0
Ana Sayfa  ›  Hadisi Şerifler

İzahlı Mişkatül Mesabih Tercümesi 1.Cild 4.Bölüm

İzahat
Râvî Hz. Âlî (R.A.) kimdir?
Hz. Alî {R.A), Peygamberimizin amcası Ebû talibin oğlu. Kızı HZ. Fati-manır. efendisi, dördüncü halifesi emirüf müminin vasfına haiz Ebil hasen künyesi ile mârufdur. Aynı zamanda Ebitturabda denir.
Bütün izahat ve beyanlarda, çocuklardan ilk müslüman olanlardandır. Kendisi henüz yedi yaşında iken ıslama girmişdir. Bazı görüşlere görede, sekiz, veya on veya onbeş yaşlarında müslüman ofmuştur. En meşhuru, ye­di veya sekiz yaşında müslüman olmuştur.
Resulü Ekrem efendimizle beraber bütün muharebelerde bulunmuştur. Ancak Tebuk seferinde bulunamamıştır. Önada gidemeyişi, Resulü Ekrem efendimiz onu ehü iyâünin başına halef olarak koymuştu. Ve Hz. Mûsanın Mikada gidişi anında kardeşi Hz. Hârunu kavminin başına koyduğu gibi, Re-sûiü Ekrem efendimizde Hz. Aliyi ehü iyâlinin ve ümmetinin kalanlarının ba­şına koymuştu ve şöyle buyurmuştu :
«Sen bana Horunun Mûsaya oluşu menzillinde olmana razı olmalısın.»
Hz. A!j (R.A) sert tabiotiı, gözleri büyükçe, orta boyîu, şişmanca ve vücudu çok kıllı, sakalı enlice, sakalı ve başı bern beyaz idi. Hz. Osmanın şehid edilmesinden sonra hilafete getirüdi. O hilâfete getirlidiği günde, bir cuma günü, hicretin otuz beşinde zilhiccenin 18. gününe rasiamıştı.
Hicretin kırkıncı yılında ramazon ayının 17 sinde cuma bir günün sa­bah namazsnı edâ ederken Abdurrahman bin mülcem isimli bir zındık tara­fından küfede camide zehirli bir kılıçla yaralanmıştır. Bu yaralamadan üc gece sonra vefat etmiştir.
Şehâdeîine sebeb olan «Havaricler» hakkında gerekti malumat «Bid'at ve Hurafeler» adlı eserimizde vardır.
Cenazesini oğullan, Hz. Hasan ve Hz, Hüseyin (R.A) la beraber Abdul­lah bin Cafer (R.A) yıkadılar. Namazımda Hafîdi Resûlüllah (S.A.V) olan oğlu Hz. Hasan (R.A) kıldirrmştır. Vefatı anında, altmış üç yaşlarında idi.
Hilâfeti, dört sene, altı ay ve bir kaç gün devam etmiştir. Kendisinden oğullan, Hasan, Hüseyin, Muhammed (R.A) la birlikde sahabe ve tabiînden pek çok kimseler, Hadisi şerifler rivayet etmişlerdir. Allah (c.c.J hepsinden razı olsun. Amin.
Yukardaki hadisi şerifi tekrar tekrar okumalı, Mukaddarata boyun eğ­mek ve mukaddaratın ne şekilde tecelli edeceğini hiç bir kimsenin bilemi-yeceği, dolaysiyie irâde ve amel ile mükellefiyetin ne şekilde ve nasıl olma­sı gerektiği beyan edilmiştir. İnsana düşen kendini irâde ve amelin iyi ol­ması ve iyi şeylerle meşgul olması gerekir. Tedbirle mükellef olunduğunu bilen her insan, tedbirini alır, kendine düşeni yapar, takdire karşı isyan
etmez. Takdirin ne şekilde olduğunu ve nasıl tecelli dceğini hiç bir ferd bilemez. Bilmeye çalışamazda. Bilirim diyenler veya bilinir iddiasında olan­lar basiretsiz kâfir kimselerdir.
Hulasa, bizler tedbirle mükellefiz. Takdirle mükellef değiliz. Tedbirimi­zi tam alırsak takdire karşı ihanet etmeyiz. Şayet tedbirde kusurumuz olur­sa, takdire kusur bulmamalıyız. Takdirin tecellisi, bizlerin tedbir ve irâde­sine bağlıdır. Biz irâdemizi hayra sarf edersek takdirde tecelli edende ha­yır olur Şayet biz irâde ve tedbirimizi şerre öiet edersek, takdirde tecelli edende şer olur. Akaid kitaplarında şöyle denilmiştir. «Mukadder, Mumad-derle değişir.»
Yani Levhİ mahfuza vasfı olarak yazılan şey, her hanki bir sebeb ve irâde ile tebdil edilir veya olduğu gibi tesbit edilir. Kesinlik hükmü, irâdenin sarfına ve sebebini işlemeye bağlanmıştır. Mukadderatın mahiyetini ve ne­ticenin ne şekilde tecelli edeceğini hak teâla bilir. Biz irâde ile mükellefiz. Açıklayıcı îzahat, «İslama Sokulan Bid'at ve Hurafeler» le «İslâmda Evliya meselesi ve Harikalar» adlı eserimizde zikredilmiştir. [1]
Tercümesi:
86 - {8} Ebû Hureyre (R.A} den mervidir, demiştir: Resûlüllah (S.A.V) buyurdu ki:
«Şüphesiz Aliâhü teâlanın Âdem oğluna zinadan nasibini yazmıştır, mutlaka o nasibine kovuşur,
— Binâen aleyh gözün zinası, (harama) bakmaktır,
— Dilin zinası, (cima' kelimesini ve haramı) konuşmaktır,
— Nefis zinayı temenni eder ve iştahlanır, fercde onu (zinayı) ye tas­dik eder yada tekzib eder.» Buhcıri, Müslim
— Müslimin (diğer) rivayetinde Rasûlullah şöyle buyurdu :
«Âdem oğlunun üzenine zinadan nasibi yazılmıştır. Ona (zinadan nasi­bine) elbet kavuşucudur.
— Gözlerin zinası, (harama) bakmaktır,
— Kulakların zinası, (haramı ve cima' sözlerini) işitmektir,
— Dilin zinası, (cima ve haram kelimeleri) konuşmaktır,
— Elin zinası (şehvet ve harama) yapışmaktır,
— Ayağın zinası, (zinaya ve haram yollara) adım atmaktır.
— Kaib, zinayı arzu ve temenni eder. Onu (zinayı) fere, tasdik eder, yada tekzib eder.» [2]
Tercümesi:
87 - (9) Imrân bin Husayn (R.A) den mervidir; Müzeyne kabilesin­den iki adam dediler ki : Yâ Resûlellah! bana haber verirmisin bugün in­sanlar ne yapıyor ve nerede çalışıyorlar? Onların üzerine bir şey hükmo-lunup ve onlar hakkında bir kaderde sebkat etmiş olsa veya onlara pey­gamberlerinin getirdiği bir şey (hüküm, hayır) la karşılamaları takdirinde ve onların aleyhine delil sabit olsa (nasıl olur bildirirmisin)?
— Bunun üzerine Resûlullah (S.A.V) buyurdu :
«Teretdüt etme, belki bir şey onlara takdir olunur ve onlar hakkında sebkat eder. Bu hükmün böyle olduğunu aziz ve celil elan Allanın kitabın­da şöyle tasdik olunmuştur:
«Her bir nefse ve onu düzenleyene,
— Sonrada ona hem kötülüğü, hem (ondan) sakınmayı ilham edene ki, onu (nefsini) tertemiz yapan kişi muhakkak umduğuna ermiştir.
(Şems sûresi, 7-9) Müslim[3]
İzahat
Râvî Hz. İmran bin Husayn (R.A), Ebâ nüceyd künyesi ile mârufdur. Hayberin fethi senesi müslüman olmuş, vefat edinceye kadar Basrada sa­kin olmuştur. Sahabenin fakih ve fazıllarından idi, Hayberin fethi yılı olan hicretin yedinci senesi kendisi ile babası müslüman olmuştu.
Vefatı, hicretin elli ikinci senesinde vuku bulmuştur. Allah ondan razı olsun.
Hadisi şerjfde Resûlullah (S.A.V) efendimiz, kaderi ilâhîde sebkat et­miş olan her hangi bir şeyin, olmasının mukadder olduğunu beyan buyur-dukdan sonra, sebkat edip yazılan bir şeyin başka bir yazılan kaderle de­ğişebileceğimde zikretmektedir. Hatta bir nefsin hakkında cereyan eden şeyin değişip değişmeyeceği hususundaki suâle, değişebileceğini beyan sa­dedinde «Tereddüt etme!» buyurmuşlardır.
Yukarda bir akâid kaidesini yazmıştık : «El mukadderü yuğayyeru bilmu-kadderi — mukadder olan şey, diğer bir mukadderle tağyir ve tebdil olu­nur.»
Az sadakanın çok belayı def edeceği, makbul bir duanın inen veya ine­cek olan belayı def edip önleyeceği, tevbe ve istiğfarın hayatta çok değişik­liğe sebeb olduğu gibi ahirettede pek çok faydası olacaktır. Bu hususda âyeti kerime ve hadisi şerifler Pek çoktur.
Bir âyeti kerimede şöyle buyuruîmuştur:
«Allah (c.c.) dilediği hükmü kaldırır ve dilediğini yerinde sabit kılar (veya değiştirir).» Râd sûresi, 39
Bir hadisi.şerifde şöyle beyan edilmiştir:
«Sadaka, belayı def eder ve ömrü artırır.»
Ayeti kerime ve hadisi şerifin hükümlerini tatbiki olarak yaşayan Hz. Ömerin bir hâdisesini nakletmekle iktifa edeceğiz.
Hz. Ömer (R.A) samda vâki olan taun hastalığını duyunca şama gir-meyip dönmek üzere hareket ettiler. Hemen orada Şam Vâiisi Ebu Ubeyde (R.A.) şöyle dedi:
«Kazayı ilâhîden kaçıyormusun?»
Hz? Ömer (R.A) de dediki:
«Allahü teâlanın kazasından kaderi nahiyesine kaçıyorum.»
Kaza ile kader hakkında geniş malumat, yukarda iki nolu cibril hadisi­nin altında zikredilmiştir. [4]
Tercümesi :
88- (10) Ebû Hureyre (R.A) den mervidir, demiştir : Dedim ki : Yâ Resûlellâh! Ben genç (şehvet sahibi) bir adamım, ve ben kendi nefsim üze­rine zina yapmakdan korkuyorum, ve kadınlardan nikahlayacak bir şeyde bulamıyorum, sanki o (Ebû Hureyre) ondan (Resûlullahdan) hayalarının bu­rulması hakkında izin isteycrdu, Ebû Hureyre dedi:
:— Resûlultah (S.AV) bana cevab vermekten sustu, sonra ben yine ay­nısını söyledim. Resûluİlah yine bana bir şey söylemedi susdu, ondan son­ra yine aynı kelimeleri söyledim, — Resûluİlah bana karşı yine susdu, son­ra yukardaki sualleri ve cümleleri aynen söyledim,
— Bunun üzerine nebiyyi Ekrem (S.A.V) buyurdu :[5]
«Ey Ebâ Hureyre! başına gelecek şeyleri (yani, söylediğin veya yapaca­ğın şeyleri) kalem yazdı. Binâenaleyh bunun üzerine ister hayalarını bur­dur, veya ister (hayaları burdurmayı) terk et.» [6]
Tercümesi :
89 - (11) Abdullah bin Amr (R.A) den mervidir, demiştir:
Resûluİlah (S.A.V) buyurdu :
«Muhakkak Âdem oğlunun hepsinin kaibleri, bir kalb gibi Rahman olan Allâhın parmaklarından iki parmak arasındadır. Onu (Âdem oğlunun kalbini) dilediği şekilde sarf eder.»[7]
— Bundan sonra Resûluİlah (S.A.V) buyurduki :
«Kaibleri yönelten Ey Allâhım! bizim kalbierimizide tâatın üzere yönelt.» [8]
İzahat
Resulü Ekrem sallallahü aleyhi vesellem efendimizin, «Adem oğlunun hepsinin kalbi» cümlesi ile Peygamberler, AÜmler, Arifler, Evliyalar, Mümin­ler ve kafirler-in hepsine şamil olduğunu beyandır.
Yâni cenabu hakka göre, bütün insanların kalblerini tasarruf edib de­ğiştirme veya bir şey üzerinde sabit kılması, bir kişinin kalbini tasarrüt et­mesi gibidir. Onun için hiç güçlük yoktur.
Hadîsi şerifin bu cümlesinde şu rnealdaki ayeti kerimeye işaret vardır :
«Sizin (hepinizin yoktan) yaratılmanız ve öldükten sonra diriitümeniz, ancak tek bir kişinin yaratılıp diriltilmesi gibidir. (Ol, emri ilâhisi ile her şey oluverir).» Lukman sûresi. 28
Kalblerin hepsinin cenabu hakkın iki parmaklan arasında oluşuda me­cazi olarak bir nevî teşbihi şekilde halkın anlayışı ile beyan buyurulmuştur.
Halk arasında. «Ben seni parmaklarımla oynarım veya oynatırım, ben seni parmaklarımla fırıldak gibi döndürürüm. O adam, o kimseyi (diğer ki­şiyi) çok çabucak ve kolayca halleder, işini bitirir.» gibi manalar anlaşılmak tadır.
Halikı zülcelâlın kudret ve azametini anlatmak için Resulü Ekrem (S.A. V) efendimizde bu ifâdelerle buyurmuştur ki, cenabu hak için kaibleri bir şey üzerinde sabit kılması veya tebdil edib değiştirmesi, çok kolay ve çok çabuk olur. Onun için güçlük yoktur. O mutlak tasarrufa sahibdir. Kaibleri dilediği şekilde değiştirib sabit kılma kudreti ve yetgisi direk kendisine ait­tir. Hiç bir varlık ona 'galib gelemez ve onun kudretini engelleyemez, O her şeyinde muhtar ve muktedirdir
Netekim Peygamberimiz (S.A.V) efendimiz hadîsi şerifin son cümlesin­de bu hususu şöyle beyan buyurmuşlardır.
«Kafbleri yönetib çeviren ey Allâhım! Bizim kalblerimizi de tâatın üzere yönelt.»
Hadîsi şerifdeki, «Parmak» tabirinin halikı zülcelâla isnadı «Kudret ve Kuvvet» manaları ile tzah edilmiştir. Yoksa halikı zülcelâlın insanların par­maklarına benzeyen parmaklarının olması manasında olamaz. Cenabu hak öyle teşbih ve teşebbühün her nevîsinden münezzeh ve âlidir, [9]
Tercümesi:
90 - (12) Ebû Hureyre (R.A) den mervidir, demiştir
Resûluİlah (S.A.V) buyurdu :
«Her doğan çocuk ancak fıtrat (İman ve islam fıtratı) üzere doğar. Son­ra babası anası (yahûdi ise) onu (çocuğu) yahûdi yaparlar, (Hiristiyan ise-!er) Hıristiyan yaparlar, (Mecûsi iseler) Mecûsi yaparlar. Nitekim kusursuz doğan bir hayvan yavrusu içinde siz kulağı, dudağı, burnu ve ayağı kesik oîanını hiç görüyormusunuz?
— Bundan sonra Resûfuflah (S.A.V) Şu mealdeki âyeti okuyor : «Allanın fıtratı öyle şeydirki o (Allah C.C.), insanları bunun (İslam fıt­ratı) üzerine yaratmıştır. Allanın yaratışına (hiç bir şeyi) bedel olmaz, 6u dim­dik ayakta duran bıir dindir.» {Rum sûresi, 30) [10]
İzahat
Hadîsi şerifin baş tarafında şu mealdâki âyeti kerimeye işaret vardır:
— «(Habîbim!) O vakti hatırla ki, Rabbîr», Adem oğullarının sulbierînden zürrlyetlerini çıkarıb da onları nefislerine karşı şahit tutarak; «Ben siz'n Rab-biniz değilmiyim?» diye buyurduğu zaman, onlarda; «Evet Rabbimizsin, şa­hit olduk» demişlerdi.» Araf sûresi, 172
Evet anasından doğan her çocuk, îman fıtratı üzere doğar. Yani ezel­deki îmanı üzere müslüman olarak doğar. O îman yedi yaşma kadar mute­berdir. Yedi yaşından sonra babası anası çoouğa tâlim ve telkinle ya aynı îmanda sabit ve dâim olmasını sağlarlar. Yahut babası anası yahûdî iseler, çocuğa yahûdiliği teikin ve tâlim ederek yahûdî yaparlar. Eğer babası vö anası Hıristiyan iseler, çocuğa hırıstıyanlık telkin ederek Hıristiyan yaparlar. Şayet çocuğun baba ve anası ateşe tapan Mecûsi iseler. Çocuğa mecûsilik telkin ederek Mecûsi yaparlar.
