Hadis Kitapları > Müslim > Zühd Ve Rakâik Bahsi
1- «Kendilerine Zulmedenlerin Meskenlerine Girmeyin Ağlayarak Girerseniz O Başka!» Hadisi Babı
2 — Dul Kadına Yoksul ve Yetime İyilik Babı
3 — Mescid Yapmanın Fazileti Babı
4- Yoksullara Sadaka Vermek Babı
5- Ameline Allah'dan Başkasını Ortak Eden Kimse Babı (Bir Nüshada Riyanın Haram Kılınması Babı Denilmiştir)
6- Bir Söz Konuşarak Onun Sebebiyle Cehenneme Düşmek Babı
7- İyiliği Emredip Kendisi Yapmsysnon, Kötülükten Nehyehip Kendisi Yapanın Azabı Babı
8- İnsanın Kendi Perdesini Yırtmaktan Nehyolunması Babı
9- Aksırana Teşmit, Esnemenin Keraheti Babı
10- Çeşitli Hadisler Hakkında Bir Bab
11- Fare ve Onun Şekil Değiştirmiş Olması Hakkında Bir Bab
12- “Mü'min Bir Delikten İki Defa Isırılmaz” Hadisi Babı
13- «Mü’minin Her Îşi Hayırdır» Hadisi Babı
14- Medihde İfrat Bulunduğu ve Medkedilen Hakkında Fitneye Sebep Olacağından Korkulduğu Vakit Medhin Yasak Edilmesi Babı
15- Büyüğe Verme Babı
Bu Hadisden Çıkarılan Hükümler :
16- Hadisin Sabit Olduğunu Araştırma ve İlmi Yazmanın Hükmü Babı
17- Hendek Sahibleriyle Sihirbaz, Rahib ve Çocuğun Kıssası Babı
18- Cabir'in Uzun Hadisi ve Ebu'l-Yüsr Kıssası Babı
Bu Rivayetlerden Çıkarılan Hükümler :
19- Hicret Hadisi Babı (Buna Göç Hadisi de Denilir)
Bu Hadisden Çıkarılan Hükümler:
53 — ZÜHD VE RAKÂİK BAHSİ
Zühd : Dünyadan yüz çevirmek, ona rağbet göstermemek demektir. Rakâik, rakikanm cem'idir. Buhârî bu bahse Kitâbu'r-Rikak unvanını vermiştir. Rikak, rakîkın cem'idir. Gerek rakika, gerekse rakîk acımak, nezâket ve İncelik mânâlarına gelirler. Bu bahsin hadîsleri kalbi rikkate getirdikleri için bu isimle anılırlar.
1- (2956) Bize Kutcybc b. Saîd rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdü'I-Azit (yâni; Derâverdî) Alâ'dan, o da babasından, o da Ebû Hüreyre'den naklen rivayet etti. (Şöyle demiş) : Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
«Dünya mü'minîn zindanı, kâîİrîn cennetidir.» buyurdular.
2- (2957) Bize Abdullah b. Meslome h. Ka'neb rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Süleyman (yâni; İbni Bilâi) Ca'fer'den, o da babasından, o da Câbir b. Abdülah'dan naklen rivayet etti ki, Hesûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) yayla köylerinden birinden şehre girerken pazara uğradı, halk etrafındaydılar. Derken küçük kulaklı ölü bir oğlağın yanından geçti. Onu eline alarak kulağından tuttu. Sonra :
«Hanginiz bunun bir dirheme kendinin olmasını İster?» dedi. Ashâb :
— Biz onun bir şey mukabilinde bizim olmasını dilemeyiz. Onunla ne yapabiliriz ki, dediler. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
«Bunun sîzİn olmasını diler misini'z?» diye sordu. Ashâb :
— Vallahi diri olsa kusuru vardı. Çünkü kulakları küçüktür. Ölü oluğu halde onu ne yapalım? dediler. Bunun üzerine :
«Şimdi vallahi Allah nezdinde dünya sizin indinizde şu hayvandan daha kıymetsizdir.» buyurdu.
(...) Bana Mulıammed b. Müsennâ EI-Anczî île İbrahim b. Muham-med b. Ar'arate's-Sâ'mi rivayet ettiler. (Dediler ki) : Bize Abdii'l-Vehhah (yâni; Sekafî), Ca'fer'den, o da babasından, o da Câbir'den, o da Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'den naklen bu hadîsin mislini rivayet ettiler.
Yalnız Sekafî'nin hadîsinde: «Diri olsaydı hu kulak küçüklüğü onda kusur sayılırdı.» cümlesi vardır.
Dünyanın mü'mine zindan olmasından murad; dünya şehvetlerinden bâzılarının ona haram ve mekruh kılınması ve meşakkatli ibâdetlerin emir buyurulmasıdır. Mü'min öldüğü vakit rahata erer ve Allah Tealâ'nm ona hazırladığı daimî nimetlere kedersiz rahatlara kavuşur. Dünyanın kâfire cennet oluşu ise, dünyada bütün arzu ve şehvetlerinin husulü itibariyledir. Öldüğü zaman daimî azaba ve ebedi şekâvete duçar olacaktır. İkinci rivayetten dünyanın Allah Teâlâ indinde kusurlu bir oğlak Ölüsü kadar kıymeti olmadığı anlaşılıyor. Bundan dolayıdır ki, dünya nimetlerini kâfir müslüman ayırmadan çalışan her kuluna vermektedir. Çok çalışan kâfirlere, az çalışan müslümanlardan daha fazla dünya nimeti vermesi de bundandır. Fakat âhiret nimetleri böyle değildir. Onların Allah indinde kıymeti vardır. Binâenaleyh bu nimetleri hassaten mü'minlere ve rızâsını kazananlara ihsan edecektir.
3- (2058) lîize Heddiih b. Hâlid rivayet etti. (Dedi ki) Bize Ilem-mâm rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Katâde, Mutarrif tîeıı, o da babasından naklen rivayet etti. (Demiş ki): Peygamber (Sutlalluhii Aleyhi ve Sellem}e geldim kendisi :
«Sizi çokluk meşgul etti.» sûresini okuyordu.
«Âdemoğlu malım, malım diyor. Acaba ey Âdemoğlu, malından yiyip tükettiğinden, giyip eskittiğinden ve sadaka verip tekmillediğinden başka sana bir fayda var mı?» buyurdular.
(...) Bize Muhanımed b. Müsennâ ile İbni Beşşâr rivayet ettiler. (Dediler ki) : Bize Mulıammed b. Ca'fer rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Şu'bc rivayet etti. Ve her iki rûvi birden dediler ki: Bize tbnû Ebî Adiy Saîd'den rivayet etti.
Bize İbnû Müsennâ da rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Muâz b. Hişam rivayet etti. (Dedi ki) : Bize babam rivayet etti. Bu râvilerin hepsi Ka-tâde'den, o d;ı Mulavrif'den, o da babasından naklen rivayet etmişlerdir. (Demiş ki): Ben Peygamber (Sallallalıii Aleyhi ve Sellem) 'e vardım...
Ve râvi Hemmfım'ııı hadîsi gibi naklctmiştir.
4- (2959) Bana Süveyd b. Saîd rivayet etti. (Dedi ki) : Bana Hars b. Meyscra, Alâ'dan, o da babasından, o da Ebû Ilüreyrc'den naklen rivayet eit; ki: RcsûUiüalı (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):
«Kul; malım, malım diyor. Halbuki malından ona yalnız uç şey vardır :
1- Yiyip bitirdiği,
2- Giyip eskittiği,
3- Ve verip biriktirdiği. Bundan gayrisi; kendisi gider, malt insanlara flrkeder.» buyurmuşlar.
(...) Bana bu hadîsi Ebû Bekir b. İshak da rivayet etti. (Dedi /ki) : iîze İbnû Ebî Meryem haber verdi. (Dedi ki) : Bize Muhammed b. Ca'fer teber verdi. (Dedİ ki) : Bana Alâ b. Abdirrahman bu isnadla bu hadîsin ııslini haber verdi.
5-(2960) Bize Yahya b. Yahya Et-Temîmî İle Züheyr b. Harb ikisi jirden Uyeyne'den rivayet ettiler. Yahya dedi ki : Bize Süfyan b, Uyeyne, Abdullah b. Ebî Bekr'den naklen haber verdi. (Demiş ki) : Ben Enes b. Mâlİk'i şunu söylerken işittim: Resûlüllah (Sallaliahü Aleyhi ve Sellem):
«Cenazeyi üç şey takib eder. Bunlardan ikisi döner, biri kalır. Onu iilesi, malı ve ameli takib eder; ailesi ile malı döner, ameîi kalır.» buyurdular.
Ademoğlunun; malım, malım demesinden murad; malına aldamp gücenmesi ve çok defa onunla iftihar edip, böbürîenmesidir. Bu hal onu ibâ-"et ve tâatdan ahkor.
Iktina, biriktirmek demektir. Burada ondan murad; sevabım biriktir-lektir. Bu rivayetler ilerde fayda vermesi için amel ve ibâdetleri yerli serince yapmaya teşvik etmektedirler.
6- (2961) Bana Harmele b. Yahya b. Abdillah (yâni; İbni Harmele b. îmran Et-Tûcîbi) rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İbnû Vehb haber verdi. (Dedi ki) : Bana Yûnus, İbnü Şihâb'dan, o da Urve b. Zübeyr'den naklen haber verdi. Ona da Mis ver b. Mahreme haber vermiş. Ona da Amr b. Avf —ki bu zât Benî Âmir b. Lüeyy'in müttefiki idi. Resûlülah (Sallaliahü Aleyhi ve Sellem) ile birlikte Bedir'de bulunmuştu— haber vermiş ki, Re-sûliillah (Sallallahû Aleyhi ve Sellem) Ebû Ubeyde b. Cerrah» Bahreyn'in vergisini getirmek için oraya göndermiş. Resûlüllah fSallaliahü Aleyhi ve Sellem) bizzat Bahreyn halkıyla müsaleha yapmış, onlara Alâ' b. Hadramî'yi vâü göndermişti. Ebû Ubeyde Bahreyn'den mallar geldi. Derken cnsar Ebû Ubeyde'nin geldiğini duydular. Ve HesîM\]]nh(Sattal1ahii Aleyhi ve Seilem) 1e birlikte sabah namazına geldiler. ResûliHlah (Sallaliahü Aleyhi ve SeUem) namazı kılınca oradan ayrıldı. Onlar önüne çıktılar. Kesûlüllah (Sallallahii Aleyhi ve Sellem) onları gördüğü vakit gülümsedi. Sonra:
«Zannederim siz Ebû Ubeyde'nin Bahreyn'den bir şey Üe geldiğini duydunuz.» buyurdu.
— Evet. yâ Resûlallah! dediler.
«O halde sevinin ve sİzİ sevindirecek şeyi ümît edin! Vallahi! Ben sizin namınıza fakirlikten korkmuyorum. Lâkin ben sizîn namınıza dünyana sizden öncekilere serildiği gibi, size de serilmesinden ve dünya içtn onlarır yarıştıkları gibi, sizin de yarış etmenizden, dünyanın onlars helak ettiğ gibi, sîzi de heîâk edeceğinden korkuyorum.» buyurdular.
(...) Bİze Hasen b. Ali El-Hulvâni ile Abd h. Hıımeyd hep birden Yakub h. İbrahim b. Sa'd'dan rivayet ettiler. (Demiş ki) : Bize babam Salih'den rivayet etti. H.
Bize Abdullah b. Abdirrahman Ed-Darimî de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ebû'l-Yeman haber verdi. (Dedi ki) : Bize Şuayb haber verdi. Her iki râvİ Zührî'den Yûııus'un isnâdiylc onun hadîsi gibi rivayette bulunmuşlardır. Yalmz Salih'in hadîsinde :
«Onları alıkoyduğu gibi, sİzİ de alıkoyacağından korkarım.» cümlesi vardır.
7- (2962) Bize Amr b. Sevvâd El-Âmirî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdullah b. Vebb haber verdi. (Dedi ki) : Bana Amr b. Haris haber verdi. Ona da Bekir b. Sevâde rivayet etmiş. Ona da Yezîd b. Rebah (bu zat Abdullah b. Amr b. Âs'm azatlısı Ebû Firâs'dır), Abdullah b. Amr b. As'-dan, o da Itesûlüllah/Salfollahü Aleyhi ve Scliem) 'den naklen rivayet etmiş ki:
«Size İran ve Bizans felhsdildiği vakit, sizler hangi kavimsiniz?» buyurmuş. Abdurrahman b. Avf :
— Bize Allah'ın emrettiği gihi deriz, cevabını vermiş. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):
«Bundan başka bir şey yapmaz mısınız? Yarış edersiniz. Sonra birfair-lerinize fıasecliik çekersiniz. Sonra birbîrlerinize sırt çevirirsiniz. Sonra bir-bîrlerinize küsersiniz. Yahut buna benzer şeyler yaparsınız. Sonra muhacirlerin fakirlerine gider de, onları birbirleri üzerine vali yaparsınız.» buyurmuşlar.
8- (2963) Bize Yahya b. Yahya ile Kuteybe b. Saîd rivayet ettiler. (Kuteybe: Haddesenâ; Yahya ise: Ahberanâ tâbirlerini kullandılar. (Dediler ki) : Bize Muğîra b. Abdırrabman El-Hızâmî, Ebû'z-Zinad'dan, o da A'rae'dan, o da Ebû Hüreyre'den naklen haber verdi ki, Resûlüllah (Sallallah'û Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuşlar:
«Biriniz mal ve hilkatte kendinden üstün olana baktığı vakit, bir de kendinin üstün olduğu daha aşağıkine baksın!» buyurmuşlar.
(...) Bize Muhammcd h. RniV rivayet etti, (Dedi ki) : Bize Abdur-rezzâk rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ma'mer, Hemmâm b. Münebbih'den, o da Ebû Hüreyre'den, o da Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'den naklen tamamiyle Ebû'z-Zinâd'ın hadîsi gibi rivayette bulundu.
9- (...) Bana Züheyr b. Harb da rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Cerir rivayet etti. H.
Bize Ebû Küreyb de rivayet etti, (Dedi ki) : Bize Ebû Muaviye rivayet etti. H.
Bize Ebû Bekr h. Ehî Şeyhe dahî rivayet etti. Lâfız onundur. (Dedi ki) : Bize Ebû Muaviye ile Vekî, A'meş'dcn, o da Ebû Salih'den, o da Ebû Hüreyre'den naklen rivayet etti. (Şöyle demiş) : Resûlüllah (Sallatlahü Aleyhi ve Sellem) :
«Sizden daha aşağı olanlara balcın! Sizin fevkinizde olanlara bakmayın! Bu Allah'ın nimetini küçümsememenize daha lâyıktır.» buyurdular.
Ebû Muaviye : «Allah'ın sîzin üzerinize olan nimetini.» demiş.
Bu rivayetleri Buhârî «Kitâbu'l-Cizye» ve «KUâbü'r-Rikak»'da ^ahric etmiştir.
Bahreyn; Irak'ta Basra ile Hecar arasında meşhur bir beldedir. O zamanlar ahalisi ekseriyetle Mecûsilerdeiı müteşekkildi. Me-eûsi'lerden cizye denilen vergi alınırdı. Hz. Ebû Ubeyde bu cizyeyi getirmişti. Ensarı kiramın, sabah namazında Mescid-i Nebeviye toplanmalarından anlaşılıyor ki, şâir namazları kendi mescitlerinde kılarlar-mış. Çünkü her kabilenin ayrı ayrı mescitleri vardı. Rcsûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in gülümsemesi, onların maksadını anladığmdandır. Filhakika Ensarm mala ihtiyaçları olduğu, huzuruna bu maksatla çıktıkları hallerinden belli idi. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) «Sevinin!» diyerek arzularını yerine getirdiğini müjdelemiş, arfcacığmdan onlar için fakirlikten değil, bilâkis zenginlikten korktuğunu izah buyurmuştur. Bu endişenin sebebi ihtimal ki, dünyanın kendilerine feth edileceğini ve ileride zengin olacaklarını bilmesidir. Fakat, bu sözü ile fakirliğin zararı zenginliğin zararından daha az olduğuna işaret etmiş de olabilir. Çünkü fakirliğin zararı ekseriyetle dünyevî, zenginliğin zararı ise ekseriyetle dînî olur, Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ashabının dünya malı kazanmak için birbirleri ile münâfese ederek geçmiş milletler gibi helak olmalarından endişe duyduğunu tasrih buyurmuştur.
