0
Ana Sayfa  ›  Hadisi Şerifler

Riba - Faizin Haram Kılınmasının Bazı Sebepleri

RİBA - FAİZ


İslâm Fıkhında Ferâiz ilmine geniş ve müstakil yer verildiği gibi faiz mânasına gelen RÎBÂ'ye de geniş yer verilmiş ve hatta müsta­kil eserler yazılmıştır.


Fâiz'in haram kılınışı Âyett, Hadîs ve îcmâ' ile sabit İnkârı küfrü, işlenmesi büyük günahı gerektirir.


Fâiz'in tahrimiyle ilgili âyetler :


«Biba (faiz) yiyenler (kabirlerinden) ancak şeytan çarpmış gibi kalkarlar. Bu, onların «Alım-satım da ribâ gibidir» demelerindendir. Halbuki Allah ahm-satınıı helâl, ribâ'yı haram kılmıştır. Artık bundan böyle kime Rabbinden bir öğüt gelir de ribâdan vazgeçerse, geç-nıisi kendisine, işi hakkındaki hüküm ise Allah'a aittir.»


«Kim de rib&'ye döner, önce olduğu gibi faizcilik yapmaya tek­rar başlarsr., işte onlar cehennemliktir. Orada hep kalıcılardır.»


«Allah ribâ'yı bereketini gidererek hep azaltır; sadakaları ise be­reketlendirip artırır. Hem Allah çok inkarcı olan hiç bir günahkârı sevmez.»


«Şüphesiz ki imân edip yararlı işlerde bulunan, namazı Ünhp ze­kâtı verenlerin ödül ve sevapları Rableri katmdadır. Hem onlara hiç­bir korku da yoktur ve onlar üzülmeyeceklerdir de.»


«Ey imân edenler! Allah'tan korkun, rinâ'dan arta kalanı bıra­kın, eğer gerçekten inanmışsanız. Yok oğer böyle yapmazsanız, ar­tık Allah'a ve Peygamberine karşı savaş açtığınızı bilin. Eğer tevbe edip (faizcilikten vazgeçerseniz) ana sermayeniz sizindir. Artık ne haksızlık eder, ne de haksızlığa uğramış olursunuz.»


«Borçlu sıkıntıda ise, onu, b'r kolaylık buluncaya kadar bekle­mek (uygun ve hayırlı olur). (Alacağınızı! sadaka olarak bağışlar­sanız sizin için -eğer bilirseniz- daha hayırlıdır.»


«Allah'a döndürüleceğiniz ve sonra da herkese kazandığının (karşılığı) eksiksiz verileceği günden korkun..»[1]


Bu âyetlerin bir bakıma Abbas b. Abdülmuttalib ile Osman b. Afvan (Allah ikisinden de razı olsun) haklarında indiği söylenir Fai­zini hurma almak üzere bir adama ödünç para vermişlerdi. Hurma zamanı gelince borçlu, onlara başvurarak tahakkuk eden faizi öde­diği takdirde çoluk-çocuğuna yetecek hurma kalimyac ağını, bunun için biriken faizin yarısını ertelemelerini, buna karşılık ayrıca belli nisbette faiz ödüyeceğini teklif etti. Onlar da kabul ettiler. Süre do­lunca faizlerini istediler. BorçJu büsbütün zor duruma düştü. Bunun üzerine ilim adamlarından Atâ' ve Ikrime'ye göre ribâ ile ilgili âyet indi.


Resûlüllata (A.S.) Efendimiz Abbas ile Osman'ı (Allah ikisinden de razı olsun) çağırıp ilâhi emri tebliğ ettiğinde ikisi de faizden vaz­geçip sadece verdiklerini geri aldılar.[2]


nakletmeye gerek görmedik. Ancak Zeyd bin Eslem'den yar lan şu rivayeti belirtmemizde yarar görüyoruz :


«Mekke'de Sakafilerden Amr oğullan ile Mahzumîlerden Muğî-re oğullan arasında cahiliyye günlerinden kalma faiz borcu bulunu­yordu. Bunlar İslâm'a girince Sakafîler bu borcun ödenmesini talep ettiler. Mahzûmîler ise, «Biz İslâm'a girdik, İslâmi bir kazancımız­dan faiz veremeyiz» dediler. Bunun üzerine mesele Mekke Valisi ya da Naibi Îtab B. Üseyd'e intikal ettirildi. O da bir mektup yazarak konuyu Resûlüllah (A.S.) Efendimizden sordu. Bu sebeple «Ey imân edenler! Allah'tan korkun, ribâdan arta kalanı bırakın, eğer gerçek­ten inanmış kinıselerseniz..» mealindeki âyet indi.[3]




Faizin Tahrimiyle İlgili Hadîsler :



«Mi'rac gecesi bir ırmak kenanna geldik. (Kan gibi kırmızı ol­duğunu sanıyorum). Irmakta bir adamın yüzdüğünü ve yanında çokça taş toplamış bir adamın da ırmak kenarında durduğunu, yü­zen adam kıyıya doğru yaklaştıkça ağzına birer taş attığını, onun da atılan bu taşları yuttuğunu gördüm. Gördüğüm bu temsilin neyi ifade ettiğini sorduğumda Melek Cebrail : «Dünyada iken faiz yiye­ni temsil ediyor» diye cevap verdi..»[4]


«Ribâ yetmiş bölümdür; en hafif kısmı, adamın kendi anasiyle evlenmesi gibidir.»[5]


«İnsanlar üzerine bir zaman gelecek (hepsi de) ribâ — faiz yi-cekler..»


