dedikleri şekilde, yahut dizlerini dikerek veya bacaklarını uzatarak otursa namazı bozulmaz. Yalnız sünnete muhalefet etmiş olur.
Namazda köpek oturuşu bilittifâk mekruhdur. İsmen buna benzeyen bir oturuş daha zikredilmiştir M; o mekruh değil sünnettir. Ve .yeri gelince inşâallâh görülecektir.
6- Hadîs-i şerîf selâm vermenin vücûbuna delâlet etmektedir. Ulemâ bu bâbda dahî ihtilâf etmişlerdir. Eimme-i Selâse denilen Mâlik, Şafiî ve Ahmed b. Hanbel (Rahimehumullah) hazerâtı ile Cumhur-u Ulemâya göre; Selâm vererek namazdan çıkmak farzdır. Selâm yerine başka bir söz söyleyenin namazı bozulur. İmam Âzam'-dan bir rivayete ve Sevrî ile Evzâî hazerâtina .göre; selâm lafzıyla namazdan çıkmak sünnettir. Binâenaleyh mezkûr lâfız terkedil se dahî namaz sahih olur. Hattâ İmam Âzam'a göre; namazın sonunda namaza münâfî olan bir fiil veya kaville namazdan çıkmak caizdir. Diğer Hanefıyye ulemâsına göre; selâm lafzıyla namazdan çıkmak farz değil vâcibdir.
7- îmam Âzam, Şafiî ve Ahmed b. Hanbe1 (Rahimehumullah) hazerâtı ile Cumhuru Ulemâya göre; namazdan çıkarken iki tarafa selâm vermek meşrudur. îmam Mâ1ik1e bâzı ulemâya göre namazdan çıkarken yalnız bir selâm verilir. Bu kavil zayıf olmak üzere Şafiî *den de rivayet olunmuştur. Şâfiîler'e göre ikinci selâm sünnettir. Zahirîlerle Mâlikîler'den bâzılarına göre ikinci selâm dahî farzdır.
47- Namaz Kılanın Sütresi Babı
241- (499) Bize Yahya b. Yahya ile Kuteybetü'bnü Saîd ve Ebû Bekir b. Ebî Şeybe rivayet ettiler. Yahya (Bize haber verdi) tâbirini kollandı. Ötekiler: Bize Ebûl-Ahvas, Simâk'dan, o da Mûsâ b. Talha'dan, o da babasından naklen rivayet etti; dediler. (Talha) şöyle demiş: Resû-lüllah (SalkUIahü Aleyhi ve Sellem) :
«Biriniz önüne semerin arka kaşı gibi bir $ey koyduğu vakit (ona doğru) namazını kılsın; öte yanından geçenlere aldırış etmesini» buyurdular.
242- (...) Bize Muhammed b. Abdillâh b. Nümeyr ile İshâk b. tb-râbim rivayet ettiler. İshâk (Bize haber verdi) tâbirini kullandı, İbni Nümeyr: Bize Ömer b. Ubeyd Et-Tanâfisî, Simâk b. Harb'dan, o da Mûsâ b. Talha'dan, o da babasından naklen rivayet etti; dedi. Talha şöyle demiş: «Vaktiyle biz namaz kılar; hayvanlar da önümüzden gelip geçerdi. Sonra bunu Resûlüllah (SallaUahü Aleyhi ve Sellem) 'e anlattık; da:
«Birinizin önünde semerin arka kaşı gibi bir şey bulunursa artık önünden geçen şey ona zarar vermez.» buyurdular.
İbni Nümeyr: «Artık önünden geçen kimse ona zarar vermez.» dedi.
243- (500) Bize Züheyr b. Harb rivayet etti. (Dedi ki): Bize Abdullah b. Yezid rivayet etti. (Dedi ki): Bize Saîd b. Ebî Eyyûb, Ebû'l-Esved'den, o da Urve'den, o da Âişe'den naklen haber verdi, ki Âişe şoy-le demiş: Resûlüllah (SallaUahü Aleyhi ve Sellem) 'e namaz kılanın sütre-si soruldu da:
«Semerin arka kaşı gibi bir şey!» buyurdular.
244- (...) Bize Muhammed b. Abdillâh b. Nümeyr rivayet etti. (Dedi ki): Bize Abdullah b. Yezid rivayet etti. (Dedi ki): Bize Hay ve, Ebû'I-Esved Muhammed b. Abdirrahmân'dan, o da Urve'den, o da Âişe'den naklen haber verdi, ki Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e TebÜk gazasında namaz kılanın sütresi sorulmuş da:
«Semerin arka kaşı gibidir.» buyurmuşlar.
245- (501) Bize Muhammed b. El-Müsennâ rivayet etti. (Dedi ki): Bize Abdullah b. Nümeyr rivayet etti. H.
Bize İbni Nümeyr de rivayet etti. Lâfız onundur. (Dedi ki) :Bize babam rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ubeydullah, Nâfî'den, o da İbni Ömer'den naklen rivayet etti ki, Resûlüllah (Sallaltahü Aleyhi ve Sellem) bayram günü (Namaza) çıktı mı harbenin getirilmesini emredermiş. Bu harbe onun önüne dikilir, kendisi ona doğru namaz kılar, cemâat ta arkasında dururlarmış. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bunu seferde de yaparmış. Ümerâ'nın harbe taşıması buradan kalmıştır.
246- (...) Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeybe ile İbni Nümeyr rivayet ettiler. Dediler ki: Bize Muhammed b. Bişr rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ubeydullah, Nâfî'den, o da İbni Ömer'den naklen rivayet etti, ki Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) anezeyi yere diker (Ebu Bekir saplar dedi.) ve ona doğru namaz kılarmış.
İbni Ebi Şeybe: «Ubeydullah: Aneze harbedir [102] dedi.» ifâdesini ziyâde etti.
Bu babın hadîsleri namaz kılan kimsenin önüne bir sütre dikmesi gerektiğini, namaz kılanın önünden geçme, hayvana karşı namaz kılma, sütreye yakın durma, sütrenin mikdârı ve sâireden bahsetmektedirler.
Rivayetlerin mecmuundan anlaşılıyor ki, sütreden murâd bir aran kadar uzunluğunda bîr sopadır. Mihrâb olmayan ova ve tarla gibl'yeK lerde uğuruna duracak ağaç, taş v.s. gibi birşey bulunmadığı zaman önün4-den geçilmesine mâni olmak için namaz kılan kimse sütre denilen «dJStij' yi önüne dikerek namazını ona doğru kılacaktır. îmam Mâ1îk'dikilen sopanın mızrak kalınlığında olmasını şart koşmuştur. Sütre dikmenin hikmeti; sütrenin arkasında kalan şeylere bakmamak ve önünden geçenlere manî olmakdır.
İbni Ömer hadîsini Buhârî ile Ebû Dâvûd «Kîtâbu's-Salât» da tahrîc etmişlerdir.
Anlaşılıyor ki, BesûlüÜah (SaUaîlahü Aleyhi ve Seîlem) bayram namazlarında ve seferlerde sütre yapmak için dâima yanında bir süngü veya ona benzer ucu demirli bir değnek bulundururmuş. Süngüyü bu maksatla yanında taşıdığı İbni Mâce, İbni Huzeyme ve îsmâi1î'nin rivayetlerinde teşrih edilmiş: «Çünkü namazgah boşluktu; içinde kendisine sütre olacak bir şey yoktu.» denilmiştir.
«Ümerâ'nın harbe taşıtması buradan kalmışdır» cümlesi râvîlerden Nâfî'in sözüdür. Nitekim îbni Mâce'nin rivayetinde bu cümle yoktur.
Bu Rivayetlerden Çıkarılan Hükümler:
1- Namaz kılarken önünden geçmek ihtimâli bulunan yerde önüne sütre dikmek meşrudur. Sütre bir metre kadar yahut daha uzun bir süngü veya sopadan yapılır. Önünden geçmek ihtimâli bulunmadığı zaman sütrenin meşru olup olmaması hususunda imam Mâlik 'den iki kavil vardır. İmam Şâfii'ye göre ise mutlak surette meşrudur. Çünkü hadîslerin umûmu bunu iktizâ eder. Kırda, sahrada namaz kılan bir kimse sütre yapacak bir şey bulamazsa ağaç ve taş gibi bir şeye karşı namaz kılar. Tabiînden Urve, Atâ, Salim, Kaasî in, Hasan-1 Basrî ve Şa'bî (Rahimehumullah) sütre bulamadıkları vakit başka bir şeye karşı namaz kılarlarmış. Hanefîler'den imam Muhammed: «Sahrada namaz kılan kimsenin önünde sopa gibi bir şey bulundurması müstehabdır; bulamazsa ağaç ve benzeri bir şeyle sütre yapar.» demiştir. Sütrenin boyu, bir metre veya daha fazla, kalınlığı parmak kadar; olmalıdır. Bir arşından daha kısa olan şeylerden sütre caiz olup olmiyacağı ulemâ arasında ihtilaflıdır. Mâlikîler'e göre uzunca külah ve yastık gibi şeylerden sütre yapılabilir. Ulemâdan bâzılarına göre; temiz hayvandan sütre yapılabilir. Fakat at, katır ve merkep gibi hayvanlardan sütre yapılamaz. Erkeğin sırtına karşı namaz caizdir, yüzüne karşı ve keza kadına karşı namaz kılmak caiz değildir. Nikâhı haram o-lan kadınlar hakkında ihtilâf edilmiştir. Uyuyan kimse ile deli ve kâfirden sütre olmaz.
Sütrede muteber olan onu yere dikmektir. Fakat dikmeğe imkân bulunamadığı takdirde önüne bir çizgi çizmek yahut sopayı yatırmanın dahî kâfî gelip gelmiyeceği ihtilaflıdır. Çizgi çizmeyi caiz görenler bunun hilâl şeklinde mi yoksa kıbleye doğru Önüne veya sağından soluna mı çizileceğinde ihtilâf etmişlerdir.
2- İmamın sütresi cemaat için de sütredir. Namaz kılanla sütre arasında üç arşından fazla mesafe bulunmamalı ve sütreyi sağ veya sol kaşı hizasına dikmelidir. Sütre ile namaz kılan kimsenin arasından geçmek haramdır.
3- Sefere çıkarken düşmandan korunmak için yanma silâh gibi bir korunma âleti almak ihtiyata muvafık olur.
4 - Hizmetçi tutmak ve ona emretmek caizdir.
247- (502) Bize Ahmed b. Hanbel [103] rivayet etti. (Dedi M): Bl, ze Mu'temir b. Süleyman, Ubeydullah'dan, o da Nâfı'den, o da İbnj Ömer'den naklen rivayet etti, ki Peygamber (Saliallahü Aleyhi ve SeHerTt) hayvanını önüne aykırı olarak çeker ve ona doğru namaz kılarmıg,
248- (...) Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeybe ile tbni Nümeyr rivayet ettiler. Dediler ki: Bize Ebû Hâlid El-Ahmar, Ubeydullah'dan, o da Nâ-fi'den, o da İbni Ömer'den naklen rivayet etti ki, Peygamber (Saliallahü Aleyhi ve Sellem) hayvanına doğru namaz kılarmış.
tbni Nümeyr: «Gerçekten Peygamber (Saliallahü Aleyhi ve Sellem) bir deveye doğru namaz kılmıştır.» dedi.
Bu hadîsi Buharı ile Ebû Dâvûd «Kitâbu's-SattUdi;
Nesâî «Tebûk Gazvesi» bahsinde tahric etmişlerdir.
Râhile: Binmek ve yük taşımak için seçilen cins ve güzel Baİr ise alelitlak erkek ve dişi devedir. Hadîs-i Şerîf binek veya vanına karşı namaz kümabileceğini göstermektedir. Bu bâbda rivftyet\şÖfcjj len hadîslerden Ebû Davud'un rivayeti IUssûlulUh(5a«afW 4k)# ve Sellem) 'in devesine karşı, Nesâî'nin rivayeti de bir ağaca namaz kıldığını göstermektedir.
Hadis-i Serîf: Hayvandan sütre yapılabileceğine delildir. Gerçi.deve keklerinde namaz kılmak yasak edilmiştir. Fakat bunun keraheti o yerlerin pis koktuğu yahut oralara kazayı hacet için oturulduğu içindir. Yoksa deveye karşı namaza durmak mekruh olduğundan değildir.
İbni Battal (?-444): «Bunun gibi temiz olan herşeye1 karşı namaz kılmak caizdir» diyor.
249- (503) Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeybe ile Züheyr b. Harb hep birden Vekî'den rivayet ettiler. Züheyr dedi ki: Bize Vekî* rivayet etti. (Dedi ki):Bize Süfyân rivayet etti. (Dedi ki): Bize Avn b. Ebî Cuhayfe [104] , babasından naklen rivayet etti. Babası şöyle demiş: Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Seiîem) Mekke'de Ebtah denilen yerde kızıl sahtiyandan yapılmış kendisine mahsus bir kubbenin içinde iken yanına geldim derken Bilâl, Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in abdest suyunu çıkardı, (cemâat onu hemen kapıştılar) kimisi bir mikdâr ele geçirmiş, kimisi de ele geçirenlerin serpintisine nail olabilmişti. Müteakiben Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) üzerinde kırmızı bir Hülle olduğu halde çıktı. Bacaklarının beyazlığını hâlâ görür gibiyim. Abdest aldı, Bilâl da ezan okudu. Ben onun ağzını şuraya ve şuraya (yânî sağa sola) dönerken takibe koyuldum: «Haydin namaza; haydin felaha!» diyordu. Sonra Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) için bir harbe dikildi. O da ileri geçip öğle namazını iki rek'ât olarak kıldırdı. Önünden eşek ve köpek geçiyor, fakat men edilmiyorlardı. Sonra ikindiyi de iki rek'ât olarak kıldırdı. Artık Medine'ye dönünce ye kadar hep namazları ikişer rek'ât kıldırmaya devam etti.»