Cenâbu hak neslimizi îman telkini ile yaşatıp yeşerterek müslüman ba­ba ve analardan olmamızı nasîb edib kafir babası ve kafir anası olmakdan muhafaza buyursun. Amin. [11]
Tercümesi :
91- (13) Ebû Musa el Eşâ'ri (R.A) den mervidîr, demiştir : Resûlullah (S.A.V) aramıza kalkdı beş kelimeyi tavsiye etti ve dediki : «Muhakkak Allâhu teâla uyumaz,
— Ve uyumak ona (Allâha) lâyık değildir (sahih ve mümkün değildir),
— Her ferdin nasibini (Rızkını) daraldır ve genişletir,
— Gündüzün amelinden evvel gecenin ameli ve gecenin amelinden ev­vel gündüzün ameli Cenâbu hakka arz edilir.[12]
— Cenâbu hakkın hicabı (yani, kul ile Allah arasındaki mânevi perde) Nurdur. Eğer hicab kalkarsa, insanın yüzünün nurlarını (Ve gözünün nurla­rını) yakar, bu sebebiede Cenâbu hakka mahlukâtından hiç birinin gözü (görmesi) vâsıl olmaz.» [13]
Tercümesi :
92 - (14) Ebû Hureyre {R.A) den mervidir, demiştir : Resûlullah (S.A.V) buyurdu :
«Allâhü te âl an in yedi (kudret ve atası), her yeri doldurur hiç noksanlık olmayan nafaka ihsan eder. (Allanın ihsanı) gece ve gündüz yağar (iner).
— Yer ve gök yaratıldığı zamandan beri (oradakilerin nefekasını) na­sıl infak ettiğini görüb bilmedinizmi? Zira Cenâbu hakkın yedi kudretinde olan nafaka ihsanı hiç noksan olmamıştır, ve Allâhın arşı suyun üzerinde îdi.. Ni'metin ihsanı ölçüsü, yedi kudretindedir. (O ihsanını) daraltır ve ge­nişletir.» [14]
Müslimin Rivayetinde ise; «Allanın bereketi, doldurucudur.
— İbni Nümeyr, Ni'met doludur. Öyle bir nimet yağışıdırki, O nimetin çokluğundan gece ve gündüzün hiç bir şeyi noksan (mahrum) olmaz dedi.» [15]
Tercümesi :
93- (15) Ondan {Ebû Hüreyreden) rivayet edilmiştir, demiştir : Resûlullah (S.A.V) e Müşriklerin zürriyetlerinden soruldu. Resûlullah (S.A.V) de buyurdu :[16]
«Onların (müşriklerin) amel ettikleri şeyi (cennet veya cehennem ame­li olduğunu) Allahü Tealâ bilir.» [17]
Kadere İmanla İlgili İkinci Fasıl
Tercümesi:
94 - (16) Ubâde bin es samit (R.A) den mervidir, demiştir : Resulullah (S.A.V) buyurduk! : «Şüphesiz Alfahü teâlanın ilk yarattığı şey kalemdir. AUahüteâla kaleme dedi ki: yaz.
— Sunun üzerine kalem : ne yazayım? dedi.
— Allohü teâla buyurdu : kaderi yaz.
— Hemen kalemde olanı ve ebediyyete kadar (kıyamete kadar) olacak olanı yazdı.» Tirmizî (Tirmizî : bu hadis, isnad cihetinden garibtir, demiştir). [18]
Tercümesi :
95 - (-J7) Müslim bin Yesâr (R.A) den mervîdîr, demiştir:
Ömer bıin el Hattab (R.A) a şu âyetten soruldu :
__ Hani Rabbin Âdem oğullarından, onların sırtlarından (sulblerinden)
hürriyetlerini çıkarıp - kendilerini nefislerine şahit tutmuş, ben sizin Rabbiniz değümiyim?, (demişti)» (Araf Sûresi, 192),
— Ömer (R.A) dedi.: Resulullah (S.A.V) dende bu âyetten sorulduğunu işittim, Resulullah (cevabda) şöyle buyurmuştu :
«Şüphesiz Allahü teâla Âdemi yarattı, sonra Âdemin sırtına kutretiyte mesnetti ve ondan (Âdemden) bir zürriyet çıkardı ve cenâbu hak buyurdu : Bunları Cennet için yarattım ve bunlar Cennet ehlinin amelini işlerler.
— Sonra Âdemin sırtına kudretinin tesirini dokundurdu ve ondan bir zürriyet çıkardı.
— Bundan sonra cenâbu hak buyurdu : Bunları cehennem için yarat­tım ve bunlar cehennem ehlinin amelini işlerler.»
— Bunun üzerine bir adam dedi : Amel bir şey ifâde edermi? Yâ Resû lellah!
— Hemen Resûluitah (S.A.V) buyurdu :
«Şüphesiz AHchü teâla bir kulu cennet için yarttığı vakit, ona cennet ehlinin amelini ycbdırır, hatta ehli cennetin amellerinden emel (ten İşlemek) üzere (iken) ölür ve bu amelî ilede cennete girer.
— Ve Atlâhü teâla bir kulu cehennem için yarattığı vakit, o kula ce­hennem ehlinin amelini yapdırır. Hatta cehennem ehlinin amellerinden bir amel üzenine ölür vs bu sebeblede cehenneme girer.» (Hadisi, Mâlik, Tirmizi. Ebû-Dâvud rivayet etmişlerdir.)
(Not : Râvi müslim bin yesar (R.A), cühenî kabilesine mensub tabiînden bir zattır. Tirmizi bunun hadîsini, Araf sûresinin tefsirinde rivayet etmiştir. Bu zat hadîsi, Ömer bin el Hattab (R.A) den rivayet etmiştir. Ve Tirmizî bu ha­dîsi, «hasen» hadis olarak zikretmektedir.) [19]
Tercümesi :
96 - (18) Abdullah bin Amr (R.A) den mervîdir, demiştir :
Resûiullah (S.A.V) çıkdı ve iki elinde iki adet kitab vardı ve dediki :
«Bu iki kitabı bilirmismiz?»
— Biz dedik : Bilmeyiz, Yâ Resûlellah! ancak sen bize haber vermen­le (biliriz.)
— Bunun üzerine Resûiullah (S.A.V) sâğ elindeki kitab için dediki ;
«İşte bu kitab âlemin Rabbisinden bir kitab dır, bu kitabda cennet eh­linin isimleri, babalarının ve kabilelerinin ıisim!eri vardır. Bundan sonra ahir­lerinde hulâsa edilmiştir. Binâenaleyh bunlarda ziyadelik ve noksanlık katîyyen olmaz.»
— Sonra Resûlultah (S.A.V) sol elindeki kitaba işaret ederek şöyle bu­yurdu:
— Bu kitab, âlemin Raob'sı tarafındandır, bu kitabda cehennem ehlinin isimleri, cehennem ehlinin babalarının ve kabilelerinin isimleri vardır. Sonra onların sonunda hulâsa edilmiştir, Binâenaleyh onlarda ziyadelik olmaz ve onlardan noksanlıkda asla olmaz.»
— Resûiullâhın Ashabı dedikti : Şu halde amelden fariğ olunan bir iş halı olduğuna göre ameti kazanmak ön ki fâide nedir? Yâ Resûlellah1
— Hemen Resûiullah (S.A.V) buyurdu :
«Amellerinizi doğru yapın ve Allâha yaklaşmayı taleb edin, zira Cennet adamı, hangi amelle meşgul olursa olsun, son nefesi cennet ehlinin ameli ite hitam bulur. Ve cehennem adamı, hangi amelle meşgul olursa olsun, ne­fesi cehennem ehlinin ameli ile hitam bulur.»
— Bundan sonra Resûiullah (S.A.V) iki elindeki kitabları attı ve sonra buyurdu ;
«Rabbiniz, kulların işlerini takdir etmiştir; (kıyamet günü toplananlar­dan) bir takımı cennetde, bir takımı cehennemdedir.» (Şuura Sûresi, 7}[20]
Tercümesi:
97 - (19) Ebi Hızâme (R.A) den oda babasından rivayet etmiştir, de­miştir : Dedimki : Yâ Resûlellah! Okunup üflenerek (şifa âyetli ve duaları okunarak) tedavi taieb etmemizi, bir ilaçla tedavilenmemizi ve kaçınılacak şeyden kaçınmamızı bana haber ver, Acebâ Allanın takdirinden bir şeyi (bunlar) red edermi?
— Resûiullah (S.A.V) buyurduk!:[21]
«O (zikredilen üç şey), Allâhın kaderindendir.» [22]
İzahat
Râvî Ebî Hızâme {R.A}, tabiînden ve Beni Hars bin sâd neslindendir. Bu muhaddis olan Ebî Hızâme bin yâmur (R.A) dır.
Hadîsi şerifde, şifaianmak için okunup üflenmeyi, bir deva emsinden ilaçla tedavîlenmeyi ve zararlı olanlardan kaçınmanın fâidesînîn olup olma­dığını soran zâte, Resulü Ekrem efendimiz; bunlarında birer sebeb olduğunu beyan ederek hastalığın nasıl bir kaderi ilâhî olduğu sabit ise, bunlarla te-dâvîlenmeninde birer kaderi iiâhi olduğunu beyan buyurmuştur. Dolaysiyîe bu yollarla tedâvîlenmenin cevazını îzah etmiş oluyor. Fetvada câ'izdir. Fa­kat tevekkül ve takvaya göre caiz değildir.
Bu mes'elelerin geniş İzahı, «Müiteka tercümesi» adlı eserimizin dör­düncü cildinde zikredilmiştir. Ayrıca batıl ve uydurma yollarda tedavilerime şekil ve yollarının kötülüklerini de «İslama sokulan Bid'at ve Hurafeler» adlı eserimizde beyan ettiğimizi hatırlatırız. [23]
Tercümesi :
98 - (20) Ebû Hüreyre (R.A) den mervidir, demiştir:
ResûMlah (S.A.V) yanımıza çıka geldi, bizde o anda kader hakkında münazaa ediyor idik. Rssûlullah (S.A.V) gazablandi, hatta yüzü kıbkırmızi oldu ve hatta sanki iki yanağında nar dânesi sıkılmış gibiydi.
— Bunun üzerine Resûlullah (S.A.V) buyurdu :
aBununlamı emrolursdunuz? Yoksa benmi bununla size gönderildim?! Ancak ve ancak sizden evvel geçen kimseler, bu işde (kader meselesinde) münazaa ettikleri vakit, helak olmuşlardır. Size kesinlikle beyan ediyorum, kesinlikle arz ediyorum; Bunda (kader hakkında) münazaa (Ve münâkaşa) etmeyiniz.»
99- (21) İbni Mâce bu hadis gibisini, Amr bin Şuayb dan, onun ba­basından ve dedesinden rivayet etmiştir. [24]
Tercümesi :
100 - (22) Ebû Mûsâ (R.A.) den mervidir, demiştir :
Resûlullah (S.A.V) den işittim, diyor'du :
«Muhakkak Allâhü teâla Ademi yerin hepsinden kabzalanmış b.'r kabtadan yarattı. Âdemoğlu yer yüzünün (bütün renk ve çeşitli tabiatlarının) mîkdârı (çeşitleri) üzerine gelmiştir, (çeşitlerden yaratılmıştır), kırmızı, be­yaz* siyah ve bunların arasındaki şeylerde onlardan (yeryüzünün çeşitlerin­den) dir, yumuşakiık, sertlik ve güzellik (yani, Ahlâkî yönde ki bu hallerde) onlardan (yerin çeşitlerinden) dir.» (Hadîsi, Ahmed, Tirmizî, Ebû Dâvud rivayet etmişlerdir.) [25]
Tercümesi :
101 - (23) Abdullah bin Amr (R.A) den mervîdir, demiştir : ResulSah (S.A.V) i İşittim buyururdu ;
«Şüphesiz ASlahü teâfa (insan ve cinnîierden) halkını (mahlûkatını, nefsi emmârenin) karanlığında halk etti ve onlara nurundan (bir şey) döktü.
— Binâenaleyh bir kimseye o nurdan isabet ederse, hidâyete erişir. Ve bir kimseye de o nur vâsıl olmazsa, dalâlette kalır (hak yoldan çıkar).[26]
— Bu sebebten dolayı derimki : kalem Allarım îlmi üzere cereyan eder (yazar ve hükmeder).» [27]
Tercümesi :
102 - (24) Enes (R.A) den mervîdir, demiştir:
Resûlullah (S.A.V) şu düâyı cok söylerdi :
«Ya Mukallibei kulûb! Sebbit kalbi, alâdînike - Ey kalbleri çeviren (yö­neten)! benim katbimide dıniyin üzerine sabit kıl»
~- Bunun üzerine dedimki: Ey Allanın Nebisi! sana ve senin getirdiğine îman ettik, bizim üzerimize korkarmısın?
—- Resûlullah (S.A.V) buyurdu :[28]
«Evet (sizin üzerinize korkarım), Zira kalpler, Atlahü teâlanın parmak­larından fiki parmak arasındadır, onları (kalbleri) dilediği şekle çevirir»[29]
Tercümesi :
103 - (25) Ebû Musa (R.A) den mervîdir, demiştir: Resûiullah (SAV) buyurdu :[30]
«Kalbin misâli, nebâtatsız düz arazi üzerindeki kuş tüyü gibidir, onu rüzgâr (her saat ve saniyede) üstünü altına (ve altını üstüne) çevirir.» [31]
Tercümesi :
104 - (26) Ali (R.A) den mervîdir, demiştir :
Resûiullah (S.A.V) buyurdu :
«Her hangi bîr kul, şu dört şeye inanmadıkça mümin olamaz.
a) Allahtan başka ilâh olmadığına ve beni hakla gönderen Ailahın Re­sulü olduğuma şehâdet etmesi,
b) Ölüme îman etmesi,
c) Öldükten sonra dirilmeğe îman etmesi,[32]
d) Ve kadere iman etmesi ile (mü'min olur).» [33]
Tercümesi:
105 - (27) İbni Abbas (R.A) den mervîdir, demiştir: Resûiullah (S.A.V) buyurdu :
«Ümmetimden iki sınıf İçin islamda nasib yoktur, (onlarda : ) Mürcİ-e ve kaderiyelerdir.» Yirmizi, Tirmizi: bu hadis garib (hasen ve sahih) dlr, dedi.
(NOT : Mürcie ve kaderiye hakkında, «İslama sokulan Bid'at ve Hura­feler» adlı eserimizde geniş malûmat yazılmıştır.) [34]
Tercümesi :
106 - (28) İbni Ömer (R.A) den mervîdir, demiştir: Resûiullah (S.A.V) den işittim buyuruyordu :
«Ümmetimde (ümmeti icabette) yerde hareket (zelzele) ve yer yut­maları ve suretin çevrilmesi olur. Evet bu hal kaderi tekzib edenler içinde olur.» Ebûdâvut, Tirmizîde böyle rivayet etmiştir.
(NOT : Bu hadîsi şerifin kısa acıkiamah temsili örneği, «Bid'at ve Hu­rafeler adlı eserimizle Evliya meselesi» isimli eserimizde mezkurdur.) [35]
Tercümesi:
107 - (29) Yine (İbni Ömer) den rivayet olunmuştur, demiştir: Resûiullah (S.A.V) buyurduk[36]
«Kaderiyye, bu ümmetin mecûsîsidir, eğer hastalanırlarsa, ziyaret et­meyiniz, ve eğer ölürlerse, cenazelerine hâzır olmayınız.» [37]
Tercümesi:
108 — (30) Ömer (R.A) den mervîdir, demiştir: Resûlullah (SAV) buyurdu :
«Kaderiye ehli ile oturmayınız ve onlara havale etmeyiniz {veya onlara «elamla başlamayınız).» Ebûdâvud[38]
Tercümesi:
109 - (31) Âişe (R.A) den mervîdir, demiştir: «Resûlullah (S.A.V) buyurdu :
«Aİti şeye (kimseye) ben lanet ettim, Allahü teâla ve düâsı müstecâb olan her Peygamberde iânet etti (onlarda şunlardır:)
a) Allahü teâlanın kitabına (kur'anı kerîme) ziyâde eden,
b) Atlahü teâlanın kaderini tekzîbeden,
c) Allahü teâfantn aziz kıldığı kimseyi zelil ve zelil kıldığı kimseyide aziz yapmak için ceberutla musallat olan,
d) Allahü talanın haremini (harem dahilindeki haramları) helâl kılan,
e) Ehli beytimden olanlara (ezâ ederek tâzîmi terketrnek gibi şeyleri) Allahü teâlanın haram kıldığı şeyi helal kılan,
f) Ve benim sünnetimi terk eden kimsedir.» Beyhakî «Medhal» de ve Rezinde kitabında rivayet etmiştir. [39]
İzahat
Hadisi şerifde beyan edilen altı sınıf kimselere, Aflâhü teâlanın laneti demek, rahmetinden uzaklaştırmak, azabı ilahisine dûcar etmektir.
Peygamberimiz ve bütün peygamberlerin laneti ise, bu kişilerin Allahû teâlanın rahmetinden uzak oulp gazab ve azabı Nahiyeye müstehak olma­larını dilemeleridir,
Altı sınıf kimselerin fenalıklarımda kısaca açıklayalım.
a) Kitabı ilâhiye ziyade eden kimseler, Kur'anı kerime ve diğer semavi kitaplara ilâve yaparak yahûdi ve hırıstıyanların Allah in buyurmadığım; «Allah buyurdu» gibi yalan isnad ve iftiralarda bulunmaktırki, kesin ve açık hükümleri tahrif edip tebdif ve tağyir suretiyle yazan, söyleyen ve hüküm beyan eden kimseler, ayeti kerimelerin acık ve zahiri hükümlerini ve nazım­larını inkar temiş olduklarından kâfir olurlar.