Bunun üzerine soruldu : ,


— Ey Allah'ın Peygamberi! İnsanların hepsi de mi yiyecek?


— Evet, verniyenin de tozu dumanı burnuna ulaşacaktır.» Diye cevap verdi.» [6]


«Doğrusu Allah faiz yiyene, yedirene, şahidlerine ve kâtiplerine lanet etmiştir.» [7]


«Şüphesiz ki Allah sadakayı kabul eder, onu sağ eli (rahmetiy) ahr; sizden biriniz nasıl tay'ını besleyip büyütürse, öylece Allah jsadakayı artırıp çoğaltır; o kadar ki bir lokması Uhud dağı gibi olur.»[8]


«Kim sıkıntıda bulunan borçluya mühlet verirse, ona'her geçen gün için o alacağı kadar sadaka sevabı vardır.»[9]


Bu konuda en son olarak da Resûlüllah Veda Hutbesinde şöyle buyurarak ümmetini bir defa dalha uyarmıştır -.


«Yanında bir emânet bulunan kimse, bu emaneti kime aitse ona versin.»


«Her türlü faiz yasaktır. Ana sermayeniz sizindir; ne haksızlık ediniz, ne de haksızlığa uğrayınız. Veya ne zulmeder, ne de zulme uğrarsınız.»


«Allah faiz yoktur diyor. Abdülmuttalib oğlu Abbas'ın bütün faiz muamelesi yasaklanmıştır. (îlk kaldırdığım faiz onun faizidir). [10]




FAİZİN HARAM KILINMASININ BAZI SEBEPLERİ



Bu konuda önce müfessir ve fakîhlerimizin yorum ve- görüşleri­ni aktarmayı, sonra da iktisatçılarımızın görüş ve tesbitlerine yer vermeyi uygun bulduk :


Müfessir Alâuddin, Lübabu't-te'vü'de diyor ki -.


«Faizin haram kılınmasının bir takım nedenleri vardır; bunları dört madde halinde özetliyebiliriz :


1 — Faiz başkasına ait bir malı karşılıksız (ivazsız) olarak al­maktır.


2 — Ticaretle uğraşmayı engellemek, hiç yorulmadan başkası­nın kazancıyla oturup geçinmektir.


3 — Toplum arasında faizsiz Ödünç vermek gibi güzel bir yar­dımlaşma, ma'kul bir örf ve âdetin (kâmil bir sünnetin) kalkmasına sebep olmak ve her şeyin maddî karşılıkla değerlendirilmesini yay­gınlaştırmaktır.


4 — Hiçbir sebep dikkate alınmasa bile, değil mi ki Allah faizi haram kılmıştır, ona kayıtsız ve şartsız uymamız gerekmektedir. Çünkü ilâhî tekliflerin hepsinin neden ve hikmetini bilmiyebiliriz. Ama bize gereken sadece o emre uymak, inanmak, sonra da gerekir­se hikmetini araştırmaktır.


Büyük Müfessir Fahruddin Râzî, Mefatihü'1-Gayb adlı tefsirinde özetle diyor ki :


«Faiz ile sadaka arasında tezad yönünden ilgi bulunduğu için bir arada anılmışlardır. Çünkü sadaka, Allah yolunda isteyerek malı harcamak, dış görünüşüyle malı azaltma fedakârlığını göstermektir. Faiz ise, ilâhi yasağa rağmen başkasının emeğine el uzatıp karşılık­sız bir fazlalık sağlamakla malı artırmaktır. Bunun için Allah faizin bereketini giderir; sadaka olarak verilen malın feyiz ve bereketini çoğaltır.»


Diğer Nedenler :


a) Faiz ve faizcilik toplum yasasında belli bir zümreyi ciddi ka­zanç yollarından çekip almaya, emek sarfetmeden hazıra konmaya, daha doğrusu başkasının emeğiyle geçinmeye iter.