Münâfese : Bir şeye rağbet göstererek ona yalnız başına sahip olmaya çalışmak ve bu babta âdeta yarış etmektir. Dünya malı için yapılan bu yarışın sonu kavga ve helake varır. İbni Battal diyor ki: «Bu hadîs dünya malının kötü akıbetinden ve fitnesinin şerrinden korunmak gerektiğine delildir. İnsan dünya zînetlerine aldanarak bu hususta başkaları ile yarış etmemelidir. Yine bu hadîsle fakirliğin zenginlikten efdal olduğuna istidlal edilir. Çünkü dünya fitnesi zenginlikle beraberdir.»
Hadîsin bir rivayetinde Hz. Abdırrahman b. Avf'ın Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'e cevaben: «Allah'ın bize emrettiği gibi söyleriz.» demesinden murâd; ona hamd ve şükür ederiz, fazlının devam ve ziyadesini dileriz, demektir. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) buna karşılık :
«Bundan başka bir şey yapmaz mısınız?» mânâsına gelen : «E ve gayra zâlik» cümlesiyle başlayan beyanatını serd etmiştir. Fakat, bu cümle «Ev gayru zâlik» şeklinde de rivayet olunmuştur. Bu takdirde mânâsı: «Yahut bundan başka şeyler yaparsınız» demek olur.
Hadîsin Hz. Ebû Hüreyre rivayeti hakkında îbni Battâ1 şunları söylemiştir : «Bu hadîs bütün hayır mânâlarını cem' etmektedir. Çünkü insan dine müteallik husûsatta mutlaka kendinden üstün olanı bulacaktır. Onun derecesine varmak istediği zaman kendi halini kusurlu görecek ve daima Allah'ına yaklaşması artacaktır. Darlık içinde bulunan bir kimse de kendinden daha fakirini bulacak ve bunu düşündüğü zaman AUah'ın kendisine birçok kimselerden fazla ni'met verdiğini anla-layacaktır. Binâenaleyh haline şükredecek, bu da âhiretteki ecrini yükseltecektir.»
Bâzıları: «Bu hadiste derde deva vardır. Çünkü insan kendinden üstün olana bakarsa ona hasetlik çekmekten emin olamaz. Onun devası kendinden aşağı olana bakmaktır. Tâ ki, bu hal onun şükrüne sebep olsun!» demişlerdir.
10 - (2964) Bize Şeybâıı b. Fcrrûh rivâycl ctt». (Dedi ki) : Rize Hem-mam rivayet etti. (Dedi ki) : lîize İshak b. Abdİllâh b. Ebî Talha rivayet etti. (Dedi ki) : Bana Abdurrnhman b. Ebî Amr'a rivayet etti. Ona da Ebû Hüreyre rivayet etmiş ki, kentlisi Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)"ı şöyle buyururken işitmiş:
«Benî İsrail'de biri abraş, biri kel, birî de kör üç kişi varmış. Allah onları imtihan etmek istemiş de, kendilerine bir melek göndermiş. Melek Abraş'a gelerek : Sence en makbul şey nedir? diye sormuş. Abraş :
— Güzel renk, güzel cild ve benden insanların iğrendiği halin gitmesidir, demiş. Bunun üzerine melek onu sıvazlamış ve iğrenç hali gitmiş, kendisine güzel bir renk ve güzel bir cild verilmiş. Melek :
— Sence hangi mal en makbuldür? diye sormuş. Abraş :
— Devedir (yahut; sığırdır, ishak şek etmiş.) demiş. —Şu kadar var ki. Abraşla Kelden biri devedir, demiş, öteki sığırdır demiştir— ve kendisine doğurması yakın bir deve verilmiş. Bunun üzerine Melek :
— Allah sana bu devede bereket versin, demiş. Müteakiben Kele gelerek :
— Sence en makbul şey nedir? diye sormuş. Kel :
— Güzel saç ve insanların İğrendiği şu halin benden gitmesidir, demiş. Melek onu da sıvazlamış ve o hal gitmiş. Kendisine güzel saç verilmiş. Melek :
— Sence hangi mal en makbuldür? diye sormuş. Kel :
— Sığırdır, cevâbını vermiş. Hemen kendisine hâmile bir inek verilmiş ve meleK :
— Allah bu inekte sana bereket versin, demiş. Sonra köre gelerbk ;
— Sence en makbul şey nedir? diye sormuş. Kör :
— Allah'ın bana gözümü iade etmesi ve onunla insanları görmemdir, demiş. Melek onu da sıvazlamış ve Attan gözünü ona iade eVmîş.
— bence hangi mal en maKbuldür? diye sormuştur :
— Koyundur, cevâbını vermiş, hemen Kenciısme aoğurmuş bir koyun verilrmş. uernen ötekiler üretmiş. Beriki, de doğurtmuş, bu suretle birinin bir vâai devesi, diğerinin b'ır vadi sığın, bunun aa bir vadi koyunu olmuş.
Sonra melek abraşa eski suret ve kıtığında gelerek :
— Ben fakır bîr adamım, yolculuğumda bütün çarelerim inkıta'a uğradı. Bugün evvel Allah sonra senden başka beni (evime) ulaştıracak yoktur. Senden şu güzel rengi, güzel cildi ve malı veren (Allah) aşkına bir deve istiyorum. Yolumda onun üzerinde muradıma ulaşacağım, aedı. Abraş :
— Haklar çoktur, mukabelesinde bulunmuş. Bunun üzerine melek ona:
— Ben seni tanır gibiyim. Sen İnsanların iğrendiği abraş değil m'ıs'ın? Hani fakirdin, Allah sana verdi, demiş. Abraş :
— Ben bu malı ancak ve ancak büyükien büyüğe (intikal eden) bir miras olarak edindim, cevâbını vermiş. Melek de :
— Yalancı İsen Allah seni eski haline çevirsin! demiş.
Melek kele de eski suretinde gelerek, buna söylediğinin mislini söylemiş. O dahi bunun gibi cevap vermiş. Bunun üzerine :
— Yalancı isen Allah seni eski haline çevirsin, demiş.
Köre de eski suret ve kılığında gelerek : Ben yoksul ve yolcu bir adamım. Yolculuğumda bütün çarelerim inkıta;a uğradı. Evvel Allah, sonra senden başka bugün beni (evime) ulaştıracak yüktür. Senden gözünü iade eden (Allah) aşkına bir koyun istiyorum. Onunla yolumda (muradıma) ula-şaccğim, demiş. Kör :
— Gerçekten ben âmâ idîm. Alah bana gözümü iade etti. İmdi dilediğini al, dilediğini bırak! Vallahi bugün Allah için aldığın bir şeyde sana zorluk çıkarmam, demiş. Bunun üzerine melek :
— Malın senin olsun. Siz ancak imtihan edildiniz. Senden razı olundu, İki arkadaşın 6a hısıma uğradı, demiş.»
Bu hadîsi Buhâri «Kitâbu'l-Eyman ve'n-Nüzûr» ile «Kitâbu'l Enbiyâmda tahric etmiştir.
Abraş : Bedeninde yer yer beyaz lekeler olan kimsedir. Bu hâl mizaç bozukluğundan ileri gelir.
Meleğin abraşa eski suretinde gelmesinden murad; ilk göründüğü şeklidir. O şekliyle görünmesi dâvasını İ3bâta daha elverişli olduğu içindir. Görülüyor ki, bu üç kişi Allah tarafından imtihan edilmiş ve imtihanı yalnız âmâ kazanmıştır. İçlerinde tabiatı en ziyâde selâmete yakın olan da odur. Çünkü gerek abraşlık, gerekse saç dökülmesi mizaç bozukluğundan ileri gelir. Körlük öyle değildir. O haricî bir sebepten de ileri gelebilir. Hadis-i şerîî fakirlere yardım ve ikramda bulunmaya istediklerini vermeye, kalblerini kırmaktan sakınmaya teşvik etmektedir, Allah'ın nimetlerinden bahsederek şükür, o nimetleri küfrandan kaçınmak lüzumu da bu hadîsin işaretleri cümlesindendir.
11- (2965) Bize İshak b. İbrahim ile Abbas b. Abdi'1-Azîm rivayet ettiler. Lâfız İshâk'mdır. (Abbas : Haddesenâ; İshâk ise Ahberanâ tâbirini kullandı. Dedi ki) : Bize Ebû Bekir EI-Hanefî haher verdi. (Dedi ki) : Bize Bükcyr b. Mismâr rivayet etti. (Dedi ki) : Bana Âmir b. Sa'd rivayet etti. (Dedi ki) : Sa'd b. Ebî Vakkâs develerinin arasında idi. Müteakiben oğlu Ömer geldi. Sa'd onu görünce : Şu binek gelenin şerrinden Allah'a sığınırım, dedi. Ömer indi ve babasına : Sen develerinin ve koyunlarının arasına indin de, halkı mülk hususunda aralarında çekişmeye terk mi ettin? dedi. Bunun üzerine Sa'd onun göğsüne vurarak:
— Sus! Ben Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'i:
«Şüphesiz ki, AMah müttekî, zengin, kendini ibâdete veren kulu sever.» buyururken işittim, dedi.
Bu hadîsdeki zenginlikten murad; gönül zenginliğidir. Makbul olan zenginlik de budur. Çünkü bir hadîsde :
«lâkin zenginlik gönül zenginliğidir.»Duyurulmuştur. Kaadî Iyâz buradaki zenginlikten mal kastedildiğine işaret etmiştir.
Hadîs-i şerif uzletin yâni; insanlar arasına karışmayrp bir tarafa çekilmenin efdal olduğunu söyleyenlere delildir. Mes'ele ihtilaflıdır. Ulemanın bu bâbdaki kavilerini yeri geldikçe arzetmiştik. İnsan arasına karışmanın daha faziletli olduğunu söyleyenler, uzletin fitne zamanına mahsus olduğunu iddia ederler.
12- (2966) Bize Yahya b. Habib El-Hârisî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Mu'temir rivayet etti, (Dedi ki) : İsmail'i Kays'dan, o da Sa'd'dan naklen rivayet ederken dinledim. H.
Bize Muhammed b. Abdillah b. Nümeyr de rivayet etti. (Dodi ki) :" Bize tabamla İbnû Bişr rivayet ettiler, (Dediler ki) : Bize İsmail, Kays'dan rivayet etti. (Demiş ki) : Ben Sa'd b. Ebî Vakkas'i şunu söylerken işittim :
— Vallahi ben Allah yolunda Araklardan İlk ok atan adamım. ile-sûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)le birlikte Hııfale ile su Senıur ağacının yaprağından başka--yiyeceğimiz bir şey olmadığı halde gaza ederdik. Hattâ her birimiz koyun gibi defi hacet ederdi. Sonra Benî Esed din nâmına beni ta'zir eder oldu. Şu halde ben hüsrana uğradım ve amelim yazık oldu demektir. İbnû Nümeyr «izen» kelimesini söylememiştir.
13- (...) Bize bu hadîsi Yahya b. Yahya da rivayet etil. (Dedi ki) Bize Veki', İsmail b. Ebî Hâlid'den naklen bu isnadla haber verdi. Ve :
«Halta her birimiz keçi gibi defi hacet eder, ena-hiç bir şey karış mazdı.» dedi.
Bu had'si Buhâri «Kitâbıı'r-Rikâk»'ta tahric etmiştir.
Hz. Sa'd, Allah yolunda ilk ok atan müslümandır.
Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seslem) hicretin ilk yılında ilk seriyyesini Ubeyde b. Haris kumandansmda müşriklerin kervanına karşı göndermiş, iki taraf Râbığ'da karşılaşarak birbirlerine ok atmışlar, kılıç harbi yapmamışlardı. Bu harbde müslümanlar tarafından ilk oku Hz. Sa'd atmıştı. Huble ve Semûr çölde yetişen birer
nevî ağaçtır.
Benî Esed kabilesi Peygamber (Sallalahü A leyhi ve Sellem)'in vefatından sonra dinden dönerek Peygamberlik iddia eden Tu1eyha b. Huveylid'e tâbi olmuşlardı. Sonra Hz. Ebû Bekr zamanında Hâlid b. Velid (Radiyallahu antı) onlarla harbederek kılıçtan geçirdi. Kalanları tekrar İslâm'a avdet ettiler. Ve ekserisi K ûfeye yerleştiler. Hz. Sa'd , Küfe valisi olunca, onu halife Ömer (Radiyallahu anh) 'a şikâyet ettiler. Namazı iyi kıldıramıyor, dediler.
Tâzir'den murad; ahkam ve farzlar hususunda tevkiftir. Taberi bunun takvim ve tâlim mânâsına geldiğini söylemiştir. Bu takdirde Hz. Sa'd : «Sonra Benî Esed kabilesi bana İslâm'ı öğretmeye kalkıştı.» demek istemiştir.
İslâmda ta'zir : Te'dib ederek takvin yâni terbiye suretiyle doğrultmak mânâsına gelir ki, azarlamaktan başlıyarak icâbına göre dövmek, hapsetmek, sürgüne göndermek ve idam etmek surelleriyle icra olunur.
Hadîs-i şerif ashab-ı kiramın Allah'a tâat yolunda gösterdikleri zühd, kanaat ve sabra delildir.
14- (2967) Bize Seyhan b. Ferrûh rivayet etti. (Dedi ki) Bize Süleyman b. Muğîra rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Humeyd b. Hilâl, Hâlid b. Umeyr El-Adevî'den rivayet etti. (Şöyle demiş) : Bize Utbe b, Gazvân hutbe okudu. Allah'a hamdu sena etti. Sonra şunları söyledi:
— Bundan sonra (malûm ola ki) dünya geçici olduğunu bildirmiş ve sür'atle geçip gitmiştir. Ondan kabın dibinde kalan ve sahibi içen kalıntı gibi, bakıyyeden başka bir şey kalmamıştır. Hiç şüphe yok ki, siz dünyadan zevali olmayan bir diyara intikal edeceksiniz. O halde elinizde olanın en hayırlısı ile intikal edin. Bize söylendiğine göre Cehennemin kenarından bir taş atılacak. Taş yetmiş yıl cehenneme düşecek, dibine eremiyecektîr. Vallahi cehenneme doldurulacaksınız. Buna şaştınız mı? Filhakika bize anlatıldığına göre, cennet kapılarından her iki kanadın arası kırk yıllık mesafedir. Cennetin üzerine gün gelecek izdihamdan kapıya kadar dolacaktır. Ben kendimin ResıîKtllalı (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)e beraber bulunan yedi kişinin yedincisi olduğumu görmüşümdür. Ağaç yaprağından başka yiyeceğimiz yoktu. Hattâ dudaklarımız yara oldu. Ben bir örtü buldum da onu yararak kendimle Sa'd b. Mâlik [1] arasında taksim ettim. Yansıyle kendim sarındım, yarısıyle de Sa'd sarındı. Bugün ise bizden hiç birimiz yoktur ki, şehirlerden birine vali olmasın. Ben nefsim hakkında büyük, Allah indinde küçük olmaktan Allah'a sığınırım. Gerçekten hiç bir Peygamberlik yoktur ki, neshedilmemiş akıbeti saltanata müncer olmasın. Sizler yakmda haber alacak ve bizden sonra gelecek valileri tecrübe edeceksiniz.
(...) Bana tshak b. Ömer b. Selit de rivayet etti, (Dedi ki) : Bize Süleyman b. Muğıra rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Humeyd b. Hilâl, Hâlîd b. Umeyr'den rivayet etti. Bu zât câhiliyyet devrine yetişmiştir, (Demiş ki) : Utbe b, Gazvân hutte okudu. Kendisi Basra valisi idi...
Ve râvî, Seyhan'ın hadîsi gibi nakletmiştir.