Fakat kitap ve sünnetin hükümlerini tevii ederek beyan edilen hüküm, kitap ve sünnetin hükümlerine muhalif olursa, bu tevilj yapan kimse, ehli Bid'at olur ve islenen amel ve tevilede Bid'at denir. Bid'at-cıların ve Bid'atın fenalıkları, «Islama sokulan Bid'at ve Hurafeler» ad!ı eserimizde uzun uzun İzah edilmiştir.
Gününmüzde indî düşünce ve görüşler ortaya atarak Kur'anın aç'k hükümlerine zıd bir takım kanun, tüzük veyönetmelikler yapanlar, çıkaranlar ve onları tasvib edip iyi karşılayanlar, açıkça kitabı ilahiyeye ziyâde yapan veya yapmaya çalışan haham ve papaz kafalı beyinsiz sapıklardır. Belki-de kâfirlerdir.
b) Kaderi ilâhiyi inkar edip yalanlayan kimsede. Allanın ve Resullerinin lanetine müstehak oian kişidir. Zira kaderin aslı malum, vasfı meçhuldür. As İma ve esasına inanan kişi, iki cihan seâdetine nail olur.
c) Zulüm çemberi kurarak Allanın indinde şerefli ve izzetli kişileri, zelil ve ahlaksız rezil kimseieride şerefli kılmaya çalışan zâlim ve cebbar kim­seler de, Aîlâhın ve Resullerinin lanetine müstehak olan zâlimlerdir.
İlim ve amelleri isiam esasları dahilinde âlim ve salih kişilere itibar et­meyip, içkici, kumarcı, zinacı, yalancı, iftiracı ve her çeşid ahlaksızlıkları işleyen veya işlemekten çekinmeyen mikrop adamlara değer veren zaval­lılar, işte bu adamlar, zulüm çemberi kuran cebbar ve kaddar kimselerdir. Rahmeti ilâhiden mahrum, azabı ilâhîyeye lâyık ve müstenak olan beyinsiz­lerdir.
Haksızı haklı ve haklıyı haksız çıkaran veya çıkarmaya çalışan hüküm ve karar sahipleri, yalancı şâhidier, yalan yere yemin edenler, rüşved yoluyla haksızlara hak verenler hep aynı zalim ve cebbarlardır. Şeref ve haysiyet­leri tahrip eden millet ve cemiyetin mikroplarıdırlar.
Nihayet hak olan hükümleri, çeşidli sebeblerle tebdil ve tahrif eden yahûdi ve hırıstiyanlan takîid eden, adaletle hüküm vermek isteyenlere en şiddetli düşman olan kaddarlardır.
d) Haremi şerif dâhilinde avlanılması yasak ve haram olanları helâl kılmak ve ihramsız halde yapılanları ihramda da yapmak gibi amelleride helal gibi yapmak ilahi gazaba müstehaklık icap ettirir.
Ayrıca Allahü teâlanın haram kıldığı şeyleri, heial yapmak veya helal-laştırmaya çalışmakda rahmeti ilahiden kovulup azabı ilahiyeye müstehak olmaya sebebdir.
Kur'anı kerimde haramlığı açıkça belirtilen hüküm ve âyet hakkında helallaştırma emeline kapılmak, günümüzdede pek çoğalmıştır.
Adam haramın içine dalmıştır ve onun gibi aynı haramı işleyende var­dır. Kendi amel ve amellerine göre hüküm verenler veya hükmün verilmesi gerektiğini söyleyenler, maalesef vardır. Münakaşa dahi edilmiştir
Meselâ : Faiz haramdır, Zina haramdır, İçki haramdır. Kumar haramdır. Namazı terk edip kılmamak günahdır ve bu hükümlere benzer çok haram­ları işleyenler, fasit çemberin içine kendilerini atmışlardır. Böyle sapık ve fa-sid düşüncelerden son derece sakınmak en doğru ve en salim yoldur.
e) Peygamberimizin nesli Pâkinden olan süiâle-i necibine hürmeti terk edip hakaret ve ezayı helâl görmek veya ezada bulunmakda ilâhi rahmetten kovulmaya sebebdir. Peygamberimizin «itreti», Hz. Fatıma ve onun zürriye-tidir.
f) Peygamberimizin sünnetini terk edip işlememekte, ilâhî rahmetden uzaklaşmaya sebeblerden birisidir. Akıllt insan, Peygamber efendimizin sünnetine sim sıkt sarılır. O sünnete sarılmanın mükâfatı ise, şefaati Resul ile cennete girmektir[40]
Tercümesi;
110 - (32) Matar bin U kûm is (R.A) den mervidir, demiştir ; Resülullah (S.A.V) buyurdu :[41]
«Allöhü teâla bir kulu, bir yerde öldürmeyi hükmettim!, o yere o kul için bir ihtiyaç kılar (bu sebeble kul oraya getir ve orada ölür).» [42]
İzahat
Râvi matar bin Ukâmis (R.A), Beni süieym kabilesine mensubdur. Kû-feli zevatı muhterden sayılmıştır. Bir tek hadisi şerif rivayet etmiştir. Oda bu hadîsi şerifdir. Kendisinden Ebî İshak Essebîî rivayet etmiştir.
Hadîsi şerifde beyan edilen hükümde şu mealdâki âyeti kerimeye işaret vardır:
«Bir nefis (şahıs), hangi yerde (nerede) öleceğini bilemez.» Lukman Sûresi, 34
Evet bir kimse, hangi saatde ve nerede ne şekilde ö'eceğini bilemez. Ancak Allahü teâla bilir. Aynı zamanda bir kişi nerede ve hangi mekanda ne şekilde ölecekse günü saati gelince eceli onu çeker, o adam oraya gi­der ve orada ölür. Hakkında tecelli edecek kaderi ilâhiyi hiç bir nefis bile­mez. Onun iimi, Allanın yanındadır.
Bir kimse ölüme mukadder olan yere gitmesi için, o kişiye orada bir ihtiyaç ve iş kapısı açılır. O işini görmek üzere gider. Ecelide onu orada bu­lur ve hakkın rahmetine veya azabına kavuşur.
Yukardaki âyeti kerime ve hadisi şerifi açıklayıcı bir hâdise, tefsirlerde şöyle beyan edilmiştir:
«Rivayet olunduğuna göre, Ölüm meleği bir gün Süleyman Aleyhisse-lamın huzuruna giriyor. Orada oturan kimseler içinde bir adama dikkatla bakıyor. O adam kıyafet değişikliği ile gelen öiüm meleğinin kim olduğunu soruyor.
— Süleyman Aleyhisselamda, öiüm meleğidir, diyor.
— Bunun üzerine o adamcağız, bu sanki beni arzu ediyor gibi, ne olur rüzgara emret beni yüklenip Hindistana kavuştursun, diyor.
— Hemen Süleyman aleyhisselam öylece işleyor, rüzgar o adamı Hin­distana götürüyor. .
— İşte o anda ölüm meleği diyorki; «Benim o adama dikkatla ve de vamiı bakışım teaccübümden idi. Zira ben o adamın ruhunu hindistanda al­makla emrolundum, halbuki, o adam senin yanında (kudusde) dir.»[43]
Evet insanın nerede, ne zaman ne şekilde öleceği kaderi Hâninin te­cellisine bağlı olduğu için, onu Allahdan başka kimse bilemez. Ancak ece! nerede, ne zaman ve ne şekilde vuku bulacaksa, sebeblerini Allahü teâia yaratır. Öylece vâki olur. Ecel saati geldiği zaman, ne bir saat geri ahnır ve nede bir saat ve saniye evvel olur. Takdir edilen saat ve zaman ne ise, o şekilde tecelli eder. [44]
Tercümesi!
111- (33) Âişe (R.A) den mervîdir, demiştir, dedimki : Yâ Resûleilah! Mü'minlerin zürriyetlerinin hükmü nedir (cennette veya cehennemdelermi)? Resülullah (S.A.V) buyurdu :
«Onlar (mü'minlerin zürriyetîeri) babalarından {mü'miulerden) dlr.» -1- Bunun üzerine ben dedim : Yâ Resûleilah! amelsiz olarakmı? — Resülullah (S.A.V) buyurdu ; KAllâhü teâla amel edenleri bilir.» Dedimki : Müşriklerin zürriyetlerinin hükmü nedir? Resûluilah (S.A.V) buyurdu :
«Onlar (müşriklerin zürriyetleri) babalarından (müşriklerden) dir»
— Ben dedimki : amelsiz olarakmı?
— Resûlulah (S.A.V) buyurdu :[45]
«Allahü teâla amel edenleri bilir fbinöon aleyh hükmü o verir).» [46]
Tercümesi:
112 - (34) İbni Mes'ûd (R.A) den mervîdir, demiştir:
Resûlullah (S.A.VJ buyurdu :
«Küçük (yeni doğan) kız çocuğunu diri diri gömen anne ve gömülen çocuk (veya göz yuman ebe) cehennemdedir.»[47]
Bu hadisi şerifde şu mealdeki âyeti kerimeye işaret vardır ;
«Onlardan (müşriklerden) birine, kız doğum haberi : (Verilip bir kızın doğduğu) müjdelenince öfkelenerek yüzü simsiyah oluyor.
— Verilen müjdenin yaptığı kötü tesirle utanıp kavminden gizleniyor, acaba o çocuğu zillet ve horlayarak saklayacakmı, yoksa toprağamı göme­cek? Bakki hüküm verdikleri şeyler ne köîü.» Nahl Sûresi, 58-59
Yukarıdaki hadisi şerifin zahiri hükmüne göre, müşriklerin küçük yan­da ölen çocuklarının azab olunacağı beyan edilmiştir.
Fakat hadisi şerifin hükmünü tevil ederek doğum yaptıran ebenin ve doğuran annenin çocuğun diri diri toprağa gömülmesine rıza gösterdikie-rinden çocuğun değil, onların azab olunacakları beyan edilmiştir. Zira do­ğum zamanında doğuracak kadın doğum saati ve sancısı gelince bir çukur kazar eğer doğan erkek olursa, alıkor. Şayet kız doğarsa hemen cukuca gömerdi ve o doğuracak kadının başında doğumcu ebede hazır bulunur idi.
İşte kız doğuran kadının çocuğu diri diri toprağa gömmesine o ebede razı olduğundan hem doğuran kadın, hemde doğum başında bulunan ebe cehennemde azab olunacaklardır.
Ana rahminden dört ayltk olan diri çocuğu, ilâç vesaire ile düşürerek öldüren kişilerde, aynı diri diri çocuklarını toprağa gömen müşrikler gibi cehennem azabı ile azablansalar gerek. Esasen Cocuklann ölümüne sebep olan her kişi, mutlaka cezalanır.
Zinadan gizlice doğum yapan ve doğumdan sonra çocuğu öldüren ve ya ölüme atılan çocukların sahiplen (anaları) da, azana musrehak olurla". Hem zinanın cezasını çeker ve hemde zinadan hamile olduğu çocuğun hn-yatına kast etmesinden için azablanır.
İmamı azam (R. A) hazretleri, çeşitli sebep ve nedenlerden dolayı, müşriklerin çocuklarının küçük halde ölenleri hakkında cennetlik veya ce­hennemlik hükmünü verememiş tevekküf etmiştir
İmamı Azam Hazretlerinin tevakkufuna sebep, yukarda beyan edilen hadîsi şeriflerde «Her doğan çocuğun İslâm fıtratı üzere doğar.» hükmü i!e bu hadîsi şerifin hükmünün izahı ve telifi hususu gibi meselelerdir.
Günümüzde çocuklar» dört aylık oldukdan sonra düşürenlerle çocuk jarına din ve îmanını öğretmeden rızık derdi ile tahsile gönderip çocuklarını îman ve ahlak dışı yaşantıya atan ve itenlerde aynı cinayeti işleyen zalimler­dir.
Bir âyeti kerîmede şöyle buyurulmuştur.
«Fakirlik korkusu ile (câhiliyyet devrinde olduğu gibi) çocuklarınızı öl­dürmeyin. Zira onlara da, size de rızkı biz (azîmüşşan) veririz.»(İsrâ sûresi, 31)
Yukardakj hadîsi şerif ve âyeti kerime ile ilgili geniş İzahat; «Mülteka tercümesi» nin birinci cildinin «Köleyi Nikahlama Babı» başlığında zikı edil­miştir[48]
Kaderle İlgili Üçüncü Fasıl
Tercümesi :
113 - (35) Ebudderdâ (R. A) den mervîdir, demiştir : . «Aziz ve celil olan Allhâhü teâla her kuluna beş şey-İn taktîrini netî-ceiecelemiştir (o beş şeyde şunlardır)
a) Ecelini (yâni, ömrünün müddetini ve yaşayacağı zamanı},
b) Amelini (yâni, kulun hayır ve serden neler işleyecenîğini),
c) Nerede karar edip kalacağını (yer ve mekânını),
d) Hareket ve ızdırarlı hallerini,[49]
e) Ve helâl veya haramdan rızkını taktir etmiştir.» [50]
İzahat
Râvi Hz. Ebudderdâ {R.A), uveymir bin mâlik hazrec kabilesine men­sup ensâri kiramdandır. Uhut muhaberesinden başka bütün muharebe­lerde Peygamberlerimizle hazır bulunmuştur.
Hz. Ebudderdâ (R.A), sahabenin fakih, âlim, fazıl ve hakimlerinden idi. Bu sebepten Peygamberimiz (S.A.V.) onun hakkında şöyle buyurmuş­tur:
«Her ümmetin bir hakimi vardır. Bu ümmetin hakimi de, Ebudderdâ-dır.»
Samı şerifin fethi esnasında muharasada bulunmuşlardır ve fethin­den sonrada şama hâkim tâyin edilmiştir. Hz. Osmanın hilâfeti zamanın­da şam kazısı iken hicretin okuz ikinci senesinde vefat etmiştir. Allah on­dan râzî olsun.
Yukardaki hadisi şerifin lafız ve manalarını her müminin ezberleyip hayatına düstûr ve delil olarak hedef olmalıdır. Rızık derdine, mesken ve mekan derdine düşüpde ilâhi takdir ve tecelliyi unutmamak lâzımdır. Çalışmak ve doğru işlere yapışmak, rızkın helâl olmasına ve helâldan tak­dir edilmesine sebep olur.
Birde insan az yaşasa çok yaşasg mutlak ve muhakkak bir gün ölüm başa gelecektir. Onuda hiç unutmayıp iyi hazırlanmak ve daima iyi amel­lerle meşkul olmak lazımdırki, insan nasıl yaşarsa, öyle ölür. Nasıl ölürse, öyle haşrolunur. [51]
Tercümesi:
114 - (36) Âişe (R.A) den mervîdir, demiştir: Resûlullah (S.A.V) den işittim, buyuruyordu :
«Bir şey hakkında bir kimse kaderden bahsederse, kıyamet gününde o kimse sual olunur,
— Ve bir kimse bir şey hakkında kaderden bahsetmezse, ktyâmet gü­nünde o kimsede ondan (kaderden) sual olunmaz.» [52]
Tercümesi :
115 - (37) İbni Deylemî (R.A) den mervîdir, demiştir: «Übey bin kâbe geldim, ona dedimki : nefsimde kaderden birşey (ves­vese) vâki ve bana bir söz söyledi. Fakat umarımki Allâhü teâlo onu (ves­veseyi) kalbimden giderir.
— Bunun üzerine Übey bin kâb dedi : Eğer aziz ve celil olan Allâhü teâla semâ vat in (göklerin) ve yerin ehlini azap etmesi farz olunsa, onları (göklerin ve yerin ehli olanları,) o (Allâhü teâla) onlara zulmetmediği hal­de ozâbeder (zîra azabı ilâhîsi, adlinden ve rahmetide lutfundandır).
— Ve eğer Allâhü teâla onlara (yer gök ehline) rahmetini ılhsan etse, onlara rahmeti ilâhîsi, onların (iyi) amellerindendir. Eğer sen Allah yolunda Uhud dağı kadar altun infak etsen, Allâhü teâla senden o Uhud dağı kadar thayrın) infâkını kabul etmez, tâki kadere îman edesin. Ve sen bilmelisinki, muhakkak sana (ni'met, belâ, tâat ve mâsiyetten) isabet eden şey, sanin ha­tâ etmenden olmamıştır, ve (hayır ve serden) senin hatâ ettiğin şey, mutla ka sana isabet etmek için olmamştır.
— Eğer sen (Ey İbni Deylemî!) şu (kadere îman) akidesinden başka (kü­für) akidesi üzerine ölürsen, elbette cehenneme girersin.
— Ibni Deylemî dedi : Bundan sonra Abdullah bin Mes'uda geidim, fa-kat Abdullah bin Mes'ud da aynı böyle söyledi,
— İbni Dyelemî dedi : Sonra Huzeyfe bin Elyemâne geldim, hemen Hu-zeyfe de aynı şeyi söyledi.[53]
— Ondan sc-nra Zeyid bin Sabite geldim, oda Nebiyyi muhteremden naklen bana aynı öylesini söyledi.» [54]
İzahat
Râvî İbni Deylemî (R.A) kimdir?