250- (...) Bana Muhammed b. Hatim rivayet etti. (Dedi M): Bize Behz rivayet etti (Dedi ki): Bize Ömer b. Ebî Zaide rivayet etti. di ki): Bize Avn b. Ebt Cuhayfe rivayet etti ki, babası (Sallallahü Aleyhi ve Seliemyi kızıl sahtiyandan yapma W kubbe görmüş, (ve şöyle anlatmış): Bilâl'i abdest suyu çıkarırken gördüm. Bahtım ki; halk bu suyu kapışıyorlar. Kim ondan bir şey kapabilirse (T*bflr-rüken) yüzüne gözüne sürüyor, kapamayanlar ise arkadaşlarının ellerindeki ıslaklıktan bir şeyler almağa çalışıyorlardı. Sonra Bilâl'ın bir harbe çıkarıp diktiğini gördüm. Besülüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'de kırmızı bir hülle içinde (kolları) sıvanmış olarak çıktı. Sonra cemaaata harbeye doğru iki rek'aât namaz kıldırdı. Harbenin önünden insanlarla hayvanların gelip geçtiğini de gördüm.
251- (...) Bana tshak b. Mansûr ile Abd b. Humeyd rivayeVetaİ-ler. Dediler ki: Bize Cfi'fer b. Avn haber verdi. (Dedi ki): Bize Ebfi Ümeys haber verdi. H.
Dedi ki: Bana Kaasim b. Zekeriyyâ da rivayet etti. (Dedi ki): Bize Hüseyin b. Alt, Zâide'den rivayet etti. Demiş ki: Bize Mâlik b. Miğvel rivayet etti. Bunların ikisi de Avn b. Ebî Cuhayfe'den, o da Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'den Sttfy&n ile Ömer b. Ebî Zâide'nm hadisi gibi rivayette bulundu, yalnız bâzısının rivayetleri diğerterininkinden ûyâdelidir. Mâlik b. Miğvel hadîsinde: «Öğle olunca Bilâl çıkarak namaz için ezan okudu.» cümlesi de vardır
252- (...) Bize Muhammed b. EI-Müsennâ ile Muhammed b. Beş-şâr rivayet ettiler. İbni'l-Müsennâ dedi ki: Bize Muhammed b. Câ'fer rivayet etti. (Dedi ki): Bize Şube, Hakem'den rivayet etti. Demiş ki: Ben Ebû Cuhayfe'yi şSyle derken işittim: «Resûlüllah (Salkülahü Aleyhi ve Seîlem) Öğle vakti Batha'ya Çıktı ve abdest alarak öğleyi iki rek'ât, ikindiyi de iki rek'ât üzerinden kıldı, önünde (dikili) bir harbe vardı.
Şû'be şöyle demiş: «Avn babası Ebû Cuheyfe'den naklen bu hadîse (Harbenin arkasından kadın ve eşekler geçiyordu) cümlesini ziyâde etti.»
253- (...) Bana Züheyr b, Harb ile Muhammed b. Hatim rivayet ettiler. Dediler ki: Bize İbni Mehdî rivayet etti. (Dedi ki): Bize Şû'be bize iki isn adla birden bu hadisin mislini rivayet etti. Yalnız Hakem'in hadisinde: «Cemâat Resûlüllah (Saiîailahü Aleyhive Sellem)*in abdestin den artan suyu almağa başladılar.» cümlesini ziyâde eyledi.
Bu hadîsi Buharı «Kitfibti's-Salât» ve «Kitâbü'l-Libâs» da Ebû Dâvûd, Tirmizî, Nesâî ve îbni Mâce «Kitâ-bü's-Salat» da muhtelif râvîlerden tahrîc etmişlerdir.
Covherî'nin beyânına göre kubbe; binada olur. Filhakika tepesi yuvarlak olan binaya kubbe ve kümbet denir. Fakat aslında kubbe Arapların kurdukları yuvarlak ve küçük çadırdır. Burada kubbeden murâd da budur. Nesâî 'nin rivayetinde mezkûr kırmızı çadırın içinde kırk kişi kadar cemaat bulunduğu tasrîh edilmiştir.
Eotah: Mina'ya1 yakın bir yerin ismidir. Buna «Bathâ» da derler.
Ashabı kiramın Resûlüllah (SalUülahü Aleyhi ve SelUm)'* &id abdest suyunu kapışmaları onun eserleri ile teberrük etmek içindir. Hattâ hadîsin bir rivayetinde: «Ashâb Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Selİemyin ellerinden tutarak onlarla yüzlerini silmeğe başladılar. Bunun üzerine bende onun bir elini tutarak yüzüme sürdüm. Bir de ne göreyim! Mübarek kardan soğuk misk'den daha güzel kokulu imiş.» denilmiştir.
Hülle: Gömlekle cübbeden ibaret iki elbisedir. Bâzıları bir cinsden iki elbisedir, demişler; bir takımları da iki yeni elbise mânâsına geldiğini söylemişlerdir. Hüllenin Yemen kumaşlarından yapıldığı söylenir.
Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in paçalarını sıvamasından murâd: Elbisesini baldırlarının yarısına kadar kaldırmış olmasıdır. Nitekim hadîsin bir rivayetinde: «Ben Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ye Sellem) 'in bacaklarının beyazlığını hâlâ görür gibiyim» denilmesi de bunu gösterir. Abdest suyundan murâd: abdestte kullandığı sudur. Mâaitıaf'h o sı# dan artan kullanılmamış su da olabilir.
Hadis-i Şerifden Şu Hükümler Çıkarılmıştır.
1- Kırmızı elbise giymek ve içinde namaz kılmaz câizdiıv
2- Çahr kullanmak caizdir.
3- Salih kulların eserleriyle teberrük etmek caizdir. Sahrada, ovada namaz kılan kimsenin önüne sütre dikmesi sünnettir.
4- Seferde dört rek'âtlı namazlar ikişer kılınırlar.
5- Namaz kılan kimsenin sütresinin Önünden geçmek caizdir.
6- Mâi müstamel yâni kullanılmış su temizdir. Bâzıları bu hadîsi Hanefîler'in aleyhine delil göstermiş ise de doğru değildir. Çünkü hadîsde geçen «Vadû» kelimesi abdestte kullanılmış su mânâsına geldiği gibi, kullanılmadan artan su mânâsına da gelebilir. Bu ihtimaller kargısında kullanılmış suyun temiz olduğuna bu hadîsle istidlal etmek doğru olama* Kaldı ki Hanefîle/in tekarrur eden mezhebine göre; mM mü*tfi|öel y/k mizdir. Yalnız temizleyici değildir. Binaenaleyh mâTi müstamel; bilir. Yalnız onunla abdest ve gusül caiz değildir.
Necis olması İmam-ı Âza m'dan bir rivayete göredir. rivayetle âmel olunmamıştır.
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'m mübarek bedenleri temiz olduğu için abdestinden dökülen sular da temiz ve temizleyicidir.
7- Erkeklerde baldırlar avret değildir.
8- Seferde namaz için ezan okumak meşrudur.
9- Ezan okurken müezzinin (hay'ale) lerde sağa ve sola dönmesi sünnettir.
254- (504) Bize Yahya b. Yahya rivayet etti. Dedi ki: Mâlik'e, İb-ni Şihâb'dan duyduğum, onun da Ubeydullah b. Abdillâh'dan, onun da İbni Abbâs dan naklen rivayet ettiği şu hadîsi okudum: İbni Abbâs şöyle demiş: «Dişi bir merkebe binerek geldim. Ben o zaman buluğa yaklaşmıştım. Besûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Mina'da cemaata namaz kıldırıyordu. Saftın önünden geçtim. Merkepten inerek onu otlamağa salıverdim. Kendim de safia girdim. Bu hususta bana hiçbir kimse bir şey demedi.»
255- (...) Bize Harmeletü'bnü Yahya rivayet etti. (Dedi ki): Bize İbni Vehb haber verdi. (Dedi ki): Bana Yûnus, tbni Şihâb'dan naklen haber verdi. (Demiş ki): Bana Ubeydullah b. Abdillâh b. Utbe haber verdi.- Ona da tbni Abbâs haber vermiş ki; kendisi bir merkeb üzerinde seyredip gelmiş. Besûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) de Haccettil-Ve-dâ'da Mina'da kalkmış cemaata namaz kıldıriyormuş. Merkeb saflardan birinin arasına yürümüş; sonra tbni Abbâs ondan inerek cemaatla birlikte saff olmuş.
256- (...) Bize Yahya b. Yahya ile Amru'n-Nâlud ve tshâk b. İbrâhım, İbni Uyeyne'den, o da Zührî'den naklen bu isnâdla rivayet ettiler. (Yalnız): Peygamber (SallaUahü Aleyhi ve Sellem) Arafât'da namaz kılıyordu» demiş.
257- (...) Bize tshâk b. İbrahim ile Abd b. Humeyd rivayet ettiler. Dediler ki: Bize Abdürrazzâk haber verdi. (Dedi ki): Bize Ma'mer, Zührî'den bu isnâdla haber verdi. Amma hadîsde Mina ve Arafat'ı zikretmedi
(Yalnız) veda Haccmda yahut fetih gününde» dedi,
Bu hadîsi Buharı «İlim, Namaz, Hac» ve «Megâzî» bahislerinde; Ebû Dâvûd, Tirmizî, Ne.sâ! ve İbni İtâ;c'% dahî «Namaz» bahsinde tahrîc etmişlerdir.
İbni Abbâs Hazretlerinin o tarihte kaç yaşında olduğu ihtilaflıdır. Bâzıları on, bâzıları onüç, bir takımları da onbeş yaşında bulunduğunu söylemişlerdir. Saîd b. Cübeyr'in rivayetinde îbni Abbâs (Radtyallahû anh) : «Resûlüllah (Salîallahü Aleyhi ve Sellem) in vefatında ben onbeş yaşındaydım» demiştir. İmam Ahmed b. Hanbe1: «Doğrusu da budur.» diyor. Zübeyr b. Bekkâr'ın rivayetine göre îbni ATöbâs (Raâryallahû arüı) Hicret'ten üç sene önce dünyâya gelmiştir.
Hadis-i Şeriften Şu Hükümler Çıkarılmıştır:
1- Küçük çocuğun hadîsi dinleyip bellemesi caizdir. Buna tahammül denilir, tahammülde tam ehliyet şart değildir. Tam ehliyet ancak edada yânî hadîsi başkasına rivayet ederken şarttır. Bu hususta köle, fasik ve kâfir de küçük çocuk hükmündedir.
Küçük çocuğun hangi yaşlarda hadîs dinleyebileceği ihtÜaflldÜf. Mûsâ b. Harun'a göre, inekle hayvan arasındaki farkı anlamağa başladığı zaman; îmam Ahmed b. Hanbel'e göre ahüi-ğe&p ezberlemeye başladığı zaman hadîs dinlemesi sahih olur. YaK yâb. Maîn hadîsi tahammül için en az onbeş yaşında bulunmak lâzım geldiğini söylemiş. Buna delîl olarak da Hz. Abdullah b. Ömer'in Uhud harbinde henüz onbeş yaşını doldurmadığı ve buluğa ermediği için orduya alınmamasını göstermiş ise de İmam Ahmed b. Hanbel bu sözü işitince cNe çirkir söz.» diyerek reddetmiştir. Bâzıları hadîsin en az dört, bir takımları da beş yaşında dinlenebileceğini söylemişlerdir. Bu bâbda nazar-ı itibâra alınacak cihet çocuğun temyiz sahibi olmasıdır. Bu da onun bir sözü anlayarak ona cevap vermesiyle anlaşılır. Böyle bir çocuk beş yaşını doldurmasa bile hadîs dinleyebilir. Fakat söylenilen sözü anlamaz ve ona îcâb eden cevâbı veremezse beş değil, yirmi beş yaşında olsa yine hadîs dinlemesi doğru olamaz.
2- Küçüklüğünde birşey belleyen kimse onu büyüdükten sonra rivayet edebilir. Bu cihet ulemâ arasında ittifâkîdir. Kemâl hâlinde avde. eden fâsık ile kâfirin hükmü de budur.
3- Büyük bir maslahatı elde etmek için bâzı küçük mefsedetlere tahammül olunur. Çünkü namaz kılanların önünden geçmek bir mefse-det ise de bir namaz saffma girmek o mefsedetten daha müreccah bir maslahattır. Binâenaleyh Sâri' Hazretleri tarafından inkâr edilmemek suretiyle buna müsâade buyurulmuştur.
4 - Cemaata binek ile gitmek caizdir.
5- El-Mühelleb'in bey anma göre; hâtîb hutbe okurken kimseye zarar vermemek şartıyla onun hutbesini dinlemek için ileri geçmek bilittifâk caizdir. Fakat ileriye geçmek için cemâatin omuzlanna basa basa gitmek doğru değildir.
6- Namaz kılan kimsenin önünden merkeb geçmesi namazı bozmaz.
7- Küçük çocuğun namazı sahihdir.
8- Bir kimse Peygamber (Sallcrflahü Aleyhi ve Seltem) 'in huzurunda bir şey yapar da kendisini menetmezse bu hâl o şeyin caiz olduğuna delildir.