Böylece her geçen gün gelir sağlamanın bu en kolay ve kârlı yo­lunu işlek hâle getirip hızlandırır. Başkalarına da kötü örnek olur.


b) Toplum, yapısından dayanışma ve merhamet duygularını ve bunun taşıdığı yüce ve kutsal anlamı öldürür. Faizsiz ödünç verme­nin bütün kapılarını kapar. Fertler arasındaki ilgi ve yakınlığın tok değer ölçüsünün madde ve menfaat olduğu inancını kökleştirir.


c) Gönüllerden merhameti, vicdanlardan şefkati ve acıma duy­gusunu siler; yavaş yavaş tefeci ve faizciyle sömürülenler arasında düşmanlığa ortam hazırlar. Fakirle zengin arasındaki uçurumu de­vamlı derinleştirir.


d) Allah, insanlar arasındaki ilgi ve muameleyi karşılıklı hak ve vazife şuuruna, sevgi ve saygı temeline, merhamet ve şefkat duy­gularına, yüksek ahlâkın faziletin gerçekleşmesine bağlamıştır. Faiz bunların tümünü yıkıp insanî haslet ve duygulan yok eder. [11]




FAİZ YASAĞINDA DÖRT KADEME



Âyeti âyetle; âyeti hadîslerle ve bunları iniş ve söyleniş sebep­leriyle tefsir etmesini, bu yoldan hüküm çıkarmasını bilmiyenler faiz konusunda da afhiş hata yaparlar ve kendi bilgisizliklerini İslâm'a malederek Müslümanların sağlam inancını bozmaya, saadete uzane^ı yollarını tıkamaya çalışırlar. Allah kendi kitabında FAİZ'i dört ka­demede açıklamış, bir önceki beyânını bir sonraki beyâniyle açıklı­ğa kavuşturarak pedagojik ve psikolojik bir yöntem sergilemiştir. I Bunun sebebi açıktır : Çok yaygın bir haramı bir anda yasaklamak, kademeli olarak tahrîm nedenlerini getirmeden bir çırpıda önüne sed çekmek başarıya götürmez. Yani yasak pek başarılı olmaz. İnsanın psikolojik yapısı, nefsin harama olan ilgisi tek kademeli bir yasağa karşı daima tepki gösterir. Bunun için Allah içki hakkındaki yasak­ta olduğu gibi, faiz hakkındaki yasağı da tedricen kademeli biçimde indirmiş ve böyk-ce ilâhi yasağın hedef ve gayesine ulaşmasını sağ­lamıştır.


O halde Kur'ân'dan herhangi bir konu hakkındaki âyetlerden sadece birini ele alıp hüküm çıkarmak hiçbir zaman sıhhatli ve isa­betli değildir. Müctehid imamlar, ünlü hukukçular bir mesele hak­kında dinin hükmünü belirtmek için, o mesele hakkındaki bütün âyetleri, hadîsleri, tarihî olayları ve iniş ile söyleniş sebeplerini bir araya getirdikten, hangi âyetin daha önce indiğini, hangi hadîsin da­ha önce söylendiğini, hangisinin mücmel, hangisinin müfessir, han­gisinin muhkem olduğunu tesbit ettikten sonra gerekli neticeye vara-bilmişlerdir. Yoksa rasgele bir âyet ya da bir hadîs ele alınıp hüküm çıkarılmamıştır.


Hemen ifade edelim ki, belirttiğimiz yöntemde bir uygulamaya geçebilmek veya belirlenen ölçü ve anlamda bir hüküm çıkarabilmek köklü bir tahsil, geniş bir araştırma, kuvvetli bir hafıza, seyyal bir zekâ ve sabırlı bir tarama ister. Ayrıca Kur'ân ve Hadîs dilini bü­tün kurallariyle bilmek lâzımdır. Günümüzde bu özellikleri olmayan fakat bilgili geçinen, dinde kendini yetkili sayan türediler. «Ey imân edenler! Faizi kat kat artırılmış olarak yemeyin..» âyetine dayanarak -başka hiçbir araştırma, delilleri toplama, diğer âyet ve ilgili hadis­leri tesbite lüzum görmeden mal bulmuş mağribi gibi- faizin sadece kat kat yani katmerli olanı yasaklanmıştır, fetvasını verme cesareti­ni kendilerinde bulurlar. Şüphesiz ki, bilgisiz cesur olur. Her konu­yu, o konuda ilim yapmış yetkili uzmanına bırakmak en insaflıca ve en akıllıca bir yol değil midir? Aksi halde meseleler içinden çıkılmaz bir hal, çözüm yapılamaz bir düğüm olup kalır.


O halde faiz yasağiyle ilgili dört kademeyi açıklamamızda bü­yük yarar var. Dört kademeyle ilgili âyetlerden biri Mekke'de, üçü ise Medine'de inmiştir.


1 — Mekke'de bu konuda ilk inen Âyette şöyle buyurulmuştur :


«İnsanların mallarında bir artış olsun diye verdiğiniz her faiz Mlah katında artmaz; ama Allah rızasını dileyerek verdiğiniz her-ıangi bir sadaka (böyle değildir). Sadaka verenler (hem mallarının eröke-tini, hem sevaplarını) kat kat artırırlar.»[12]


Bu âyetle ribânın haranı olduğu açıklanmıyor, sadece inanmış-arın dikkati çekiliyor ve bu hususta onların kafasında bir soru, vic-ianlarında bir istifham meydana getiriliyor.» Faizin Allah katında liçbir sevabı yoktur ve o hiçbir zaman bereketli bir ortam, doğur-naz» denilerek aklı erenlerin bu konuda iyice düşünmeleri ve bir /lalan munasebesi yapmaları isteniliyor.