Hz. İbni Deylemî (R.A) Ebû Abdullah, yahut Ebû Abdurrahman veya Ebûzzahhak feyrûziddeyleınîdir. Kendisi humeyrîden geldiği için «humeyrı» de denir. Kisra isimli melik tarafından Yemene gönderilen fârisi oğulların-dandır.
Muhammed Bin Seîd (R.A) dediki : İbni Deylemî ehii hadisden »lan büyük bir zattır. Feyrûza eddeylemi denir. Resulü Ekrem efendimizin huzu­runa gelen feyruz cemaatının bir kişisidir.
Yemende Peygamberlik iddiasında bulunan yalancı Peygamber esvedi inşa isimli kâfiri bu zat öldürmüştür. Peygamberimize ölüm hastalığından bu zatın o yalancıyı öldürdüğü haberi gelince, Resulü Ekrem efendimiz şöyle buyurdu :
«Onu öldüren Feyruz faz, Feyruz Faz, Feyruz Faz isimli sâlih bir yiğit kimsedir.»
Bu zatın sahabe veya tabiinden olduğu hususunda ihtilaf edilmiştir. Şârih aliyyülkâri merhum sahabeden olduğuna kaildir. Mussanîf hatibi Tebrizî merhum ise, «Esmaürrical Mlmişkat» İsimli eserinde tabiinden oldu­ğunu beyan etmiştir. Hz. Osman veya Hz. Muaviye zamanında vefat etmiş­tir. Allah ondan râzî olsun.
İbni Deylemînin gelip sorduğu Übey bin kâb (R.A) ise, sahabenin en güzel Kur'anı kerim okuyanlarından ensârı kiramın hazrec kabilesindendir.
Peygamber (S.A.V) efendimizin vahiy katiplerinden idi. Peygamber efendimiz zamanında Kur'anı kerîmi tam ezberleyip hafız olan altı kişidsn birisidir.
Peygamber (S.A.V) efendimiz kendisine «Ebal Münzir» Künyesini bu­yurmuşlardı. Hz. Ömer (R.A) da «fcoat tıfıl» künyesi ile künyelemişti.
Peygamber (S.A.V) efendimiz, «Seyyidül ensâr» ismi ilede isimlendir­mişti. Hz. Ömerde «Seyyidül müslimin» İsmini vermişti. Hz. Ömer (R.A), Te­ravih namazını, bu ümmetin en iyi okuyanı diyerek imam yapıp bemaatla teravih namazını kıldırmıştı. Kendisinden pek cok halk hadis rivayet et­miştir.
Her iki zad ve ibni Mes'ud (R.A) in aralarında gecen mes'elenin anla< şılmayacak tgrgfı yoktur. Tekrar tekrar okumak faideli olur. [55] Tercümesi : 116 - (38) Nâfi (R.A} den rivayet olunduğuna göre, bir adam ibni Öme-re (R.A) geldi ve dedi: Muhakkak falan kimse sana selam ediyor, — Bunun üzerine İbni Ömer dediki : O adam kaderi tekzib ederek din­de olmaycm Bld'atı işlediği bana erişti. Binaenaleyh eğer o kimse, o bid'-atı işledi ise san benden ona selam söyleme. Zira Resûlüllah (S.A.V] den işittim buyuruyordu : «Ümmetimin veya bu ümmetin kader ehli için {Bid'atçılar için), yer ya­rılması, veya suret değişmesi veya gökden taş yağması olur.»[56] İmamı tirmizi bu hadis, hadisi hasen, hadisi sahih ve garibdir, JJedi. [57] İzahat Râvî Nâfî (R.A) kimdir? Hz. Nâfî bin sercis (R.A), Abdullah bin Ömer (R.A) in kölesi, deylemî ye mensub tabiînin büyüklerindendir. Sahabe ve tabiînden pek çok kişi ha­dis rivayet etmiştir. Hadis bilginlerinin sika ve meşhurlarındandır. Mâlik bin enes (R.A), Nâfî den rivayet yoluyla ibni Ömerden de mervî olan hadîsi işitince başka kimseden işitmeye iüzum olmadığını beyan et­miştir. Nâfî (R.A), hicretin yüz on yedi (117) târihinde vefat etmiştir. Allah ondan razı olsun. [58] Tercümesi : 117 - (39) Ali (R.A) den mervîdir, demiştir : Hatice (R.A) Nabİyyİ muhtereme (câhiMyyet devrinde ölen) kendisi­nin iki çocuğundan sordu: — Bunun üzerine Resûlüllah (S.A.V) buyurdu : «O câhiiiyyet devrinde ölen çocuğun, cehennemdedir.» — Hz. Ali (R.A) dedi : Vaktaki Resûlüllah (SAV) Hz. Haticenin yüzün­de üzüntülü hâli gördü, hemen dedikji: «Eğer sen onların (çocukiarıyın) yerini görseydin, şüphesiz onlara bugz ederdin.» — Hz. Hatice (R.A) dedi : Yâ Resûlüllah! Senden olan çocuğumun du­rumu nerededir? — Resûlüllah (S.A.V) buyurdu : «Cennettedir.» — Bundan sonra Resûlüllah (S.A.V) buyurduki: «Muhakkak surette müminler ve evlatları, cennettedir, müşrikler ve ev-lâtlarıda Cehennemdedir.» — Sonra Resûlüllah (S.A.V) şu âyeti okudu : «{İman edipde zürriyetleride îman ile kendilerine tâbi olanlar yokmu? biz onların nesillerimde kendilerine kattık), (tûr sûresi, 21) Bu hadisi, Ahmed rivayet etti. [59] Tercümesi: 118 - (40) Ebû Hureyre (R.A) den mervidir, demiştir: Resûlüllah (SAV) buyurduki: «Allâhüteâla Adem (A.S) ı yarattığında sırtına mesnetti. Hemen sırtın dan Ademin zürrlvetinden kıyamete kadar yaratacağı her ruh sahibi çıktı. Ve her insanın iki gözü arasına nurdan bir parlaklık yarattı. Ondan sonra o zürrlyetf olan insanları Adem (A.S) a arzettl. — Bunun üzerine Adem (A.S) dedi: Ya Rabbil Bunlar kim? Allohü teâla buyurdu : (Bunlar) senin zürriyetindlr. — Hemen Adem (A.S) zürriyetterinden bir adamın iki gözünün arasın­da bir parıltıyı gördü ve teaccüp etti, dedi Ey Rabbim! bu kimdir? — Cenâbu hak buyurdu, Dâvud dur. — Adem (A.S) dedi: Ya Rabbi! Onun ömrü kaç senedir? — Cenabu hak buyurdu : Altmış senedir. — Sonra Adem (A.S.) dedi : Rabbim! Benim ömrümden onun ömrüne kırk sene İlâve et. «Vaktaki Adem (A.S) in (Dâvud A.S. a feda ettiği) kırk senelik ömrü ha­riç, ömrü hitame erdi, ölüm meleği Ademe (A.S) ruhunu kabzetmek için gel­di. Hemen Adem (A.S) dedi: Ömrümden kırk sene kalmodımı? — Cenobı (hak veya melek) dediki :Sen o kırk senelik ömrünü oğîun Pavuda vermedinmi? — Bunun üzerin© Adem (AS) inkar ettf, buna binâen zürriyetide inkâr etti. Adem (A.S) unuttuda oğaçdan yedi. Binaenaleyh zürriyetide unuttu. Adem (A.S) hata etti zürriyetide hata etti.» [60] Tercümesi : 119 - (41) Ebudderdâ (R.A) den rivayete göre, Resulütlah (S.A.V) den rivayet olunmuştur, buyurdu ki: «Allhü teâla Adem (A.S) i yarattığı zaman (bir sebeb ve vasıta ve İlâhi kudreti ile) sağ omuzuna (Melek) vurdu, hemen sağ küreğinden zerre misali (küçük karıncalar misâli) nûrânî bembeyaz zum yet çıkarda, — Ve birde İlâhi kudretle Ademin sol küreğine (Melek) vurdu, hemen simsiyah kömür gibi zürriyet çıkardı. — \şt& o anda AHahü teâia buyurdu : — Şu sağ tarafdan çıkarılanlar, cennete vasi) olurlar ve bundan dolayı benim' İçin hiç bir iftihar ve değişiklik yoktur.[61] — Ve sol tarafdan çıkarılanlar içinde, bunlar Cehenneme gidecekler­dir, bu haldede benim için bir hal ve zaruret değişikliği yoktur (yani ben is­tediğimi işlemekde hür ve muhtarım), buyurmuştur.» [62] Tercümesi : 120 - (42) Ebi nadra (R.A) den mervidir: — Peygamber saflallahü aleyhi vesellemin ashabından Ebû AbdilJah denilen bir adam ağlayarak Resûlüllahın ziyaretine geldi ve yanına girdi, — Ashabı kiram o addama dedier : «Sen; ağlatan şey nedir? Sana ResûlüUah (S.A.V) ; — (Bıyığından al) sonrada bana (havzı kevser başında) kavuşuncaya kadar öylece devam et demedimi?» O adam evet, (buyurdu) dedi. Ve fakat Resulüllah (S.A.V) dan işittim, buyuruyorduki: «Muhakkak AHahü teâla sağ eliyle (sağ kudreti ile) bir kabza kabzala-mış (bazı zürriyetini sağdan yaratmış) tır. Ve diğer bazısını da sol eliyle kat-zalamıştsr. — Sonrada demiştirki : «Şunlar, şunlar için, bunlarda bunlar içindir. Bununla beraber bende bir değişiklik yoktur.» — Resûlülİah (S.A.V) kendisi hakkındada, ben bu iki kabzanın hanki-sinden oiduğumuda bilmiyorum, diyor.» [63] İzahat Râvî Ebî Nadra (R.A) kimdir? Hz. Ebî Nadra, Basralı tâbiindendir. Hz. Hasan (R.A) in şehâdetinden az bir zaman evvef vefaî etmiştir. Kendisi İbni Ömer, Ebû Said ve îbni Ab-bas (R.A) den hadisi şerif işitmiş ve öğrenmiştir. Ondanda İbrahimi etteymi, katâde ve said bin zeyd hadis rivayet edip öğrenmişlerdir. Allah ondan razı olsun. Bu hadisi şerifde Resûlütlahın huzuruna gelen kişinin bıyığını uzatıp dudağını kaplayarak ağzına giren şekli varmış, o halin iyi olmadığını, bıyı­ğın uzununun kesilmesi hakkında Peygamberimizin tavsiyesini ashabı ki­ram o adama hatırlatıp uyarıyorlar. Evet fıkıhda beyan edildiği üzere, bıyığın üst dudağı kapatacak kadar uzaması, kerahattır. Resulüilah saliaüahü aleyhi vesellem efendimizin, kıyametde havzın ba­şında kendisine kavuşuncaya kadar bıyığın kısaltılıp kesilmesini buyurmo sida, sünneti muvakkat bir zaman işleyip terk etmenin doğru olmadığına işarettir. Evet sacını, başını ve bıyığını karıştırıp erkekmi kadınmi bilinmeyecek derecede pislik içerisinde gezen zavallıların hali perişandır. Sâde bıyığı uzun olupda yemeğe oturanın artığı 'dahi kerâhat iken, her tarafı pislik içinde olan böyle kimseleri cenabı hak ıslah eylesin. Halk arasında bâzı kimseler, bıyığını uzatıp üst dudaklarını örtecek şe­kilde terk ediyorlar. Ve bu hallerini «falan filan kimseler işlemiştir» diyerek müdofo ediyorlar. Yukardaki hadisi şerif gibi pek çok hadisi şerifler ve bu hadisi şeriflerin hükümlerini en güzel şekilde açıklayan fıkhı hükümler, meydanda iken filan şöyle yapmış, falan şöyle idi, demek sapıklık ve zındıklık olur. O hali İşle­yenler, Peygambere muhalefet eden mikrop, zındık ve sapık kimselerdir. Bıyıkların uçlarını uzatmak ise, harp meydanlarında daha yiğit görün­meyi sağlamak için caiz olduğu ve Hz. Ömer askerlere cephede aynı şekli yaptırdığı vakîdlr. Ehli sünnet yolunu takip edip cenneti âlâda Peygamberimizle komşu oimak isteyen her müslüman sünnete uyar ve sünnetin dediği ile amel eder[64] Tercümesi: 121 - (43) İbnl Abbas (R.A) dan meraldir. Peygamber sallallahü aleyhlvesellem buyurduk!: «Aliahü teâla, Arafatda Nâman isimli dağda Ademin neslini sırtından çıkardığında söz (and) aldı. Hemen kıyamete kadar yaratılacak zürrlyetinin hepsini sulbünden çıkardı, Zerreye (küçük karıncaya} benzer şekilde bütün neslini Ademin önüne (veya bazısını sağına, bazısınıda soluna) dağıttı. (Yani Ademin önüne veya sağına soluna toplu halde veya dağınık şekilde yığdı). Sonra açık bir ifade İle onlara söyleyerek dedik!: — Ben sizin rabblnlz devimiyim?[65] — Onlarda evet (RabbimizsinJ! dediler. (Cenubu hakda) kıyametde biz bundan gafillerden idik yahut bizden evvel gecen babalarımız şirk et­mişlerdi, btzde onlardan sonra gelen zürrlyetlerden İdik, bu sebeble batıl yolda gidenlerin yüzünden blzt helâkmı edeceksin? dlyememelerinlz için biz aşlmüşşan satıid olduk (dedi).» [66] İzahat Bu hadisi şerlfde beyan edildiği üzere, AIEahü teâla Adem aleyhisselâ-mı yarattıkdan sonra kendi sulbünde meydana gelecek bütün neslini ara-fatın yakınında veya tâlfle arafat arasında «Nâman» isimli dağda iken bütün zürrlyetinl küçük karıncalara benzer şekilde zerrecikler halinde ve Ademin önünde veya bazısını sağında diğer bazısınıda solunda yığınlar halinde yara­tıyor. Sonrada «Ben sizin rabblniz değilmiyim? diyor» Bütün insanlar top ye­kûn «Evet rabbimlzsin» diyorlar. Bunun üzerine Ademin neslinin kıyamette bu ikrarlarını inkar etmeme teri veya inkar edememeleri için, kendini, veya Melekleri veya insanları bir birlerine şâhid diktiğini ve hatta insan neslinin «bizden evvel gecen baba­larımız şirk etmişlerdide, bizlerde onlardan sonra gelenlerden idik, onların kötü îtikad ve amellerinden dolayı bizi helak mi edeceksin» diyememeleri fçin şâhld diktiğini beyan ediyor. Evet insanın nesli, tâ Adem Aleyhissetâmın yaratılışı zamanında ilahi hitaba müsbet cevab vererek iman ettiğinden, müslümanın ve kâfirin yeni doğan çocuktan vaktiyle îman ettikleri fıtrat üzere doğarlar. Bu daha acık bir ifâde ile yukarda doksanıncı (90) hadisi serifde beyan edilmiştir. [67] Tercümesi : 122 - (44) Obeyyibni Kâb (R.A) den rivayet olunmuştur, AMahü te-âianın şu meâfdaki : «Habibim hatırla o zarnanıki,) Rabbin, Adem oğulları­nın sulblerinden zürriyetlerini çtkarıb söz aldığı vakit» Kavli kerimi hak-kmnda (Übeyyibni kâb R.A) dedi: — Ademin zürriyetini cem etti. Topladı ve onları erkekli dişili yarattı. Ondan sonra onlara suret verdi, onlara konuşma kabiliyyeti (akıl ve nutuk) verdi. Bunun üzerinede onlar Allah in dilemesi ile konuştular. Ondan sonra da cenabu hak, onlardan ahdi m İs ak (ikrarlı söz) aldı. Ve kendilerine ken­dilerini (birbirlerine ve kendi nefislerine kendilerini) şâhid tutarak : — Ben sizin Rabbiniz değilmiyim? (dedi.) — Onlarda (Ademin zürriyetide), Evet Rabbimizsin, şâhid olduk, dedi­ler. — AMahü teâlada buyurdu : — Elbet bende yedi kat semayı ve yedi kat arzı şâhid dikiyorum ve ba­banız Ad em ide sizin üzerinize şâhid dikiyorumki, kıyamet gününde biz bu­nu gerçekdeh bilmeyorduk demeyesiniz. Bilinizki, benden başka ilâh yoktur. Benden başka Rap, yoktur. Bana hiç bir şeyi ortak koşmayınız. Eibet ben size ahdi misâkımı hatırlatıp uyaran elçilerimi göndereceğim. Kitaplarımı üzerinize (Elçilerim vasıtası ile) indireceğim. — Onlar (Ademin zürriyetide) dediler : — Bildik ve itiraf ettikki, Elbet sen bizim (ve bütün varlıkların) Rabbi-miz ve iiâhımızsın. Senden başka bizim için Rab yoktur ve senden başka ilâhımız yoktur. — İşte böyle Ademin zürrjyeti bu zikredilenlerin hepsini ikrar ettiler. — Adem Aleyhisselam onlara (zürriyetierine) bakar halde iken maka mı ûHye yükseltilerek onların üzerine kaldırıldı. — Âdem onlardan zengin, fakir, güzel suretti ve güzel sûretliden başka sini gördü ve hemen : (Ey Allahım!