9- Bir hayvanı başında muhafız bulunmadan yahut, mükellef olmayan bir muhafızın idaresinde mer'âya salmak caizdir.
10- îbni Battal ile Kaadî îyaz ve diğer bâzı ulemâ ve hadîsde imamın sütresinin cemaata da sütre sayılacağına de-lîl olduğunu söylemişler, hattâ îbni Salâh ile îbni Battal bu hususta icmâ nakletmişlerdir. Hadîsin bu hususa ne suretle delâlet ettiğini Kaadî îyâz şöyle anlatır: «Çünkü Resûlüllah (Saliailahü Aleyhi ve Seîiem) safflarm önünden geçen îbni Abbâs’ı görmüştü. Binâenaleyh ona birşey dememesi bu meseleyi takrir buyurduğuna delildir. Şayet îbni Abbâs (Raâtyalİahû anh) onun göremiyeceği bir yerden geçmişse bu sefer de bütün ashabı görmüşler ve hiçbiri ses çıkarmamıştır. Bu da onlarca bu işin münker bir şey olroadığını gösterir. Bunun sebebi bâzılarına göre imamın cemaata sütre olması; diğer bâzılarına göre imamın cemaata sütre olması; diğer bâzılarına göre ise imamın sütresinin cemaata da sütre sayümasıdır.
Gerçi Hz. Ebû Said-i Hudrî 'den merfû, olarak rivayet edilen bir hadîsde: «Biriniz namaz kılarsa Önünden hiç bir kimseyi geçirmesin!» buyurulmuştur. Fakat bu hadîs imama ve yalnız kılana hamle dil mistir. İmamın arkasındaki cemaatın önünden geçmek zarar etmez. Bu cihet ittifakıdır. Mevzû-u bahsimiz İbnî Abbâs hadîsi bunu gösterdiği gibi tbni Ömer (Radiyallahû anhûma) 'dan rivayet edilen hadîs de daha ziyâde izah etmektedir. Mezkûr hadîsde Resûlüüab (Sallailahü Aleyhi ve Selle m) 'in duvarlara karşı öğle veya ikindi " kıldığı; bir hayvan gelip önünden geçmek isteyince onu menettigi beyan edilmekte; hatta Râvî: «Resûlüllah (Sallallahu Aleyhi ve SellemyiamvaS*-rını duvara yapıştırırken gördüm. Bu suretle hayvan arkasından geçti.» demektedir.
Kaadî fyâz diyor ki: «Önünden geçen bulunmayacağından emîn olmıyanlar için sütrenin meşru olduğunda hilaf yoktur. Bundan emîn olanlar hakkında ise ihtilâf edilmiştir.
11- Rivayetlerin birinde Mina'da, diğerinde Araföt'da denilmesi vak'anın iki yerde geçtiğine delildir.
48- Namaz Kılanın, Önünden Geçeni Menetmesi Babı
258- (505) Bize Yahya b. Yahya rivayet etti. (Dedi ki): b. Eslem'den dinlediğim, onun da Abdurrahmân b. Ebî Sald'deö, OtttUJf da Ebû Saîd-i Hudrî'den naklen rivayet ettiği şu hadisi okudum: Resüllüllah (Sallailahü Aleyhi ve Sellem) :
«Biriniz namaz kılarsa önünden hiç bir kimseyi geçirmesini Onu mümkün olduğu kadar menetsin! şayet yine dinlemezse onunla mukatele etlini Çünkü o ancak bir şeytândır.» buyurmuşlar.
259- (...) Bize Şeybân b. Ferrûh rivayet etti. (Dedi ki): Bize Süleyman b. Muğîre rivayet etti. (Dedi ki): Bize İbni Hilâl (yâni Humeyd) rivâyet etti. Dedi ki:
«Bir defa ben bir arkadaşımla beraber bir hadisi müzâkere ederken birden Ebû Salih Es-Senımân:
Ben Ebû Saîd'den işittiğimi ve gördüğümü sana söyliyeyim; dedi ve şöyle anlattı: Ben Ebû Saîd ile beraber bulunduğum bir sırada Ebû Saîd Cum'â günü, kendisini insanlardan setredecek bir şeye karşı namaz kılıyordu, derken Benî Ebî Muayt kabilesinden genç bir zât geldi ve Ebû Saîd'İn önünden geçmek istedi. Ebû Saîd onun göğsüne dokunarak kendisini defetti. Genç adam etrafına bakındı. Fakat Ebû Saİd'in Önünden başka geçecek yer bulamadı. Bunun üzerine yine oradan geçmeye kalkıştı. Ebû Saîd onun göğsüne ilk defâkinden daha şiddetli vurarak kendisini defetti. Bu sefer o adam Ebû Saîd'in karşısına dikilip ona sövdü» sonra cemâati sıkıştırarak çıktı gitti ve (Medine valisi) Mervân'm yanma girerek Ebû Saîd'den gördüğü muameleyi ona şikâyet etti: Sonra Ebû Saîd de Mervân'ın yanma girdi. Mervân ona:
«Şu kardeşin oğluyla ne alıp veremiyorsun? (Bak sana) seni şikâyete gelmiş?» dedi. O zaman Ebû Saîd şunları söyledi.
Ben Resûltillah (SalUûlahü Aleyhi ve Sellem):
«Biriniz kendisini insanlardan koruyacak bir şeye -karşı namaza durur da sonra önünden biri geçmek isterse onu göğsüne dokunarak defetsin. Din-, lemezse onunla mukatele etsin! Çünkü o ancak bir şeytandır.» buyururken işittim.
260- (506) Bana Hârûn b. Abdi11âh ile Muhammed b. Rafı' rivayet ettiler. Dediler ki: Bize Muhammed b. İsmail b. Ebî Füdeyk, Dahhâk b. Osman'dan, o da Sadakatü'bnü Yesâr'dan [105], o da Abdullah b. Ömer'den naklen rivayet etti ki; Resûlüllah (Sallalîahü Aleyhi ve Sellem) :
«Biriniz namaz kılarsa önünden hiçbir kimseyi geçirmesin! Dinlemezse onunla doğuşsun! Çünkü onunla beraber dostu şeytân vardır.» buyurmuşlardır.
(...) Bana İshâk b. İbrahim rivayet etti. (Dedi ki) Bize Efeû Bekir El-Hanefî haber verdi. (Dedi ki): Bize Dahhâk b. Osman rivayet etti. (Dedi ki): Bize Sadakatü'bnü Yesâr rivayet etti. Dedi ki: Ben İbni Ömer'i: «Resûlüllah (Sallalîahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu...» diyerek bu hadîsin mislini rivayet ederken dinledim.
Ebû Saîd hadîsini Buharı «Namaz», «Bed-i Halk» ve «Sı-fat-ı İblîs» bahislerinde, Ebû Dâvûd ile Nesâi dahi -Namaz» bahsinde tahric etmişlerdir.
Benî Ebî Muayt kabilesinden geldiği bildirilen genç adamın ismi bir rivayette Velîd b. Ukbe diye tasrîh edilmiştir. îbnİ Ebî Şeybe'nin «Musannef» inde bu zâtın Abdurrahman b. Haris olduğu bildiriliyor. Abdürrezzâk'ın rivayetinde ise Dâvûd b. Mervân nâmında bir zât olduğu görülüyor. Bu rivayetlerin arasını bulmak için en güzel çâre vak'anın ayrı ayrı şahıslarla mü-teaddid defalar vukûbulduğuna kail olmaktır.
Mervâ'dan murâd: Emevî hanedanından Mervân b. Haltem'dir. Bu zâtın Peygamber
(SallallahüAleyhiveSeUem)*i gördüğü rivayet olunur. Vâkıdî 'nin beyânına göre Besûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in vefatında Mervân sekiz yaşında çocukmuş. Ondan hadîs rivayet edememiştir. Mervân o gün Medine'de Vali bulunuyordu. Hz. Ebû Saîde: «Kardeşin oğlu ile ne alıp veremiyorsun?» diyerek hâdisenin hakikatini anlamak istemiş ve bütün mü'minlerin kardeş olmasına bakarak din kardeşi yerine «Kardeşin oğlu» tâbirini kut-lanmışdır. Bu cümle: «Hz. Saîd'in önünden geçen genç Ve1îd b. Ukbe değildi.» diyenlerin sözünü te'yîd eder. Çünkü Velî d 'in babası Ukbe kâfir olarak öldürülmüştür. Binâenaleyh onun oğlu hakkında «Kardeşin oğlu» denilemez.
Kurtubî 'nin beyânına göre, namaz kılarken önünden geçen kimse işaretle ve hoş bir muameleyle geçmekden menedilir. Fakat hadisin zahirinden anlaşılıyor ki geçmek isleyen kimse işaret v.s. den anlamaz da kendisini menetmek için döğüşmekten başka çâre kalmazsa nihayet ona da başvurulur. Çünkü bu derece inatlık gösteren kimse olsa olsa bir şeytândır. ResûlüIIah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) burada işaretten almayan inatçıyı bir teşbih-i belîg ile şeytâna benzetmiştir. Bâzılarına göre şeytandan murâd ResûlüIIah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in Önünden geçen kimsedir. Böyle inatçı kimselere lisanımızda dahî şeytân denir. Bâzıları cümleye bir muzâf takdir ederek: «Bu ancak şeytânın yapacağı iştir.» şeklinde mânâ vermişlerdir.
Hadisden Çıkarılan Hükümler.
1- Namaz kılan kimsenin sütre kullanması gerekir. 1bni 1-Arabî 'nin beyânına göre; sütre dikmenin vacip olup olmadığı ihtilaflıdır. Şöyle ki:
a) Sütre dikmek vâcipdir. Şayet dikemezse bir çizgi çizer. İmam Ahmed b. Hanbel'in kavli budur. Hz. Ömer: «Sütresiz namaz kılan bir kimse namazının ne kadar noksaulaştığmı bilse kendini insanlardan koruyacak bir sütre knllanmaksızın hiç bir namaz kılmazdı.»
demişdir.
b) Sütre kullanmak müstehabdır. Ebû Hanîfe, Mâlik ve Şafiî hazerâtının mezhepleri budur.
c) Sütre terkedilebilir. Bu kavil İmam-ı Mâlik 'den nakledilmiştir. Atâ' dahî: «Sütrenin terkedilmesinde bir beis yoktur.» demiştir.
Buhârî Sarihi Aynî bu hususta on nevî söz olduğunu kaydediyor ve bunları şöyle sıralıyor:
a) Sütre dikmenin vacip olup olmadığı hakkında;
b) Geçilmesi mekruh olan yerin mikdân hakkındadır. Bâzılarına göre; geçilmesi mekruh olan yer secde mahallidir. Bir takımları iki veya üç saff demiş; başkaları üç argın; daha başkaları beş arşın olduğunu söylemişlerdir. Kırk arşın olduğunu söyleyenler deNvardır. îmam Şafiî ile îmam Ahmed b. Hanbel'e göre üç arşındır. îmam Mâlik bu ciheti bir mikdarla tâyin etmemiştir. Yalnız rükû' ve sücûd yapabilecek ve önünden geçeni defedebilecek kadar yer olması îcab eder.
c) Ovada namaz kılan kimseye sütre kullanmak müstehabdır. Ebû Dâvûd 'un Hz. Ebû Hüreyre 'den rivayet ettiği bir hadîsde Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
«Biriniz namaz kılacağı zaman yüzünün karşısına bir şey diksin; bir şey bulamazsa bir sopa diksin. Sopasıda yoksa bir çizgi çizsin. Böyle yaparsa önünden geçenin ona bir zararı olmaz.» buyurmuşdur. Mezkûr hadîsi İbni Hibbân (Sahih) inde tahric etmiştir. Îbnü'1-Medîni ile Ahmed b. Hanbe1'in onu sahîh buldukları rivayet olunmuşsa da Kaadı İyâz onun zayıf olduğunu söylemişdir. Süfyân b. Uyeyne, İsmail b. Ümeyye, îmam-ı Şâfİî ve Nevevî onun zayıf olduğuna işaret etmişlerdir.
d) Sütrenin mikdân hakkındadır. Sütrenin bir arşın veya daha fazla uzun olması lâzım geldiğini az yukarıda görmüştük.
e) Sütrenin kalınlığı bir parmak kadar olmalıdır. Çünkü daha ince olan bir çubuk uzaktan görünmez.
g) Namaz kılan sütreye yakın durmalıdır. Bu hususta da az yukarıda söz geçmişti.
h) Sütre yâ sağ kaşın yahut sol kaşın hizasına dikilmelidir. ,
i) İmamın sütresi cemaata da sütre sayılır
j) Sütrede Hanefîler'e göre muteber olan, onu yere yatırmak veya onunla yere çizgi çizmek değil yere dikmekdir. Çünkü maksat, Önünden geçenleri menetmekdir. Bu ise sopayı yere yatırmak veya çizgi çizmekle hâsıl olamaz. Mâamâfîh yer sert olur da sopayı dikmeye imkân bulunamazsa onlara göre sopa uzunluğuna yere yatırılır. Çünkü hadîsde yere dikmek zikredildiği gibi yatırmak da zikredilmiştir. Fakat çizgi hakkında bir şey vârid olmamışdır. Zâten çizginin varlığı ile yokluğu müsavidir. Uzakdan görünmez. îmam Şafiî vere dikilecek bir şey bulunamadiği zaman uzunluğuna yere bir hat çizileceğine kail olmuşdur. Fakat Cumhur çizgi çizmeyi bâtıl addetmişlerdir. Nitekim İmam-ı Şafiî dahî sonraları bu sözünden dönmüşdür.
k) Hanefîler'e göre: Gaspedilmiş bir sopadan sütre olabilir. İmam-ı Ahmed'e göre ise gasp edilen sütre ile kılınan namaz bâtıl olur. Ona göre; gasp edilen elbise içinde kılman namazın hükmü de budur.