2— Medine'de ikinci kademede inen ayetle şöyle buyuruluyor : «Yahudilerin haksızlıkları, insanlardan bir çoğunu Allah yolun-


ian alıkoymaları (Tevrat'da) men'edildikleri halde faiz almaları ve insanların mallarını haksız sebeplerle yemeleri nedeniyle kendileri­ne (daha önce) helâl kılınan temiz şeyleri haram kıldık. Hem ara­larında inkâr edenlere acıklı bir azâb hazırladık.»[13]


îkinci kademede inen bu âyetle faizin Yahudi milletini ne hale iüsürdüğü, nasıl da sömürücü bir millet durumuna getirdiği ve bun-ian dolayı onlara elem verici bir azabın (hem dünyada, hem âhiret-;e) hazırlandığı haber verilerek Müslüman milletler uyarılıyor ve bi­rinci kademedeki âyetle kafalarda oluşturulan soru biraz daha bü­yütülüyor. Ama bununla da faiz kesin şekilde haram kılınmış olmu­yor.


îlâhl yasaklara uymayan inkarcıları acıklı bir azabın beklediği­ne bilhassa dikkatler çekiliyor. Âdil ölçülere bağlı dengeli bir ekono­mik yapının sapasağlam ayakta durmasına ters düşen sebeplerden şirine işaret edilerek faizciliğin ön plâna alınıp rağbet gördüğü bir toplumda hem ekonomik yapının ağır darbe alacağı, hem gelir dağı-jmında çok sakat bir yol izleneceği vicdanlara işleniyor.


Belirttiğimiz gibi, burada da faizin Müslümanlara haram kıîın-iığı açıklanmıyor, ama ona doğru açılmak istenen kapı biraz daha ıralanıyor.


3 — Medine'de üçüncü kademede inen âyetle, Arap tefecilerinin ısın denecek ölçüde kat kat faiz almaları yesaklanıyor; böylece faizin haram olduğu su. kapalı bir anlatımla veya mücmel bir ifadeyle bildiriliyor :


«Ey imân edenler! Faiz'i kat kat artırılmış olarak yemeyin. Al­lah'tan korkun ki kurtuluşa ve başarıya erişesiniz.»[14]


Böylece,Müslümanlara ilk faiz yasağı konulmuş oldu. Kafalarda büyüyen ve zaman zaman tertemiz vicdanları sızlatan soru cevabını bulup çözüme kavuşturuldu. Ancak ne var ki bu konuda bir kapı açık tutuldu : Faizin tamamını haram kıldığı kesinlikle anlaşılmıyor­du. Gerçi amaç bu idi, ama yöntem olarak bu yol izleniyordu. Der­ken kafalar ve kalbler yavaş yavaş bu yasağa yatıştı. Farkla yorum ve görüşler birbirini izleyip durdu. Kimi kat kat yani katmerli riba almak haramdır, azma cevaz vardır, dedi. Kimi içki gibi, çoğu haram kılman bir şeyin azı da haramdır, sonucunu çıkardı. Çak sürmedi ki dördüncü kademede faizin tamamının haram kılındığı şüphe ve yo­rum götürmeyecek bir anlatımla açıklandı. Zaten gönüller bunu ka­bul© hazır duruma getirilmiş bulunuyordu.


«Faiz yiyenler (Kabirlerinden) ancak şeytan çarpmış kimse gibi kalkarlar.» [15]


«Kim de faize döner, önce olduğu gibi faizcilik yapmaya tekrar başlarsa işte onlar cehennemliktir. Orada temelli Kalıcıdırlar.» [16]


«Ey imân edenler! Allah'tan korkun, faizden kalanı bırakın, eğer gerçekten inanmış kimselerseniz.»[17]


Mealindeki âyetler indi. Böylece hem basit, hem mürekkep faiz yasaklandı. Sahih rivayet ve tesbitlere göre, Kur'ân'dan en son inen âyetlerden biri de konumuzu oluşturan faiz hakkındaki yasaklardır.


«Eğer tevbe edip faizcilikten vazgeçerseniz ana sermayeniz si­zindir. Artık ne haksızlık eder, ne de haksızlığa uğrarsınız.»[18]


Âyeti ana sermayenin üzerine bir kuruş olsun faize imkân ver­miyor. Böylece azının da haram ve yasak olduğu kesin bir ifadeyle açıklanıyor.