15- (...) Bize Ebû Küreyb Mulıamıned b. Alâ' dahi rivayet etti. (Dedi ki) : Bİze Vckİ', Kurra b. Ilâ'ıd'den, o da Hum ey d b. Hilâl'den, p 3a Hâlid b. TJmeyr'dcn naklen rivayet etti. (Demiş ki) : Beri Uthe b. Gazvâ!’i şunu söylerken işittim :
— Gerçekten kendimin Resûlüllah (SaUallahü Aleyhi ve Setlemj'lç birlikte bulunan yedi kişinin yedincisi olduğumu gÖrmüşümdür. Huble yaprağından başka yiyeceğimiz yoktu. Hattâ dudaklarımız yara oldu.
16- (2938) Bize Muhamnıed b. Ebî Ömer rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Süfyan, Süheyl b. Ebî Sâlih'den, b da babasından, o da Ebû Hürey'-te'den nak'en rivayet etti. (Şöyle demiş) : Ashab :
— Yâ Resûlallah! Biz kıyamet gününde Uabbimizi görecek miyiz? diye sordular.
«Oğle zamanında bulut içinde değilken güneşi görmek husûsurJda bİr-bİrinizle itişip kakışıyor musunuz?» dedi. Ashab:
— Hayır! cevâbını verdiler.
«Yâ Bedir gecesinde bulut içinde olmayan ayı görmek hususumda bir-birinizle İtİşîr misiniz?» dedi. Ashab (yine) :
— Hayır! cevâbını verdiler.
«O halde nefsim yed-i kudretinde olan Allah'a yemin ederim1 ki, siz Rabbinizi görme hususunda ancak bu ayla güneşden birini görmek İçin İtiştiğiniz gibi İtişeceksiniz. Teâlâ Hazretleri kulun karşısına çıkarali :
— Ey filân, ben sana İkram etmedim mi? Seni reis yapmadım mı? Sana zevce vermedim mİ? Sana at ve develeri musahhar kılmadım mı? Reislik yapmana, ganimet malının dörtte birini almana müsaade etmedim mi? diyecek. O da :
— Hay hay (ettin) cevâbını verecektir. Teâlâ Hazretleri :
— Yâ bana kavuşacağını aklından geçirdin mî? diye soracak. Kut .
— Hayır! cevâbını verecektir. Bunun üzerine Teâlâ Hazretleri : Işte ben de senin benî unuttuğun gibi, seni unutuyorum, diyecek. Sonıfa ikinci kulun karşısına çıkarak :
— Ey filân! Ben sana ikram etmedim mi? Seni reis yapmad-m mı? Sana zevce vermedim mİ? Atları ve develeri sana musahhar ktlmadfm m:? Reislik yapmana ve ganimetin dörtte birini almana müsaade etmedim mi? diye soracak. O da :
— Hay hay (ettin) Yarabbi! cevâbını verecek.
—' Bana kavuşacağını hiç aklından geçirdin mi? diyecek. Kul :
— Hayır! cevâbını verecektir. Bunun üzerine Teâlâ Hazretleri :
— İşte ben de senin benî unuttuğun gibi, seni unutuyorum, diyecek. Sonra üçüncü kulun karşısına çıkarak, ona da bunun mislini söyleyecek. Fakat o kul :
— Yâ Rabbi! Ben Sana, Senin Kitabına ve Peygamberlerine İnandım; namaz kıldım, oruç tuttum, sadaka verdim, diyecek ve olanca gücüyle hayıı senasında bulunacak. Teâlâ Hazretleri :
— Öyle ise şuraya! buyuracaktır. Sonra kendisine :
— Şimdi sana şahidimizi göndereceğiz, denilecektir. Kul kendi ken dine : Aceb bana şâhîdlik yapacak bu zât kimdir? diye düşünecek, faka ağzına mühür vurulacak; uyluğuna, etîne ve kemiğine :
— Konuş! denilecek. Artık uyluğu, eti ve kemiği onun amelini söyle yecektir. Bu ona kendi nâmına bir özür bırakmamak içindir. İşte bu münâ fiktır. Allah'ın hısımına uğrayacak olan da budur.»
17- (2969) Bize Ebû Bekir b. Nadr b. Ebi'n-Nadr rivayet etti. (Dedi ki) : Bana EbıVnNacIr lîâzim b. Kaâsmı rivayet ettî. (Dedi ki) : Bize Ukeydu'lah El-Eşcaî, Süfyan-i Sevrî'den, o da Ubeydeî-Müktib'den, o da Fudayl'den, o da Şa'bî'den, o da Enes b. Mâiik'den naklen rivayet etti.
(Şöyle demiş) : KesûlüMah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in yanında idik. Güldü. Ve :
«Niye gülüyorum, biliyor musunuz?» dedi. Biz :
— Allah ve Resulü hİlir, cevâbını verdik. Şöyle buyurdular : «Kulun Rcıbbİsiyle konuşmasına gülüyorum.
— Yâ Rabbi! Sen beni zulümden korumadın mı? diyecek. Teâlâ Hazretleri :
— Evet korudum, buyuracak. Kul :
— Ama ben kendime benim tarafımdan bir şâhid getirilmesinden başka bir şeye razı değilim, diyerek. Teâlâ Hazretleri de :
— Bugün sana "ek şâbid olarnk nefsin, çok şâbid elarak da kiram-ı kâtibin fmelok'er!) kâf:dir. Buyuracak ve ağzına mühür vurulacaktır. Müte-âk'ben uzuvlarına, konuş, denilecek. Onlar da bunun amellerini söyleyecektir. Sonra konuşmak hususunda serbest brraktlacak ve :
— Sizler uzak olun, ırak olun! Ben ancak sizin için mücâdele ediyordum diverekîır.»
Kulların Allah Teâlâ'yı görmesi meselesi iman bahsinde geçmişti. Hadîs-i verirdeki «fül» tâbiri «füîaıı» kelimesinin murahhamıdir.. Kelime münâda olduğu için terhım yapılnvş yani; sonu atılmıştır. Aslı «vâ fülânı>'dır. Ancak bu terhim kaide hârici yapılmıştır. Maamafih Kaadî Iyâz'in jgvâvetine göre «fiil» kelimesi, fülân mânâsına gelen ayrı bir lügattir diyenler de olmuştur. Yine Kaadî Iyâz'a göre Teâlâ Hazretlerinin kuluna: «Ben seni reis yapmadım mı? Sana ganimetin dörtte birini vermedim mi? ilâh...:> buyurmasından murad : «Seni hiç bir meşakkate düçâr etmeden rahat yaşatmadım mı? demektir.
Ganimetin dörtte birini almak câhiliyyet hükümdarlarının âdeti idi. Dünyada bunca nimetlere nail olmuşken, Allah'ını hatırlamadığı külün itirafı ile meydana çıkınca Teâlâ Hazretleri:
«Öyle ise bugün ben de seni unutuyorum.» diyecektir. Birçok defalar gördüğümüz vecihle Teâlâ Hazretleri hakkında unutmak, hatırlamak gibi şeyler muhal olduğu için, bu cümlenin mânâsı: «Ben de sana rahmetimi men ediyorum.» şeklinde te'vil olunmuştur.
îman iddiasında bulunan üçüncü kula :
«öyle İse şuraya!» Duyurulmasının mânâsı: «Sen şuraya ayrıl bakalım, bir de uzuvlarına soralım. Senin hakkında onlar ne gibi şehâdette bulunacaklar...» demektir. Neticede bütün azası aleyhine şehâdet edecek, böylece yalancılığı ortaya çıkacak, Allah'ın azabına düçâr olacaktır.
18- (1055) Bana Züheyr b. Harb rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Mu-hammed b. Fudayl, o da Umara b. Ka'kâ'dan, o da Ebû ZürVdan, o da Ebû Hüreyre'den naklen rivayet etti. (Şöyle demiş) : Kesûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
«Allah m! ÂH Muhammed'in rızkrn: yetecek kadarcık ver!» diye duâ ettiler.
19- (...) Bize Ebû Bekr b. Ebî Şeybe ile Amru'n-Nâkıd, Züheyr b. Harb ve Ebû Küreyb de rivayet ettiler. (Dediler ki) : Bize Veki' rivayet etti. (Dedi ki) : Bize A'meş, Umara b. Ka'kâ'dan, o da Ebû Züradan, o da Ebû Hüreyre'den naklen rivayet etti. (Şöyle demiş) : Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
«Allahım! Âli Muhammed'in rızkını yetecek kadar ver!» diye dua ettiler.
Amr'm rivayetinde :
«Allahım! R:zık ver!» denilmiştir.
(...) Bize bu hadîsi Ebû Saîd Eİ-Eşecc de rivayet etti. (Dedi ki) : 3ize Ebû Üsâme rivayet etti. (Dedi ki) ; Ben A'meş'i, Umara b. Ka'kâ'-dan bu isnadla rivayet ederken dinledim. O : «Kût» yerine «kefâf» demiştir.
20- (2970) Bize Züheyr b. Harb ile İshak h. İbrahim de rivayet ettiler. (İshak : Ahberanâ; Züheyr ise : Haddesenâ tâbirini kullandı, Dedi ki) : Bize Cerir Mansûr'dan, o da İbrahim'den, o da Esved'den, o da Âişe'den naklen rivayet etti. (Şöyle demiş) :
«Âli Muhammed (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) kendisi Medine'ye geleliden vefatına kadar, üç gece arka arkaya buğday yemeğinden doya doya yememişlerdir.»
21- (...) Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeyhe ile Ebû Küreyb ve İshak b. İbrahim rivayet ettiler. (İshak : Ahberanâ; ötekiler: Haddesenâ tâbirlerini kullandılar. Dediler ki) : Bize Ebû Muâviye, A'meş'den, o da İbrahim'den, o da Esved'den, o da Âİşe'den naklen rivayet etti. (Şöyle demiş) :
«Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) göçüp gidinceye kadar üç gün arka arkaya buğday ekmeğinden doya doya yememiştir.»
22- (...) Bize Muhammed b. Müscnııâ ile Muhammed b. Beşşâr rivayet ettiler. (Dediler ki) : Bize Muhammed b. Ca'f'er rivayet etti. i(Dedi ki) : Bize Şu'be, Ebû İshak'dan rivayet etti. (Demiş ki) : Ben Abdurrah-man b. Yezid'i, Esved'den, o da Âİşe'den naklen rivayet ederken dinledim ki, Âişe şöyle demiş :
«Âli Muhammed (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) tâ Resûiüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in ruhu kabzediiinceye kadar, İki gün arka arkaya arpa ekmeğinden doya doya yememiştir.»
23- (...) Bize Ehû Bekr b. Ebî Şeybc rivayet etli. (Dedi ki) : Bize Veki', Süfyan'dan, o da AbdıvrraJvman b. Abis'ti en, o da babasından, o da Âişe'den naklen rivayet etti. (Şöyle demiş) :
«Âli Muhammed (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) üç geceden Fazla buğday ekmeğinden doya doya yememişlerdir.»
24- (...) Bize Ebü Bekr b. Ebû Şeyhe rivayet etti. (Dedi ki) : Bİzc Hafs b. Gıyâs, Hişam b. Urve'den, o da babasnuhm naklen rivayet ettî. (Demiş ki) : Âişe şunu söyledi:
«Âli Muhammed (SaliaUahü Aleyhi ve Sellem) kendisi göçüp gidinceye kadar, üç gece buğday ekmeğinden doya doya yememiştir.»
25- (2971) Bize Ebû Kûreyb rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Veki', Mis'ar'dan, o da Hilâl b. Humeyd'den, o da Urve'den, o da Aişe'den naklen rivayet etti. (Şöyle demiş) :
«Âli Muhammed (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) iki gün buğday ekmeğinden doya doya yememiştir. İki günün biri mutlaka kuru hurma olmuştur.»
26- (2972) Bize Amru'n-Nâkid rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Atde Süleyman rivayet etti. Amr dedi ki: Bize Yahya b. Yeman da Hişam tlrve'den, o da babasından, o da Aişe'den naklen rivayet etti. (Şöyle iemiş) :
«Hakîkaten biz Â1i Muhammed (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (bazen) bir ay ateş yakmadan dururduk. Nafakamız ancak kuru hurma ile su idi.»
(...) Bize Ebû Bekr b. Ebî Şeybe ile Ebû Küreyb de rivayet ettiler. (Dediler ki) : Bize Ebû Üsâme ile İbnû Nümeyr, Hişâm "h. Urve'den bu isnadla : «Hakikaten biz dururduk...» diye rivayet ettiler. O Âli Muhammedi anmamıştır.
Ebû Küreyb İbnü Nümeyr'den rivayet ettiği hadîsinde : «Meğer ki, bize bir parçacık et gelmiş ola...» cümlesini ziyâde etmiştir.
27- (2973) Bİze EbÛ Küreyb Muhammed b. A'â' b. Küreyb rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ebû Üsâme, Hişam'dan, o da babasından, o da Aişe'-flen naklen rivayet etti. (Şöyle demiş) :
«Resûlüllah (SaUallahü Aleyhi ve Sellem) vefat etti. Halbuki benim rafımda canlının yiyeceği bir şey yok. Yalnız bir rafımda bir parçacık arpa vardı. Ondan uzun zaman yedim. Nihayet onu ölçtüm de tükendi.»
28- (2972) Bize Yahya b. Yahya rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdü'l* Aziz b. Ebî Hazım babasından, o da Yezid b. R uman'd an, o da Urve'den, o da Aişe'den naklen rivayet etti ki, şöyle dermiş:
«Vallahi ey kız kardeşim oğlu! Biz hilâli görüyorduk, sonra (başka) hilâli, sonra (başka) hilâli, iki ayda üç hilâl görüyorduk da, Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem; 'in evlerinde ateş yakılmazdı.» . Urve demiş ki, ben :
— Ey teyze, o halde sizin maişetiniz neydi? diye sordum.
«— İki siyah (yâni) kuru hurma ile su! Şu kadar var ki, Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in ensardan bir takım komşuları vardı. Onların da sağmalları vardı. Resûlüllah {Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'ç sütlerinden gönderirler; o da bize içirirdi.» dedi.
29- (2974) Bana Ebû't-Tâhir Ahmed rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdullah b. Vehb haber verdi. (Dedi ki) : Bana Ebû Sahr, Yezid b. Ab-diîlah b. Kusayt'dan naklen haber verdi. H.
Bana Harun b. Saîd de rivayet etti, (Dedi ki) : Bize İbnû Vehb rivayet etti. (Dedi ki) : Bana Ebû Sahr, İbnû Kusayt'dan, o da Urve b. Zübeyr'den, o da Peygamber (SaUallahü Aleyhi ve Sellem) 'in zevcesi Aişe'den, naklen haber verdi. (Şöyle demiş) :
«Gerçekten Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bir günde »ikî defâ doya doya ekmek ve zeytinyağı yemeden vefat etti.
30- (2955) Bize Yalıya b. Yahya rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Dâvud b. Abdlrrahnian El-Mckkî El-Attâr, Mansûr'dan, o da annesinden, o da Âişe'den nakl:n haber verdi.
Bize Saîî b. Mansûr da rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Davud b, Abdirrahnıan El-Attâr rivayet etti. (Dedi ki) : Bana Mansûr b. Abdirrahman El-Harcbî, an ıcsi Safiyye'den, o da Âişe'den naklen rivayet etti. (Şöyle demiş) :
«Resûlüllah (Sallallahü Aleyhlve Sellem) insanlar iki siyaha (yâni) kuru hurma ile suya doydukları vakit vefat etti.»
31- (...) lîana Mııhammcd b. Müseıınâ rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdurraîmıan, Süfyan'chuı, u da Mansûr b. Safiyye'den, o da annesinden, o da Âişe'den naklen rivayet etti (Şöyle demiş) :
«Resûlüllah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem ), vefat etti. Biz iki siyaha (yâni) su ile kuru hurmaya doymutuk.»
(...) Bize bu hadîsi Ebû Küreyb de rivayet etti, (Dedi ki) : Bize Eşcaî rivayet etti. II.
Bize Nasr b. Alî de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ebû Ahmed rivayet etti. Her iki râvi Süfyan'dan bu isnadla rivayet etmişlerdir. Şu kadar var ki, bunların Süfyan'dan rivayet ettikleri hadîsinde :
«Biz, iki siyandan doya doya yememişîik.» cümlesi vardır.