2- Namaz kılan kimsenin, önünden geçeni defetmesi vacip midir, yoksa mendûp mu? suâline Nevevî şu cevâbı vermişdir: «Bu mesele kuvvetle mendûpdır. Fukâhâ'dan ona vâcibdir deyeni bilmiyorum.» Zahirîlere göre önünden geçeni defetmek vâcibdir. Çünkü emrin zahiri bunu göstermektedir. Nevevî yâ zahirîlerin bu kavlini görmemiş; yahut onların muhalefetine kulak asmamışdır.
İbni Battal diyor ki: «Ulemâ namaz kılanın önünden geçeni defetmesi sütreye karşı kıldığı zamandır; sütresiz kılarsa niş bir la-sarrufda bulunamaz, çünkü o yerden geçmek herkese mübahdır. Binâenaleyh oradan geçeni menetmeye dak kazanması için bir delîl lâzımdır. O da sütredir... demişlerdir.»
3- Önünden geçen kimseyi menetmek için onun yanma kadar gitmek caiz değildir. Onu ancak bulunduğu yerden defedebilir. Çünkü yürümenin mefsedeti o kimsenin geçmesinden daha büyüktür. Uzakdan geçen yâ işaret yâ teşbihle menedilir. İkisi birden yapılamaz.
Îmâmü'l-Haremeyn'e, göre önünden geçen kimseyi muhakkak itip kakmak suretiyle defetmek şart değildir. Bilâkis geçen kimsenin göğsüne hafifçe dokunmak ve işaret etmek kâfidir. Rûyânî'ye göre ise; geçenin ölümüyle neticelense bile onu ısrarla önlemek îcab eder. Bâzıları: «Menetmekden daha şiddetli, fakat namazı bozmayacak derecede itmek gerekir.» demişlerdir. İmam Mâlik'le Ahmed b. Hanbel'in meşhur olan mezhepleri budur. Bu bâbda daha başka sözler de vardır.
Namaz kılanın önünden kedi gibi işaretten anlamayan bir hayvan geçse Mâlikîler'e göre onu ayakla yahut sütreye yapıştırmak suretiyle defetmek gerekir.
4- Namaz kılanın önünden geçmek isteyen kimse bu inadında isrâr ederse kendisi ile çarpışma yapılır mı yapılmaz mı meselesine Kaad îyâz şu cevabı vermişdir: «Silâhla mukâtele yahut ölümüne müncer olacak bir âletle çarpışma lâzım değildir. Ama caiz bir şeyle defetmeye çalışırken o kimse ölse bütün ulemânın ittifakı ile kısas îcab etmez. Diyetini ödemek lâzım gelip gelmiyeceği hususunda ulemâ iki mezhebe ayrıîmışlardır.»
Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in hadîs-i şerif de: «Onunla mukâtele etsin» buyurması Cumhur-u Ulemâya göre zorla defetsin manasınadır. Bundan öldürmenin caiz olacağı mânâsı çıkmaz; çünkü maksat namaz kılanın önünden geçmenin pek çirkin bir şey olduğunu mübalağalı bir şekilde anlatmakdır. Şâfiîler'den bir cemâat namaz kılan kimsenin önünden geçenle hakîkaten mukâtele edeceğine yâni onu öldürebileceğine kail olmuşlarsa da İbnü'l-Ara bî bu sözü reddetmiş ve mukateleden muradın müdâfaa olduğunu söylemişdir. t bnül1 Münzir'e göre ilk geçmek istediğinde göğsüne dokunmak suretiyle meneder. Bundan anlamazsa ikincide mukatale eder ki, müdâfaadan murâd da budur. Bâzıları üç defa menettikten sonra yine sözden anlamazsa ondan sonra mukâtele edileceğini söylemişlerdir. Hattâ: «Bundan murâd: namaz bittikten sonra o kimseyi muaheze etmekdir.» diyenler de olmuşdur.
5- Namazda pire öldürmek, vücudu kaşımak, hafif vurmak suretiyle akrep öldürmek gibi şeyler âmel-i kesîr derecesini bulmamak şartı ile caizdirler.
6- Namaz kılanın önünden geçen kimse onu Rabbine münâcâtdan alakoyduğu için şeytân gibidir.
Dinde fitne çıkaran kimseye şeytân denilebilir.
7- Hüküm isimlere değil mânâlara göre verilir. Çünkü namaz kılanın Önünden geçmekle bir kimsenin hakîkaten şeytân olması mümkün değildir.
8- Mefsedetleri def için evvelâ en hafif çâreye başvurulur.
9- Dâvaların hâkim huzurunda yapılması şarttır. Hiç bir kimse hasmından hod be hod intikam alamaz,
10- Âdil râvînin rivayeti makbuldür.
261- (507) Bize Yayhâ b. Yahya rivayet etti. (Dedi M): Mâük'e, Ebü'n-Nadr'dan dinlediğim, onun da Büsr b. Saîd'den naklen rivayet ettiği şu hadisi okudum: Zeyd h. Hâlid El-Cühenî [106], Büsr'ü namaz kılanın önünden geçen hakkında Besûlüllah (Sailallahü Aleyhi ve Sellem) den ne işitmiş! diye sormak üzere Ebû CÜheym'e göndermiş. Ebû Cfl-heym [107] şunları söylemiş: Resûlfillah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):
«Namaz kılanın önünden geçen kimse ne derece vebal yüklendiğini bilse onun için kırk yıl beklemek önünden geçmekden daha hayırlı olurdu.» buyurdular.
Ebû'n-Nadr: «Kırk gün mü, kırk ay mı yoksa kırk yıl mı? dedi; bilmiyorum» demiş.
(...) Bize Abdullah b. Haşİm b. Hayyân El-Abdî rivayet etti. (Dedi ki): Bize Vekî', Süfyân'dan ,o da Salim Ebu'n-Nadr'dan, o da Btisr b. Said'den naklen rivayet etti ki, Zeyd b. Halid El-Cuhenî Peygamber (Salkûlahü Aleyhi ve Sellem) 'den ne duydun? diye sormak üzere. Ebû Cüheym El-Ensârî'ye haber göndermiş. Müteakiben râvi Mâlik hadisi gibi rivayette bulundu.
Bu hadîsi bütün Kütüb-ü Sitte sahipleri tahric etmişlerdir. Hadisin bâzı rivayetlerinde meseleyi sormak için adam gönderen zât ile kendisine adam gönderilenin isimleri maklûb zikredilmişse de İmam Mâ1ik'in «El-Muvatta- 'mda bu husûsda hiç bir ihtilâf gösterilmemiştir. Meseleyi sormak için Büsr b. Saîd'i gönderen Zeyd b. Hâlid El - Cühenî'dir. Zeyd, Büsr'ü, Ebû Cüheym'e göndermişdir. Nitekim Mü si imin buradaki rivayetinde ve îbni Mâce ile başkalarının rivayetlerinde de sened böyledir.
Rivayetlerin bâzısında kırk yıl mes'elesi sene zikredilmeksizin sâdece kırk, diye itlak edilmiş, bâzısında kırk yıl yahut kırk ay yahut kırk sabah yahut kırk saat denilmiş; bir takımlarında bunun yerine daha başka tâbirler kullanılmıştır. Meselâ İbni Hibbâ n'ın Hz. Ebû Hüreyre'den tahric ettiği rivayette: Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seltem) :
«Biriniz namaz kılarken din kardeşinin önünden geçmekte ne derece büyük günah olduğunu bilse, yüz sene yerinde durması onun Önünden bir adım atmakdan kendisine daha hayırlı gelirdi.» buyurdular... denilmiş. Taberânî 'nin rivayetinde: Namaz kılanın önünden geçen kimsenin kıyamet gününde kuru bir ağaç olmak isteyeceği zikredilmişdir. Bâzı rivayetlerde bunun yerine: «Namaz kılanın önünden geçen kimse üzerine ne derece vebal aldığını bilse uyluğunun kırılmasına razı olur da onun Önünden geçmezdi!» denilmiştir. Kâ'bu'l-Ahbâr: «Namaz kılanın Önünden geçen kimsenin yere batması onun önünden geçmesinden daha hayırlıdır.» demişdir. Bütün bunlar namaz kılanın Önünden kasden geçmenin pek çirkin bir hareket olduğunu göstermektedirler. Sütrenin dış yanından geçmek memnu değildir.
Namaz kılan kimsenin önünden geçerek günâhını üzerine almaktan-sa uzun müddet yerinde durup geçmemek daha hayırlıdır. Bu müddet rivayetlerin bâzılarında kırk, bâzılarında yüz yılla temsil edilmişdir. Kirman î'nin beyânma göre; kırk yılla temsilin hikmetini yalnız Allah bilirse de, insanın geçirdiği her tavır kırk adediyle kemâl bulduğu için kırk adedinin zikredilmiş olması muhtemeldir. Aynî'ye göre; yüz adedinin zikredilmesi de ondan sonra gelen binlere nisbetle ortada bulunduğu için olsa gerektir. Bittabi her şeyin en hayırlısı orta derecede
olanıdır.
Bu Hadisden Çıkarılan Hükümler
1- Namaz kılan bir kimsenin önünden geçmek çirkin bir şeydir; ve günahtır. Nevevî :Bu hadîsde namaz kılanın önünden geçmenin haram kılındığına delil vardır.» diyor, önünden geçmenin hûdûdu ihtilaflıdır. Bâzılarına göre; memnu olan yer namaz kılan kimse ile secde edeceği yer arasıdır. Bâzıları bunun namaz kılandan itibaren üç arşın, bir takımları da bir taş atımı kadar bir mesafe olduğunu söylemişlerdir.
2- îbni Battâl'a göre: Resûlüllah (Sallattahü Aleyhi veSetiem) in: «Bilmiş olsa» tâbirinden buradaki nehyin bile bile geçenlere mahsus olduğu anlaşılır. Bâzıları bunu baîd görmüş ise de îbni Ba11â Tın mutâlasına bir diyecek yoktur. Çünkü hadîsin ibaresinde geçen «lev» kelimesi şart ifâde eder. Binaenaleyh şart bulunmayınca ona terettüp edecek hüküm de bulunmaz. Yânî; namaz kılanın önünden geçmenin memnu olduğunu bilmeyen bir kimsenin oradan geçmekle günahkâr olmaması lâzım gelir.
3- Hadîsdeki nehy bütün namaz kılanlara âmm ve şâmildir. Bâzı kimselerin onu yalnız imam ve münferiden kılana tahsis etmeleri yersizdir.
4- İlmi araştırmak ve elde etmek için peşinde adam göndermek meşrû'dur.
5- İstinabe caizdir. Yâni; bir kimse kendi yerine başkasını naip tâyin edebilir.
6- Ulemânın ilmi birbirlerinden almaları meşrû'dur.
7- Haber-i vâbit makbuldür.
49- Namaz Kılanın Sütreye Yakın Durması Babı
262- (508) Bana Yâkûb b. İbrahim Ed-Devrakî rivayet etti. (Dedi ki): Bize tbni Ebî Hâzim rivayet etti. (Dedi ki): Bana babam, Sehl b. Sa'd Es-Sâidi'den rivayet etti. Demiş ki: Resulü11âh (Sallaîlahü Aleyhi ve Setlem) in namaz kıldığı yerle duvar arasında bir koyun geçecek kadar yer vardı.
263- (509) Bize İshâk b. İbrahim ile Muhammed b. El-Mûscnııâ rivayet ettiler. Lâfız İbnü'l-Müsennâ'nındır. İshak (Bize haber verdi) tâbîrini kullandı. İbnü'l-Müsennâ: Bize Hammâd b. Mes'ade [108], Yezİd'den (yâni îbni Ebî Ubeyd'den) o da Seleme'den —ki Ibnü'1-Ekvâ' [109] dır.— naklen rivayet etti: Seleme mushafm konduğu yeri araştırır; orada nafile namaz kılarmış. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in de bu yeri araştırdığını söylemiş. Mezkûr yer minberle kıble arasmda koyun geçecek kadar bir yermiş.
264- (...) Bize bu hadisi Muhammed b. EI-Müsennâ rivayet etti. (Dedi ki): Bize Mekkî rivayet etti. Dedi ki: Bize Yezîd haber verdi. Dedi ki: Seleme mushafın bulunduğu yerdeki direğin yanında namaz kılmağa çalışırdı. Ben kendisine: Yâ Ebâ Müslim! görüyorum ki; hep bu direğin yanında namaz kılmağa çalışıyorsun; dedim. Seleme: «Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in bu direğin yanında namaz kılmayı ihtiyar ettiğini gördüm (de onun için böyle yapıyorum) cevâbını verdi.
Bu rivayetleri Buhârî «Kitâbu's-Salât»'da biri birine yakın yerlerde tahrîc ettiği gibi birinci rivayeti Ebû Dâvûd dahî «İÜ-1 tâbu's-Salât-'da, ikinci rivayeti İbni Mâce yine «Kitâbu's-SalâU'da tahrîc etmişlerdir.
Anlaşılıyor ki Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Efendimiz minberin yanı basma durarak cemaata imam oluyormuş. Çünkü Mescid-i Nebevî'de mrhrâb yoktu. Minberle kıble duvarının arasmda da koyun geçecek kadar bir aralık vardı. Bunun sebebi ilk saffda olanların birbirlerini görebilmeleridir.