Nitekim Hz. Ömer (R.A.) diyor ki :


«Faiz âyeti Kur'ân'm en son inen âyetlerindendir. Resûlüllah


CA.S.) Efendimiz bunu bize daha geniş biçimde açıklama zamanı bul­madan aramızdan ayrıldı. O halde -âyetin serahati karşısında- ar­tık hem faizi, hem faiz şüphesi taşıyan muameleleri bırakın.» [19]




RİBÂNİN TANIMI



İslâmî kaynaklara göre, Ribâ kelime olarak «mutlak fazlalık, artıklık demektir. Bir şeyde fazlalık ve artış meydana geldiğinde «Reba'ş-şey'u» «Yerbu'ş-şey'u» denilir.


Şer'î ıstılah (terim) olarak daha çok şu iki anlamda Kullanıl­mıştır :


a) Ana sermaye yerinde kalmak şartiyîe borçludan vadenin her defa uzatılmasına karşılık artık, bir fark paranın alınması..


Buna «Nesi1 Riba» denilir. Günümüzdeki kapitalist sistemde ol­duğu gibi, va'de farkı hesaplanarak alman faiz bu cümledendir.


b) Bir şeyin kendi cinsiyle bir fazlalık karşılığında alınıp -sa­tılması..


Buna «Fazl Riba» denilir. Örneğin : Bir kilo Polatlı buğdayını bir buçuk kilo Konya buğdayı karşılığında satmak..


İşte faizi kesin olaraik yasaklıyan âyet indiğinde Arap Yarıma­dasında faizin bu iki şekli vardı ve çok yaygındı.


tbn Cerîr Taberî kendi tefsirinde diyor ki :


«Bir adamın diğeri üzerinde belli bir süreyle va'deli olarak ödünç verdiği malı veya parası bulunurdu. Va'de dolunca ana ser­mayeyi ister, borçlu bunu verecek durumda değilse, sürenin yani va'denin uzatılması karşılığında faiz belirlenirdi. Bazen bu birkaç kat oluncaya kadar sürüp gider ve borçlu, ana borç bir tarafa, biri­ken ve mürekkep faiz denilen riba'yi ödemekten âciz kalırdı.


Kur'ân-ı Kerim'de kesinlikle haram kılınıp yasaklanan riba iş­te bu iki şekildir ki Araplar arasında çok yaygın idi. Zaten kelime­nin «el» tanımlama edatiyle kullanılması, «er-ribâ» denilmesi, da­ha çok bu iki şekli yansıtmaktadır. Hiçbir müfessir ve araştırıcı ilim adamı buna muhalefet etmemiş, aksi bir yorum ya da görüş ortaya koymamıştır. Müctehid imamların da bu konuda görüş ve ictihad birliği vardır. [20]




RİBÂ - FAİZ



İslâm'a göre tanımlamasını yaptığımız fazlalığa Ribâ denilir­ken, kapitalist topluluklarda buna Faiz denilmektedir. Anlam ve hü­küm bakımından bu ikisi arasında bir fark yoktur. İngilizler bunun basitine «Simple interest», mürekkebine «Compound interest» der­ler. Bu deyimle İslâm'ın yasakladığı iki türlü faiz kasdedilmektedir.


Nitekim Prof. M. A. Mennan bu konuda diyor ki:


«Kur'ân'daki RİBÂ deyimiyle kapitalist toplumlarda uygulanan faiz arasında bir fark varsa, bu yalnızca oranlar arasında bir dere­ce farklıdır. Çünkü ribâ da, faiz de ana para üzerinden alman bir fazlalıktır.»


Gerçi klasik iktisatçılardan bir kısmı faîz'i toprak rantına ben­zetmiş ve paranın faize verilmesini, toprağını kendisi işletmiyen mülk sahibinin onu kiralaması ile aynı ölçüde görmüşse de bu çok farklı bir kıyastır; makis ile makıs aleyh aynı menatta birleşmiyor.


Faiz'i iktisadi gelişme için gerekli görenler ve ister istemez bunu İslâm'a sokmaya çalışanlar her bakımdan aldanmışlardır. Çünkü İs­lâm'ın iktisadi gelişmesi ancak tekâmülcü bir manada yönetilebilir ve bu muihıteşem canlı kudret Kur'ân'm özünde mevcuttur. Başka bir sisteme yönelmesine gerek yoktur. O başlı basma yepyeni ve çok kudretli bir sistemdir. [21]




Alım - Satım İle Ribâ Arasındaki Fark :



Konumuzu oluşturan âyetle : «Ahm-satım da ribâ gibidir» diyen­lere karşı, «Allah alım-satımı helâl, ribâ'yı haram kılmıştır» buyu-rulmaktadır.