} Keşke kulların arasında müsavat ya­paydın (hepsini aynı seviyede yarataydın), dedi. — AHahü teâlada : Elbet ben şükredilmem! istedim, dedi. — Ve Adem (A.S) onların içinde (zürriyetieri içinde) üzerlerinde yanan ışıklar (lambalar) misali nurlu Peygamberleri gördü, o Peygamberler umu­mî misak (sözleşme) den sonra risâtet ve nübüvvet hakkında husûsî mâhi­yette başka bir misak ile tahsis edilmişlerdi. — Ve o Peygamberlerle olan ahdi mîsakda AHahü teâlânın şu kavli şe­rifi ildi: — «(Ey Habibim!) hatirlaki bir zaman Peygamberlerden söz almıştık, sendende Nuhdanda, İbrahim, Musa ve Meryemin oğlu İsâdanda, onlardan sağlam bir söz almışdık.» (Ahzab sûresi, 7) — îsa (Peygamber) işte şu Peygamberlerin ruhlarından idi. Hemen onu (Hz. Isayı) AHahü teâla Meryeme (Cebrâü Aleyhisseiam vasıtası ile) îlkâ edip gönderdi. — İşte bu hüküm Übeyyibni kâbden tahdis olunup şöyle söyledi : «O ruh (İsa Aleyhisselam), annesinin ağzından girdi.» Ahmet bin hanbel (NOT : Râvi Übey bin kâb hakkında kısa malumat, 115, hadîsi şerifin altında geçmiştir.) [68] Tercümesi : 123 - (45) Ebidderdâ (R.A) den mervîdir, demiştir; «Biz Rasûlüllâhın yanında hâdiselerden bir şeyler müzâkere edip ko­nuşuyor idik, hemen Resulü Ekrem sallallâhü aleyhi ve sellem buyurduki: «Bir dağı yerinden kayıp yer değiştirdiğini işitirseniz, bu hadiseyi tas­dik ediniz. Ve fakat bir adamın ahlakının değiştiğini işitirseniz, tasdik etme­yiniz. Zira adamın ahlakı, cibilliyyetf ne ise, öyle olur.» [69] İzahat Râvî Ebidderdâ (R.A) in kısa hal tercümesi, biraz yukarda geçmiştir. Hadisi şerifin manası ve temsîfi izahı, çok ve çok dikkat gerekir. Zira dağın yerinden değiştiğine veya dağda tamamen tebdili mekan ve şekil ol­ması duyulduğunda inanılmasını tavsiye buyururken, adamın ahlakının de­ğiştiğine dair işitilen cümleleri tasdik etmeyip red etmenin lüzumunu beyan etmesi, elbet telif ve tevil hususu her kişi tarafından anlaşılamaz. Fakat biz kısada olsa açıklamaya çalışacağız. Evvelâ dağın yer değiştirmesi meselesi, günümüzde daha ayan beyan görülmektedir. Zelzeleler, âfetler, yer altı patlamaları, mâden ve emsali şey­lerin meydana gelmesi gibi haller dağın tebdili mekan etmesine sebeb ol­maktadır. Hatta daha evvel bazı dağların uçtuğuda yazılmaktadır. Her ne ise dağın yerinden uçtuğu ve uçabileceğ muhakkaktır. Ataların bir sözü var­dır. «Deniz yanarmı, ihtimal» Nitekim bir zamanlar, Istanbula gelen bir vapurun benzini patlayıp kara denize dökülüyor. Günlerce denizde yangın devam etmişti. Bu hâli gözü­müzle görmüştük ve pek çok kimselerde gördüler. Adamın ahlak ve teabiatının değişmesi meselesi ise, şöyle anlaşılma­sı gerekir: İnsanın yaratılıştaki soy sop, cibilliyet ve tabiatı îcobı, hakkında kaderi ilâhide ne şekilde tesbit edilip yazıldı ise, o yazılan kaza ve kader şeklinin icâbı, amel ve ahlakına tabî olan kişide tabiat ve ahlakının değişmesi ol­maz, Yani asılda değişme olmaz. İleride gelecekği üzere, vasıfda değişme olabilir. Asıl hali izah edelim; Mesele); akıllı, ahmak olmaz. Sahi kimse, pahıl olmaz. Şecaatlı kişi, korkak olmaz. Keza bunların akside tab'an ve adeten değişmez. Yaratılış cibiltiyyet ve kâbiliyyet ne ise öyle olur. Asıl cibillî ahlâk değişmez. İnsanın içinde karar eder. İnsanın tabiat ve cibilliyetinin İcabı, nefsinde kararh ve dâima görülen veya görülebilecek ofan hallerin beyanı bâzı âyeti kerime ve hadisi şerif-İerdede açıklanmıştır. Bir âyeti kerimede şöyle buyurulmuştur: «Öfkelerini yutanlar, takva sahipleridir.» (Ali imran sûresi, 134) Bu âyeti kerimede «öfkelerini yutanlar. » buyurulmuşturda «Öfkelerini yok edenler.» denilmemiştir. Ayeti kerime de beyan edildiği üzere, öfke ve kazabı tamamen yok et­mek zikredilmeyorda,, öfke ve kazabı yutarak kötülüğü önleyenlerin fazile­tinden bahsediliyor. Demek oluyor ki. Kötü ahlâkdan olan gazabın aslını söküp atmak im­kânı olmayor veya olmayacak da, o öfke ve gazab dururken zararını önle­mek için öfkenin yutularak sabra tahvil etme imkânı oluyor veya öyle ola­bileceği beyan buyuruîuyor. Diğer bir âyeti kerîmede de tabiat ve cibilliyetin sabitliği şöyle Deyan buyurulmuştur: «(Ey habîbim!) Deki, eğer siz, Rabbimin rahmet hazînelerine sâhtb ol­saydınız, o zaman harcayıp tüketmek korkusuyla muhakkak cimrilik ederdi­niz. İnsan (tabiat ve cibilliyeti İcabı) çok cimridir.» (fsrâ sûresi, 100} Ayeti kerime de beyan edildiği üzere, insanın mayasında tutuculuk ve mal, müfk makam ve mansıb hırsı vardır. Bir hadisi şerifde de şöyle buyurulmuştur: «Eğer Adem oğlunun, iki dere dolusu altını olsa, üçüncü dereyi arzu eder, Adem oğlunun kursağını, ancak toprak doldurur. Tevbe edib hırsa ka-pilmayanların tevbesıni, Allâhü teâla kabul eder.» [70] Ataların bir sözü vardır: «Can çıkmayınca, huy çıkmaz.» Ataların diğer bir sözieride şöyledir: «Asıl azmaz. Her şey aslına çeker. Her şey aslına rucû eder.» Bu sözlerde, cibilliyet ve tabiatın aslı değişmeyeceğini beyan eden hadî­si şerifin hükmüne muvafıkdırlar. İnsanın cibilliyet ve tabiat esâsına dayanan asıl mayası ve aslı esası değişmez. Fakat yaşantı ve dış âlemle ilgili görüntülerde ki, ahlâkî hayatta değişme olabilir. Yani yaratılışı olan aslı ve iç güdüsü ki kaderi ilâhiye da­yanan esaslarda değişme ve tebdil veya sabit olmak gibi haller ne ise, o şe­kilde tecellî eder. Aslî oian şeyde her ne kadar değişme olmaz isede vasfî olanlarda irâde ve çalışmanın esâsına dayalı şekilde tezahür ederek de­ğişme olur veya olabilir. Vasfî olan ahlâkın değişmesi ve tebdil? mümkindir. Netekim bir âyeti kerîme de şöyle buyurufmuştur: «Şüphesiz Allâhın (küfür ve mâsıyetten) temizlediği kimse, (korktuğun­dan) kurtulmuştur» (Şems sûresi, 9) Diğer âyeti kerîme meali şöyledir : «(Habîbim!) Sen bağışlama yolunu tut, iyiliği emret ve cahillerden yüz çevir.» (Araf sûresi, 198) Bu ayeti kerîmelerde ve bu ayeti kerîmeler gibi pek çok ayeti kerîme­lerde insanların, hem kendi nefislerini ve hem başkalarını isiah edib düzelt­mekle emrofunmaları, kötü ahlakın tebdil ve teğyîrinin mümkün olduğunu açıkça beyan etmektedir. Şu halde asıl maya ve tabîat her ne kadar değişmez isede, dış alemle ilgili ahlâkî.yaşantı ve düşüncelerin değişebileceği gayet açık şekilde be­lirtilmiştir. Vâzu nasîhat, talim terbiye, iyilerle teşriki mesâi ve ıslâhı nefis gibi hareketler, «Din nasihattir» esâsına dayalı olarak yaşamak ve ahlakın güzelleştirilmesi için gayretler dînin en güzel icraat işlemidir. Bir hadîsi şerifde şöyle buyurulmuştur: «Ahlakınızı, güzelleşiriniz.»[71] Diğer hadîsi şerif meali şöyledir: «Ey Allahım! Yaratılışımı güzel halk ettiğin gibi, Ahlakımı da güzelleş-tir.» [72] Calibi dikkat bir hadîsi nebevide de şöyle buyurulmuştur: «Rabbim beni terbiye ettiği için, güzel terbiye etti.»[73] Yukarda naklettiğimiz iki yönlü hükümleri okuyarak rasûlü Ekrem efen­dimizin mübarek .sözlerini iyi anlayalım. Tezat halinde hükümler olduğu ze-hâbinden kendimizi böylece kurtaralım. Şayet dikkat etmez iyi araştırmaz isek, belki yanlış hüküm veririz ve sevgili Peygamber efendimizde veya onun beyanlarında eksiklik arayanlar sırasına gidebiliriz. Bu ise, çok ve çok teh­likeli ve sapıklıkdır. Bir âyeti kerîmede şöyle buyurulmuştur: «Ey îman edenler! Allahdan korkunuz ve sâdıklarla beraber olunuz.» (Tevbe sûresi, 119) Peygamber (S.A.V) efendimizde şöyle buyurmuştur : «Kişi, arkadaşı­nın dîni üzeredir. Binaenaleyh sizden biriniz kimle arkadaşlık yapıyor, ona iyi baksın.» [74] . Yine denilmiştir : «Tabiat tabiattan çalar, sahibinin haberi bile olmaz.» Halk arasında : «İnsanı, akranı azdırır.» denilir. Hülâsa mümin, mazbut ve iyi ahlak sahibi olmak için, ahlakını güzelleş­tirici amelleri işlemesi ve güzel ahlaklı kimselerle taşrîki mesâide bulunması lâzımdır. [75] Tercümesi : 124- (46) Ümmü seleme (R.A) den mervîdir, dediki: «Ya Resûlellah! (Hayberde) yediğin zehirli koyundan meydana gelen elem, senenin hepsinde sende tesiri görülüyor, hiç ayrılmıyor.[76] — Resûlülfah buyurdu : «O koyundan olan şey (Zehir), bana isabet etmemiştir. Ancak Adem balçık halinde iken benim hakkımda yazılmış olan elem bana tesir etmiş­tir.» [77] İzahat Râvî Ümmü Seleme (R.A), Peygamberimiz efendimizin hanımlarından, dolaysıyie vâlidelerimizdendir. Ebi ümeyyenin kızıdır. Peygamberimiz bu vâlidemizide dul olarak nikahlayıp almıştır. Hicretin dördüncü nenesi şev­val ayında izdivaç buyurmuştur. Vefatı, hicretin elli dokuzuncu senesinde seksen dört (04) yaşında Medine-i Münevverede vuku bulmuştur, kabri şerifi Cennetül Bakîdedir. Hamdü senalar olsun ziyareti acizanem olmuştur. Allah razi olsun ve şefaati­ni nasib buyursun. Amin. Bu hadîsi şerifde şu âyeti kerîmeye işârst buyurulmuştur: «{Zelzele, kıtlık ve kuraklık gibi şeyler) ne yerde, ne de (zehirlenme, hastalık ve musibet gibi) nefislerinizde bir musibet başa gelmez ki, ancak bılz onu yaratmazdan evvel o bir kitabda (levhi mahfuzda - Aliâhın ilminde yazılmıştır. Şüphesiz bu, Aİlaha göre kolaydır.» {Hadîd sûresi, 22) [78] (4) Kabir Azabının İsbati Babı Birinci Fasıl 125 - (I) Berrâ ibnj Âzib (R.A) den rivayet olunduğunu göre. Resûlül-llah (SAV) buyurdu: «Müslüman, kabirde sual olunduğunda, Alfandan başka iiah oimadığı-na ve Muhammed-in Allahın Rasûlü olduğuna şehâdet eder. İşte bu (rnüs-lümanın şehâciet hükmü), Allâhü teâlanın şu kavli şerifidir ; Allah (c.c.) mü­minleri hem dünyada ve hem Öhirette (kabirde) sâbiî söz!o (şahadet keli­mesi ile) tevhide bağlı kılar.» Diğer rivâyetde Resûlüllah (S.A.V) şöyle buyurdu :[79] «(Allahü teâlantn,) Allah, müminleri hem dünyada, hem âhiretde (ka­birde) sabit sözle (şehâdet kelimesi ile) tevhide bağiı kılar, kavli şerifi kabir azabı hakkında nazil olmuştur. Mümine kabirde danlr: Rsbbin kîm? Hemen oda, Rabbim Allah, nebim Muhammeddİr, der.» [80] İzahat Râvi Berrâ ibni Âzib kimdir? Hz. Berrâ ibni Âzib (R.A), Medine-i münevvereü Enseri kiromdandır. Bu zatın babasıda sâhâbe-i kiramdan idi. Künyesi, Ebü umâretül Ensârîdir. Küfeye Hz. Alinin yanma nakli me­kan etmişti. Hz. Ali (R.A) ile cemel ve sıffîn muharebelerinde hazır bulun­muştur. Ve kendisi Küfede vefat etmiştir. Kendisinden pek çok kimseler. Hadis rivayet etmiştir, ASah ondan razı olsun. Yukardaki hadisi şerifde beyan edildiği üzere, Ahiretin ilk evi ve mekâ­nı olan kabirde, sual, cevab, seâdet veya azab olunacağı beyan buyurul-maktadır. Müminler, îrad edilen suâle karşı iyi cevab ve şehâdetde bulu­nacaklarını cenabu hak haber veriyor. Ve kabirde ilk sualin, Allahın varlığı, birliği, mabûdû hakîki olduğu, on­dan başka bir ilahın olmadığı ve Muhammed Aleyhisselâmtn onun kulu ve Resulü olduğuna şehâdet hususunda olacağı açıklanmıştır. Kabirde Allahdan ve Peygamberlerden sual edenler© karşı müminlerin rahatlıkla iyi cevab verebileceği hem âyeti kerime ve hem hadisi şerifde beyan edilmiştir. Fakat kâfir ve fasık müminlr, kabirde sual soran Melek­leri, görünce onları, korku, heyecan ve hayret etme halinin galebe calip cevab vermede şaşkınlığa kapılıp iktidarları kalmayacaktır. Bilhassa kâfir­ler, hiç cevab vermeyip hapt olup kalacaklardır. İşte bu sebebden kâfirler, kabir azâbtnı muhakkak surette görecekler. dir. Âsî müminler ise, ilahi afve nail olmazlarsa, onlarda kabir azabını gö­receklerdir. Kabir sıkması ise, her ferde şâmildir. Kabir sıkmasını görmeyen kim­se olmayacaktır. Ancak kâfir ve zalimlerin kabir sıkması, kuvvetli iki şeyin arasında ezilip pestil halini alarak et ve kemikler bir birine geçerek sıkışıp perişan olanlar gibi, kabir sıkışacak onlarda böyle perişan olacaklardır. Müminleri kabir sıkması ise, bir ananın yavrusunu kucağına alıp sev­gisinden dolayı sıkıştırması gibi olacaktır. Kabir azabı hakkında ehli sünnetin delil olarak naklettikleri delillerden şu âyet meallerimde okuyalım : «Onlar (kâfirler, kabirlerinde kıyamet gününe kadar) sabah ve akşam ateşe arz edilecektir.» Mûmün sûresi, 46 Diğer âyeti kerime meâll: «Biz (azimüşşan), onları (münafık ve zalimleri} iki defa (dünyada ve ka­birde) azablandıracağız. Sonrada kıyamette, büyük bir azaba (ateşe) atılırlar.»Tevbe sûresi, 109 Resûlüllah (S.A.V) efendimiz bir hadisi nebivisinde şöyle buyurmuş­tur: «Kabir, Cennet bahçelerinden bir bahçedir veya cehennem çukurların­dan bir çukurdur.»