32- (2976) Bize Muhammed b. Abbâd üe İfcnû Ebî Ömer rivayet ettiler. (Dediler ki) : Bize Mervaıı (yâni; El-Fczârî) Yezid'dcn (bu zât İbnû Keysan'dır), o da Ebû Hâzim'den, o da Ebû Hüreyre'den naklen rivayet etti. (Şöyle demiş) :
«Nefsim yedi kudretinde olan Allah'a yemin ederim ki, (ibnû Abbâd Ebû Hüreyre'nin nefsi yed-i kudretinde olan Allah'a yemin ederim ki, demiştir.) Resûlüllah (SaUallahü Aleyhi ve Sellem) dünyadan ayrılıncaya kadar ailesini üç gün arka arkaya buğday ekmeğiyle doyurmarruştır.»
33- (...) Bana Muhammed b. Hatim rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Yahya b. Saîd, Yezid b. Keysan'dan rivayet etti. (Dedi ki) : Bana Ebû Hâzim rivayet etti. (Dedi ki) : Ben Ebû Hüreyre'yi parmağıyle tekrar tekrar işaret ederek:
«Ebû Hüreyre'nin nefsi yed-i kudretinde olan Allah'a yemin ederim kî, NebiyyuJlah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) dünyadan ayrılıncaya kadar kendisi ve ailesi bir bir arkasına üç gün buğday ekmeği yememişlerdir.»
34- (2977) Bize Kuteybe b. Saîd ile Ebû Bekr b. Ebî Şeybe rivayet ettiler. (Dediler ki) ; Bize Ebû'I-Ahvas, Simâk'den rivayet etti. (Demiş ki) : Ben Nu'man b. Beşîr'i şunu söylerken işittim:
«Siz dilediğiniz müddeîçe yiyecek ve içecek içinde değil misiniz? Gerçekten ben Peygamberimiz (Sallailahü Aleyhi ve Sellem)'\ karnını doyuracak kadar kötü hurma bulamadığın: gördüm.» derken işittim.
Kuteybe «bîhî» kelimesini anmamıştır.
35- (...) Bize Muhammed b. Kâfi' rivayet etli, (Dedi ki) : Bize Yahya b. Âdem rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Züheyr rivayet etti. H.
Bize İshak b. İbrahim de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Mülâî haber verdi. (Dedi ki) : Bize İsrail rivayet etti. Her iki râvi Simâk'den bu is-nadla bu hadîsin mislini rivayet etmişlerdir. Züheyr'in hadîsinde:
«Ama siz kuru hurma ile kaymağın çeşitlerinden başkasına razı olmuyorsunuz.» ziyâdesi vardır.
36- (2978) Bize Muhanınıed b. Müsennâ ile İbnû Beşşâr rivayet ettiler. Lâfız İhnû Müsennâ'nındır. (Dediler ki) : Bize Muhammed b. Ca'fer rivayet etti. (Dedi ki) ; Bize Şu'be, Simâk b. Ilarb'dcn rivayet etti. (Demiş ki) : Nu'maıı'ı hutbe okurken dinledim. Şunu söyledi. Ömer insanların dünyadan pide ettiklerini andı da, şöyle dedi:
«Gerçekken ben Resûiüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'ı bütün gün kıvranıyor, karnını doyuracak kötü hurma bulamiyorken gördüm.»
37- (2979) Bana Ebû't-Tâhir Ahmed b. Amr b. Şerh rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İbnû Vehb haber verdi. (Dedi ki) : Bana Ebû Hani haber verdi, o da Ebû Abdirrahman El-Hubuliy'i SöyIe derken işitmiş. Ben Abdullah b. Amr b. Âs'dan dinledim. Ondan bir adam dilen»., muhacirlerin fakirlerinden değil mîyi»? demiş,. Bunun üzerine Abdullah ona
— Senin kendisine sığınacak karın var mı? diye sordu. Adam:
__ Evet! cevâbım verdi.
— Oturacak evin var mı? dedi. (Yine) :
— Evet! cevâbım verdi. Abdullah :
_ Öyle ise sen zenginlerdensin, dedi. Adam :
— Benim bir hizmetçim de var! dedi. Abdullah: O halde sen kırallardansm, dedi.
(...) E u Abfîurrahman dedi kî : Ben yanında bulunduğum halde Abdullah b.,Amr b. Âs'a üç kişi geldiler. Ve:
— Yâ Ebâ Mu'ıammed! Vallahi biz hiç bir şeye Uâdir değiliz. Ne nafakaya, ne hayvana, ne de eşyaya! dediler. Abdullah onlara :
— Ne istiyorsunuz? İşitirseniz bize müracaat edersiniz. Biz de size Allah'ın başınızı çözeceği şeyleri veririz. İsterseniz hâlinizi Sultana anlatırız. Dilerseniz sabredersiniz. Çünkü ben îlesulüllah (Sallallahu A'eyh: ve Sellem)'i:
«Şüphesiz ki, muhacirlerin fakirleri kıyamet gününde cennete zenginlerden kırk yıl önce gireceklerdir.» buyururken işittim, dedi. Üç zât: — Öyleyse sabrederiz; hiç bir şey istemeyiz, dediler. Bu hadîsin Ebû Hureyre rivayetlerini Buhârî «Kitâ-bu'r-Rikâk» ve «Kitâbul-Et'ime»'de; Hz. Âişe rivayetlerini dahi «Ki-tâbu'1-Hibe», «Kitâbu'r-Rikâk» ve «Kitâbu'l-Et'ime»'rîe tahric etmiştir.
Kut ve kefâf aynı mânâya gelen kelimelerdir. İkisi de israf yapmadan yetecek mikdar yiyecek demektir.
Âli Resûlillah'dan murad; Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Seilem) 'in zevceleridir. Bu kelimeden bazan bizzat Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seilem) de kastedilir. Görülüyor ki, Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ve ailesi efradı üç günden fazla arka arkaya buğday veya arpa ekmeği bulamadan geçirir, hiç bir zaman tıkabasa karınlarını doyurmaz. Aylarca bacalarının tütmediği olur, yâni; evlerinde yemek pişirmezmiş. Tabiî ki, bu onların yoksulluklarından değil, hudutsuz cömertliklerinden idi. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) kendi malından zevcelerinin senelik nafakasını ayırır, fakat cömertliğinden bu nafaka senenin yarısı gelmeden biterdi. En ucuz ve kolay bulunan nafaka kuru hurma olduğu için günde iki öğün yemek yerlerse, bunun biri mutlaka kuru hurma olurdu. Kuru hurmaya siyah denilmesi, ekseriyetle Medine'nin hurmaları siyah renkli olduğundandır. Suya da tağlîb tarikiyle siyah denilmiştir. Aksi takdirde suyun rengi yoktur.
Hz. Âişe'nin:
«Biz kuru hurma ile sudan karnımızı doyurmaya başladığımız vakit ilâh...» sözünden murad: Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Seilem) de karnını doyurmaya başladı, demektir. Karınlarını doyurdukları gıda kuru hurma idi... Bu hal Hayber’in fethinden itibaren başlamıştı ki, Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seilem) bundan sonra ancak üç sene yaşamıştır. Karınlarını doyuran gıda ancak kuru hurma ise de, tokluğun tamamı su ile olduğundan Aişe (Radlyallahü anim) gıda namına kuru hurma ile suyu zikretmiştir. Bu hadîsler Ümmehâtı mü'minin ile diğer sahâbe-i kiramın da Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ile birlikte dünya metâma kıymet vermediklerine ve başkalarım kendilerine tercih ettiklerine delildirler. Rivayetlerin bâzıları bir kimsenin fakru hâlini zenginledikten sonra zikrderek Allah'ın nimetlerini başkalarına da hatırlatmanın caiz olduğuna işaret etmektedir.
1- «Kendilerine Zulmedenlerin Meskenlerine Girmeyin Ağlayarak Girerseniz O Başka!» Hadisi Babı
38- (2980) Bize Yahya b. Eyyûb ile Kuteybe b. Saîd ve Alî b. Hu-cur, toptan İsmail'den rivayet ettiler. İbnû Eyyub (Dedi ki) : Bize İsmail b. Ca'fer rivayet etti. (Dedi ki) : Bana Abdullah b. Dinar haber verdi. Ki, Abdullah b. Ömer'i şöyle derken işitmiş. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seilem) Hıcrlılar hakkında ;
«Şu azab gören kavmin üzerine girmeyin. Ancak ağlayarak girerseniz o başka! Eğer ağlar halde değilseniz, onların basma gelen sizin başınıza da gelmemesi İçin yanlarına girmeyin!» buyurdular.
39- (...) Bana Harmele b. Yahya rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İbnû Vehb haber verdi. (Dedi ki) : Bana Yûnus, İbnû Şihab'dan naklen haber verdi. Kendisi Hicrî (yâni) Semûd kavminin meskenlerini anlatıyormuş. Salim b. Abdillah demiş ki: Gerçekten Abdullah b. Ömer şunları söyledi : Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seilem) ile birlikte Hıcra uğradık. Bunun üzerine Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seilem) bize:
«Kendilerine zulmedenlerin başına gelenler, sizin başınıza da gelmesinden korunmak için onların meskenlerine girmeyin! Ancak ağlayarak girerseniz o başka!» buyurdu. Sonra hayvanını sürdü ve sür'atle giderek o yeri arkasında bıraktı.
40- (2981) Bana Hakem b. Musa Ebû Salih rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Şuayb b. İshak rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ubeydullah, Nâü'den naklen haber verdi. Ona da Abdullah b. Ömer haber vermiş ki: Cemaat Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seilem)ile birlikte Hıcra (yâni; Semûd) kavminin toprağına inmişler de, oranın kuyularından su çekmişler. Ve o su ile hamur karmışlar. Derken Kcsûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) çektikleri suyu dökmelerini, hamuru da develere yem yapmalarını emir buyur muş. Onlara dişi devenin gittiği kuyudan su çekmelerini emretmiş.
(...) Bize İshak h. Musa EI-Ensârî de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Enes b. lyâz rivayet etti. (Dedi ki) : Bana Ubeydullah hu isnadla bu hadîsin mislini rivayet etti. Şu kadar var ki o: «Kuyularından su çektiler de onunla hamur kardılar.» demiştir.
Bu rivayetleri Buhâri «Kitâbu's-Salât» ile «Kitâbu'l-Enbiya»'da tahric etmiştir.
Hicr : Semûd kavminin yaşadığı yerlerdir. Ki Şam'la Medine arasına düşer. Kesûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ordusuyla Tebûk gazasına giderken buradan geçmiş ve Allah'ın hışmına uğrayarak helak olan bu kavmin memleketine uğramayı ashabına yasak etmiş, oraya girerlerse ağlayarak girmelerine müsaade buyurmuştu. Semûd kavmi Salih (Aleyhısselâm)'m ümmetidir. Bunlar Hz. Sâ1ih'e isyanları sebebiyle Allah'ın gazabına uğrayarak helak olmuşlardı. Re-r.ûlüllah (Sallallahü Aleyhi, ve Sellem) Ümmetinin de bu yere girerlerse bir musibete duçar olurlar endişesiyle oraya girmelerini yasak etmiş, mutlaka girmek icab ediyorsa ağlamalarını emir buyurmuştu. Bunun sebebi ağlamanın düşünüp ibret almaya müncer olmas;dır. Ağlamayı emir âdeta ibret almayı emir gibidir. Böyle bir kavmin yurtlarından geçerken onların hallerini düşünmemek ve ibret almamak ihmalkârlık hususunda onlara benzemek olur. Ve bilmelice kalb katılaşır, onların amellerini işleyerek akıbetlerine uğramak mümkündür.
Bu hadîsler murakabeye zâlimler diyarından geçerken, onlardan ibret almaya teşvik etmektedirler. Nitekim Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Müzde1ife'den Mîna'ya dönen hacıların Muhassir vadisinden geçerken sür'atle yürümelerini emir buyurmuştu. Çünkü Astı abı Fil denilen Ebrehe ordusu burada helak edilmişti. Binâenaleyh böyle yerlerden geçerken murakabeye ve tefekküre dalarak, Allah'ın hışmından korkmak, ağlamak ve orada helak olanlardan ibret alarak Allah'a sığınmak icab eder. Hadîs-i şerifte bundan maada şu fâi-deîer vardır :
1- Hıcr kuyularının sularını kullanmak memnudur. Bundan yalnız deve kuyusu müstesnadır.
2- Bu kuyuların suyu ile karılan hamur hayvanlara yedîrilir.
3- İnsana menedilen bir yiyecek hayvana yem olarak verilebilir.
4- Zâlimlerin su kuyularından kaçınmalı, sulehamn kuyularından su alarak teberrük etmelidir.
2 — Dul Kadına Yoksul ve Yetime İyilik Babı
41 — (2982) Bize Abdullah b. Mesleme b. Ka'neb rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Mâlik, Sevr b. Zeyd'den, o da Ebû'l-Gays'dan, o da Ebû ÎIü-reyre'den, o da Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'den naklen rivayet etti. (Şöyle buyurmuşlar) :
«Dul ve yoksul için çalışan kimse, Ailah yolunda cihad eden gibidir. — Zannederim şöyle de buyurdu— Ve fütur getirmeden nemez kılan, bırakmadan oruç tutan gibidir.»
42- (2983) Bana Züheyr b. Karb rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İshak h. İsa rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Mâlik, Sevr b. Zeyd Ed-Dîlî'den rivayet etti, (Demiş ki) : Ben Ebû'l-Gays'i, Ebû Hureyre'den naklen rivayet ederken dinledim. (Dedi ki): Kesûlüllah (Sallallahü Aleyh ive Sellem)'.
«Kendinin veya başkasının olsun yetime bakan kimse ile ben, cennette şunlar gibiyiz.» buyurdular. Ve Mâlik şehâdet parmağı ile orta parmağa işaret etmiştir.
Bu hadîsi Buhârî «Kitâbu'1-Edeb» ve «Kitâ"bu'n-Nafakâi»'da; Tirmizî «Kitâbu'l-Bir»'de; Nesâî «Kitâbu'z-Zekât»'da; İbnû Mâce «Kitâbu't-Ticârat»'da muhtelif râviîerden tahric etmişlerdir.
Ermele, kocasız kadın demektir. Evvelce evlenmiş veya evlenmemiş olması müsavidir. Bâzıları kocasından ayrılan dul kadın mânâsına geldiğini söylemişlerdir. îbnû Kuteybe bu kelimenin İrmalden alındığmı söyler. İrmal, kocası olmadığı için fakir düşmek, yiyeceği bitmek mânâsına gelir.
Kâfıl : Tekeffül eden, yiyecek giyecek ve terbiyesine bakan dernektir. Yetime bakan kimse ister kendi malından, ister şer'î bir vilâyet dolayı-siyl yetimin malından harcasın hadîs-i şerifte va'dedilen fazilete nail olacaktır.
Kendi yetiminden murad; yetimin dedesi, annesi, ninesi, kardeşi, kız kardeşi, halası, teyzesi, amcası ve dayısı gibi yakınlarıdır. Başkasının yetimi ile akraba olmayanlar kastedilmiştir.
3 — Mescid Yapmanın Fazileti Babı
43- (533) Bana Harun b. Saîd El-Eylî ile Ahmed b. îsa rivayet ettiler. (Dediler ki) : Bize Ibnû Vchb rivayet etti. (Dedi ki) : Bana Amr (Bu zât İbnû Hâris'dir) haber verdi. Ona da Bükeyr rivayet etmiş, ona da Âsim b. Ömer b. Katâde rivayet etmiş ki, kendisi UbeyduIIah EI-Hav-lânî'yi rivayet ederken dinlemiş. UbeyduIIah Osman b. Affân'ı Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve SeitemJ'in mescidini yaptığı sırada hakkında halkın dedikoducu ânında dinlemiş. Osman şöyle demiş : Siz gerçekten çok konuştunuz. Halbuki ben Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'i:
«Her kim bir mescid bina ederse — Bükeyr demîş ki : Zannederim onunla Allah'ın rızâsını taleb ederek dedi— Allah ona cennette bu mescidin mislini bina eder.» buyururken işittim.