Böylece bu iki kavram arasındaki mâna, muhteva, kapsam, de­ğer ve sonuç bakımından çok yönlü fark bulunduğu belirtilmiştir. Son asrın müîessirlerinden Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dîni Kur'-Ân Dîlj adlı tefsirinde bu iki kavram arasındaki farkları detaylı ele alıp incelemiş, neden ve niçinleri üzerinde yeterince durmuştur. Me­raklılara tavsiye ederiz. Prof. M. A. Mennan'in İslâm Ekonomisi Teori ve Pratik adlı eserinde Kâr ve Faiz üzerinde durularak denili­yor ki :


«İslâm'ın kar anlayışı farklıdır ve kâr sınırlıdır.[22] Kapitalistlerin sağladığı sınırsız ve anormal kârlar açıkça toplumun sömürül-mesini hedef almıştır. Bu tür kârlar kapitalist ekonomisinin ana özel­liklerinden olan tekel ve kartellerin bir sonucudur. Ama İslâm tekeli, malın biriktirilmesini, fiatların yükselmesini beklemek amacıyla üretimi piyasaya sürmeyip stokta bekletmeyi tamamen yasaklamış­tır. Çünkü kapitalist ekonomide çok yaygın olan bu tür davranışlar iyilikle, bağışla, yardımlaşma duygusuyla ve toplum yararıyla taban tabana zıddır. İslâm normal bir kâra izin vermektedir. Normal kârı şöylece tanımlıyabiliriz : Yeni kuruluşun belirli bir üretim veya hiz­mete başlamak, eski bir kuruluşun da sıyrılmak eğilimini gösterme­diği gelir düzeyi.. Bu eğilim de yeterli değildir. Unutulmaması gerek­li temel ilke, toplumda hiçbir kişinin üretim projesindeki hak ettiği payından yoksun bırakılmam asıdır.


İslâm, normal kârı -alım - satım ölçüleri içinde- kabul ederken faizi yasaklamaktadır. Dikkatle gözden geçirilirse görülür ki kâr ve faizde kazanç ve muamele yapı bakımından birbirinden farklıdır. Faizde ödünç veren, ana para ve faizi sağlama bağladıktan sonra pa­ranın kullanımına karışmamaktadır. Kârda ise firma sahibi, paranın kullanma yeri ve şekli ile doğrudan doğruya ilgilidir. % Buradan şu sonuç çıkmaktadır :


Faiz üretken bir uğraşın sonucu değildir; oysa kâr üretken bir uğraş sonunda sağlanmaktadır. Faizde ödünç verenin üretken bir uğraşı olmadığından girişimci te'siri eksiktir. Oysa kârda bu te'sir bütün üretim ve pazarlama boyunca canlılığını korumaktadır. Şöy-leki, faiz durumunda sermaye sahibi üretim işlemiyle ilgili değildir. Halbuki kârda sermaye sahibi sermayenin ekonomik olarak kullan­ma yeri ve tarzını kendisi tesbit etmektedir.


Burada girişimci kârını arttırmak amacıyla yeni buluşlara gide­bilir ve ihtiyaçları karşılamak için yeni ürünlerin ortaya çıkmasını sağlayabilir.


Böylece kâr gelişmeye yol açmakta ve bir bakıma geliştirme ça­balarının da bir karşılığı olmaktadır. Nihayet faiz durumunda za­rar te'siri yoktur. Çünkü faiz belirlidir, sabittir. Oysa kâr girişimci­nin yüklendiği riskin bir karşılığıdır. Girişimcinin geliri kesin ve be­lirli değildir. Kâr belirsizdir. Çünkü fiziksel ve zihni yetenekleri yö­nünden üstün olanlar daha yüksek kâr sağlayabilirler. Bu, çok yön­lü farklardan ötürü îslâm faizi yasaklamış ve kâra izin vermiştir.»[23]


İşte «Allah alım-satımı helâl, faizi haram kıldı» âyeti bu konuda bize bir ana fikir vermekte ve araştırma yapmamızı emretmektedir. Ayrıca bu konuda Mefatihü'1-Gayb Tefsirinin ilgili bölümünde geniş bilgi verilmiştir. Meraklıların oraya müracaat etmeleri tavsi­ye olunur.[24]




Diğer Semavî Dinlerde Faiz :



Faizin tarihi çok gerilere gitmektedir. Yapılan ciddi araştırma­lardan Eflatun/Yasalaft adlı kitabında faizi kötülemektedir. Ro­malılar ilk dönemlerinde faizi yasaklamış, sonraları faiz oranını ba­şıboş bırakmayıp yasaya bağlamıştır.


Tevrat'ın mevcut nüshalarında da faizin yasaklandığını açıkla­yan bir takım yarı kapalı belgeler vardır :


«Eğer kavmına yanında olan bir fakire ödünç para verirsen, ona murabahacı olmayacaksın; onun üzerine faiz komıyacaksın.» [25]




Musa Şeriatında Yasaklar Bölümü :



Garibe haksızlık etmiyeceksin ve ona gadretmiyeceksin; çünkü siz Mısır diyarında gariptiniz. Hiçbir dul kadını ve öksüzü incitmi-yeceksin!. Eğer kavmına, yanında olan bir yoKsula ödünç para ve­rirsen, ona karşı tefeci gibi olmıyacaksm, onun üzerine faiz komıya-caksm.» [26]


Ayrıca daha ayrıntılı olarak Tevrat / Levililer : 25/35-37 belge­lerle Tesniye : 23/19-20 belgelerde faiz yasağına yer verilmiştir.