[81] Diğer hadisi şerifde şöyledir: «Muhakkak kabir, âhiret menzillerinin ilk durağıdır. Bnâenaleyh bir kimse, oranın azabından emin ofur kurtulursa, ondan sonrasıda kolay olur. Şayet o kabrin azabından emin olup kurtulmazsa, ondan sonrası daha eşed olur.» [82]İmamı Azam' (R.A) de Fıkhul Ekberinde şöyle zikretmiştir; «Kabir azabı, kâfirlerin hepsi ve bâzı âsi müslümanlar için hakdır. Ola­caktır.» Evet ölen her insan nereye gömüiürse gömülsün, mutlaka kabir azabı veya kabir nimeti olacaktır. Kâfir ve zalimler, kabir azabına müstehak ola­caklar ve göreceklerdir. Salih ve mülteki müminler ise, kabirde rahmeti ilâ­hiye, cennet nimetlerinden bir hayata kavuşacaklardır. Kabirde, ruhların sahiplerine iadesi veya güneşin tesiri gibi uzakdan tesir ederek bir hayatın olup sevine veya azab görüleceği keyfiyeti îzah edilmiştir. Ölen kimseye, ruhun tesiri veya iade yoluyla hayat bulup kabir ahvalini yaşamasını, uykuda oian insana temsil etmişlerdir. Uyuyan kişi, bir nevi ölü demektir. Ruh çıkmış gibi fakat ruhun kendine tesiri devam ettiği için, uy­kuda iken rüyasında bâzı kimse, çok korkunç şeyler görür, terler. Adetâ savaşmış, mücadele etmiş ve yırtıcı mahluklardan kaça kaça kendisini parçalayacak duruma gelmiştir. Uykudan uyanınca kurtula katır. İşte kabir­de azab gören veya, görecek olan kimse, bu. adama benzetilmiştir. Bu adamcağızın ızdirab ve azabından, dışarda veya yanında uyanık halde bu­lunan kişilerin hiç haberi olmaz. Uykuda zevkli rüyalar görüpde neşelenen adamda, kabirde cennet bahçelerinden bir bahçede zevklenen veya zevklenecek olan kimseye teş­bih edilmiştir. Kabirde ruh olmadığı halde insanın eti nasıl azab göreceği ResûlüÜa-ha sorulduğunda, Peygamberimiz şöyle cevab vermiştir: «Senin dişinde ruh olmadığı halde nasıl ağrıyıb acı duyuyorsan, öylece olacaktır.» Kabir azabının, kafirlerde daimi olmakla -beraber, cuma günleri veya cuma geceleri ve Ramazan ayında kabir azabı kalkacağı beyan edilmiştir. Ancak bu gün ve aylar geçtikden sonra azabın tekrar avdet edip etmeyece­ğinde ihtilaf edilmiştir. Asan olan görüş, kafirlerin kabir azabr avdet edip devam edeceğidir. Kâfirlerden, cuma günü, cuma gecesi ve Ramazan ayında kabir azabının kalkması. Peygamber sallallahü aleyhi vesellem efendimiz hürmet inedir. Yani, kâfirler dahi. Peygamberimizin âleme Rahmet olarak gönderilmesin­den istifade etmiş oluyorlar. Cuma günü veyo cuma gecesi ölen müminler, kabir azabı görmüyecek-leri hususunda beyanlar vardır. Bu beyanlar ulemânın çeşidli delil ve kay­naklardan aldıkları bilgilerin mahsûlüdür. Meraktl felahda Şu mealdeki hadisi şerif nakledilmiştir: « Üç kişiyi Atfifhü teâta kabir azabından koruyacaktır. (O üç kişide şunlardır:) «Müezzin, şehîd ve cuma gecesi vefat eden kişidir.» Cuma babı Merakıl felah tahtavisindede Şu görüşler zikredilmişti'- «Ebül muîn usûlunda dedikj : Ehli sünnet velcemaat dedi; Kabir azabı ve münker, Nekir Meleklerin suâ'i hakdır. Fakat o kabirdeki kişi, kâfir olur­sa, işte bunun azabı ktyameie kadar deva meder. Ancak Peygamber sal­lallahü aleyhi vesellem hürmetine, cuma günü ve Ramazan ayında kabir azabı onlardan kalkar, «Bundan sonra müminlerde iki kısımdırlar. Eğer mümin itaatkar olur­sa, onun için kabir azabı yoktur. Ve fakat kabir sıkması olacaktır. Bu kabir sıkmasının korkusunuda Altahtn verdiği nimete karşı hakkı ile şükredeme-diğinden görüp tadacaktır... «Şayet ölen mümin asi ve günohkar olursa, onun için kabir azabı ve kabir sıkması vardsr. Ancak bu âsî müminden cuma günü ve cuma gecesi Kabir azabı kesilir ve bir daha kabir azabı kıyamete kadar avdet etmez. Eğer o âsî mümin. ouma gecesi veya cuma günü ölürse, kabir azabı ve kabir sıkınası, bir oaat kodar bir şey olur. Ondan sonra ondan kabir azabı kesilir, kıyamete ka­dar bir daha avdet etmez. Mecmaürrivâyei ve tefarhâmyedede böylece dır.»[83] Daha geniş izah Aliyyül kârinin Fıkhul Ekber şerhinde mezkûrdur. Ay­rıca kabir azabı ve kabirdeki diğer ahvaliara âit deiii ve hükümler, hemen ileride gelecektir. Esasen kabir âlemi, âhiret hayatının başlangıcı olması hasebiyle bir nevî gaibdir. Bu âlemdeki hayatın İzahı, âyet ve hadîsi şeriflerdeki beyan lardan ibarettir. Dünya umuruna benzetilemez, kıyas edilemez. Akâid kitablarında bu husus şu ifâde ile açıklanmıştır. «Gâib oian şeyi, şâhid ve hâzır oian şeye kıyas etmek, Fasittir.» [84] Tercümesi : 126 - (2) Enes (R.A) den mervîdîr, dedi: «Muhakkak kul (ölü) kabrine konduğu ve adamları ondan ayrılıp gittik­leri vakit, o kabir sahibi adamlarını ayakkapEarının tıpırdttarını işitir halde iken ona iki tane Melek gelir, hemen onu (kabirdeki kutu) oturturlar ve der­ler : — Muhammed saüallahü aleyhi veseüem olan bu adam hakkında ne dersin? — İşte o sorutan kişi mümin cîursa, hemen ; Ben şehâdet ederimki, elbette o (Muhammed AS), AÜahm kuîu ve Resulüdür,der. Bunun üzerine o kimseye şöyle denir: — Cehennemde oian makamına bak artık ANahü teâla senin o maka­mını cennet makamına tebdil etti. İşte o anda bu kimse, o ,;ki meleği tama-miyle görür. — Şayet o sorulan kimse, münafık ve kâfir olursa, ona denir : Bu adam (Muhammed Aleyhisseiam) hakkında ne dersin?.. — Bunun üzerine Münafık ve kâfir) bilmiyorum, der. İnsanların (Mü­minlerin) dediğini bende (dünyada) der ic'/m : hemen ona : Doğru olanı bil-medin ve gerçeğe tâbi olmadın, denir ve Demirden yapılmış kırbaç şiddetle vuruiur. O vurulan kişi (Kâfir veya münafık) şiddetli bîr şekilde bağırır, onun bu bağrışını insanlarla cinnilerden başka kendisine yakın olan (hayvanlar, melekler ve kuşlar gibi canh) şeyler işitir.» [85] İzahat Hadisi şerifin baş tarafında, kabre konan ölünün kendini kabre getirip koyanların ayak tıpırtılarını işittiği beyan buyurulmaktadır. Bu hükümle ka­birde bir nevi hayata kavuşma keyfiyeti ortaya çıkıyor. Haîta bazı hadisi şeriflerde Ölünün kendini kefenieyeni, namazını ktlanı ve yüklenip gidip kab­rine defneden kimseleri bilir, olduğu zikredilmiştir. Kabirdeki bu şekildeki anlayış, duyuş ve bilme halleri bir nevi hayatın olduğunu ortaya koyuyorki, kabirde mutlak hayat şekli vardır. Ancak hayatın durumu ve mahiyeti açık­lanmamıştır. Kabirdeki hayat hakkında ulema ihtilaf etmişlerdir. Bir kısmı ruhun iadesi ile olduğunu beyan etmişler. Diğer bir kısım bilginler ruhun iadesi ol­mayıp kabirde sual ve cevabları anlayıp cevab verebilecek ve bâzı hal ve hadiseleri anlayıp bilecek kadar bir kabir hayatı (di;...ne şskli) olacağı hu susunu belirtmişlerdir. Böyle ihtilaflı anlayış ve izah ediş şekillerinin ihtilafından dolayı, İmamı Azam Ebû Hanife (R.A) kabirdeki hayat şeklini izah etmeyip tevekkuf et­miştir. Hadisi şerifde, «Ona iki tane melek gelir...» Cümlesinin ihtiva ettiği hükümdede «Münker» ve.«Nekir» ismini alan meleklerin ölüye gelip sual sorup ölünün durumunu tesbit etmeye geleceklerini beyan buyurmakta­dır. Bu meleklerin-isimlerini beyan eden hadisi şerifler hemen ileride gele­cektir. Hadîsi şerifde beyan edilen diğer bir husus da, kabre konan mümin ise, meleklerin suallerine güzel cevab neticesi kabirde kendisine cennet bahçelerinden bir bahçe gösterilerek «işte burası senin mekânın» denerek hemen seâdet hayatına oradan başlayacağı beyan buyurulmaktadır, Hadîsi şerifde münafık ve kâfirier'in suale karşı müsbeî cevab vere-miyecekieri ve bu sebeble de kabir de şiddetli bir azaba duçar olacakları zikredilmektedir. Demirden kırbocın şiddetle vurulması keyfiyetinde ise şu âyeti kerime­ye işaret vardır: «Şu iki sınıf (müminlerlerle kâfirler}, Rablerinin dîni hakkında bir bir-leriyie davaya kalkışan1 iki hasımdır. — İşte o kâfir (ve münafık) olanlar için ateşten kaftanlar biçilmiştir. (onların) başlarının üstünden kaynar su dökülür. — Kaynar su ile karınlarında olan şeyier ve derileri eritilir. — Onlar için birde demirden kamçılar var. —- Her ne zarnan onun (Gteşin) ;zd ırasından ateşten çıkmak isterle.-ser yine (o demir vurularak) içine döndürülürler. Ve onlara : Haydi tadın yangın azabını, denir.» (Hac sûresi, 19-22) Bir az yukarda geçtiği üzere, kabir seâdetli ve iyi olursa, âhiretin di­ğer safhalarıda iyi olur. Allah muhafaza, kabir hayatı kâfir ve münaffkia-rın uğrayacakları kötülüklerle dolu olursa, âhiretin diğer safhalanda çok kötü ve perişn olur. Cenabu hak, bütün >müslüman kardeşlerle bizleri, kabri mes'ud olup âhiretin diğer saflarıda mes'ud ve iyi olanlardan eylesin. Amin.
127 - (3) Abdullah bin Ömer (R.A) den menfidir, dedi:
Resûlüliah (S.A.V) buyurdu :
«Sizin biriniz öldüğünde kuşluk ve akşam (Sabah, akşam) ona (ölen kimseye) mekanı arz olunur. Eğer o ölen kimse, cennet ehlinden İse, onun mekanı (ve makamı) da, ehli cennet mekânıdır. Ve eğer o öten kimse, Ce­hennem ehlinden ise, mekanıda, cehennem ehlinin mekânıdır.[86]
— İşte bu şekilde arz etme hati o odama:
«Seni Allahü teâla kıyamet gününde dinlenceye kadar, işt® mekânın budur, denir.» [87]
Tercümesi:
128 - (4) Aişe (R.A) den rivayet olunduğuna göre,
«Yahudi b.ir kadın Aişenin yanına girdi. Kabir azabını zikretti, hemen vahûdî kadın Aişe (R.A) ye dedi ki : Allah (c.c.) seni kabir azabından mu­hafaza etsin.
— Bunun üzerine Aişe (R.A), Resûlüüah (SAV) e kabir azabından
— Resûlüliah (S.A.V) de : Evet, kabir azabı hakdır, buyurdu.»[88]
— Aişe (R.A) : Ondan sonra Resûlüliah sallalfahü aleyhi veseiieml her namazdan sonra daima kabir azabından Allaha sığınır gördüm dedi.» [89]
Tercümesi:
129 - (5) Zeyd bin Sabit (R.A) den mervîdir, dedik!:
«Resûlüliah (S.A.V) aramızda Beni neccâra (ensardan bir kabileye)
ait bahçede onun bir dişi katın üzerinde idi. Bizde onunla beraber idik. O
halde iken dişi katır ürktü nerede ise, dişi katır onu (Resûlüllahı) üzerinden
düşürüyordu. Hemen o halde iken attı veya beş adet kabir, zuhur ediverdi.
— Bunun üzenine Resûlüliah (S.A.V) : 3u kabirlerin adamlarını kim bili;-? dedi.
— Bir adam ben dedi.
— Resülüfiah (S.A.V) «Ne zaman öldüler?» dedi.
— O adam : Müşrik oldukları halde öldüler dedi.
— Resûlütlah (S.A.V) «Şüphesiz bu ümmet, kabirlerinde imtihan olu­nur. Eğer defn olunma salardı, kabir azabından benîm işittiklerimden İm­tihan olunanları size işittirmesi İçin Aİlahü teâlaya dua ederdim, dedi, Sonra Resûlülfah bize doğru döndü ve şöyle dedi:
«Kabir azabından, Ailaha sığınınız.»
— Ashabı kiram dediler: Kabir azabından ANaha sığınırız.
— Resûlüllah (S.A.V) dedi :
«Gizli ve aşikâr fitneden, AMöha sığınınız,»
— Ashabı kircm dediler : Gizli ve aşikar fitneden Allâha sığınırız.
— Resûlüllah (S.A.V) dedi : «Deccâlın fitnesinden, Allâha sığınınız.»[90]
— Ashabt kiram dediler : Deccâlın fitnesinden Allâha sığınırız,» [91]
İzahat
Ravî Zeyd bin Sabit (R.A) kimdir?
Hz. Zeyd bin Sabit (R.A), Peygamberimizin vahy kâtiblerinin en efdait, sahabenin en fakihlerinden ve ferâiz ilmini en iyi bilenlerinden idi. medînei münevvereli ensardandır.
Peygamber efendimiz Medİne-i münevvereye hicret ettiği zaman, Hz. Zeyd bin Sabit onbir yaşlarında idi. Küçük yaşlı olması hasebiyle Bedir mu­haberesine iştirak edememiştir. Fakat Uhud muharebesi ile diğer muhare­belerde haztr bulunmuştur.
Hz. Ebû Bekir (R.A) zamanında Kur'am kerimi cem edenlerin birisi idi. Hafızı kur'an olan bu zat, Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer zamanında Hilâfete zaman zaman vekil bırakılmıştır, Hatta Hz. Osman da bu zatı hilâfete vekil olarak biraktıkları olmuştur. Demek oluyorki, bu zot, ilim, dirayet ve idâri yönden sahabenin en şereflilerinden birisidir. Hz. Osman zamanında Bey-tulmalın memuriyeti, buna verilmiş idi,
Kur'anı kerîmi mushaft şerife nakletmek, yine Hz. Osman zamanında bu zat tarafından icra edilmiştir.
Peygamber efendimizden doksan iki (92) hadisi şerif rivayet etmişler­dir. Ve kendisinden pek çok kimseler hadis rivayet etmiştir.
Vefatı, Hicretin kırk beş (45) inde elli altı (56) yaşında Medîne-i mü­nevvere de vuku bulmuştur. Allah ondan râzî oisun.
Hadîsi şerifde Şirk üzere ölenlerin cehennemde oldukları beyan bu-yurulduktan sonra, Kabir azabından, fitneden ve Deccâlın şerrinden Allâha sığınmanın ehemmiyeti zikredilmiş ve ashabı kiram efendilerimiz de hemen peygamber efendimizin tavsiyesine ittibâ ederek Allâha sığınıyorlar. Bizler için çok uyarıcı bir husustur. Cenâbu hak bu tavsiye ve uyarılara dikkat edenlerden kılsın. Amin. [92]
Kabir Azabı İle İlgili İkinci Fasil
Tercümesi :
130 - (6) Ebî Hüreyre (R.A) den mervîdir, dedi:
— Resûlüllah (S.A.V) buyurduki:
«Ölü kabire konduğu vakit, siyah yüzlü ve gök gözlü iki melek o ölüye gelirler. Bu Meleklerin birine «Münker,» diğerine «Nekir» denir.
— Bu iki Melek : «Bu adam (Muhammed Aleyhisselâm) hakkında ne dersin?, derler.
— Hemen o ölü : O adam, Allahin kulu ve Resulüdür, Allahdan başka ilah olmadığına ve Muhammed'in Allanın kulu ve Resulü olduğuna şehâdet edirim, der.
— Bunun üzerine o iki Melek : Biz biliyoruz, sen bunu daha evvel söy­lerdin, derler. Bundan sonra o kulun kabri yetmiş arşında yetmiş arşın (yani, çevresi yetmiş arşın) genişler, sonrada o kabrin içi nurlanır (nurla doldurulur). Sonra o kula : Uyu denir.
— Bu söz üzerine o kul : Ehli i yalıma deneyimde onlara bu hali haber vereyim, der.
— İşte o anda iki Melek derlerki : Zifaf gecesinde uykudan sevgili ehli, muhabbet ve sevgi ile kaldırmadıkça uykuya dalan gelinin uyuması gibi, uyu, tâki Allahü teâla onu yatağından diriltip kaldırıncaya kadar (uyu, derler).
— Şayet iki Meleğin geldiği o ölü, münafık olursa, o münafık : İnsan­lardan işittim, onlar bir şeyler derlerdi, bende onların dedikleri gibi derdim, bilmiyorum, der.