Harun'un rivayetinde :
«Allah ona cennette bir ev bina eder.» cümlesi vardır.
44- (...) Bize Züheyr b. Harb ile Muhammed b. Müsennâ ikisi birden Dahhâk'den rivayet ettiler, İbnû Müsennâ dedi ki: Bize Dahhâk b. Mnhled rivayet etti, (Dedi ki) : Bize Abdu'l-Hamîd b. Ca'fer haber verdi. (Dedi ki) : Bana babam, Mahmud b. Lebid'den rivayet etti ki, Osman b. Affan mescidi bina etmek istemiş de, halk bunu hoş görmemiş, onu olduğu gibi bırakmasını istemişler. Bunun üzerine Osman : Ben Resûlüllah (SaUaUahü Aleyhi ve Sellem)'i:
«Her kîm Allah için bir mescid bina ederse, Allah ona cennette bu mescidin mislini bina eder.» buyururken işittim, demiş.
(...) Bize bu hadîsi îsbak b. İbrahim EI-Hanzalî de rivayet etti. (Dedi ki) ; 'Bize Ebû Bekr El-Hafî ile Abdu'l-RIelik h. Sabbâh ikisi birden Abdu'l-Hanıid b, Ca'fer'den bu isnadla rivayet ettiler. Yalnız onların hadîsinde :
«Allah ona cennette bir ev bîna eder.» cümlesi vardır.
Bu hadîsi Buhârî Kitâbu's-Salat»'da tahric etmiştir.
Hadîs-i şerif kitabımızın rnescidler bahsinde geçmişti. Nevevî diyor ki: «İhtimal mescidin cennetteki misli mikdâr ve mesaha itibariyledir. Lâkin birçok ziyâdeler ilâvesiyle dünya evinden daha nefis olacaktır. Maamafih dünya evinden mesaha itibariyle daha büyük ve daha şerefli olması ve sâdece isim itibariyle misli denilmesi de muhtemeldir.'
Übbî : «Hz. Osman'ın mescide sadece ilâve yaptığı halde bu hadîsle istidlal etmesi ilâvenin de mescid yapmak hükmünde olmasındandır.» demiştir.
4- Yoksullara Sadaka Vermek Babı
43- (2934) Bize Ebû Bekr b. Ebî Şeybe ile Züheyr b. Harb rivayet ettiler. Lâfız Ebû Bekr'hıdir. (Dediler ki) : Bize Yezid b. Harun rivayet etti. (Dedi ki) : Bize. Abdü'l-Aziz b. Ebî Seleme, Vehb b. Keysan'dan, o da Ubeyd b. Ümeyr El-Leysi'den, o da Ebû Hüreyre'den, o da Peygamîrer (Saüailahii Aleyhi ve Sc]iem}'den naklen rivayet etti. Şöyle buyurmuşlar:
«Bir adam sahra bir yerde iken bulut içinde : Filânın bahçesini sula! diye bîr ses işitmiş. Derken o bulut giderek suyunu bir taşlığa boşaltmış. Bir de ne görsün, o sel yollarından biri bu suyun hepsini almış. Adam suyu takib etmiş. Bakmış kî, bir adam kalkmış, bahçesinde suyu bel küreğİyle çeviriyor. Ona :
— Ey Allah'ın kulu, senin adın nedir? dîye sormuş. O da :
— Filândır, diyerek bulut içinden işittiği ismi söylemiş. O da buna :
— Ey Aiîah'm kulu, benim adımı niçin soruyorsun? demiş. Beriki :
— Ben şu suyu indiren bulutta bîr ses işittim : Filânın bahçesini sula! diye senin İsmini söylüyordu. Bu bahçe hususunda ne yapıyorsun? demiş. Bahça sahibi :
— Madem ki, böyle diyorsun (söyleyeyim). Ben bu bahçeden çıkana bakar da onun üçîe birini tasadduk eder, üçte birini çoluk çocuğumla ken-dİm yerim, üçte birini de bahçeye iade ederim, demiş.»
(...) Bize bu hadîsi Ahmed b. Abdete'd-Dabbî de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ebû Dâvud haber verdi. (Dedi ki) : Bize Abeîırl-Aziz b. Ebî geleme rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Vehb b. Keysan bu isnadla rivayet etti. Yalnız o :
«Üçte birini de yoksullara, dilencilere ve yolcuya ayırırıma, demiştir.
«Tenahba», kasdetti demektir. Harra siyah taşlı yerdir. Şerce taşlık-lardaki sel yoludur. Hadîs-i şerif sadaka veı-menîn yoksullara ve yolculara ihsanda bulunmanın ve İnsanîn kendi elinin emeğinden yiyip coîu-ğuna çocuğuna da ondan yedirmenin faziletine delildir.
5- Ameline Allah'dan Başkasını Ortak Eden Kimse Babı (Bir Nüshada Riyanın Haram Kılınması Babı Denilmiştir)
46- (2985) Bana Züheyr b. Harb rivayet elti. (Dedi ki) : Bize İsmail b. İbrahim rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Kavh b. Kaâsım, Alâ' b. Abdir-ralıman b. Ya'kub'dan, o da babasından, o da Ebû Hüreyre'den naklen îıa-ber verdi. (Demiş ki) : Rcsûlüllalı (SaUaîlahü Aleyhi ve Seliem) şöyle buyurdular :
«Allah Tebâreke ve Teâfâ : Ben ortakların şirkten en gânisiyîm. Her kim bir ame! işler, onda benimle birlikte başkasını ortak eylerse, onu şİr-kiyle başbaşa bırabnm, buyurdu.»
47- (2986) Bize Ömer h. Hafs b. Gıyâs rivayet etti. (Dedi ki) : Bana babam, İsmail b. Sümey'den, o da Müslim EI-Batîn'den, o da Saîd b. Cübeyr'den, o da Ibni Abbâs'dan naklen rivayet etti. (Şöyle demiş) : Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
«Her kim amelini işitiirirse; Allah onu işittirir. Ve her kim riyâ yaparsa, Allah onun iç yüzünü meydana çıkarır.» buyurdular.
48- (2987) Bize Ebû Bekr b. Ebî Şeybe rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Veki', Süfyan'dan, o da Seleme b. Küheyl'den naklen rivayet etti. (Demiş ki) : Ben Cündeb El-Alakî'den dinledim. (Dedi ki) : Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):
«Her kim (yaptığını) işittirirse, Allah o kimseyi işittirir. Ve her kim riya yaparsa, Allah da onun içyüzünü meydana çıkarır.» buyurdular.
(...) Bize İshak b. İbrahim de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Mülâî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Süfyân bu isııadla rivayet etti ve: «Ondan başka hiç bir kimseyi Resûlüllah (Saîlailahü Aleyhi ve Sellem) buyurdu derken, işitmedim...» cümlesini ziyâde etti.
(...) Bize Saîd b. Amr El-Eş'asî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Süfyan, Velid b. Harb'dan naklen haber verdi. (Saîd dedi ki: Zannederim îbnû Haris b. Ebî Musa dedi.) Demiş ki: Ben Seleme b. Küheyl'den dinledim. (Dedi ki) : Ben Cündep'den dinledim. (Ondan başka hiç bir kimseyi Resûlüllah (SullaUahü Aleyhi ve Seilem)'den dinledim derken işitmedim.) Ben (Sülhllahu Aleyhi ve Sellem) Ji şöyle buyururken işittim diyordu.
Râvi Sevr'in hadîsi gibi rivayet etmiştir.
(...) Bize bu hadîsi İbni Ebî Ömer de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Süfyan rivayet etti. (Dedi ki) : Bize doğru söyleyen emniyetli Velid b. Harb bu isnadla rivayette bulundu.
Bu hadîsi Buhârî «Kitâîm'r-Rikâk-'da tahric etmiştir.
Hadîsin ilk rivayetinden murad : «Benim şerik vesâireye ihtiyacım yoktur. Bir kimse bir şeyi hem benim için, hem başkası için yaparsa, ben onu kabul etmem. Benimle birlikte o işe kimi ortak yaptıysa, ona bırakırım,»'demektir. Yâni: Riya için yapılan amel bâtıldır. Sevabı yoktur. Sahibi günahkâr olur.
Diğer rivayetlerden murad : -Bir kimse bir işi başkaları işitsinler de onu takdir etsinler diye yaparsa Allah Teâlâ da kıyamet gününde onun bu hâlini mahşer halkına işittirir ve kendisini rezil rüsvay eder, demektir. Süm'a ile riya aynı mânâya gelirler. Dinen ikisi de yasak edilmiştir. Bu rivayetlere muhtelif mânâlar verilmiştir. Bâzıları : «Bir kimse başkalarının kusurlarını duyarak onları etrafa yayarsa Allah da onun kusurlarını meydana çıkarır.» demiş. Bir takımları: «Allah ona sevablarmı gösterir. Fakat kendisine hasret ve üzüntü olsun diye vermez.» mütalâasında bulunmuş. Daha başkaları : «Bir kimse yaptığı işle onu insanların işitmesini kastederse, Allah insanlara işittirir. Ve o işten kazancı da yalnız bu olur.» demişlerdir.
6- Bir Söz Konuşarak Onun Sebebiyle Cehenneme Düşmek Babı
49- (2988) Bize Kuteybe b. Saîd rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Bekr (yâni; İbnû Mudar) İbnû Hâddan, o da Muhammed b. İbrahim'den, o da îsa b. Talha'dan, o da Ebû Hüreyre'den naklen rivayet etti ki : Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve ScLlc;n)'i şöyle buyururken işitmiş:
«Şüphesb kul bir söz söyier, onun sebebiyle cehenneme, doğuyla batı arasından daha uzağa iner.»
50- (...) Bize bu hadîsi Muhammed b. EM Ömer El-Mekkî de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdu'1-Aziz Ed-Derâverdî, Yezid b. Hâd'dan, o da Muhammed b. İbrahim'den, o da İsa b. Tallıa'dan, o da Ehû Hüreyre'-den naklen rivayet etti ki: Resûİüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):
«Şüphesiz kul mânâsını düşünmeden bîr söz söyler. Onun sebebiyle cehenneme, doğu ile batı arasından daha uzağa düşer.» buyurmuşlar.
Bu hadîsi Buhârî «Kitâbu'r-Rikâk»'da; Tirmizî «Kitâ-bu'z-Zuhd»'de; Nesâî «Kitabu'r-Rakâık»'da muhtelif râvilerden tahric etmişlerdir.
Hadîsin ikinci rivayetinden de anlaşılıyor kî, bir kimse nereye varacağını düşünmeden söylediği bir söz sebebiyle çok defa cehennemi boylayacaktır. Söylenen sö?:ün uzun veya kısa olması mühim değildir. Nevevî buna sultan ve kumandan gibi büyüklerin huzurunda kaçırılan sözü, zina iftirasını ve müslümana zarar verecek şekilde konuşmayı misâl vermiştir. Hadis-i serîf dili korumaya teşvik etmektedir. İnsan konuşacağı zaman evvelâ düşünüp taşınmalı, konuşmasından bir fayda hâsıl olacaksa söylemeli, aksi takdirde susmalıdır.
Hükemâdan biri : «Allah Teâlâ insanda iki kulak, bir dil yaratmıştır. Tâ kî. işitmesi, konuşmasının iki misli olsun.* demiştir.
7- İyiliği Emredip Kendisi Yapmsysnon, Kötülükten Nehyehip Kendisi Yapanın Azabı Babı
51- (2989) Bize Yahya b. Yahya ile EM Bekr b. Ebî Şeybe, Muhammed b. Abdillah b. Nümeyr, İshak b. İbrahim ve Ebû Küreyb rivayet ettiler, lâfız Ebû Küreyb'indir. (Yahya ile îshak: Ahberanâ; Ötekiler : Haddesenâ tâbirlerim kullandılar. Dediler ki) : Bize Ebû Muâviye rivayet etti. (Dedi ki) : Bize A'meş, Şakık'dan, o da Üsâme b. Zeyd'den naklen rivayet etti. (Demiş ki) : Bana : Osman'ın yanına girsen de, onunla ko-nuşsan a! dediler. Ben de : Siz zannediyor musunuz ki, ben onunla yalnız size işittirdiklerimi konuşuyorum. Vallahi onunla ikimiz arasında ilk defa ben açnv.ş olmayı istemediğim bir şey açmaksızın konuşmuşumdur. Ben Resûİüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'i:
«Kıyâmel gününde bir adam getirilerek cehenneme atılacak ve karnının barsaklan çıkacak. Onları eşeğin değirmen taşını döndürdüğü gibi döndürecek. Derken yanına cehennemlikler toplanacak ve : Ey füân, sana ne oldu? Sen iyiliği emir, kötülüğü men etmez miydin? diyecekler. O da : Evet! iyiliği emrederdim. Ama yapmazdım. Kötülükten nehyederdım. Ama yapmazd:m, diyecektir.» buyururken işittikten sonra, hana âmir olacak hiç bir kimse için, bu insanların en hayirlısıdır, demiyorum.
(...) Bize Osman b. Ebî Şeybe rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ccrir, A'meş'den, o da Ebû Vâil'den naklen rivayet etti. (Şöyle demiş) : Üsâme b. Zeyd'in yanında idik. Bir adam : Osman'ın yanma girip onunla yaptığı şeyler hususunda konuşmaktan seni ne men'ediyor? dedi.
Ve râvi hadîsi yukarki gibi nakletmıştir.
Bu hadîsi Buhârî «Kitabu Bed'iî-iîalk» ve «Kit5bu'I-Fiten»'de tahric etmiştir.
Hz. Üsâme 'den istenilen şey Osman b. Affan (Radiyallahu anh) m yanma girerek halk arasında yayılan fitne ve bu fitneyi söndürmenin çâreleri hakkında onunla konuşmasaydı. Hz. Üsâme ashabın au isteklerine karşı siz benim Osman'la yalnız sizin huzurunuzda konuştuğumu sanıyorsunuz. Ben onunla bu hususu alenen konuşup yeni pir fitne kapısı açmaktan sa, ikimiz arasında gizlice konuştum, cevâbını vermiştir. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seilem) 'den rivayet ettiği hadîsle de kötülükten men ederken, fitneyi körüklememek lâzım geldiği hususuna işaret etmiştir. Çünkü bir kimsenin âmirine karşı aşikâre itirazda bulunması cemaatın dağılmasına ve fitnenin daha çok büyümesine sebep olur. Hadîs-i şerif âmirlere karşı terbiye ve nezaketli davranmanın lüzumuna kendilerine yapılacak nasihatin nezâket dairesinde gizlice yapılması gerektiğine delildir. Fakat gizli nasihat kâr etmediği zaman hak zayi olmamak için ^şikâre söylemek de caizdir. Ulemadan bazıları buna kail olmuş, bir takımları kötülükten nehyin kalble olacağını söylemişlerdir. Hadîs-i şerîf cehennemin şiddetine de işaret etmektedir.
8- İnsanın Kendi Perdesini Yırtmaktan Nehyolunması Babı
52- (2990) Bana Züheyr b. Harb ile Muhammed b. Hatim ve Abd b. Humeyd rivayet ettiler. (Abd bana rivayet etti, ötekiler bize rivayet etti tâbirlerini kullandılar. Dediler ki) : Bize Ya'kub b. İbrahim rivayet etti. (Demiş ki) : Salim şunu söyledi. Ben Ebû Hüreyre'yi §öyle derken işittim. Ben Resûlüllah (Sallallahii Aleyhi ve Selîem)'i:
«Ümmetimin hepsi affedilrnişîir. Yalnız açıktan açtğa günah işleyenler müstesna! Açık günahlardan biri de kulun geceleyin bir amel işlemesi, sonra Allah onu örtbas ettiği halde sabahiamasıdtr. Fakat kul : Ey filân! Ben dün şöyle şöyle yaptım, der4 Halbuki kendisi Allah onu örtbas ettiği halde gecelemişti. İşte Rabbİ örtbas etliği halde geceler sabahladığı vakit Allah'ın Örtbas ettiğini meydana çıkarır.» buyururken işittim.
Züheyr ichâr yerine cihar demiştir.
Bu hadîsi Buhârî «Kİtâ'bu'l-Edeb»'de tahric etmiştir.