İsa Peygamberin hiçbir çıkar gözetmeksizin havarilerine hayır işlemelerini emretmesi, faizi benimsemediğine bir delil olarak gös­terilebilir. Ayrıca Barnaba İncilinde bunun yasak olduğuna daü bazı belgelere rastlanmakladır.[27]




DAR-İ HARB VE FAİZ



Dar-i Harb konusunu üzerinde durup faiz almanın caiz olduğunu iddia edenlerin ilmi olmayan bu iddiaları birçok Müslümanı yanlış yola itmiş, bazı kişilerin akidesini zedelemiştir.


Konuyu bütün derinliğiyle kavrayabilmek için önce Dar-İ Harb deyiminden ne anlaşılıyor, bunun tarifi nedir, kapsadığı hükümler nelerdir ve ilim adamlarımızın bu husustaki görüş ve ictihadlarının özeti nedir? Bu ve benzeri sorulan cevaplandırmadan bir hüküm Ver­mek mümkün değildir. [28]




DAR-İ HARB :



«Ehl-i İslâm ile aralarında muvadaa ve musalaha t— banş ve sulh) bulunmayan gayr~i müslimlerin ülkesidir.[29]


Diğer bir tarife göre :


«Dar-i Harb; Müslümanların hükmü altına henüz geçmemiş olan, fazla olarak da fetih yolu ile «İslâm ülkesi» kıhnmcaya kadar Müslümanlar için ister bilfiil ve ister bilkuvve harb sahnesi teşkil eden yer demektir.»[30]


Çünkü : İslâm telakkilerine göre, dünya «darü'1-harb (= harp ülkesi) ve «darü'I-İslâm ( = İslâm ülkesi) olarak ikiye ayrılır. Da-rü'1-îslâm, esasen İslâm hâkimiyeti altına girmiş bulunan bütün memleketleri içine alır.


Birinci tarife göre, Ehl-i İslâm ile aralarında muvadaa (düşman­lığı terk ile barış yapılan) ve musalaha (sulh edilen) gayr-i müslim bir ülke dar-i harb sayılmamaktadır. Bunun aksine aralarında bu iki tür anlaşma bulunmayan gayr-i müslim ülkelerin hemen hepsi -savaş olsun olmasın- dar-i harp sayılır.


İkinci tarife göre, ister muvadaa ve musalaiha yapılsın, ister ya­pılmasın gayr-i müslim ülkelerin hepsi dar-i harb sayılır.


Ancak bu meseleyi «Dar-i sulh» konusuna irca' ettiğimizde ger­çek tarif meydana çıkar. Çünkü Fıkhı Mezheplerde bir de Dar-İ Sulh : Henüz İslâm hakimiyeti altına girmemiş olmakla beraber, umumiyetle kullanılan Şer'î tabiri ile, cebren (= anveten) değil, rıza ile (sulh yoluyla) İslâm camiasına bir vergi rabıtası ile bağlanmış olan memleketlere delâlet etmek üzere kullanırlar. Bu da daha çok belli bir süreyle sınırlı gösterilmiştir.


İslâm tarihinde Necran İle Nubya ülkeleri bu hukukî duru­mun iki tarihî misalini teşkil etmektedir.


O halde îstilahat-i Fıkhiyye Kamusu'nda yapılan tarifte geçen «Muvadaa Ve Musalaha» tabirlerinden «Dar-i Sulh'un dışında kalan diğer gayr-i müslim ülkeler kasdediliyor, sanırım.


Bu son tarife göre, günümüzde gayr-i müslim bir ülkede bulu­nan Müslümanların -ister orada ticaret, ister ziyaret, ister çalışma için gitmiş bulunsunlar- oralarda faiz alıp vermeleri caiz olur mu, olmaz mı?


Bu sorunun cevabını vermeden önce elimizdeki fıkıh kitaplarına göre, darü'l-lıarblerden hangileri hangi şartlarla darü'-İslam'a gire­bilirler, hususu üzerinde durmamız gerekmektedir.


Darü'1-harb, ancak îslâm halkına mahsus ahkamın icrasiyle «da­rü'l-îslâm» olabilir. Meselâ : Cuma ve bayram namazlarının kılınma­sı bu cümledendir. Böyle bir ülkede yerli ve yerleşik kâfirler de bu­lunsa ve bu ülke îslâm ülkesiyle bitişik de olmasa yine hüküm böy­ledir, değişmez.[31]


0 halde îslâm halkına mahsus ahkâmın icra edildiği bir gayr-i müslim ülke artık «darü'1-harb» olmaktan çıkmış, darü'l-îslâm» kap­samına girmiş sayılır. Bu durumda o ülkede faiz verip almak haram sayılır. [32]




Darü'l-Îslâm, Dârü'1-Harb Olabilir Mi?