— Bunun üzerine o iki Melek ; Biz seni daha eyveS bilirdik, sen böylece derdin, derler.[93]
Yere) den irk i : Bunun üzerine kavuş bunu sıkıştır. Hemen yer, onun üzerine kavuşur, onu sıkıştırır. Bu sıkıştırma ile o ölünün kemikleri bir bi­rine girer {âdeta pestil halinde sıkıştırır), bu sıkıştırma hâli, Allahü teâfantn onu yatağından tekrar diriltip gönderinceye kadar azab olarak devam eder.» [94]
İzahat
Yukardaki hadîsi şerifin uzun cümle ve İzahlarında münker, nekir me­leklerinin kabirde suale çekecekleri ve onların suallerine mümin olan ktm-seierin rahatlıkla cevab verebilecekleri ve meleklerin onlara iyi şehâdet edip nimete devamlarını tebşir ediyorlar.
Şayet ölü münafık ve kâfir olursa, cevab veremeyecekleri ve kabirde şiddetli sıkma ile azab olunacakları beyan buyurulmaktadır.
Ayrıca kabirdeki seâdet ve nimete kavuşan müminlerin, dünyaya dö­nüp ehil (yalına o nîmetten haber vermek için taleb edeceğini ve fakat izin verilmeyip huzur ve seâdet içinde tekrar mahşere dirilip gelinceye kadar uykuda devam etmeleri söylenecektir. [95]
Tercümesi
131 - (7) Berrö İbni Âzib (R.A) den rivayet olunduğuna göre, Resulü!-!ah sallallahü aleyhi vess'İem dedik!:
«(Kabre konan kimseye)' iki melek getir, onu olurdurlar ve o kimseye : Rabbtn kim? derler.
— Bunun üzerine (Mümin) ı Rabbim Allah, der.
— Melekler tekrar o kıîmseye : Dinin nedir? Derler.
— Hemen o adam (mümin), dinim îslamdır, der.
— Melekler yine derlerki : Size gönderilen bu adam (Muhammed Aiey-hisseiam) kimdir?
— O ölü derki: O adam, Altohın Resulüdür.
— Melekler derlerki: Sana bu haber nereden yetişmiştir?
— O kimse derki : Allanın kitabını okudum ve tasdik ettim, işte o da şu kavli ilâhidir.
«Aİlah, müminler^ hem dünyada, hem âhsrette (kabirde) sabit sözle (ke-lime-i şehâdet İle) tevhide bağlı kılar.» (İbrahim sûresi, 27}
— Resûlüilah (S.A.V) dediki:
«Semâdan nida eden bir nidaci, (hak tarafından) şöyîe nida eder : Ku­lum doğru söyledi, onun için o kuluma cennet yataklarından bir yatak seriniz ve cennet elbiselerinden bîr elbise, giydiriniz ve ona cennete acilen kapıyı açınız, kapıda hemen açılır.
— Resûlüilah (S.A.V) buyurdu : O adama cennetin güzel yeli ve müba­rek kokusu gelir ve o adama gözünün yetişip görebildiği mikdarda kapri ge­nişletilir.
— Fakat © öien kişi kâfir İse, işte onun ölümünü Resûlüilah zikretti, de-
«Kafirin ruhu cesedine avdet eder ve iki melek gefir, onu oturturlar,
— Hemen kâfir der : Hey hey, bilmiyorum!
— Bunun ürerine melekler derler ; Size gönderilen bu adam {Muham­med Aleyhisselam) hakkında ne dersin?
— Hemen kâfir der : Hey heyki ben bilmiyorum!
— İşte bu anda hemen semadan nida eden bir nidacı şöyle nida eder : Bu kâfir yatan söylemiştir, bu sebeble buna cehennem döşeklerinden bir dö­şek seriniz ve cehennemin kapısını bu adama açınız.
— Resûlüilah (S.A.V) dediki : Bu kâfire cehennemin harareti ve sıcak rüzgârı gelir.
— Resûtüllah (S.A.V) buyurdu : Kabir o kâfiri öyle sıkarki, nerede ise, kemik ve etlerini bir birlerine katar. Sonra ona kör ve sağır oian zebani (hiç bir şeye kulak verip görmeyen, azgın zebânî) musallat olur. O zebanide de­mirden yapılmış kırbaçda beraberdir. Eğer o kırbaç bir dağa vuruisa, o dağ dağılarak toprak olur. İşte bu kırbacı o zebânî, o kâfire bir vurdumu, insanlar ve cinnilerden başka doğu batı arasında ki bütün varlıklar o kırbacın sesini işitir. Hemen o kâfir, toprak olur. Ondan sonra ruh, tekrar o kâfire iade olu­nur (yani, tekrar yine diriltilir, azabı böylece deva meder).»[96]
Tercümesi
132 - (8) Osman (R.A) den rivayet olunduğuna göre, (Hz. Osman} çok zaman bir kabrin başında durdumu, sakalı ısianıncaya kadar ağlardı. Kendisine denildiki : Bu kabjr, cennet ve cehennemi hatırlatıyor, bu sebeb-den ağlamalısın ve bu kebirden içinmi ağlarsın?!.
— Bunun üzerine Hz. Osman dedi : ResûlüMah (SAV) buyurmuştuki :
— Muhakkakkî kabir, Ghiret mekanlarından ilk mekandır. Binaenaleyh bîr kişi burada kurtuluşa nail olursa, bundan sonrası buradan daha kolay olur.»
— Şayet bir kimse, burada (kabirde) necata kavuşamazsa, bundan sonrası, buradanda eşed olur.»
— Osman (R.A) dedi,
— Resûlüilah (S.A.V) buyurdurki:[97]
«Kabirden daha korkunç bir manzara (mekan ve mevzi!) görmedim. An­cak orayı en korkunç yer gördüm,» [98]
Tercümesi
133 - (9) Yine Osman (R.A) den mervîdir, d f; diki:
— Resûlüllah (S.A.V) ölüyü defnedip fariğ olduğunda o ölünün başın­da dururdu ve derdik!:
«Kardeşinize istiğfar ediniz, sonra ona kavli sabit için (Kelime-i tevhidi söylemesi için) dua ediniz. Zira şu anda o, sual olunmaktadır.» Ebû Davud[99]
İzahat
Bu hadîsi şerîfde, kabre konulan bir mevtanın mağfireti için dua etmenin iyi bir vazife ve amel olduğu beyan buyurulmaktadır. Her ne kadar açıkça telkin meselesini beyan etmeyorsada, kabre konan mevtanın sual olunacağı ve bu suale sabit ve iyi bir şekilde cevab verebilmesi İçin, ölü hakkında ha­yırlı dua edilmesi hususunun tavsiye buyurulması, bir nevî telkindeki dilek ve temennilerin icrası beyan buyurulmaktadır.
Aslında kabirde telkin merasimi yoktur. Hatta Bid'attır. Fakat yukardaki hadîsi nebeviler gibi muhtelif hadîsi şeriflerin hükümlerini tatbik etmek key­fiyeti, ölüye bir nevî hayır dua ve istiğfar olduğunu beyan ederek müteahhi-rîn âlimleri, telkini güzel görmüşlerdir.
Netekim bu hususdaki mes'elenin yönleri, Fıkıh' kitabiarında beyan edilmiştir. Bilhassa «Mülteka tercümesi» adlı eserimizin cenaze bahsinde kısa yoldan İzah edilmiştir.
Şârih Aliyyülkâri şu hükümleri zikretmektedir:
İmamı Şâfi-Î ve ashabına göre, kabirdeki ölünün yanında Kur'andan âyetler okumak müstehabdır.
Şâfi-Î Alimleri ise, dedilerki : Kur'anı kerîmin tamamını öiünün huzurun­da yani, mezarının başında hatmetmek güzeldir.
Beyhakî-nin süneninde de şöyledir : Ölü defnedildikten sonra kabrin başında süre-i Bakaranın başını ve sonunu okumak, ibni Ömer {R.A) a göre müstehabdır.
Bir rivayette de, süre-i Bakaranın evveli, ölünün başında ve sonu ölünün ayak ucunda okunur [100]
Hulasa her ne şekil ve surette olursa olsun, ölüye kabri başında ve ka­bir ziyareti ânında dua, istiğfar, teşbih, tehlil ve iyi dileklerde bulunmak iyi­dir. Ölüye mutlaka fâidesi vardır.
Daha geniş malûmat, Akâid kitabiarında mezkurdur. [101]
Tercümesi
134 - (10) Ebİ Saİd (R.A) den mervidir, dedi:
— Resûlüllah (S.A.V) buyurdu :
«Elbet kâfire, kabrinde doksan dokuz adet büyük yılan (zebani) musal­lat olur. O büyük yılan, o kâfiri kıyamete kadar ısırır ve sokar. Eğer o büyük yılandan bir tanesi yer yüzüne üfleyip ağzının rüzgarı vasıl olsa, o yerde hiç yeşillik bitmezdi.» Dârimî, Tirmizi buna mümasil rivayet ettiği hadisde «dok­san dokuz» yerine «yetmiş» diyerek rivayet etmiştir. [102]
İzahat
Hadîsi şerifde geçen doksan dokuz zebânî hakkında bâzı îzahîar yapıl­mıştır. Biz de onlardan bir kısmını açıklamaya çatışalım.
Evvelâ «Tinnîn» kelimesinin «Büyük yılan, cehennem zebanilerinin bü­yüğü» olarak açıklandığını hatırlayalım. Sonra Zebaninin niçin doksan dokuz olduğu cihetini öğrenelim.
Zebaninin doksan dokuz olması, Cenâbu hakkın doksan dokuz ismi ilâ­hisi vardır. Kâfir olan kişi, Aİiâhü tealaya doksan dokuz ismin karşıhğındq doksan dokuz çeşit küfür ve şirk isnadında bulunmuştur. Ceza amelin cin­sinden olması hasebiyle, Kâfire de doksan dokuz adet büyük yılan Zebânî kabrinde azob etmeye başlayarak cezasını çektirmektedir. Yâni her isim karşılığında bir zebânî musallat kılınarak azablanacaktır.
Yahut Cenabu hakkın rahmeti ilâhîsinin tecellîsi, yüz (100) derecedir. Yüz derece rahmeti ilahîsinden bir derecesini dünyada kullan üzerine ve varlıklara lütfetmiştir. O bir derece rahmeti ilâhinin tecellîsinin şum-'ılü ila insanların bir birlerini sevmesi, kan ile kocanın mehabbetleri, ananın ycv-rulartnı sevmesi, vahşî hayvanların dahî yavrularını korumaları, büyüklerin küçüklere şefkat etmeleri ve küçüklerin, büyüklere hürmet ve saygıda bu­lunmaları ve bunların emsali iyiliklerin cereyan etmesi, hep bir rahmeti ilâhînin tecellîsidir.
Yüz derece rahmeti Hâninin doksan dokuzu, ahirette tecellî edecek ve doksan dokuz rahmeti üâhînin hebsi müminlere yayılıp şümullanacaktır.
İşte müminlere tahsis edilip şumullanacak olan doksan dokuz derece töhmeti ilâhînin karşılığında, kafirlere de doksan dokuz büyük yılan Zebanı, azab etmek üzere musallat kılınmaktadır.
Bu görüş ve izahları, fbni melek de aynı şekilde beyan etmiştir
îmcms gazaîî merhum ise. Kâfire yapılan bu kadar adet yılanın azabı, kötü ahlakın adedi o kadardır da onun içindir, demiştir. Yâni kötü ahlak-ın adedi. Doksan dokuz, olduğundan ve Kâfir o kötü ahlakın hepsini işlediğin­den, her kötülük karşılığında bir büyük yılan takdir edilib azablandınlıyor.
Her ne suret ve sebebie olursa olsun, kâfir mutlaka kabrinde bu cezayı çekecek, ahîretin ilk evi ve menzili olan kabirde azablanmaya böylece baş-İayıp cehennemde ebedî olarak azabı devam edecektir. Cenabu hak, küfür üzere ölmekten cümlemizi koruyup İman üzere ölmemizi nasib buyursun. Amin. [103]
Kabir Azabı İle İlgili Üçüncü Fasıl
Tercümesi
135 - (II) Câbir (R.A) den mervîdir, dedtki:
«Sâd ibni muaz-ın — Muoz oğlu Sâd-in vefatından onun yanına Resulü Ekrem salfallahü aleyhi vesellemle beraber çıkmıştık. Resûlüllah {SAV} Sâd-in cenazesini kıldı, cenaze kabrine kondu ve üzeri örtüldükten sonra Resûlüilah (S.A.V) teşbih getirdi. Bizde aynı teşbihi getirdik. Sonra tekbir getirdi, bizde tekbir getirdik. Bunun üzerine denildik! : Yâ Resûlüllah! Niçin teşbih getirdin, sonra tekbîr ettin?[104]
— Resûfüllah (S.A.V) buyurduki:
«Bu sâlih kulu kabir o kadar acâib sıkmıştı (onun o hâline muttali dun­ca ben teşbihe, tekbire devam ettim, sizde devam ettiniz) Nihayet Ailahü teâlâ ondan o kabir sıkmasını kaldırdı.» [105]
İzahat
Bu hadisi şerifde belirtildiği üzere, ölen kimse, ne kadarda salih vo iyi olsa, mutlaka kabir sıkması olacaktır. Sahabenin en salihisrinden birisi olan Hz. Sâd, kabir sıkmasını görmesi hâlinde ondan sonra gelen her sâlih ve iyi kimsede bu hali mutlaka görecektir.
Evst kabir azabı, saiih kişilere olmayacak, fakat kabir sıkması olacak­tır. Kabir sıkması, kabir azabı gibi değHdir. Her biri ayrı ayrıdır. 125. Hadisi şerifin izaht ile 131. hadisi şerifin meâîini okumak lazjmdır ve birde hemen şu aşağıdaki hadisi şerifi okuyalımda, Hz. Sâd-in dâhi kabir sıkmasından kurtulmadığı hâli düşünelim.
Düşüneümrie, kabrin her türlü ızdırabından korunma yollarını ve Kabir de yatanlara hayırlı dua ve istiğfarda bulunmayı ihmai etmeyelim. [106]
Tercümesi
136 - (12) Ömerin oğlu Abdullah (R.A) den mervtdîr, dedi:
Resûiüllah (S.A.V) buyurdu :[107]
«(Bunun yani, Sâd'in ölümü) için arşı alâ titredi, unun için sema kapılar* (Rahmet inmek için gök kapıları) açılmıştır ve yetmiş bin melek cenazesine hazır olmuştur. Böyle iken yine sâd-j, kabri o kadar acâib bir sıkma ile §ik-dt, sonra o hal ondan kaldırıldı.» [108]
Tercümesi
137 - (13} Ebu Bekirin kızı Esma (ft.A) den mervîdir, demiştir:
Resûîüllah (SAV), hutbe okumak üzere ayağa kalkdı, bir kişinin ibtild
olunacağı kabrin fitnesinden bahsetti. Resûlüllah (S.A.V) bu hali zikredince, müslümanlar acâib bir şekilde feryadı figan ettiler.» Buharı böylece rivayet etmiştir
Mesâide şunu ziyâde etti. Benimle Resûlüllahın kelâmını anlamama âit Öğle bir hal ortaya çiktıki, vaktaki onların feryadı sükûnet buldu, hemen bana yakın olan adama dedim : Allah sen] bu amelinde mübarek etsin,! Re­sûlüllah (S.A.V] sözünün sonunda ne dedi?
— O adam dedi: Resûlüllah (S.A.V) buyurdu :
«Bana vahyolunduki, Muhakkak siz, yakında deccalın fitnesi ile kabir­de fitnelenirsiniz.» [109]
İzahat
Râvı Esma binti Ebi Bekir (R.A) kimdir?
Hz. Esma (R.A), Hz. Ebû Bekir (R.A) in kızı, Abdullah bin Zübeyrin anne­si, Dolaysiyle Zübeyr bin Avvam (R.A) in hanımı saliha bir hanım idi. Mekke-i mükerrerne de müslüman olmuştur. Müslümanların on seKizıncısı pıaugu beyan edilmiştir. Hz. Aişe validemizin kız kardeşidir. Hz. Aişe validemizden on beş yaş büyüktür.
Çok zaman kadınların mesele ve dertlerini bizzat bu hanım Peygamberi­miz efendimize getirir anlatır ve cevâbını alır kadınlara İzah ederdi.
Hz. Esma (R.A), oğlu Abdullah (R.A) in haccact zalim tarafından Mekke-i mükerreme de mancınık-a asıb şehit olmasından sonra on veya yirmi (20) gün sonra yüz (100) yaşında hicretin yetmiş üç (73) tarihinde Mekke-i mü­kerreme de vefat etmiştir. P^k çok kimseler kendisinden hadîsi şerif rivayet etmiştir. Allah ondan râzî olsun.
Haccacı zalim tarafından oğlu Abdullah (R.A) in, ne şekilde ve ne za­man öldürüldüğü ve annesinin neler söylediğini öğrenmek İsteyenler, (Meh­met Zehni merhumun «ElhakaiK» eseri ile «Meşâhirunn'sâ) adlı eserine mü­racaat etmeleri gerekir.
Hadîsi şerifde kabir de çok acaib bir fitne ile karşılaşılacağı beyan bu-yurulmuştur. O kabir de olacak fitneyi duyan sahabe, feryadı figan ediyorlar ve resûlüllahın sözünün sonu bile gürültüden anlaşılmayor. Hz. Esma (R.A} kendisine yakın olan bir zata resûlüllahın sözlerinin sonunu soruyor. O adam da ResÛIülIahın kabir de Deccalın fitnesi ile karşılaşılacağından bahsetmiş olduğunu beyan ediyor.