Bâzıları hadisdeki ichâr kelimesinin yanlış olduğunu iddia etmiş, «Doğrusu hicârdır...» demişlerse de Nevevî bunu kabul etmemiş. Her iki kelimenin doğru olduğunu ve ikisinin de kötü söz, ağza alınma-•yacak çirkin lâkırdı mânâsına geldiğini söylemiştir.
Mücâhir: İşlediği günahları bir marifetmiş gibi başkalarına anlatan kimsedir. Zamanımızda maalesef bu da moda olmuştur. Birçok edebsiz-Uklerin vasıtalarda, toplantı yerlerinde zerre kadar hicab duymadan yaptıkları zina, içki vesâir rezalet âlemlerini yüksek sesle anlattıkları her gün tesadüf edilen olaylardandır. İnşaallah hadîsdeki istisnayı yâni; bu ümmetin içerisinden yalnız kendilerinin affedilmeyeceklerini duyarlar da — imanlarından eser kaldıysa— yaptıklarına pişman olup, tevbe ederler.
9- Aksırana Teşmit, Esnemenin Keraheti Babı
53- (2991) Bana Muhammed b. AhdUlah b. Nümeyr rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hars (bu zât İbnû Gıyas'dır), Süleyman Et-Teymî'den, o da Enes b. Mâlik'den naklen rivayet etti. (Şöyle demiş) : Peygamber (Sallaîlahü Aleyhi ve Selle m )'in yanında iki adam aksırdılar da birine teşmit yaptı, diğerine yapmadı. Teşmit yapmadığı adam :
— Filân aksırdi ona teşmitde bulundun, ben aksırdım bana teşmit yapmadın, dedi.
«Bu Allah'a hamdetti, fakat sen Allah'a hamdeîmedîn!» buyurdular.
(...) Bize Ebû Küreyb de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ebû Hâlid yâni; El-Ahmer) Süleyman Et-Teymî'den, o da Enes'den, o da Peygamber [en naklen bu hadîsin mislini rivayet etti.
54- (2992) Bana Züheyr b. Harb ile Muhamnıed b. Abditfah b. Nümeyf rivayet ettiler. Lâhz Züheyr'indir. (Dediler ki) : Bize Kaâsım b. Mâlik, Âsim b. KüleyVden, o da Ebû Bürde'den naklen rivayet etti. (Şöyle demiş) : Ebû Musa'nın yanına girdim. Kendisi FadI b. Abbas'm kızının evinde idi. Aksırdim,' fakat bana teşmilde bulunmadı. Fadl'ın kızı aksırdı, ona teşmil yaptı. Derken anneme dönerek kendisine haber verdim. Ebû Musa annemin yanına gelince (annem ona) :
— Senin yanında oğlum aksırmış, ona ieşmitie bulunmamışsın. Fadl'ın kızı aksırmış, ona teşmit yapmışsın, dedi. Bunun Üzerine Ebû Mûsâ şunları söyledi:
— Gerçekten oğlun aksırdı. Ama Alialı'a hanıdetmedi. Ben de kendisine teşmit yapmadım. Fadl'ın kızı aksırdı, arkacığıııdan Allab'a hamdetti. Ben de ona teşmitte bulundum. Ben Kesûlüllah (Saüallahü Aleyhi ve Sellem) 'i :
«Biriniz aîcs:rdığt vakit Aüoh'a hamdederse, orsa teşmit yap;n. Allah'a lamdelmeise, ona teşmİiîe bulunmayın.» buyururken işittim.
67- (3001) Bana Ebû Ca'fer Muhammed b. Sabbah rivayet etti. (Dg-di ki) : Bize İsmail b. Zekeriyya, Biireyd b. Abdilîsh b. Ebî Hürde'dcn; o da EVı Mfısâ'dnn naklen rivayet eUi. (Şöyle demiç'ı : r^ygamber(Saliallahü Alc\hi ve Sci'.cm) bir adamm birini =enâ ettiğ-İni ve üt>u medihde il ev. gittiğini isit'.i f!e :
«Muhakkak helak ettiniz yahu! bu adamın belini kestiniz.» buyurdular.
68- (3002) Bize Ebû Bekr b. Ebî Şeybe ile Muhammed b. Müsennâ hep birden îbnû Mehdî'den rivayet ettiler. Lâfız İbnû Müsennâ'nındır. (Dediler ki) : Bize Abdurrahman, Süfyan'dan, o da Hahib'den, o da Mü-cahid'den, o da Ebû Ma'mer'den naklen rivayet etti. (Şöyle demiş) :
— Bir adam kumandanlardan birini medhü sena etmeye kalktı. Bunun üzerine Mikdâd onun üzerine toprak serpmeye başladı ve :
— Bize Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) meddahların yüzlerine toprak serpmemizi emir buyurdu, dedi.
69- (...) Bize Muhammed b. Müsennâ ile Muhammed b. Beşşar da rivayet ettiler. Lâfız İbnû Müsennâ'nındır. (Dediler ki) : Bize Muhammed b. Ca'fer rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Şu'be, Mansur'dan, o da İbrahim'den, o da Hemmam b. Hâris'den naklen rivayet etti ki: Bir adam Osman'ı medhetmeye başlamış. Bunun üzerine Mikdâd davranarak iki dizinin üzerine oturmuş, kendisi iri yan bir zatmış. Ve adamın yüzüne çakıl taşı serpmeye başlamış. Osman ona :
— Sana ne oluyor? demiş. Mikdâd da şunu söylemiş:
— Şüphesiz ki, Resûlüllah (Saltallahü Aleyhi ve Sellem); «Meddahları gördüğünüz vakit, yüzlerine toprak serpin!» buyurdular.
(...) Bize bu hadîsi Muhammed b. Müsennâ ile İbnû Beşşâr da rivayet ettiler. (Dediler ki) : Bize Abdurrahman, Süfyân'dan, o da Mansur'dan naklen rivayet etti. H.
Bize Osman b. Ebî Şeybe dahî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Eşcaî Ubeydullah b. Uheydir rahman, Süfyan-ı Sevrî'den, o da A'meş ile. Mansur'dan, onlar da İbrahim'den, o da Hemmâm'dan, o da Mikdâd'dan, o da Peygamber (Sallallahü A leyhi ve Sellem) 'den naklen bu hadîsin mislini rivayet etti.
Bu rivayetleri Buhârî «Kitâbu'1-Edeb» ile «Kitâbu'ş-Şehâdât»'-da; Ebû Dâvud ile İbnû Mâce «Kitâhu'l-Edeb»'de tahric etmişlerdir.
«Arkadaşının boğazını kesti.» Ve: «Adamın sırtını kestiniz.» tâbirleri birer istiare olup, adamı helak ettiniz mânâsında kullanılmışlardır. Görülüyor ki, Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bir adam mutlaka medhedilecekse, onun hakkında kat'î bir şey söylemeyip, zannederim şöyledir ve ben Allah'a karşı kimseyi tezkiye edemem gibi sözler söylemesini emir buyurmuştur. Halbuki gerek Sahihi Buhârî 'de, gerekse Müslim 'in Sahîh'inde yüze karşı medhin caiz olduğunu bildiren birçok sahih hadîsler vârid olmuştur. Ulemâ bunların aralarını bulmuş, yüze karşı medhin yasak edilmesini, pek ziyâde ileri gidildiği veya memdûhu kendini beğenmek gibi bir fitneye düşüreceğinden korkulduğu surete hamlet-mişlerdir. Aklı başında, takvası yerinde olup, şımaracağmdan korkulmayan kimse ise, fazla ileri gitmemek şartıyle yüzüne karşı medhedilebilir. Ulemâdan bazıları Hz. Mikdâd rivayetini zahirî mânâsı üzere kabul etmişlerdir. Nitekim Hz. Mikdâd'a muvâfakatla meddahın yüzüne toprak saçanlar olmuştur. Diğer bir takım ulemaya göre, bundan murad: Meddahlara bir şey vermeyin, onları haybete uğratın, demektir.
15- Büyüğe Verme Babı
70- (3003) Bize Nasr b. Alî El-Cehdamî rivayet etti. (Dedi ki) : Bana babam rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Sabr (yâni; İbnû Cüveyriye) Nâ-fi'dcıı rivayet etti. Ona da Abdullah b. Ömer rivayet etmiş ki: ResulüIIah (Saüalhhü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuşlar:
«Kendimi rü'yada bir misvakla misvakİanıyorum gördüm. Derken beni biri diğerinden daha büyük iki adam çektiler. Ben misvakı küçük olanına verdim. Bunun üzerine bana : Büyült, denildi. Ben de onu büyük olana verdim.»
Bu hadîsi Buharı «KüaWl-Vudû»'da tah'ric etmiştir.
Aynî 'nin beyânına göre Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellemj'e «Büyült!» diyen zât Cebrail (Aleyh'sseıâ>}i) 'dır. Büyült sözünden mu-rad, yaşça büyük olana ver, demektir.
Bu Hadisden Çıkarılan Hükümler :
1- Bir yerde bulunan cemâatin hakkı öncelikle eda edilir. Selâm vermekte, su ve koku gibi şeyleri takdimde de sünnet budur.
2- Başkasının misvâkini kullanmak caizdir. Yalnız misvakı kullanmadan Önce yıkamak sünnettir.
3- Hadîs-i serıf misvakın faziletine delildir.
16- Hadisin Sabit Olduğunu Araştırma ve İlmi Yazmanın Hükmü Babı
71- (2493) Bixe Harun b. Ma'ruf rivayet etti. (Dedi ki) : Bize bu hadîsi Süfyan b. Uyeyne, Hişâm'dan, o da babasından naklen rivayet etti. (Demiş ki) : Ebû Hüreyre hadîs rivayet ediyor ve :
«Dînle ey hücre sahibesi! Dinle ey hücre sahibesi! diyordu. Âişe de namaz kılıyordu. Namazını biiirİnce Urve'ye : Bunu ve demin söyİediğin; işitmiyor musun? Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve SeUem) ancak ve ancal bir kimse saysa, bitireceği kadar hadîs söylerdi, dedi.»
72- (3004) Bize Hcddûb b. Hâlid El-Ezdî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hemmam, Zeyd b. Eslem'den, o da Ata' b. Yesâr'dan, o da Elû Sa-îd-i Hudrî'den naklen rivayet etti ki, Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seilem)
«Benden bir şey yazmayın. Her kim Kur'ân'dan başka benden bîr şey yazarsa, onu hemen mahvetsin. Benden hadîs rivayet edin, zararı yok. Ama her kîm benim üzerimden —Hemmam zannederim şöyle buyurdu, demiş — kasden yalan söylerse, cehennemdeki yerine hazır olsun.» buyurdular.
Hz. Ebû Hüreyre rivayetini Buharı «Küâbu'l-Mona-lub»'de tahric etmiştir.
Hz. Ebû Hüreyre Hücre sahibesi sözüyle Âişe (Radiyallahü anha)yı kasdetmiş; rivayet ettiği hadîsi işitsin de, ikramda bulunsun diye seslenmiştir. Hz. Âişe onun hadîs rivayetine itiraz etmemiş, yalmz bir meclisde çok hadîs rivayetini doğru bulmamıştır. Zira çok rivayet sebebiyle yanılacağından korkmuştur.
Hadîs yazma meselesine gelince : Kaadî Iyâz'm beyânına göre bu babda sahabe ile tabiin arasında bir hayli ihtilâflar vâki olmuştur. Birçokları hadis yazmayı kerih görmüş, ekseriyet ise yazılmasına cevaz vermişlerdir. Sonraları bütün müslümanlar hadîs yazmanın caiz olduğuna ittifak etmiş ve hilaf ortadan kalkmıştır. Ancak hadîs yazmayı nehyeden bu rivayetten murad; ne olduğu ihtilaflıdır. Bâzılarına göre bu hadîs râ-vinin ezberleyeceğine itimad edilen ve yazarsa yazıya dayanarak ezberlememesinden korkulan hadîsler hakkındadır. Yazmayı mubah kılan hadîsler ise, belleyişine itimad edilmeyen kimselere hamîoiunur. Hz. A1i'nin sahifesi Amr b. Hazm'm kitabı Hz. Ebû Bekr'in Enes'e gönderdiği zekât mektubu v.s. bu kabildendir.
Ulemâdan bazıları nehy hadîslerinin bu hadîslerle neshedildiklerini söylemişlerdir. Onlara göre hadîsin yazılması Kur'ân'la karışır en-dişesindendi. Bu endişe ortadan kalkınca hadîsin yazılmasına izin verilmiştir. Bâzıları: «Hadîs yazılmasının nehyinden murad; hadîsle âyeti bir sahifeye yazmaktır. İkisi bir sahifede olunca, okuyan hangisinin âyet, hangisinin hadîs olduğunu karıştırabilir.» demişlerdir.
Peygamber (Sallaliahü Aleyhi ve Sellem)'in üzerinden yalan uydurmanın hükmünü kitabımızın başında görmüştük.
17- Hendek Sahibleriyle Sihirbaz, Rahib ve Çocuğun Kıssası Babı
73- (3005) Bize Heddâb b. Hâlid rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hem-mad b. Seleme rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Sabit, Abdurrahman b. EM Leylâ'dan, o da Suhayb'dan naklen rivayet etti ki, Resûlüllah (Sallaliahü Aleyhi ve Sellem} şöyle buyurmuşlar :
«Sizden öncekiler arasında bir hükümdar vardı. Bu hükümdarın bîr sihirbazı vardı. Sihirbaz ihtiyarlayınca hükümdara :
— Ben ihtiyarladım, imdi bana bir çocuk gönder de, sihri ona öğreteyim, dedt. O da öğretmek için kendisine bir çocuk gönderdi. Çocuk yoluna çekildiği vakit bir rahibe tesadüf etfi. Hemen yanma oturarak konuşmasını dinledi ve beğendi. Artık sihirbazın yanına giderken rahibe uğrar, yanında otururdu. Sihirbaza geldiğinde ise, sihirbaz kendisini döverdi. Ço- cuk bunu ruhice şİkâyei elti. kuhib şunu söyledi :
Çocui; bu minval üzere devam ederken büyük bir îıayvonın üzerine geldi. Bu hayvan insanları hapsolmİşiİ. (Kendi Itndinej Sihirbaz mı efdal, yoksa râhib mi bugün aniayacağsm, dodi. Ve bir îoş alarak :
— Allahım! Eğer rahibin işi sc-rti» İndinde sihirbazın işinden daha mekbui ise, bu hayvanı öldür de, insanlar işierino giîsinier, dedi. Ve taşı attı. Hayvani öldürdü. İnsanlar cîa işleririü gittiler. Arİicağir.dan rûhibc gelerek (hâdiseyi) ona haber verdi. Râhib ona :
— Ey oğulcuğum! Bugün sen benden daha ra^üeHUin. Senîn halin gördüğüm raddece ulüşrmşi-r. Sen muhakkak İmtihan olunacaksın. Şayet İmtihan olunursa/ı, benîm nerede olduğumu zöyleme, dedi. Çocuk körlerle abraşlar; düzeltiyor, sair iîâçbrdan irisaniarr tedavi ediyordu. Derken hükümdarın mt.iyye.inde bulunar.lardan kör oimuş birisi bunu işiitİ. Ve kendisine birçok hediyyeler getirerek :
— Eğer beni düzeltebilirden, şuradaki şeylerin hepsi senin olsun! dedi. Çocuk :
— Ben hiç bir kimseyi düzeHcrncm. Şifcıys ancak Allah verir. Eğer sen Allah'a iman ediyorsan, ben Allah'a dua ederini. O da şifa verir, dedi. Adam Allah'a iman elti. Allah 6a şifasın; verdi. Mufcaldben hükümdarın yanına gelerek eskiden oturduğu gib- oturdu. Hükümdar ona :
— Senin gözünü kim iade etti? diye sordu. Adam :
— Rabbim! cevâbını verdi.