İkinci rivayette de işaret edildiği vecihle: Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in mescidinde mushafm konulmasına mahsus bir yer vardı. Bu yer Hz. Osman zamanından beri malum idi. Hadîsin bir rivayetinde Sandığın arkasında namaz kılardı.» denilmesine bakılırsa mushafın bir sandık içine yerleştirildiği ve bir direğin yanma konulduğu anlaşılıyor. Yanma mushaf sandığı yerleştirilen direk «muhacirler direği» nâmı ile mârufdur. Çünkü muhacirler bu direğin yanında toplanırlarmış. Ebû Müslim Hz. Selemetü'bnü Ekva'ın künyesi-dir. Hadîsden anlaşılıyor kî BesûlüUah (Sallallahü Aleyhi ve Seliem) vaktiyle o direğin yanında namaz kılarmış, bilâhara Hz. Seleme dahî te-berrüken onun kıldığı yerde namaz kılmak için orasının boş olmasını kol-larnuş.
Hz. Âişe'nin: «İnsanlar bu direği bilseler onun yanına durmak için birbirlerine ok atarlardı!» dediği ve onu gizlice îbni Zübeyr'e söylediği rivayet olunur. Onun için Îbni Zübeyr (Radiyallahû anh) bu direğin yanında çok namaz kılarmış.
Îbni Battal: «Resûlüllah (Sallallakii Aleyhi ve Sellem) sahrada değnekten sütre yaptığına göre mescidin direğini kendisine sütre yapması evleviyette kalır. Çünkü sütre yapmak için direk değnekden daha muhkemdir» diyor. Bundan da anlaşılıyor ki Peygamber (Sallallahü Aleyhi veSellem) Efendimiz direği sütre olarak kullanırmış.
Bu Rivayetlerden Çıkarılan Hükümler
1- İmam'm sütreye yakın durması matlûbdur. Mâlikiyye ulemâsından Ibni'l-Kaasim'in îmam-ı Mâlik 'den rivayetine göre; imamla sütre arasında iki saff sığacak kadar mesafe bulunması doğru değildir.
Kurtubî bu babdâ şunları söylemişdir: «Ulemâdan bâzılan (koyun geçecek kadar aralık) bulunduğunu bildiren hadîsi ayakta bulunduğu zamana, bu bâbdaki Bilâl hadîsini de Kabe'de namaz kıldığı zamana hamletmişlerdir. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Seilem) kendisi ile kıble arasında rükû' ve secde hâlinde üç arşına yakın mesafe birakmışdı. îm&m-i Mâ1ik bu husûsda bir had tâyin etmemişdir. Bu mesafe rükû' ve sücûda elverecek ve önünden geçeni def edebilecek mikdârda olmalıdır.
Bâzıları imamla sütre arasındaki mesafeyi bir karış; diğerleri üç arşın olmakla takyîd etmişlerdir. îmâm-ı Şafiî ile Ahmed b. Hanbe1'in, Atâ ve riğer bâzı ulemânın kavilleri budur. Bâzıları mezkûr mesafenin altı arşın olacağını söylemişlerdir.
2- Mescidin muayyen bir yerinde bir fazilet olduğu zaman dâima orada namaz kılmakda beis yokdur. Devamlı surette ayni yerde namaz kılmakdan nehy eden hadîsler o yerde husûsi bir fazilet olmadığına göre vârid olmuşdur. Binâenaleyh tedris, fetva, vâ'z v.s. gibi vazifeleri îfâ için mescidde bir yer tahsis etmek mekruh değil bilakis müstehabdır.
3- Mescid direklerinin yanında namaz kılmak caizdir. Bu takdirde direği önüne alarak namaza durmak müstehab olursa da efdâl olan bunu âdet edinmemek ve direği sağına yahut soluna almakdır. îmam Mâlik 'den bîr rivayete göre özürsüz mescid direkleri arasında namaz kılmak mekruhdur. Kerahetin sebebi direğin saffi kesmesidir.
50- Namaz Kılan Kimseye Sütre Olacak Şeyin Mikdarı Babı
265- (510) Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeybe rivayet etti. (Dedi M): tsmâil b. Uleyye rivayet etti. H.
Dedi ki: Bana Züfaeyr b. Harb da rivayet etti. (Dedi ki): Bize İsmail b. İbrahim, Yûnus'dan, o da Humeyd b. Hilâl'dan, o da Abdullah b. Sâmid'den [110]» o da Ebû Zerr'den naklen rivayet etti. Şöyle demiş: Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
«Biriniz namaz kılmaya kalktığı zaman önünde semerin arica kaşı kadar bir şey bulunursa o kendisine sötro olur. Eğer Önünde semerin arka kaşı kadar bir şey bulunmazsa o kimsenin namazını eşek, kadın ve kara köpek (den birinin geçmesi) bozar.» buyurdular.
Ben: «Yâ Ebâ Zerrî Siyah köpeğin, kırmızı köpekden, sarı köpekden farkı nedir ki?» dedim Ebû Zerr:
— Ey kardeşim oğlu! senin bana sorduğun gibi bunu ben de Resû-lÜUah (Satlatlahü Aleyhi ve Sellem)'e sordum da:
«Kara köpek şeytandır.» buyurdular; dedi.
(...) Bize Şeybân b. Ferrûh rivayet etti. (Dedi ki): Bize Süleyman b. Muğîre rivayet etti. H.
Dedi ki: Bize Muhammed b. El-Müsennâ ile tbn Beşşâr dahi rivayeti ettiler. Dediler ki: Bize Muhammed b. Câ'fer rivayet etti. (Dedi ki): Bize Şu'be rivayet etti. H.
Dedi ki: Bize tshâk b. İbrahim de rivayet etti. (Dedi ki): Bize Vehb b. Cerîr haber verdi. (Dedi ki): Bize babam rivayet etti, H.
Dedi ki: Bize yine tshâk rivayet etti. (Dedi ki): Bize Mu'temir b. Süleyman haber verdi. Dedi ki: Ben Selm b. EM'z-ZeyyâTden [111] dinledim. H.
Dedi ki: Bana Yûsuf b. Hammâd El-Ma'nîy [112] dahi rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ziyâd EI-Bekkâî, Âsım-ı Ahvel'den rivayet etti. Bunların hepsi Humeyd b. HilâTden, Yûnus'un isnadı ile onun hadîsi gibi rivayette bulunmuşlardır.
266- (511) Bize İshâk b. tbrâhim rivayet etti. (Dedi ki): Bize Mahzunu haber verdi. (Dedi ki): Bize Abdülvâhid [113] -ki İbni Ziyâd'dır- rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ubeydullah b. Abdillâh b. Esam rivayet etti (Dedi ki): Bize Yezid b. Esam, Ebû Hüreyre'den naklen rivayet etti. Şöyle demiş: Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):
«Namazı kadın, eşek ve köpek bozar. Bunu semerin arka kaşı kadaı bir şey korur.» buyurdular.
Bu rivayetlerde zikri geçen üç şeyin namazı bozup bozmadığı ulemâ arasında ihtilaflıdır. Bâzıları bunlarla namazın hakîkaten bozul'duğuna kail olmuşlardır. İmam Ahmed b. Hanbel (Rahimehuliah) «Namazı kara köpeğin geçmesi bozar. Ama eşekle kadının bozup bozmayacağı hususunda kalbimde bir şüphe var.» demişdir. îmam Ahmed'in kavli şöyle izah olunur: Köpek hakkında bu hadîse muarız hiç bir rivayet yoktur. Binâenaleyh namaz kılanın önünden köpeğin geçmesi namazı bozar. Kadınla eşeğe gelince: buradaki rivayetler onların geçmesiyle de namazın bozulacağını ifâde ediyorsa da az sonra görüleceği vecihle kadın hakkındaki Hz. Âişe hadîsi bunlara muarızdır. Eşek hakkındaki İbni Abbâs (RadiyaUahû anh) 'in rivayet ettiği hadîsi de az yukarıda görmüşdük. Bu sebeple İmam Ahmed bunlar hakkında şüphesi bulunduğunu söylemiştir.
îmam-ı Âzam, îmam Mâlik, îmam Şafiî hazerâtı ile Selef ve Halefin cumhuruna göre: namaz kılanın önünden köpek, kadın, eşek ve daha başka bir şey'in geçmesi ile namaz bozulmaz. Bu zevat babımız rivayetini te'vîl etmiş ve buradaki namazın bozulmasından murâd bunlar sebebiyle namazın noksanlaşması olduğunu söylemişlerdir. Bâzıları bu hadîsin:
«Kişinin namazını hiç bir şey bozamaz...» hadîsi ile neshedüdiğini söylemişlerdir.
Hadîs'de zikri geçen şeylerle namazın bozulduğuna kail olanlar namazın bozulmasına sebep bu üç şeyin şeytân mânâsında olmasını gösterirler ve: «Köpeğin şeytan olduğu nass-ı hadîsle sabittir. Kadının şeytanlığı da şeytân suretinde görünmesinde ve kurduğu tuzaklardadır. Eşeğin şeytan olması ise Nuh (Aleyhisselâm)'a gemide iken şeytânın eşek suretinde gelmesindendir. Sonra bunların üçünde de necaset jnaft* nâsı vardır. Köpek necis'dir. Kadın hayız gördüğü için onun da necasetle alâkası vardır. Eşek dahî necis olduğu için yenmez. Şeytan da necis'dir. Onun için bunlara şeytan denilmişdir.» derler.
«Namaz kılanın önünden geçen hiç bir şey namazı bozmaz» diyenler buradaki rivayetleri bozulma korkusu hususunda mubâlega mânâsına hamletmişlerdir. Çünkü namaz kılan kimse önünden geçenle meşr gûl olacağı için namazının fesadından korkulur. Yahut buradaki bozmak-dan murâd namaza verilen dikkat ve ehemmiyeti bozmaktır. Çünkü şeytan vesvese verir. Kadın fitneye sebep olur, köpekle eşek dahî seslerinin çirkinliği dolayısıyle teşviş ve nefrete sebep olurlar.
İmam Nevevî nesh meselesini vârid görmemektedir. Çünkü zikredildiği vecihle hadîslerin aralarım bulmak mümkündür. Nesh'e ise ancak bu mümkün olmadığı zaman başvurulur. Sonra Nesh iddiası için târih bilinmesi şarttır. Buradaki hadîslerin hangisi evvel, hangisi sonra vârid olduğu bilinememektedir. Bu sebeple Nesh iddiası doğru değildir.
51- Namaz Kılanın Önüne Aykırı Yatma Babı
267- (512) Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeybe ile Amrü'n-Nâkıd ve Zti-heyr b. Harb rivayet ettiler. Dediler ki: Bize Süfyân b. Uyeyne, Zührî'-den, o da UrVe'den, o da Âişe'den naklen rivayet etti. ki; «Aişe Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve SeUem) geceleyin namaz lalar, ben de onunla kıble arasına cenaze gibi aykırı uzanmış bulunurdum.» demiş.
268- (...) Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeybe rivayet etti. (Dedi ki): Bize Vekî', Hişâm'dan, o da babasından, o da Âişe'den naklen rivayet etti. Aişe şöyle demiş: «Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Setlem) bütün gece namazlarını kılar, ben de kıble ile onun- arasında aykırı olarak uzanmış bulunurdum. Vitiri kılmak istediği zaman beni uyandırır, onu ben de kılardım.»
269- (...) Bana Amr. b. Ali rivayet etti. (Dedi ki): Bize Muhammed b. Câ'fer rivayet etti. (Dedi ki): Bize Şu'be, Ebû Bekir b. Hafs'dan, o da Urvetü*bnü Zübeyr'den naklen rivayet etti. Şöyle demiş: Âişe (Bize):
— Namazı ne bozar?., diye sordu.
— Kadınla eşek (bozar) dedik. Bunun üzerine Âişe:
— Hakikaten kadın (size göre) pek kötü bir hayvandır. V&Hâhi ben kendimin Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Setlem) namaz kılarken cenaze gibi onun önüne aykırı uzandığımı görmiişümdür.» dedi.
270- (...) Bize AmrÜ'n-Nâkıd İle Ebû Saîd El-Eşecc rivayet ettiler. Dediler ki: Bize Hafs b. Gıyâs rivayet etti. H.
Dedi ki: Bize Ömer b. Hafs b. Gıyâs da rivayet etti. Lâfız onundur. (Dedi ki): Bize babam rivayet etti. (Dedi ki): Bize A'raeş rivayet etti. (Dedi ki): Bana İbrahim, Esved'den, o da Âİşe'den naklen rivayet etti.
Â'meş demiş ki: Bana Müslim de, Mesrûk'dan, o da Âİşe'den naklen rivayet etti. Âişe'nin yanında namazı bozan şeyler (den) köpek, eşek ve kadın zikredilmiş de şöyle demiş: «Bizi eşeklerle köpeklere benzettiniz. Vallahi ben Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'i namaz kılarken, gördüm; halbuki kendim serîr üzerinde onunla kıble arasına uzançpış yette idim. Bu halde iken hacetim gelir; fakat ben oturup da Besûlflfian (SaUalhhü Aleyhi ve Sellem) 'e eziyet vermekden çekindiğim için şeririn ayaklan tarafından sıyırılıp çıkardım.»
271- (...) Bize İshâk b. İbrahim rivayet etti. (Dedi ki): Bize Cerîr, Mansûr'dan, o da İbrahim'den, o da Esved'den, o da Âişe'den naklen haber verdi. Aişe şöyle demiş: -Siz bizi köpeklerle, eşeklerle bir tuttunuz! Vallahi ben şerir üzerinde uzanıp yattığımı bilirim. Besûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) gelir de şeririn ortasına durarak namaz kılardı. Ben onun karşısına gelmekten çekinir; şeririn ayaklan tarafından yorganımdan sıyrılırdım.