Bu son cümleden de anlaşıldığı üzere, Deccalın fitnesi çok kötü ve fena bir fitnedirki, kabir de dahi onun fitnesi-insanı rahatsız edeceği veya onun fitnesi gibi çok acaib fitnenin kabirde de cereyan edeceği beyan buyurul-muştur.
Bir az ilerde Deccalın çeşit ve fitnelerinden bahsedilecektir. Aynı za­manda yukarda ikinci hadîsi şerifin altında kısada olsa Deccal hakkında îtikâdî yönler zikredilmiştir. Orayı da tekrar okumak faydalı olur. [110]
Tercümesi
138 - (14) Câbİr (R.A) den rfvâyeî olunduğuna göre, Resûlüîlah (S.A.V) dedik* :[111]
«Öiü kabre konduğu vakit, güneş battığı zamanki şekli o ölüye temsili olarak gösterilir. Göîlerine mesheder halde oturur ve derki: Beni bırakın ben namazı kılayım.» [112]
Îzahat
Bu hadisi şerifde Resulü ekrem efendimiz, kabrine konan bir ölüye gü­neşin battığı iarnonki fersizieşip batmaya doğru yönelen şekli gösterilece­ğini, o öiüde o zaman kendinin dünyada yaşadığı zannı İle ikindi vakti çık­madan namazını kılmak için izin istediğini beyan buyurmuştur.
Bu beyan dünyada iman ve amel sahibi mümin olan kişiler hakkındadır. Zira namazını kıları kişi ancak ve ancak mümin olur. Namazını sıhhatında kı­lan mümin, ölürken öyie ölür. öidüğü gibi de kabirde ve mahşerde aynı amel ve mükâfatı ile yargılanır.
Bu hadîsi şerifde şu mealdeki âyeti kerîmeye işaret vardır :
«Kıyameti (ölüm ve ötesini] gördükleri gün, dünyada ancak bir akşam yahut bir kuşluk vakti kadar kalmış olduklarını sanırlar.»(Nazîat sûresi, 46-47)
139 - (15) Ebi Hureyre (R.A) den mervîdir. Resölüllah (SAV) den ri-vâyeî ettiğine göre, Resulü ekrem (S.A.V) buyurduki;
«Muhakkak öfü kabre konur, Hemen adam kabrinde korkusuz ve fitne-siz kabrinde oturtulur.
— Ondan sonra denirkj :
— Hangi dinde yaşadın?
— Bunun üzerine o adam der:
— İslorn dininde yaşatan.
— Derhal denirki :
— Bu adam kimdir?
— Kabirde ki edam derki:
— O adam AHahın Resulü Muhammed (A.S) dır, Allah tarafindan bize açık ve kesin hükümleri beyan etmek üzere geimiştir, bizde onun getirdiği hükümleri tasdik etmiştik.
— Bundan sonra o kabirdeki adama denirki:
— Aliahü teâlayı gördün mü?
— Buna cevab olarak o adam derki:
— Hiç bir ferti için AHahi görmek layık olmaz.
— İşte o anda o adam için kabirde cehennem cihetinden bir delik açı­lır. O odam hemen orada bir birine bitişik ateş tuttuklarının oluşuna bakar.
— O adama denirki -.
— Bak bu ateş ki, Aliahü teâla seni buraya atılmandan korudu.
— Bundan sonra o adama cennet cihetinden bir yer açılır. Oranın ye­şilliklerine ve diğer nimetlerine bakar.
— İşte o anda adama denirki:
— Burası senin mekan ve merdindir, senin kesin ve sabitlikle buraya inanç ve amelin devam ederdi. Ve sen bu itikad üzere öldün. İnşaattan onun üzerine tekrar diriltilirsin.
— Kötü adamda kabrinde korku ve fitne tehlikesiyle oturtulur, denirki:
— Sen hangi dinde yaşadın?
— O adam derki: bilmiyorum!
— Tekrar denirki: Bu adam kimdir?
— Adam derki : İnsanlardan işitmiştim onlar bir söz söylerdi, bende onların söylediğini söylerdim.
— Bunun üzerine hemen Cennet tarafından bir delik açılır. O adam Csn netin yeşilliklerine ve diğer güzel nimetlerine bakar.
— Hemen o adama denirki:
— Bak şu nimetlere ki, Aliahü teâla seni o nimetlere kavuşmakdan men etmiştir.
— Sonra cehenneme doğru bir yol açılır. Oradaki ateşlerin bir birle­rine bitişik şiddetli yanışlarına bakar.[113]
— O adama dsnîrki : İşte burası senin varacağın yerdir. Sen buranın varlığı ve olacağında şek üzere idin. Ve bu şek üzerede Öldün. Ve bu şek üzerine inşaallah tekrar diriltileceksin.» [114]
Kitap Ve Sünnete Sarılma Babı Birinci Fasıl
Tercümesi :
140 - (i) Ajşe (R.A) den mervîdir, dedi:
Resûlüilah (S.A.V) buyurdu :
«Bir kimse, bizim bu işimizde (dinîmizde, şeriat ve sünnetimizde) o din­den olmayan yeni bir şey (Bid'at) ihdas ederse, işi® o kimse (onun ge­tirdiği Bid'at) merdütdür.» (Hadîsi, Buhârî, Müslim ittifakla rivayet etmiştir.) [115]
Îzahat
îman bahsinin son kısmi olan kitap ve sünnete sarılma bahsinde de çok mühim hadîsi şerifler ya.ılmıştır. Hadîsi şeriflerin ihtiva ettikleri hükümler, lafızları ife ilerde gelecektir. Biz hadîsi şeriflere geçmezden evvel kitap ve sünnete sarılmanın ehemmiyetini beyan eden bir kaç âyeti kerîme meali arzedelim. Ondan sonra da yukardaki hadîsi şerifin ihtiva ettiği hükümleri açıklamaya çalışalım.
Kitap ve sünnete sarılmanın ehemmiyeti iie ilgili âyet mealleri :
«Top yekûn hepiniz Allanın sağlam ibihe (Kur'anı kerîmine) sımsıkı sa­rılın. Birbirinizden ayrılıb dağılmayın.» (Ali İmran sûresi, 103)
Diğer ayeti kerîme meali şöyledir:
«İşte size, Allahdan bir nur (Hz. Muhammed aîeyhisselam) ve her şeyi açıklayıcı bir kitap (kur'an) geldi, (o nur ve kitapla) Allah, rızasına uyanları (o nur ve kitapla) selâmet yollarına İletir. Ve onları (Allanın) izniyle karan­lıklardan aydınlığa çıkarıp doğru yola (İslama) götürür.» (Mâide sûresi, 15-16)
Diğer bir âyeti kerîmede de şöyle buyurulmuştur:
«Elbette bu kur'an, insanları en doğru yola sevk eder.» (İs'rö sûresi, 19) ' Yukardaki âyeti kerimeler gibi pek çok kur'an ayetleri mevcuttur. Çok uzayacağından bu kadarla iktifa ediyoruz.
Bu âyeti kerime meallerini ve emsalini, müslümanlar ve top yekun in­sanlık okumalıdır. Okumalılar da ondan sonra en doğru ve en İyi yolu bu! malıdırlar, Her şeyi yaratan ve bütün yaratıkların cibillî veya tabiatlarını en iyi bilen ve bunlann irâde ve idare yönlerini de en doğru şeklide izah eden halikı zülcelâlın hükümlerine kayıtsız ve şartsız bağlanırlar. Aynı zamanda tek kurtuluşun islam ve kur'an yolunda olduğunu idrak ederler.
Kitabı ilâhinin hükümlerine tabî olmak nasıi kurtuluş ve huzur yolu İse, o kitabı ilâhiyi ümmetine tebliğ eden mürşidi hakîk.mız Hz. Muhammed Mustafa sallallâhü aleyhi ve seilem efendimizin mübarek buyruklurına ve sünnetlerinin her çeşidine sarılmak da, kurtuluş ve huzurun yoludur. Ve Rasûiüliaha itaat, Allah'a itaattir.
Bu hususu beyan eden bir kaç âyeti kerime mealini de arzedelim;
«(Ey Habîbim!) De ki : Eğer siz Allah; seviyorsanız, hemen bana uyun ki, Allâhda sizler; sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Zira-Allah çok bağış­layıcı ve çok esirgeyicidir.» (Aİi İmran sûresi, 31)
Diğer ayeti kerîme meali şöyledir:
«Her kim, Peygambere itaat ederse, muhakkak Âiiâha itaat etmiş olur.» (Nisa süresi, 80}
Başka bir âyetLkerîme de şöyle buyuruimuşîur:
«Peygamber, size ne verdi ise, onu alın (emir ve sünnetlerini tutun.) Ve size neyi yasak etti ise, onu da almayın (yapma dediğini yapmayın),» (Haşr sûresi, 7)
Bâzı kimseler bilhassa kendisini beğenen tipinden olanlar, «Aliâhü te-alanın yaratıcı olması ve bütün yaratıkların rızıktarını vermesi gibi 'husus­ların hak îeala tarafjMan olmasından için, allanın dediğini tutmak lazım­dır, ama peygamber kendi beşerî görüşlerini söylemiştir, ona itaat etmek ve ona tabî olmak yersizdir., gibi..» cümleleri söyleyenler oluyor. Bu sözîsr ve bu sözler gibi kötü akîde sözler, inançlar çok ve çok sapık, zındık ve mülhidlerin sözleridir.
Yukarda naklettiğimiz âyeti kerîr elerde olduğu gibi, pek çok âyeti kerîmelerde Peygambere itaat, Allâha itaat olduğu ve Peygamber söylediği her sözü mutlaka hakkın vahyi ile söylediği beyan buyuruimuştur.
Netekim bir âyeti kerîme de şöyle buyurulmuştur:
«AKâha ve onun Rasûlüne itaat ediniz. Ve birbirinîzle çekişmeyin. Son­ra içinize korku düşer ve kuvvetiniz elden gider.» (Enfal sûresi, 46)
Diğer âyeti keriyme meali:
«Hor kim, Allâha ve Rasûlüne itaat ederse, o kimse mutlaka fevzü ne­cata (Cennete) kavuşmuştur.»
Peygamber efendimizin her söylediği ilâhi vahy ile olduğunu beyan eden âyet meali şöyledir:
«O (Peygamber), nevadan (kendi nefsinden) söylemiyor. Elbette o (Kur'an) sâde bir vahydir, ancak vahyolunur.» (Necm sûresi, 3-4)
Yukardaki âyeti, keriymeleri okuyan her müslüman, insanlığın tek kur­tuluşu ve en doğru yolun, kur'an ve sünnete tabî olmakda olduğunu bilir ve bu iki yola en samîmi gayreti ile tâbi olur.
Şimdi yukardaki bu bahsin ifk hadîsi nebevisi olan şu mealdaki : «Bir kimse, bıizim bu işimizde (dînimizde, şeriat ve sünnetimizde) o dinden olma­yan yeni bir şey (Bid'at) ihdas ederse, işte o kimse (ve o getirdiği Bid'at) merdüttur.» hadîsi şerifin kısa açıklamasını yapalım.
Evvela dînin kısa tarifini öğrenelim. Ondan sonra yeni ihdas edilen Bid'atın tarif ve izahını açıklamaya çalışalım.
DİN : Lügatta, itaat, âdet, yol, alâmet, şan şeref, oeza ve mükâfat mâ nalarına gelir.
Şeriatta Din : Atlahü tealanın koyduğu bir kanundur ki, o kanun akı1 sahiblerini kendi irâdeleri dâhilinde arzulariyle, hayra, hakka, iyilik ve doğ rüya götürür.
Târifindende anlaşıldığı üzere, din; İlâhi bir kanundur. Dîni Aliahdan başka kimse koymamıştır. Ve din hiç eksiklik kalmadan mükemmel bi' şe­kilde Allah tarafından konulmuş ve onun hükümlerini ve o kanunu ilâhinin esâsı oian kur'am kerimi, kıyamete kadar koruyup muhafaza edeeek olan­da yine Hz. Allahdır. Ve o din, inanıp kabul eden her mümini en doğru yola ve en hayırlı yöne sevk eder.
Dînin kemal ve tamamlığı ile ilgili bir âyeti kerime meali şöyledir:
«Bugün sizin için dîninizi kemâle erdirdim, üzerinizdeki nimetimi ta­mamladım ve size din olarak İslama razî oldum.» (Mâide sûresi, 3)
Dînin tarif ve açıklaması ile bu âyeti kerimede beyan edilen hükümler gayet açık iken, her asır ve devirde pek çok sapık ve zındıklar, dîne yeni ye­ni uydurmalar ihdas ederek bir çok batıl ve hurafeler sokmaya çatışmış lardır. Böyle uydurmaları dîne sokmanın fenalık ve kötülükleri hem kur'ânı kerimde ve hem hadîsi şeriflerde beyan edilmiştir.
Aslında dinî hiç bir şekilde tahrif edip yıkamıyaaaklardır. Fakat din sömürücüleri her zaman uydurmalarla, müslümanları şaşırtmışlardır.
Dine sokulmaya çalışılan ve dinden olmayan Bid'atın tarif ve tehlike­lerini hülasa olarak arz edelim.
BİD'AT : Lugâtta, yeni iş ve sonradan meydana getirilmiş, ihdas edil­miş şeydir.
Şer'î İstîlahda : Peygamberimizin bulunduğu asırdan sonra, ne kavlen, ne fiilen, ne sarahaten ve ne işâreten dînî bir izni şer'i anlamı olmayan ve dinde yapılan ziyade ve noksanlığa BİD'AT denir.
Şer ve bâtıl olarak ihdas edilen Bid'at ve Hurafelerin fenalıklarını ve kimler tarafından ihdas edildiklerini objektif olarak kısaca şöyle hulâsa edebiliriz :
Bid'at: Zındık ve sapıkların uydurdukları batıllardır.
Bid'at: Küfürden sonra en büyük günahdir.
Btid'at : Allah muhafaza sahibini dinden, imandan eden eh tehlikeli bir şeydir.
Bid'at : Mümini hak yoldan bâtıl yola çeviren bir felâkettir.
Bid'at : Müminin, namazının, orucunun, haccının, zekatının, farzının, nafilesinin ve cihadının kabulüne mânidir.
Bid'at: Tevbenin kabulüne mânidir.
Bid'at : İnsanı hakîkata tâbi etmeyip, batıl veya aslı esası olmayan vehmin mahsulü olan şeylere tabî kılar.
Bid'at: Firakı dâlle yoludur. Ehli sünnet yolu değildir.
Bid'at : İnsanı; Zulüm, cehalet, yalan, iftira, hîle, buğuz gibi kötü has­talıklara sevk eder.
Bid'at : İnsana; riya, süm'a, ucub, kibir, hased, gibi kalp hastalıklarını yaptıran en korkunç mânevi mikroplardandır.
Bid'at : İnsanı; kitap, sünnet, icmâ-ı ümmet ve kıyası fukaha olan edil-le-i şer'iyyeye düşman kılar.
Bid'at : Peygamberimizin mübarek kelâmında «Bid'atın hepsinden ka­çının. Zira Bid'atın hepsi dalâlettir. Ve dalâletin hepsi de cehennemdedir.» Buyurduğu üzere en korkunç tehlikedir.
Bid'at : Kaçınılması ve şerrinden Allah'a sığınılması lazım olan en kötü ve en çirkin yoidur. Zira insanı dünya ve âhiret saadetinden mahrum eden bir âfettir.
Bid'at icad edene, «Mübdî veya mübtedî» denirki, dine birtakım yalan ve uydurmaları sokmaya çalışan bâğî, Azgın ve din sömürücüsü eşkiya, din simsarj demektir. Böyle din simsarlığı yapmanın ve Allah'a ifîirâ ederek az­gınlıkta bulunmanın ne kadar şenî, ve fena olduğu aşikârdır. Bu kötülükleri çok felâket olan Bid'at, Bid'aîı seyyie ismini alan kitap ve sünnete muhalif olan Bid'attır.
Kur'anı kerimde şöyle buyurulmuştur:
«Ey ehli kitap! Dininiz hususunda haddi aşmayın. Aİlaha karşı hak olandan başkasını söylemeyin.» (Nisa sûresi, 17)
Bid'at, bir nevî Aİlaha iftira olduğundan müfterilerin kötülüğü şöyle beyan edilmiştir.
«Allâha iftira ederek yalan uyduran {Bid'atları uydurub çıkaran) veya
' onun (Allâhın) âyetlerini yalan sayandan daha zâlim kim olabilir? şüphesiz
o {Aliâhü teala), zalimleri felaha kavuşturmaz.» (En'am sûresi, 21)
Bid'atin kötülükleri ile ilgili hükümler ve Bid'atın Seyyie ve hasene ola­rak reşitleri hakkında geniş malûmat, «İSLAMA SOKULAN BİD'AT VE HU­RAFELER» adlı eserimizde uzun uzun İzah edilmiştir. Ayrıca «Amellere sa-kulan Bid'atlar» hakkında geniş İzahlarla çıkaracağımız üçüncü cildide çık-dığında alıp okumak şayanı tavsiyedir.
Bid'at ve Hurâfeler-in, bâtıl ve kötülüklerini hemen ilerde Resulü Ekrem efendimizin mübarek sözlerinde de en bariz şekilde okuyacağız. [116]
dua
Yorum Gönder
Sitede Ara
Menu
Tema
Yazıyı Paylaş