— Senİn benden başka Rabbin var nr? eledi. (Adam) :
— Benim Rabbim de, senin Rakbin de Allah'd'r cevûb:m verdi. Bunun üzerine hükümdar onu tevkif eiti. Ve kendisine İş^nr.cyc: barîsdı. Nihayet o adam çocuğun yerini söyledi. Çorunu da gcîirtiüor. Hükümdür orta :
— Ey oğulcuğum! Sihrin körleri ve abraşları düzelîecek ve şöyle şöyle yapacağın dereceyi bulmuş, dedi. Goci'k
— Ben hiç bir kimseyi düzeuemom! Şifayı veren ancak Allab'dır, dedi. Bunun üzerine hükümdar oıv.j da tevkif eîîi. Ve ona işkenceye başladı. Nihayet çocuk rahibin yerini söyledi. Rahibi de rrctİrdÜer. Kendisine :
— Dininden dön! denildi. O rcuı o!mad:. Derken hükümdar bir testere istedi ve onu başinm ortasına koyarak yardi. Hattâ iki parçası yere düştü. Sonra hükümdarın maiyeî odamı getirildi. Ve kendisine :
— Dininden dön! denildi. O da razı olmadı. Hemen testereyi başrnpn ortasına koyarak, başını onunla yardı hattâ iki parçası yere düştü. Sonra çocuk getirildi. Ona da :
— Dininden dön! denildi. Fakat o da kabul etmedi. Bunun üzerine çocuğu maiyyeîinden bazı kimselere vererek : Bunu filân dağa götürün. Dağ:n üzerine çıkarın. Zirvesine ulaşîsğmızda dininizden dönerse ne âlâ! Dönmezse aşağı atın, dedi. Çocuğu götürdüler ve dağa çıkardılar. Çocuk :
— Allahım! Bunlar hakkında bana dilediğin şeyle kifayet et! dedi. Bunun üzerine dağ onları salladı ve (aşağı) düştüler. Derken yürüyerek hükümdara geldi. Hükümdür ona :
— Arkadaşların sana ne yaptı? diye sordu. Çocuk :
— Onlar hakkında Aiiah bana kâfi geldi, dedi. Hükümdar onu yine maİyyetİnden birkaç kişiye vererek :
— Bunu götürün, bir gemiye yükleyerek denizin ortasına varın. Eğer dininden dönerse ne âlâ! Aksi takdirde denize at;n! dedi. Çocuğu götürdüler. (O yine) :
— Allahım! Bunlar hakkında bana dilediğin şeyle kifayet et! diye dua etti. Hemen gemileri alabora olarak boğuldular. Çocuk yine yürüyerek hükümdara geldi. Hükümdar ona :
— Arkadaşların sana ne yaptı? diye sordu. Çocuk :
— Onlar hakkında Allah bana kâfi geldi, dedi. Ve hükümdara şunu söyledi :
— Sana emredeceğim şeyi yapmadıkça, sen beni öldüremezsin! Hükümdar :
— Nedir o? diye sordu.
— Halkı bir yere top!ars:n ve beni bir ağaca asarsın. Sonra torbamdan bir ok al! Bu oku yayın ortasına koy. Sonra bu çocuğun Rabbi olan Allah'ın ismiyle diyerek bana at. Bunu yeparsan boni öldürürsün, dedi. Hükümdar hemen halkı bir yere topladı ve onu bir ağaca astı. Sonra torbasından bir ok aldı ve oku yayın ortasına koydu. Sonra : Bu çocuğun Rabbi olan Allah'ın ismiyle diyerek çocuğa attı. Ok çocuğun şakağ:na isabet etii. Çocuk elini şakağına, okun vurduğu yere koydu ve öldü. Bunun üzerine halk :
— Çocuğun Rabbine iman ettik! Çocuğun Rabbİne iman ettik! Çocuğun Rabbine iman ettik! dediler. Ve hemen hükümdara gidilerek :
— Ne buyurursun, korktuğun vallahi başına geldi. Halk iman etti, denildi. Bunun üzerine hükümdar yolların başlarına hendekler kazılmasını emretti. Ve kazıldı. Ateşler de yakıldı. Ve :
— Kim dininden dönmezse, onu buraya atın! dedi. Yahut hükümdara sen at, denildi. Bunu da yaptılar. Nihayet beraberinde çocuğu olan bîr ka-dsn gelc'i. Kadın oraya düşmekten çekindi. Bunun üzerine çocuk ona :
- Ey anneciğim, sabret! Çünkü sen hak üzeresin! dedi.»
Eknıch: Doğuştan kör manasınadır.
Kurkûr : Küçük gemi demektir. Bâzıları büyük gemi mânâsına geldiğini söylemişlerdir, Kaadî lyâz bu hususta birçok ihtilâflar rivayet ettikten sonra küçük gemi mânâsına geldiğini tercih etmiştir.
Uhdûd: Büyük hendek mânâsına gelir. Hadîs-i şerif evliyanın kerametlerini isbat etmektedir. Harb ve emsali yerlerde; nefsi helâkdan kurtarmak için yalan söylemenin caiz olduğu da, bu hadîsin işareti cümle-sindendir.
18- Cabir'in Uzun Hadisi ve Ebu'l-Yüsr Kıssası Babı
74- (3006) Bize nârım b. Ma'ruf iîe Muhammed b. Abbâd rivayettiler. (Hadîsin lâfzında birbirlerine yakındırlar.) Siyak Harun'undur.
(Dediler ki) : Bize Hatim b. İsmail, Ebû Hazre Yakub b. Mücâhid'dcn, o da Ubâde b. Velîd b. Ubâde b. Sâmit'den naklen rivayet etti. (Şöyle demiş) : Ben ve babam bilgi edinmek için ensardan şu kabileye —vefatlarından önce— çıktık. Bize ilk rastlayan Resûlüllah (Sallaliahü Aleyhi ve SeiUmf'va. sahâbisi Ebû'1-Yûsr [2] oldu. Beraberinde bir de hizmetçisi vardı ki, elinde sahîfelerden müteşekkil bir bohça vardı. Ebû'l-Yüsr'un üzerinde çizgili bir elbise ile bir maafir kumaşı vardı. Hizmetçisinin üzerinde dahi çizgili bir elbise ile maafir kumaşı vardı. Balam kendisine:
— Ey amca! Ben senin yüzünde bir kızgınlık alâmeti görüyorum, dedi. Ebû'I-Yüsr :
— Evet, benim Benî Haram kabilesinden filân oğlu filânda alacağım vardı. Ailesine gelerek selâm verdim ve o burada mı? diye sordum.
— Hayır! dediler. Yanıma bulûğa yaklaşmış bir oğlu çıktı. Ona:
— Baban nerede? diye sordum.
— Senin sesini işitti de, annemin yatağına giriverdi, dedi.
— Yanıma çık! Nerede olduğunu öğrendim, dedim. Bunun üzerine çıktı. Ben :
— Benden saklanmaya seni sevkeden nedir? dedim :
— Ben, vallahi sana anlatayım. Sonra sana yalan söylemem. Vallahi seninle konuşup da sana yalan söyleyeceğimden, sana va'd edip sözümden döneceğimden korktum. Sen Resûlüllah (Sallaliahü Aleyhi ve Sellem) 'in sahâbisi idin. Ben vallahi yoksul idim, dedi.
— Allah aşkına mı? dedim.
— Allah aşkına, dedi,
— Allah aşkına mı? dedim.
— Allah aşkına, dedi.
— Allah aşkına mı? dedim.
— Allah aşkına, dedi ve senedini getirdi. Babam onu eliyle yırttı. Müteakiben şunu söyledi:
— Ödeyecek bir şey bulursan hana öde! Yoksa sana helâl olsun. Şu iki gözümün görmesiyle (iki parmağını iki gözünün üzerine koydu) ve şu iki kulağımın işitmesiyle, şu kalbimin fcellemesiyle (kalbinin damarına işaret etti). Resûlüllah (Salîallahü Aleyhi ve Sellem) 'e :
«Her kim bir yoksula mühlet verir yahut borcunu bağışlarsa, Allah onu kendi gölgesinde gölgelendirir.» buyururken şâhid oldum.
(3007) Ubâde demiş ki: Ben de kendisine :
— Ey amca! Hizmetçinin çizgili elbisesini alsan da, ona kendi maa-firini versen yahut onun maafsrisini alsan da, kendi çizgilini ona versene, bu suretle senin üzerinde bir hülle, onun üzerinde de bir hülle olurdu, dedim, Bunun üzerine başımı sıvazladı ve ;
— Allahım! Buna bereket veri Ey kardeşim oğlu! Resûlüllah (Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem)
«Onları kendi yediklerinizden doyurun ve giydiklerinizden giydirin!» buyururken, şu iki gözüm görmüş, şu iki kulağım işitmiş ve şu kalbim bellemiştir. (Kalbinin damarına işaret etti.) Dünya malından ona vermem kıyamet gününde benim hasenatımdan almasından, benim için daha ehvendir, dedi.
(3008) Sonra yürüdük. Nihayet Câbİr b. Abdilîah'a mescidinde iken vardık. Kendisi bir giysi içinde ona sarınmış namaz kılıyordu. Ben cemâatin arasından adımlayarak onunla kıble arasında oturdum. Ve :
— Allah sana rahmet buyursun, kaftanın yanı başında iken bir giysi içinde namaz mı kılıyorsun? dedim. Eliyle göğsüme şöyle yaptı, parmaklarının arasını açtı ve onları kavisleşürdi. Diledim ki, yanıma senin gibi bir ahmak girsin, benim nasıl yaptığımı görsün de, o da öyle yapsın. Bize Resûlüllah (ScUUıllahü Aleyhi ve SeHem) elinde bir İbnû Tûb hurması dah olduğu halde şu mescidimize geldi de mescidin kıblesinde bîr tükrük gördü. Ve onu dalla sildi. Sonra bize dönerek:
«Allah'ın kendisinden yüz çevirmesini hanginiz ister?» buyurdu. Biz ürktük. Sonra (tekrar) :
«Allah'ın kendisinden yüz çevirmesini hanginiz ister?» buyurdu. Biz (yine) ürktük. Sonra :
«Allah'ın kendisinden yüz çevirmesini hanginiz Isîer?» buyurdu. Biz :
— Hayır! Hiç birimiz (istemeyiz) ya Resûlallah! dedik,
«Gerçekten sîzden biriniz namaz kılmaya kalktığı vakit şüphesiz kir Allah Tebâreke ve Teâlâ'nın kâbesİ onun yüzünün olduğu tnrafa doğrudur. Binâenaleyh sakın yüzünün olduğu tarnfa ve sanma tükürmesin. Sol tarafına, sol ayağının altına tükürsün. Şayet acele bir badire baş:na gelirse, elbisesiyle şöyle yapsın...» buyurdu. Sonra elbisesini bir bir üzerine katlayarak :
«Bana bir zâferan gösterin!» dedi. Bunun üzerine mahalleden bir genç kalkarak evine koştu ve avucunda zâferanlı bir koku getirdi. Resûlüllah (SaUalîahü Aleyhi ve Sellem) onu alarak dalın ucuna sürdü. Sonra onunla tükürüğün eserini sildi, dedi.
Câbir demiş ki: Sizin mescidlerinize zâferanlı koku sürmeniz buradan kalmadır.
(3009) Resûlüllah (Salhllahü Aleyh: ve Sellem) ile birlikte Batnı Buvad gazasında yola revan olduk. Kendisi Mecdî b. Amr El-Cüheni'yi arıyordu. Su devesine bizden beş, altı ve yedi kişi nevbetle biniyordu. Derken en-sardan bir adamın biniş nevbeti kendi su devesine döndü. Ve onu çök-türerek bindi. Sonra onu sürdü. Ama deve bir parça durakladı. O da ona :
— Deh! Allah sana lanet etsin! dedi. Bunun üzerine Resûlüllah (Sallallahü A leyhi ve Sellem) :
«Kîm bü devesine lanet eden?» diye sordu. O zât:
— Ben yâ Resûlallah! dedi.
«İn onun üzerinden, lanetlenmiş hayvanla bize arkadaşlık etme! Kendinize beddua etmeyin! Çocuklarınıza beddua etmeyin! Mallarınıza beddua etmeyin! Allah'dan bir şey İstenip de, sizin için kabul buyurduğu saata rastlamayın!» dedi.
(3010) Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’le birlikte yürüdük. Ya zamanı gelip, biz Arab sularından birine yaklaşınca Resûlüllah (Sallalla Aleyhi ve Sellem) :
«Hangi adam bizden önce giderek havzı ıslâh edecek ve su içe» bize su getirecek?» diye sordu. CâMr demiş ki: Ben hemen kalktım
— İşte bir adam ya Resûlallah! dedim. Bunun üzerine Resûlüll (Sallailahii Aleyhi ve SeUem) :
«Cöbir'le beraber kîm gidecek?» buyurdu. Hemen Cebbar b. Sa kalktı ve kuyuya gittik, havzın içine bir veya iki kova su çektik. Sor onun taşlarını ördük. Sonra onu dolduruncaya kadar su çektik. Yanım: İlk çıkagelen Resûlüllah (Sallallahıî Aleyhi ve Sellem) oldu:
«Müsaade eder misiniz?»-dedi.
— Evet. yâ Resûlallah! cevâbını verdik. Devesini saldı. O da su içti. Gemini çekti, hayvan bacaklarını araladı ve bevletti. Sonra onu saptırarak çöktürdü. Sonra Resûlüllah (Snllallahü Alevhi ve Sellem) havra gelerek ond ahdest aldı. Bilâhare hen kalktım ve RosûlfilTah (Sallallahü AlevJr ve Selle in a^dest aldith yerden abdest aldım. Cebbar h. Sahr da knzây-i hacet gitti. Dr-rken Resûlüllah (Snllallahtt Aleyhi ve Sellem) namaz kılmak için aga kalktı. Benim üzerimde çizgili bîr vardı kî, iki uru aracına rınmava kalkıştım. Fakat hnna yetişmedi. Givsînin saçakları vardı. Onları ters çevirdim. Sonra iki ucun im aranma sarındım. Sonra onu ovnm futtum. Ve gelerek Resûlüllah (Snllallnhü Aleyhi ve Sellem)'in sol taraf durdum. O. pl'Tndpn tnttn vp Vnni döndürerpk sağ tarafına Sol tarafına durdu. Bnnım üzerine Fesûlülitîh Alevhi ve Se'ieml ikimizin de ellerimizden tutarak Imzi itti. Ve arkas durdurdu. Resûlüllah (Sallallahü Alevhi ve Sellem)den hissetmeden Tana atmaya haşladı. Sonra maksadını anladım. Eliyle sövle isâret etti. Yi belini bağla demek istiyordu, Resûlüllah (Sallallahü A leyhi ve Sellem) nait dan çıkınca :
«Ya Câbİr!» dedi.
— Hazırım yâ Resûlallah! dedim.
«Elbise genişse, iki ucunun arasına sar:n! Darsa, onu düğme yerine ağ!ayıver!» buyurdular.
(30ll) Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seiiem)% birlikte yürüdük. Bizden her adamın günlük yiyeceği bir kuru hurma idi. Onu emer, sonra elbisesinin içine koyardı. Yaylarımızla yaprak silker de yerdik. Hattâ dudaklarımız yara oldu. Yemin ederim ki, bir gün yanlışlıkla bizden birine pıurma verilmedi de (takatsızlığmdan) onu kaldırmaya gittik ve kendisine hurma verilmediğine şâhîdlik ettik. Hurma verildi, adam kalkarak onu aldı.