272- (...) Bize Yahya b. Yahya rivayet etti. Dedi ki: Mâlik'e, Ebu'n-Nadır'dan dinlediğim, onun da Ebû Selemete'bnü Abdirrahmân'dan, o-nun da Âişe'den naklen rivayet ettiği şu hadisi okudum: Aişe şöyle demiş: Ben Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in huzurunda ayaklarım kıblesine gelmek suretiyle yatardım. Secde ettiği zaman beni dürter, ben de ayaklarımı çekerdim. O secdeden kalktığı zaman ayaklarımı yine uzatırdım. O zaman evlerde (Henüz) kandiller yoktu.
Bu hadîsi Buhâri «Kİtâbü's-Salât» in muhtelif yerlerinde kimi uzun kimi kısa olmak üzere muhtelif vecihlerden rivayet ettiği gibi, Ebû Dâvûd ile Nesâî ve îbni Mâce dahî «Namaz» bahsinde tahrîc etmişlerdir.
Hz. Âişe'nin «Ben cenaze gibi Besûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ile kıblesinin arasına aykırı uzanırdım» sözünden muradı, mu-sallâ'da namazı kılınan bir cenaze nasıl cemâatin Önüne aykırı olarak yatırılır da başı cemaatın sağ taraflarına, ayaklan sol taraflarına gelirse, ben de Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in önüne ayni şekilde yatar; uyurdum... demektir.
Hadîs-i şerif yerine göre muhtelif ibarelerle rivayet edilmişdir. Bu cümleden olmak üzere rivayetlerin bâzılarında Âişe (Radiyatlahû anha) nın: «Bizi eşeklerle, köpeklere benzettiniz.» başka bir rivayette: «Bizi köpek yaptınız.» diğer bir rivayette: «Bizi köpeklerle, eşeklerle bir tuttunuz.» dediği görülmektedir.
Tahavî, bu hadîsi yedi sahih tarîk'dan rivayet etmişdir.
Hadisin Muhtelif Rivayetlerinden Şu Hükümler Çıkarılmıştır:
1- Erkek, kadına karşı namaz kılabilir. Kadının onun karşısında bulunması namazını bozmaz. Ulemâdan bâzıları Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Efendimizden başkalarına bunu mekruh görmüşlerdir. Çünkü karşısında kadını görmek fitneye sebepdir. Namaz kılanın kalbi onunla meşgul olur. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ise; böyle şeylerden münezzehdir. Onun için kadına karşı namaz kılmak kendilerine mekruh değildir. Kıldığı namazın gece namazı olduğu tasrîh edilmekte ve o zaman şimdiki gibi kandiller bulunmadığı rivayetlerin birinde bildirilmektedir. Şu hâlde Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) *m karşısındaki kadını zâten görmediği anlaşılıyor.
2- Uyuyan bir kimseyi namaz için uyandırmak müstehabdır.
3- Namaza amel-i kâlil (yani namaz dışı az bir işle meşgul olmak) zarar etmez.
4- Uyuyan gir kimseye karşı namazı kılmak caizdir. Bâzıları bunu mekruh görmüş ve İbni Abbâs (Radiyallahû anh) 'dan rivayet olunan: «Uyuyan kimsenin ve konuşanın arkasında namaz kılmayın!» hadîsi ile istidlal etmişlerdir. Ancak bu hadîs zayıftır. Bu bâbda başka hadîsler varsa da onlar da zayıftırlar.
5- Hanefilere diğer bâzı ulemâ Hz. Âişe'nin : «Resûlüllah
{Sallallahü Aleyhi ve Sellem) beni dürterdi.» sözü ile istidlal ederek kadına dokunmanın abdesti bozmıyacağına kail olmuşlardır.
6- Yatak üzerinde namaz kılmak caizdir. Fakat mes'ele yine de ihtilaflıdır. İmam Âzam ile Şafiî Hazretlerine göre yaygı, kilim ve halı gibi şeyler üzerinde namaz kılınabilir. Ebû'd-Derdâ' (Radiyallahû anh) 'in: «Birbiri üzerine serilmiş altı tane halı üzerinde namaz kıl sam hiç aldırış etmem!» dediği; İbni Abbâs Hazretlerinin evi tamâmiyle kaplayan bir halı üzerinde namaz kıldığı rivayet olunur. Ashâb-ı kirâm'dan Ebû Vâil ile Ömer b. Hattat (Radiyallahû anhûma)ve tabiînden Atâ ile Saîd b. Cübeyr hazerâtı dahî halı üzerinde namaz kılmışlardır. Hasan-ı Basrî: «Halı üzerinde namaz kılmak da beis yoktur.» demiştir.
Ashâb-ı kirâm'dan Câbir b. Abdillâh, Ali b. Ebi Tâlib, Ebu'd-Derdâ1 ve Abdullah b. Mes'ud (Radiyallahû anhûm) hazerâtı kıldan yapma yaygı üzerinde namaz kılar-larmış. îmam-ı Mâlik: «Başı ve elleri yere koymak şartı ile yün ve kıldan mamul seccade üzerinde namaz kılmakda bir beis görmem» demiştir.
7 - Gece namazı kılmak müstehabdır.
8- Vitir namazını gecenin sonuna doğru tehîr etmek müstehabdır. Ancak bunun için yâ bizzat uyanacağına güvenmek, yahut uyandıracak bir kimsesi bulunmak lâzımdır. Aksi takdirde uyumadan vitir'i kılmak evlâ olur.
9- Hz. Âişe: «O zaman evlerde kandiller yoktu.» sözü ile özür beyân etmek istemişdir. Bu sözün mânası: «Eğer kandil olsaydı Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in hareketlerini görür, secde edeceği zaman ayağımı çekerdim.» demektir.
273- (513) Bize Yahya b. Yahya rivayet etti. (Dedi ki): Bize Hâ-lid b. Abdillâh haber verdi. H.
Dedi ki: Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeybe de rivayet etti. (Dedi ki): Bize Abbâd b. Avvâm rivayet etti. Bunlar ikisi birden Şeybâni'den, o da Abdullah b. Şeddâd b. Hâd'dan naklen rivayet etmişlerdir. Abdullah demiş ki: Bana Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) namaz kılar, ben de hayzlı olduğum halde onun hizasında bulunurdum. Çok defa secde ettiğinde elbisesi bana dokunurdu.»
274- (514) Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeybe ile Züheyr b. Harb rivayet ettiler. Züheyr dedi ki: Bize Vekî' rivayet etti. (Dedi ki): Bize Tal-hatü'bnü Yahya, Ubeydullah b. Abdillâh'dan rivayet etti. Demiş ki: Ben Âişe'den dinledim. Şunları söyledi: «Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) geceleyin namaz kılar, ben de ha izli olduğum halde üzerimde bir futa ile onun yanı başında dururdum. Futanın bir kısmı yanıbaşında onun ü-zerinde bulunurdu.»
Bu hadîsi Buhârî «Hayız- «Taharet» ve «Namaz» bahislerinde; Ebû Dâvûd ile İbni Mâce dahi «Namaz» bahsinde tahrSc etmişlerdir.
Bu Rivayetler Yukarki Rivayetlerin Delalet Ettiği Hükümlerden Mada; Şu Hükümleri İhtiva Eder:
1- Hayızlı kadınla bir arada bulunmak caizdir.
2- Hayızlı kadının bedeni temizdir.
3- Namaz kılan bir kimsenin elbisesine kadının dokunması namazına zarar etmez. Bu hususta kadının temiz veya hayızlı olması müsâ-vî'dir.
4- Kirman! bu hadîsle istidlal ederek: «Kadınla bir hizada namaz kılmak namazı bozmaz.» demiş. Ulemâdan bâzıları da bu husûsda ona tabî olmuşdur. Aynî 'nin beyânına göre Kirmânî bu sözü ile Haneftler'e dokunmak istemiştir. Çünkü onlara göre kadınla yanyana namaza durmak erkeğin namazım bozar. Lâkin bu mesele Kirmânî'-nin işaret ettiği gibi mutlak değil bâzı kayıt ve şartlarla mukayyeddir. O şartlardan biri erkekle kadının namazda edâ ve tahrîme hususlarında müşterek olmalarıdır. Hadîsde böyle bir şey zikredilmediğine göre beyân edilen muhâzât yânî yanyana durma Hanefîler'e göre de namaza manî değildir.
5- Hayızlı kadının elbisesi temizdir.
Fakat, Cumhur-u Ulemâya göre insan yüzüne karşı namaz kılmak mekruhdur.
52- Bir Tek Elbise İçinde Namaz Kılmak ve O llbiseyi Giymenin Sıfatı Babı
275- (515) Bize Yahya b. Yahya rivayet etti. Dedi ki: Mâlik'e, İbni Şihâb'dan duyduğum, onun da Saîd b. El-Müseyyeb'den, onun da Ebu Hü-reyre'den naklen rivayet ettiği şu hadîsi okudum. Birisi Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)e bir elbise içinde namaz kılmanın hükmünü sormuş da Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seliem):
«Her birinizin ikişer elbisesi varmi ki?» buyurmuşlar.
(...) Bana Harmeletü'bnü Yahya rivayet etti. (Dedi ki): Bize tbni Vehb haber verdi. (Dedi ki): Bana Yûnus haber verdi. H.
Dedi ki: Bana Abdülmelik b. Şuayb b. Leys de rivayet etti. (Dedi ki): Bana da babam; dedemden naklen rivayet etti. Demiş ki: Bana Ukayl b. Hâlid rivayet etti*. Bunların ikisi de İbni Şihâb'dan, o da Saîd b. El-Müseyyeb ile Ebu Seleme'den, onlar da Ebû Hüreyre'den, o da Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'den naklen bu hadîs'in mislini rivayet etmişlerdir.
276- (...) Bana Amrü'n-Nâkıd ile Züheyr b. Harb rivayet ettiler. Amr dedi ki: Bize İsmail b. İbrahim, Eyyûb'dan, o da Muhammed b. SS* rîn'den o da Ebû Hüreyre'den naklen rivayet etti. Şöyle demiş:. Bir zât Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'e nida ederek:
— Bizden birimiz bir tek elbise içinde namaz kılabilir mi? diye sordu. O da:
«Her biriniz iki elbise bulabilirini ya!» buyurdular.
Bu hadîsi, Buhârî, Ebû Dâvûd, Nesâi ve İbni Mâce dahî tahrîc etmişlerdir, Tahâvî onu altı tarîkden rivayet etmişdir.
Hadîs'de Kesûlüllah (SalîatlahüA^yhiveSellem)'e sual soran zâtın ismi tasrîh edilmemişdir. Bâzıları bu meselede Abdullah b. Mes'ûd (Radiyallahû anh) ile Hz. Übey b. Kâb'm ihtilâfa düştüklerini nazarı itibâra alarak soranın İbni Mes'ûd olabileceğini söylemiş. Bir takımları da Hz Übey'in sormuş olmasmı muhtemel görmüşlerdir. İbni Mes'ûdile Übey hazerâtının ihtilâfları şu idi: Hz. Übey bir elbise içinde namaz kılmayı caiz görüyordu, İbni Mesûd (Radiyallahû anh) ise bunun ilk zamanlara yâni müslümanlann elbise bulamadıkları devirlere âid olduğunu söylüyor ve şimdi elbise sıkıntısı bulunmadığı için namazm mutlaka iki elbise içinde kılınması gerektiğini iddia ediyordu. Hz. Ömer, Übey (RodiyaliahÛ anh) in söylediğini kabul hattâ minbere çıkarak bunu oradan ilân etmiş ve: «Doğrusu Übeyy'in söylediğidir; tim Mes'ûd'un söylediği doğru değildir.» demiştir.
«Her biriniz iki elbise bulabilirini ya!» cümlesindeki sual Kaadı Iyâz 'a göre istifham-ı takriridir. Bu husûsda Kaadı lyâz şöyle demektedir: «İbni Mes'ûd'dan rivayet edilen bir kavil müstesna, namazın bir elbise içinde caiz olacağında ihtilâf bulunmadığı gibi iki elbise içinde kılmanın efdâliyeti hususunda da ihtilaf yokdur. Çünkü Peygamber (Sailallahü Aleyhi veSellem):
«Her birinizin iki elbisesi varmı ya!» hadîsi ile ruhsata işaret buyur-muşdur. Bu hadîs namazın bir elbise içinde caiz olacağını takrîr, iki elbise içinde kılmanın efdaliyetine tenbihdir. «El-Muvatta- da rivayet edilen:
«Her kim iki elbise bulamazsa bir elbise içinde kılsın!» hadîsi de bunu gösterir.
Sahabenin fiilleri de ayni hükme delâlet ediyor. İbni Mes'ûd'-dan rivayet edilen kavlin sahih olarak onun sözü olduğunu bilmiyorum.»
Tahâvî ile diğer bâzı ulemâya göre bu hadîs'in mânâsı fazla elbisesi bulunduğu halde namaz kılarken bir elbiseyle iki elbise giymesinin hüküm i'tiban ile müsâvî olduğunu bildirmekdir. Hat tâ h î diyor ki:
«Bu hadîsin lâfzı sual ise de mânâsı ashabın içinde bulundukları fakru zaruret hâlini ihbardır. Bu ihbar zımnında fetvada verilmiş ve âdeta: Sizden her birinize avret mahallini örtmek farz, namaz kılmak da lâzım olduğuna göre herbirinizin yalnız bir tek elbisesi varsa bu bir elbisenin içinde namaz kılmanın caiz olacağını tıasü bilmiyorsunuz; denilmiş gibidir.»
Hâsılı: bir elbise içinde namaz kılmak caiz, fakat iki elbise içinde kılmak efdaldır. Bu husûsda ulemânın ittifakı vardır. Besûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ile Ashabı Kirâm'ın bazen bir elbise içinde namaz kılmaları başkasını bulamadıklarından, bazen de bunun caiz olduğunu göstermek'istediklerindendir. Nitekim Câbir (Radiyaîîahû anh) bir elbise içinde namaz kılmış ve bunun sebebini: «Câhiller beni görsün diye yaptım; yoksa iki elbise içinde kılmak efdaldır.* diye izah etmişdir.
277- (516) Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeybe ile Amrü'n-Nâkıd ve Zü-heyr b. Harb iopdan İbni Uyeyne'den rivayet ettiler. Züheyr dedi ki: Bize Süfyân, Ebû'z-Zinâd'dan, o da A'rac'dan, o da Ebû Hüreyre'den naklen rivayet etti ki Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):
«Sîzden biriniz bir tek elbise içinde, omuzlarında o elbiseden bir şey bulunmadığı halde namaz kılamaz» buyurmuşlar.
278- (517) Bize Ebû Küreyb rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ebû Üsfi-me, Hişâm b. Urve'den, o da babasından, naklen rivayet etti. Babasına da Ömer İbnü Ebi Seleme [114] haber vermiş. Demiş ki:
«Ben Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'i Ününü Seleme'nin evinde bir tek elbiseye sarınmış ve iki tarafını omuzları üzerine atmış olarak namaz kılarken gördüm.»
(;..) Bize Ku hadîsi Ebû Bekir b. EM Şeybe ile tshâk b. İbrahim de Vekî'den rivayet ettiler. Yeki* demiş ki: Bize Hişâm b. Urve bu isnadla rivayet etti. Yalnız o: -Müteveşşİh olarak*» dedi: «Müştemil olarak» demedi.
279- (...) Bize Yahya b. Yahya rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ham-mâd b. Zeyd, Hişâm b. Urve'den, o da babasından, o da Ömer b. Ebî Seleme'den naklen haber verdi. Şöyle demiş:
«Ben Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seliem) 'i ÜmmÜ Seleme'nin evinde bir elbisenin içinde, iki ucunu çapraz bağlamış olarak namaz kılarken gördüm.»
280- (...) Bize Kuteybetü'bnu Saîd ile îsâ b. Hammâd rivayet ettiler. Dediler ki: Bize Leys, Yahya b. Saîd'den, o da Ebu Ümâmete'bnü Sehl b. Huneyf den, o da Ömer b. Ebî Seleme'den naklen rivayet etti. Ömer, şöyle demiş:
«Ben Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seliem) 'i bir tek elbise içinde ona sarınmış ve iki ucunu çapraz bağlamış olarak namaz kılarken gördüm.»
îsâ b. Hammâd kendi rivayetinde: «Omuzları Üzerine dedi.» ifadesini ziyâde etmişdir.
281- (518) Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeybe rivayet etti. (Dedi ki): Bize Vekî' rivayet etti. (Dedi ki): Bize Süfyân Ebü'z-Zübeyr'den, ö da Câbir'den naklen rivayet etti. Câbir:
«Ben Peygamber (Sallaiîahü Aleyhi ve Sellem) 'i bir tek elbise içinde, ona omuzdan sarınmış olarak namaz kılarken gördüm.» demiş.
282- (...) Bize Muhammed b. Abdillâh b. Nümeyr rivayet etti. (Dedi ki): Bize babam rivayet etti, (Dedi ki): Bize Siifyân rivayet etti. H.
Dedi ki: Bize Muhammed b. El-Müsennâ da rivayet etti (Dedi ki): Bize Abdurrahmân, Süfyân'dan rivayet etti. Hadîsi her iki tarik bu is-nâdla rivayet etmişlerdir.
İbni Nümeyr hadîsin'de: «Resûlüllah (Sallaiîahü Aleyhi ve Sellem) in yanma girdim dedi.» ibaresi de vardır.
283- (...) Bana Harmeletü'bnü Yahya rivayet etti. (Dedi ki) Bize tbni Vehb rivayet etti, (Dedi ki): Bana Amr haber verdi, ona da Zü-beyr El-Mekî rivayet etmiş ki, kendisi Câbir b. Abdillâh'ı bir elbise içinde, onu boynuna dolamış olarak namaz kılarken görmüş. Hâlbuki Câ-bir'in elbisesi yanında imiş. Câbir:
Resûlül\ah(Salla!!ahü Aleyhi ve Sellem) 'in bunu yaptığını gördüğünü» söylemiş.
284- (519) Bana Anıru'n-Nakîd ile İshâk b. İbrahim rivayet ettiler. Lâfız Amr'mdır. Bana İsa b. Tunus rivayet etti. (Dedi ki): Bize A'meş, Ebû Süfyân'dan, o da Câbir'den naklen rivayet etti. (Demiş ki): Bana Ebû Saıd-i Hudrî rivayet etti ki kendisi Peygamber (Sallallahii Aleyhi ve Sellem) 'in huzuruna girmiş. Dedi ki:
— Onu bir hasır üzerinde namaz kıiarken gördüm. Hasırın üzerine secde ediyordu. Bir de onu bir elbise içinde, elbiseyi boynuna dolamış olarak namaz kılarken gördüm.
285- (...) Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeybe ile Ebû Küreyb rivayet ettiler. Dediler ki: Bize Ebû Muâviye rivayet etti. H.
Dediki: 'Bana bu hadîs'i Süveyd b. Saîd dahî rivayet etti. (Dedi ki): Bize Alî b. Müshir rivayet etti. Bunların ikisi de A'meş'den bu isnâdla rivâyetde bulunmuşlardır.
Ebû Küreyb'in rivayetinde: «Elbisenin iki ucunu omuzları üzerine koyarak.» Ebû Bekir ile Süveyd'in rivayetlerinde ise: «Elbiseyi boynuna dolamış olarak» ifâdeleri vardır.
Bu hadîsi Buhârî «Kitâbü's-Salât»'ın muhtelif yerlerinde: Ebû Hüreyre, Ömer b. Seleme ve Câbir b. Abdi11âh (Radiyallahû anhûm) 'den tahrîc ettiği gibi Tirmizî Nesâî ve İbni Mâce. dahî ayni bahisde muhtelif râvîlerden rivayet etmişlerdir.
Sevb: Elbise demektir. Kelimenin asıl mânası; dokunmuş bez, keten, ipek ve yün gibi şeylerdir. O zamanlar tam takım elbise biri izâr, diğeri ridâ olmak üzere iki sevb'den ibaretti. îzâr; bele bağlanır; ridâ da omuza alınırdı. Bunların ikisi bir hülle ederdi. Burada Sevb'den murâd ridâdır. Ridâ'nm giyiniş tarzı: Sağ omuzuna attığı ucu, sol omuzunun altından geçirerek; sol omuzuna attığını da sol kolunun altından çıkararak iki ucunu ya göğüs üzerinde, yahut sırt tarafından bağlamakla olur, Bu şekil giyinişe: Teveşşüh, iltifat ve istimal adları da verilir. BUf^ giyinişde elbisenin bir parsasını boyuna dolayıp bağlamanın meti, rükû' ederken elbisenin düşmemesi ve namaz kılan kimsenin kendi avret mahallini görmemesidir.
Fukahâ bir elbise içinde namaz kılmanın caiz olduğuna ittifak etmişlerdir. Yalnız İbni Mes'ud (Radiyallahû anh) buna kail olamamış; Tâvûs, İbrâhîmNehaî, bir rivâyetde İmam Ah-med b. Hanbel, Mâlikiler'den Abdullah b. Vehb, îbni Cerîr-i Taberî de bir tek elbise içinde namaz kılmanın mekruh olduğunu söylemişlerdir. Onlara göre bir elbiseden başka giyecek şey bulamayan kimsenin o elbiseye sarınarak namaz kılması yine mekrûhdur. Sünnet vecihle kılmış olmak için onu giymiş olması îcab eder. Delilleri Tahâvî'nin rivayet ettiği İbni Ömer hadîs'idir. Mezkûr hadîs'de Besûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
«Biriniz namaz kıldığı vakit iki elbisesini de giysin: Zîrâ huzuruna ziy-nefli çıkmaya en lâyık olan zât A ilâh'dır. İki elbisesi olmayan kimse namaz kılarken elbisesini giysin. Yahudiler gibi namaz kılarken ona sarınmasın!»
buyurmuşlardır. Hadîsi Beyhakî dahî rivayet etmiştir.
Ashabı Kiram ile Tâbiî'nin ulemâsı bir tek elbise içinde namaz kılınabileceğine kail olmuşlardır. Ashâb'dan buna kail olanlar: îbni Abbâs, Ebû Hüreyre, Ebû Saîd-i Hudrî, AH b. Ebu Tâlib', Muâviyetü'bnü Ebî Süfyân, Enes b. Mâlik, Hâlîd b. Velîd, Câbir b. Abdillâh, Amma b, Yâsir, Übey b. Kâ'b, Aişe, Esma1ve Ümmü Hânî (Radtyaltahû anhûm);
Tabiînden de Hasan-ı Basrî, Muhammed b. Şîrîn, Şâ'bî, Saîd b. El-Müseyyeb, Ebû Seleme t e'bnü Abdirrahmân, Muhammed b. Hanefiyye, Atâ' b. Ebî Rabâh, tkrime ve Ebû Hanîfe hazerâtı ile fukahâ'dan Ebû Yûsuf, Muhammed, İmam Mâlik, îmam Şâfiî, bir rivayet de İmam Ahmed b. Hanbel, İshâh b. Râhuye ve pek çok zevât'dır. Bunlar babımız hadîsleri ile istidlal etmişlerdir. Hattâ Tahâvî; «Başka elbise bulduğu hâlde bir tek etbiseye sarınarak namaz kılmanın caiz olduğunu bildiren hadîsler tevatür derecesini bulmuşdur.» demiş ve bu bâbda 11 sahabeden rivayetler serdetmiştir. Bundan maada bu bab'da Ebû Hüreyre, Câbir, Selemetü.bnü Ekvâ', Enes, Amr b. Ebî Esed, Ebû Saîd-i Hudrî, İbni Abbâs, Âişe, Ümmü Hânî,Ammâr b. Yâsir, Talk b. Alî, Ubâdetü'bnü Sâmit, Huzeyfe, Alî' b. Ebî Tâlip, Muâz b. Cebel, Muâviyetü'bnü Ebî Süfyân, Ebû Ümâme, Ümmü Habîbe, Ümmü Fadıl ve daha birçok ashâb-i kiram (RadiyallahÛ anhûm) hazerâtından rivayetler vardır. Bütün bu hadîslerden anlaşıldığına göre bir tek elbise içinde namaz kılmakdan nehy tahrîm için değil, tenzih içindir.
Besûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in hasır üzerinde, namaz kılması yere bir şey yayarak üzerinde namaz kılınabileceğine delildir. Cumhûr-u Ulemâya göre hasır gibi nebatî, yahut seccade gibi yün veya yapağıdan dokuma şeyler üzerinde namaz kılmak mekruh değildir. Bu husûsda Kaadı tyâz şunları söylemig'dir: «Yerden yetişen ne-bâtât'dan yapma seccade üzerinde namaz kılmakda hiç bir kerahet yok-dur. Nebatî olmayan yaygı, keçe v.s. gibi şeyler üzerinde dahî bilicmâ namaz sahîh'dir. Lâkin sıcak ve soğuk gibi ihtiyâçlar müstesna, yer hepsinden efdaldir. Çünkü namazın sırrı Allah'a tevazu' ve hudû'dur.»
--------------------------------------------------------------------------------
[1] Bilal b. Rabâh (R.A.) Hz. Ebu Bekr'in azadhsı ve Peygamber (S.A.V.)'in müezzinidir. Sahiheynde hadisleri vardır. Hicretin yirminci yılında Şam'da vefat etmiştir.
[2] Abdiil vefahab b. Abdülmecîd es - Sakafî
[3] Behz b. Esed
[4] Yüheyb b. Hâlid
[5] Ebû Mahzara: Resûlüllah (S.A.V.)'in muezzînlerindendir. Sesi son derece güzelmiş ismi ihtilaflıdır, Semftra diyenler olduğu gibi Evs, Câbir, Süleyman b. Semam diyenler de vardır. Mekke'de vefat etmiştir.
[6] Muaviyetü'baii Ebû Süfyan Sahr b. Harb el • Kûreşî (R.A.) : Künyesi Ebû Ab-durrahman'dır Resûtiillah (S.A.V.) İn vahiy kâtibi ve Şam'da hadisini yazan zevattandır. Hz. Hasan (R.A.) in rızası ile halîfe olmuştur. 60 tarihinde 78 yaşında vefat etti.
[7] Süfyan-ı Sevrî;
[8] Talhatü'bnü Yabyâ b. Yabyâ el-Kureşî ; Aslen Medîne'li olup Kûfe'de yaşamıştır. Amcası İsa b. Talha'dan hadîs rivayet etmiştir
[9] Ebû Süfyân Talhatülmü Nâfi;
[10] Ebu’l - Hasen Abdfithamid b. Beyan et - Vasıti: Müslim'in ravilerindendir
[11] HaUd b. Abdillâh b. AMIrrahman ti - Vasıtf :
[12] Hâlid b. Mİlıran el Hazza' :
[13] Ebû Süleyman Mâlik b. Huveyris (R.A.) : Ashâb-ı kirâmdandır.