(3012) Resûlüllah (Sallalkıhü Aleyhi ve Sellem)'le beraber yürüdük. Ni-hâyet geniş bir vadiye indik. Uesûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) kazayı hacetine gitti. Ben de "bir su kabı ile kendisini tâkifo ettim. Derken Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bakındı, fakat Örtünecek bir şey göremedi. Birden vadinin kenarında iki ağaç gözüne ilişti. Resûlüllalı (SaUaîhhii Aleyhi ve Sellem) hemen bunlardan birine giderek dallarından bir dal tuttu. Ve:
«Allah'ın izniyle bana râm ol!» buyurdu. Dal ona, sahibine huysuzluk eden burnu gemli deve gibi râm oldu. Öteki ağaca da gitti. Ve dallarından birinden tutarak:
«Allah'ın izniyle bana ram ol!» dedi. O da öteki gibi râm oldu. İkisinin ortasına varınca aralarını kapadı (yâni; bir yere topladı) ve:
«Allah'ın izniyle benim üzerime kapanın!» dedi. Hemen kapandılar. Câbir demiş ki: Ben Resûlüîîah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) yakınında olduğumu hissederse uzaklaşır korkusuyla (oradan) çıkarak koştum. (Mu-hammed b. Abbâd «Feyebteıde» yerine «Feyetebe'acıe» dedi.) Ve oturdum. İçimden konuşuyordum. Tesadüfen yauıbsşıma baktım. Bir de ne göreyim, Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) geliyor. O İki ağaç da birbirinden ayrılmış ve her biri gövdesinin üzerine doğıuîmuştu. Regûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Selleıny\n bir an durduğunu gördüm. Kafasıylc şöyle yaptı. (Ebû İsmail başıyle sağa ve sola işaret etmiştir.) Sonra "rana doğru yürüdü, yanıma gelince :
«Yâ Câbir! Benim durduğum yeri göi'dün mü?» diye sordu.
— Evet, yâ Resûlallah! dedim.
«öyle ise şu iki ağaca git de, her birinden birer dal kes ve getir. Benim yerimde durduğun vakit, bir dalı sağma, bir dalı da soluna salıver!» dedi.
Câbir demiş ki: Ben kalkarak bir taş aldım. Ve onu kırdım, keskin-lcdim, "benim İçin keskin oldu. Ve iki ağaca giderek her birinden birer dal kestim. Sonra onları sürükleyerek geldim ve Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) soluma bıraktım.
— Yaptıin
«Ben azdb 1 u dallar yaş di ular.in durduğu yerde durdum. Bir dalı sağıma, bir dah da Sonra kendisine yetişerek:
â Resûlallah! Bu neden lâzım geldi? dedim.
ören iki kabrin yanından geçtim de, şefaatim sayesinde rdukça onlardan azabın hafifletilmesini diledim.» buyurdular
(3013) Demiş ki, müteakiben ordunun yanma geldik. Resûlüllah (Sallallahü Aliyi i ve Sellem) :
Abdest suyu diye seslen!» buyurdu. Ben de:
Abdest suyu! Dikkat abdest suyu! Dikkat abdest suyu yok
«Yâ Câb'ır Dikkat! mu? diye seslemdim.
-Yâ ilalîah! Kafilede bir damla (su) bulamadım, dedim. Ensardan bir zât Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) için hurma dalından bir askı üzerinde bulunan eski bir tulumunda su soğuturdu. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bana:
«Ensardan filân oğlu filâna git de, tulumunda bir sey var mı bak!» dedi. Ona giderek tuluma baktım. Ama içinde tulumun ağzında kalmış bir damladan başka bir şey bulamadım. Onu boşaltacak olsam, tulumun kuru tarafı içerdi. Hemen Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)e gelerek :
— Yâ Resûlallah! Ben onun içinde tulumun ağzındaki bir damladan başka bir şey bulamadım. Onu boşaltacak olsam tulumun kuru tarafı İçecek, dedim.
«Git, onu bana getir!» buyurdu. Onu derhal kendisine getirdim. Eliyle aldı. Ve ne olduğunu anlamadığım bir şey konuşmaya başladı. Hem iki eliyle onu sıkıyordu. Sonra onu bana verdi ve :
«Yâ Câbîr! Büyük bir çanak dîye seslen!» buyurdu. Ben:
— Ey kafilenin çanak'sahibi, diye seslendim. Hemen onu yüklenip bana getirdiler. Çanağı huzuruna koydum. Bunun üzerine Resûlüllab. (Sallallahü Aleyhi vg Sellem) çanağın içine eliyle şöyle yaptı. Elini yaydı ve parmaklarının arasını ayırdı. Sonra elini çanağın dibine koydu ve:
«Yâ Câbir! Al da üzerime dok ve Bismillah de!» buyurdu. Ben hemen suyu üzerine döktüm ve Bismillah, dedim. Müteakiben suyu Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellern^in parmakları arasından kaynarken gördüm. Sonra çanak kaynadı, döndü, nihayet doldu. Bunun üzerine :
«Yâ Câbîr! Suya ihtiyacı olanlara seslen!» uyurdu. Derken cemâat gelerek kanmcaya kadar su İçtiler. Ben :
— İhtiyacı olan kimse kaldı mı? dedim. Artık Resûlüîlah (Sallallahü Aleyhi vt Sellem) dolu olduğu halde çanağın üzerinden elini kaldırdı.
(3014) Halk, Resûliillah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'e açlıktan şikâyet ettiler de :
«Umulur kî, Allah sizî doyura!» "buyurdu. Derken deniz sahiline vardık. Deniz bir dalgalandı ve bir hayvan attı. Biz bu hayvanın yarısı üzerine ateş yaktık, yemek pişirdik. Kızartma yaptık ve doyuncaya kadar
yedik.
Câbir demiş ki: Ben filân ve filân (beş kişi saymış) bu hayvanın göz kemiğinin içine girdik. Bizi kimse göremiyordu. Nihayet çıktık. Ve onun kaburgalarından bir kaburga kemiği alarak eğrilttik. Sonra kafiledeki en büyük adamı, en büyük deveyi ve en büyük örtüyü getirttik. Onun altına girdi de, başını bile eğmedi.
Cefr : Bulûğa yaklaşmış çocuk demektir. Bâzıları yemeye başlamış çocuk, bir takımları da beş yaşındaki çocuk mânâsına geldiğini söylemiştir.
Hadîsin ikinci rivâyetindeki «Ve ehazte» kelimesi Müs1im'in bütün nüshalarında (vav) ile atfedilmişse de, Nevevî bunun hata olduğunu söylemiş, doğrusunun (ev) olacağını bildirmiştir. Çünkü mak-sad birinin üzerinde iki çizgili kumaştan, diğerinin üzerinde de iki maâ-firi kumaşından elbise bulunmasını temennidir.
Hülle : İki elbisedir. Bâzıları bunun iki yeni elbise olduğunu söylemişlerdir.
Ahır : Lügat ulemasından Ebû Ubeyde göre zâferân demektir. Esmai " bunun zâferanla bir araya getirilen muhtelif kokular mânâsına geldiğini söylemiştir. Onun tarifine göre Halûk da aynı mânâya gelir ki, hadsîten murad da budur.
Batn-i Buvâd : Cûheyne dağlarından birisinin ismidir.
Bu Rivayetlerden Çıkarılan Hükümler :
1- Başka elbise bulunduğu halde bir tek elbise içinde namaz kılmak caizdir. Lâkin imkânı varken, birden fazla elbiseyle namaz kılmak efdal-aır. Hz. Câbir'in bir elbise içinde namaz kılması, caiz olduğunu bildirmek içindir.
2- Ta'zir ve te'dîb için birine ahmak demek caizdir. Burada ahmaktan murad; câhildir. Hakikatte ahmak kötülüğünü bildiği halde kendine zarar veren şeyi yapandır.
3- Mescidlere ta'zim ve hürmette bulunmak, onları kirden, pasdan temizlemek ve güzel kokular serpmek müstehabdır.
4-Kudreti olan kimse için kötülüğü elle gidermek ve dille onun çirkinliğini söylemek gerekir.
5- Hayvanlara lanet etmek yasaktır.
6- ResûKillah (Sallallahü Aleyhi ve Seltenı)'in su vereceklerini bildiği halde :
«Müsaade eder misiniz?» buyurması ümmetine âdab-ı şeriyyeyi öğretmek, takva, ihtiyat ve izin istemenin bunlardan murad; olduğunu bildirmek içindir.
7- Deve, koyun ve sığır gibi temiz hayvanların içtiği sudan abdest almak caizdir. Bunda hiç bir kerahet yoktur.
8- Namazda amel-i kalîl yâni; namaz cinsinden olmayan az bir fiil ve hareket caizdir. Fakat ihtiyaç olmaksızın yapılması mekruhtur.
9- İmama uyan bir kişi onun sağ tarafına durur. İki veya fazla olurlarsa imamın arkasına dururlar. Yalnız İbni Mes'ud Hazretlerine göre iki kişiden ibaret olan cemâat imamın sağ ve sol tarafına dururlar.
10- Müslümanm ashab-ı kiramdan örnek alarak Allah yolunda darlık ve sıkıntılara sabretmesi gerekir.
11- Bu rivayetler Resûlüllah (Sallallahü Aleyhlve Sellem) 'in birer mucize sidir.
19- Hicret Hadisi Babı (Buna Göç Hadisi de Denilir)
75- (2009) Bana Seleme b. Şebîb rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ha-sen b. A'yen rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Zühcyr rivayet etti, (Dedi ki) : Bize Ebû İshak rivayet etti. (Dedi ki) : Bera* b. Azib'i şunu söylerken işittim. Ebû Bekr'İ Siddîk babama evinde iken gelerek, ondan bir semer satın aldı. Ve Azib'e:
— Oğlunu benimle gönder, bunu benimle birlikte evime götürsün, dedi. Babam bana:
— Bunu götür, dedi. Ben de götürdüm. Babam parasını alarak onunla birlikte dışarı çıktı ve ona :
— Yâ Ebâ Bekr! Resûlüllah (SallallahÜ Aleyhi ve Sellem)'e birlikte yürüdüğün gece ne yaptınız, bana anlat, dedi. Ebû Bekr şunu söyledi:
— Pekiyi (anlatayım)! Bütün gece yürüdük. Tâ ki, günün yarısı oldu. Nihayet yol boşaldı, ondan hiç bîr kimse geçmez oldu. Karşımıza gölgesi olan uzun bir kaya dikildi. Üzerine henüz güneş gelmemişti. Onun yanma İndik. Ben kayaya vararak gölgesinde Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellemjin uyuyacağı bir yeri elimle düzelttim. Sonra üzerine bir kürk serdim. Sonra!:
— Uyu yâ Resûlallah! Ben senin için etrafına göz kulak olurum, dedim. O da uyudu. Derken etrafını gözetmek için dışarı çıktım. Bir de baktım, bir koyun çobanı koyunlarıyle kayaya doğru geliyor. Ondan bizim dilediğimizi diliyor. Çobanın karşısına çıkarak :
— Sen kimin çobanısın ey çocuk? diye sordum.
— Şehir ahâlisinden bir adamın! cevâbım verdi.
— Koyunlarında süt var mı? dedim.
— Evet! cevâbını verdi.
— Benim için süt sağar mısın? diye sordum.
— Evet! dedi. Ve bir koyun tuttu. Kendisine:
— Yâ Resûlallah! Bu sütten iç! dedim. O içti, benim gönlüm de razı oldu. Sonra:
«Yolculuk için vakit geldi mi?» diye sordu.
— Hay hay (geldi) dedim. Ve güneş devrildikten sonra yola revan olduk. Bii katı bir toprak üzerinde giderken Sürâka b. Mâlik peşimize takıldı. Bunun üzerine ben :
— Yâ Resûlallah! Erişildik! dedim.
«Üzülme! Şüphesiz ki, Allah bizimle beraberdir!» buyurdu. Ve Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ona beddua etti. Hemen atın m ayakları karnına kadar yere battı. Ve zannederim şöyle dedi:
— Ben anladım ki, siz bana beddua ettiniz. Şimdi benim lehime dua ediniz. Allah benim dileğimi sizden geri çevirmek için duanızı kabul etmiştir, dedi. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) de dua etti. Sûrâka kurtuldu. Hemen geri döndü. Rastladığı herkese:
— Sizin nâmınıza burada olanlara kâfi geldim, diyor; rastladığı herkesi geri çeviriyordu. (Hasılı) Bize verdiği sözünde durdu.
(...) Bana bu hadîsi ZÜheyr b. Harb cîa rivayet elti. (Dedi ki) : Bize Osman fa. Ömer rivayet etti, H.
Bize bunu İshak b. İbrahim dahi rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Nadr b. Şümcyl haber verdi. Her iki râvi İsrail'den, o da Ebû İshak'dan, o da Bera'dan naklen rivayet etmişlerdir. îîera' şöyle demiş :
Ebû Bekr babamdan on üç dirheme bir semer satın aldı... Ve râvi hadîsi Zühcyr'in Ebû İshak'dan rivayet ettiği hadîs mânâsında nakletmiş-tir. O, Osman b. Ömer'den rivayet ettiği hadîsinde şöyle demiştir :
«Süı-âka yaklaşınca îlesûlüllah (Satiallahü Aleyhi ve Sellem) ona beddua etti. Ve atı karnına kadar yere battı. Sürâka ondan atladı ve :
— Yâ Muhammedi Anladım ki, bu senin işindir. İmdi Allah'a dua et de, bulunduğum halden beni kurtarsın. Senin İçin boynuma borç olsun, arkamdan gelenlere hâlinizi gizleyeceğim, işte ok torbam. Onlardan bir ok al. Sen £ilân ve filân yerde benim develerimin ve çıraklarımın yanına uğrayacaksın. Onlardan hacetini de al, dedi. Kesûlüllah (SaUallnhü Aleyhi ve Sellem):
«Benim, senin develerine ihtiyacım yoktur!» buyurdular. Müteakiben Medine'ye geceleyin geldik. Mcdîneliler Resûlüllah (SaUallakü Aleyhi ve Sellem fin kime misafir olacağı husufunda münakaşa ettiler. Bunun üzerine:
«Ben, Benî Neccâr'a, Abdu'l-Mutîalİb'in dayılarına müsâfir olur, bununla onlara ikramda bulunurum.» buyurdular. Derken erkekler ve kadınlar evlerin üstlerine çıktılar. Çocuklar ve hizmetçiler yollara dağıldılar.
— Yâ Muhammedi Yâ Rcsûlallah! Yâ Muhammedi Yâ Resûlallaîı! diye sesleniyorlardı.»
Bu hadîsi Buharı «KitâWl-Menâkıb»'de tahric etmiştir.
Hadîsdeki Medine 'den murad; Mekke şehridir. Gerçi Kaadî Iyâz burada Medine 'nin zikredilmesi bir vehm esendir demişse de, Nevevî bunu doğru bulmamış, doğrusu Mekke'dir, demiştir. Çünkü o zaman Medine 'nin ismi henüz Vesrıb idi. Ona Medine ismi sonradan verilmiştir. Burada şöyle bir sual hatıra gelebilir. Resûlüllah (Sallaliahu Aleyhi ve Sellem) ile Ebû Bekr (Radiyallahuanh) çobanın sütünü nasıl içmişlerdir. Halbuki çoban koyunların sahibi değildir.
Bu suâle birkaç vecihle cevap verilmiştir :
1- Arablar misafire veya yolcuya süt ikram etmesi için çobanlarına izin verirlerdi. Bu onların âdeti idi.
2- Çoban Resûlüllah (Sallaliahu Aleyhi ve Sellem) ile Ebû Bekr'in bir doitunun çobanı idi. Bu takdirde onun koyunlarından süt içmeleri caizdir,
3- Koyunlar' kendisine eman verilmeyen bir harbînin malıdır. Binâenaleyh sütleri içilebilir.
4- İhtimal ki, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ile Ebû Bekr (Raâiyallahu anh) bu sütü muztar kaldıkları için içmişlerdir. Nevevi ilk iki cevabın daha güzel olduğunu söylemiştir.
Bu Hadisden Çıkarılan Hükümler:
1- Hadîs-i şerif Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)in mucizelerin dendir.
2- Bu hadîs birçok cihetlerden Hz. Ebû Bekr'in faziletindelildir.
3- Hadîs-i şerif tabiin metbua hizmeti gerektiğine delijdir.
4- Seferde temizlik ve içmek için ibrik ve test gibi şeyler buluı durmak müstehabdır.
5- Hadîs-i şerif Allah Teâlâ'ya tevekkülün faziletine delildir.
6- Hadîs-i şerif Ensârm ve Sıla-î rahmin faziletlerine de delildir
[1] Hz. Sa'd b. Ebi Vakkas (R.A.).
[2] îsmi Ka'b b. Amr'dir. Yirmi yaşında iken Bedir Gazasına iştirak etmiştir
dua
Anonim" seçeneğiyle isim vermeden yorum yazılabilir.
"Adı/URL" seçeneğiyle sadece isim verilerek de yorum eklenebilir.