[14] Nasr b. Asım el-ltysi : Basra'hdır, kendisinden yalnız bu hadis rivayet olunmuştur
[15] Medine'lidir, Hadîs itibarı ile Hku'hlardandır. Müslimin râvilerindendir.
[16] Ahmed b. Cafer el - Ma*kuf : Müslim'in râvilerindendir.
[17] Ebu Üveys Abdullah b. Abdlllah b. Üveys : ( -167) Medtaelidir.
[18] Ebâ Muhunned Habib b. ŞehM ( - 145) Basralı âzâdlılardandır, bir zamanlar Ebû Şehid künyesini taşırmış, sonra onu bırakmış, kendisine Ebâ Mazak dahî denir
[19] Habib-i Muallim b. Ebi Karibe: Habîb b. Zeyd diyenler de vardır. Basralıdır Hz. Mâlik b. Yesâri'nin âzâdlısıdır. Künyesi Ebû Muhammed'dir
[20] Sa'd b. Ubâde (R.A.) Ebu Sabit el-Ensârî el-Hazreci: Akabe biatına iştirak eden ashâbdandir. Şam tarafından 14 veya 15 yahut 16 târihlerinde cinler tarafından şehid edildiği rivayet olunur. Pek cömert bir zât idî.
[21] Sûre Hûd : âyet 73.
[22] Ebû Muhammed Abdullah b. NâfT: Medine'Udir. Hıfzı biraz bozukmaş.
[23] Ebû Muhammed Abdullah b. Ebî Bekr b. Muhammed el-Ensârî ( — 135) Medine'lidir.
[24] Amr b. Süleym b. Haldete'I-Ensari: Medine'lidir. Sabihayn râvîlerindendir.
[25] Ebû Humeyd-i Sâidi, Abdurrahmân b. Sa'd b. Münzir el - Ensârî (R.A.) Ensâr-i kiramdandır. Hz. Muâviyenin hilâfeti sonlarında vefat etmiştir
[26] Sure-i Ahzâb âyet 43
[27] Sure-i Enan âyet 160
[28] Sure-! Bakara 261
[29] Sümey: Ebû Bekir b. Abdirrahman'm âzâtlisıdır. Sahîhayo râvilerindendir. 130 tarihinde şehit edilmiştir.
[30] Hameyd b. Abdimbman b. Humeyd Er-Ruftsi : ( ) Sahihayn Râvilerîndendir.
[31] Ya'la b. Ata el-Amini: Aslen Taifli olup Vasıf da yaşamıştır. MOslİmin ravile-rindendir. 120 tarihinde vefat etmiştir.
[32] Hamzatö-bDÛ Abdillah t». Ömer b. Hattab EL-Karc;!, Sahihayn ravilerindendir
[33] Abbad b. Ziyad b. Ebi Süfyan Müslim'in râvilerindendir.
[34] Hamzatü'bnİi Mugîra b. Şube Müslim'in ravilerindendir
[35] Temim b. Tarefe ( — 93) KÛfcUdir. MütUmin rlvüertodcndir.
[36] Sure-i Mu'minÛn âyet : İ
[37] Ubeydullah b. Kıptiyye : Kûfelî mûtemed bir zaaftır. MUaUmin r&vilerindeadir.
[38] Ebû Abdillah Furât b. Ebî Abdirrahmân el Kazzâz : Basralıdır. Sahîbeyn ift-vilerindendir.
[39] Umaretü'bnü Ümeyr et-Teymî Kûfelidir. Sahiheyn r&vÜerindendir. Süleyman b. Adil Melik'in hilâfeti zamanında vefat etmijtir
[40] Salih b. Hatim b. Verdân Basrahdır. MttsUmin ravilerindendlr
[41] Ebû Abdillâh Nu'man b .Beşîr b. Sa'd (R.A.) : Ensârı kiramdandır. Hz. Muâvi-yeden önce yedi ay Küfede vâlUik yapmıştır. 64 tarihinde Humslular tarafından şehit edilmiştir.
[42] Ebû Abdillah Muhammet b. Abdillah b. Muhammed: (...... — 217) lahlheyn râvilcrindendir
[43] Ebû Muhammed Bi$r b. Mjuısûr Basralıdır. Mfislimin râvÜerindendir.
[44] Ebû Katan Amr b. Haysem: aslen Barah olup Bağdatta yaşamış ve 198 tarihinde Basrada vefat etmiştir. Müslimin râvilerindendir.
[45] Ebû Amr Hilâs b. Amr Basralıdir. Sahîheyn râvilerindendir.
[46] Bilâl b. Abdillah b. Ömer: Medînelidir. MOtlİmin râvîlerindendir.
[47] Rivayete göre ona üç defa lanet etmiş ve Ölünceye kadar konuşmamı;.
[48] Ebü Bişr Verka' b. Ömer b. KÜleyb: Aslen Türkistanlı olup Medâinde yasar mıştır. Sahîheyn râvflerindendir.
[49] Ka'b b. Alkame Mısırlıdır. Müslimin râvöçrindendir
[50] Büsr b. Saîd ( — 100) Mcdîneüdir. Azatlılardan ve sulahâdan bir zâttır.
[51] Zeynep binti Abdillah es - Sekafiyyc (R.A.) Hz. tbni Mes'ûdun zevcesidir.
[52] Yezîd b. Abillah b. Husayfe: Medioelidir.
[53] İsra sûresi lyet 110
[54] Kıyamet sûrtsî âyet 16
[55] Kıyâme Sûresi, 16, 17, 18.
[56] Sûrc-i Cin; Ayet: 1
[57] Ebû Abdillâh Saîd b. Muhammed el - Cermî Kûfelidir. Sahîheyn râvflerindendir
[58] Ebû Kudâme Ubeydullah b. Saîd: (— 24i) azatlılardandır. Sahîheyn râvfle-rindendir
[59] Ebû Yezid Ebân b. Yezîd el - Attâr: Basrahdır. Müslimin râvflerindendir
[60] Ebû's - Sıddik Bekir b. Amr en - Kâcî: Basralıdır. Sahîheyo râvflerindeadir.
[61] Ebû Amr Abdülmelik b. Umeyr: el-Ferasî (130) Kûfelidir. Kıptî namında meşhur bir koşu atına sahip olduğu için kendisine Ferasî denmiştir
[62] Ebû Avn Muhammed b. Ubeydullah Es-Sekafî: Kûfelidir. Sahîhcyn râvflerindendir
[63] Atiyetü'bnü Kays el-Kilâbî (17 - 121) Şamlıdır. 104 yaşında vefat etmiştir.
[64] Kaz'atü'bnü Yahya EbÛ'l - Gadiya künyesini taşır. Azatlılardandır
[65] Ebû SelcmetÛTnıü Sûfyan b. Abdîlcşhel: Mekkelidir. MOsUnun-iftvflerindendir.
[66] Abdullah b. Müseyyeb d-Abidî: Mekkelidir Müslİmm râvflerfndendir.
[67] Abdullah b. Sâib el-Kindi: Möalİmin rftvîlerindcndir
[68] Ebû Said Amr b. Hureys (İLA.) Ashabı kirâmdandir. Küfede yaşamıştır. Şa-hîhaynde bir hadîsi vardır.
[69] Sûre-i Tekvîr âyet 17
[70] Kutbetü'bnü Mâlik (R.A.) ashabı kiramdandır. Küfede yaşamıştır. Bir hadis ri-vkyet etmiştir.
[71] Seyyan b. Selâme Basralıdır. Sahîheyn ravüerindendir
[72] Ebû Berze Nadlatü'bnü Ubeyd (R.A.) Sahabeyi Kirâmdaodır. Basrada yaşamıştır.
[73] Lübâde binti Haris (R.A.) Hz. İbni Abbâs'ın annesidir.
[74] EbÛ Saîd Muhammed b. Cübeyr b. Mufim MedineUdir. Sahibeyn râvilerinden-dir. Ömer b. Abdilazizin hilâfeti zamanında vefat etmiştir.
[75] Osman b. Ebl'l-As b. Blşr (R. A.) ashabı kirâmdandır. Basra'da yaşamıştır ve Orada vefat etmiştir.
[76] Müslim'in raviilerindendîr.
[77] Ebu'n-Nadır Muhârib b. Disâr; Küfe kadısıdtr. Sahîheyn ravîalerindendir
[78] Ebu*l Fadıl Muhriz b. Avn. b. Ebî Avn (142 - 241) Bağdatlıdır.
[79] Ebû Ahmed Halef b. Halîfete'l - Eşcaî azatlılardandır. Bagdatta yaşamış ve 181 tarihinde orada vefat etmiştir.
[80] Ebu'I - Hasen Ubeyd b. Hasen El-Müzen! Kûfelflerden sayılır. Müslimin ift-vflerindendir
[81] Ebû İbrahim İbni Ebî Evfâ Abdullah b. Alkame (R.A) : Ashabı kirâmdandır. 87 tarihinde Kûfc'de vefat etmiştir.
[82] Mecze'tübnü Zahir El-Eslemî: Kûfelidir. Sahîheyn râvîlerindendir.
[83] Ebû Eyyûb Süleyman b. Sühaym El - Hâşimî azatlılardandır. Müslim'in râvîle-rindendir.
[84] Hicâzlılardan sayılır. Müslim'in râvîlerindendir.
[85] Maksat evinin perdcsidir. Vak'a vefat ettiği hastalığı esnasında geçmiştir.
[86] Ebû Süleyman Dâvûd b. Kays azatlılardandır. Medînelidir. Müslim'in râvîlerin-dendir.
[87] Zuğbe lâkabını taşır Müslim'in râvîsidir
[88] Ebü İsmail Hatim b. tsmâil aslen Kûfe'lî olup Medine'de yaşamıştır. Azatlılardandır
[89] Ebû Abdiliâh Cafer b. Muhammed Es-Sâdık (80-148) Hz. Ali'nin torunlarından ve Ehli beytin büyüklerindendir.
[90] Ebu'd-Duhâ Müslim b. Subeyh Kûfeli azatlılardandır. Sahîheyn râvîlerindendir
[91] Mufaddal b. Mttbelhü.
[92] Ebû Dâvûd Tayyâlisî Süleyman b. Davüd.
[93] Şamlılardan sayılır. Müslim'in râvisidir.
[94] Ma'dân b. Talha dahî denilir. Müslim'in râvilerindendir.
[95] Ebû AbdiIIâh Hikıl b. Ziyâd b. Ubeyd: Şamlıdır. Müslim'in râvîierindendir
[96] Asbâbt Soffa'dandır.. Resûlullah (S A. V.) 'in hizmetinde bulunduğu söylenir.
[97] Ebû Muhammed Amr b. Sevvâd El-Amirî: Mısırlıdır. Müslim'in Râvflerindendir
[98] Kûfelİdir. Müslim'in râvîlerîndendir.
[99] Ebû Muhammed Abdullah b. Mâlik b. Buhayne (Radıyallahu Anh): Sahâbe-i Kirâmdandir. Mervân'ın ikinci defa Medine valiliği sırasında vefat etmiştir.
[100] Büdeyl b. Meysera ( —130) Basra'hdır. Müslim'in râvîlerindendir
[101] Evs. b. Abdillah yahut, Evs. b. Hâlid ( —230) Basra'lıdır. Sahîheynlerindendir.
[102] Harbe : geniş demirli süngü demektir.
[103] Ebü Abdillafa Ahmed b. Muhammed b. Hanoel (164-241) Dört mezhep imft-mındaa biridir. Aslen Mervez'li olup Bağdad'da dünyaya gelmiştir.
[104] Avn b. Vehb b. Abdillâh: Sahîheyn râvîlerindendir.
[105] Sadakatü'bnü Yesâr El-Cezeri: Mekke'de yaşamışdır. Abdullah İbni Ömer'den hadîs rivayet etmişdîr
[106] Ebû Talba yâhût EbÛ Abdirrahmari Zeyd b. HâUd El-Cühcnî (RA.) ( ? — 78): Ensâr-ı kirâmdaodır.
[107] Ebü Cüheym Abdullah b. Haris b. Sımme (R.A.): Ensârdandır. Sahîheynde iki hadîsi vardır.
[108] Ebû Saîd Hammâd b. Mes'ade Et-Temîmî ( —202) Azatlılardandır.
[109] Ebû Amir yahut Ebû îyâz SelemetiHmü Anr b. Ekvâ (R.A:) ( —74): Aslen Medine'li olup Rabeze'de yaşamıştır. Pek cesur bir zatmış.
[110] Abdullah b. Sftmİd Hz. Ebû Zerr'in kardeşi oğludur. Müslim'in râvîleriiıdendir
[111] Selm b. Ebrz-Zeyyâl: Basra'lılardan sayılır. Müslim'in rfivîlerindendir
[112] YÛsuf b. Hammâd El-Ma'nîy: Basralıdır. Müslim'in râvilerindendir.
[113] Ebû Btsr yahut Ebû Ubeyde Abdullah b. Ziyâd El-Abdî ( —176
[114] Ömer b. Ebî Seleme Abdullah El-Mahzûmî (R. A.): Medînelidir. ResÛlnllata (S.A.V.)'iri vefatında dokuz yaşında idi. Sonraları 86 târihinde Abdülmelik b. Mervan zamanında vefat etmişdir.
dua
Anonim" seçeneğiyle isim vermeden yorum yazılabilir.
"Adı/URL" seçeneğiyle sadece isim verilerek de yorum eklenebilir.