Şöyleki : Gayr-i müslim ülkelerden biri bizim ülkelerden bir ül­keye gaalib gelir veya bir beldenin halkı irtidad eder = îslâm Dinin­den ayrılır da orada üstünlük sağlar ve küfür ahkâmım icra eder, veya ehl-i zimmet (gayr-i müslim vatandaşlar) ahdlerini bozar da bulundukları îslâm ülkesinde idareyi ele geçirip üstünlük sağlarsa o takdirde «darü'l-îslâm» darü'1-harb olur mu? Olabilmesi için fuka-ha şu üç şartı ileri sürmüşlerdir :


1 — Ehl-i şirk (küfür ehli) ahkâmının icrası,


2 — Darü'l-Harb'e bitişik bulunması,


O kadar ki, içinde daha önce kendi nefsi üzerinde bulunan eman-dan mahrum edilip güven içinde ne bir Müslüman ne de bir ztmmi kalır.


3 — Müslümanlar ile onların zimmüerinin artık himaye ve ön­ceki güveni görmez olması.[33]


Darü'1-harb'in darü'l-îslâm sayılması konusuna temas eden ilim heyeti de yukarıdaki görüşe yakın ve o ölçüde şu hükmü getirmiş­lerdir :


«Bilinmeli ki, darü'1-harb ancak şu bir şart ile darü'lîslâm ola­bilir; îslâmî ahkâmın orada izhar edilmesi (üstün tutulması)...»[34]


İmam Muhammed (Rahmetullalh aleyh) bu konuda «ez-ZiyadaU adlı eserinde diyor ki :


«Ebû Hanife'ye göre, Dârü'l-îslâm'm darü'1-harb olabilmesi, an­cak şu üç şart ile gerçekleşebilir :


1 — Yaygınlaşıp belirgin hale gelecek şekilde küffar ahkâmı­nın icra edilmesi ve o yerde îslâmî hükümlerle hükmedilmemesi,


2 — Dârü'l-îslâm'm bu durumda dârü'l-harbe bitişik bulunması, o kadar ki ara yerde bir İslâm beldesinin bulunmaması,


3 — Orada yaşayan hiçbir Müslüman ve zimmî (gayr-i müslim vatandaşlm istiladan önce sahip bulunduğu güven ve emânmm kal­maması.


İmam Ebû Yusuf ile İmam Muhammed bu görüşe muhalefet, ede­rek diyorlar ki : «Bu, sadece bir şart ile gerçekleşir : Küfür ahkâmı­nın izharı (üstün tutulması ve icrası).» Kıyas da bu görüşle uyum sağlar.[35]


İmamların farklı olarak ileri sürdükleri şartları dikkate aldığı­mızda, içinde küffar ahkâmı icra edilen İslâm ülkeleri hakkında na­sıl bir yargıya varmak mümkündür? Bunu şöyle açıklıyabiliriz :


a) îmam A'zam Ebû Hanîfe'nin öne sürdüğü üç şartın tamamı­nın tahakkuk ettiği bir îslâm ülkesi bulunduğunu pek tahmin etmi­yoruz. Bugün için hemen hepsi de istilâdan kurtulup istiklallerini ilân etmişlerdir. Ve bu ülkelerde yaşayan Müslümanlarla zimmîler evvelce olduğu gibi şimdi de emân ve güven içinde bulunuyorlardır. Ancak belirtilen şartların gerçekleştiği bir İslâm ülkesi varsa, o tak­dirde İmam A'zam'm içtihadına göre, o ülkede -takva yönünden sa­kıncalı olmakla beraber- faiz işlemine cevaz verilebilir. Cuma ve bay­ram namazları ise kılınmaz.


b) îmameynin öne sürdüğü bir şartın mahiyetini ve kapsamını iyice tesbit etmek gerekir. Aksi halde yanlış bir hüküm verme ihti­mali doğar. Nitekim bazı kimseler şeriatın bir tek hükmü olsun me­riyet mevkiinde icra ediliyorsa, o memleketin Darü'l-İslâm olarak ka­lacağını savunmuşlardır. Bu da bir ictihaddır. Hindistan'da bu hususla ilgili duruma işaret eden Keşşupu Îstilahati'l-Fünun'da şu açıklamaya yer verilmektedir : «Bu memeleket mel'unlara ait ol­mak ve hâkimiyet de bu iblislerin elinde bulunmalka beraber Müs­lümanların ülkesidir.»[36]


Hindistan' in o günkü durumu çok farklı idi. İdare İngilizlerin ve­ya kendilerinden olan gayr-i müslimlerin elinde bulunuyordu. Bu nunla beraber gerek İngilizlerin, gerekse gayri müslim yerlilerin gayr-i İslâmî idare tarzları Müslümanlara dinî hükümlerin bir kıs­mında bir serbesti imkânı tanıyordu. Tabii bugünkü durumları çok daha farklıdır.


O halde o devirde Hindistan'daki idare tarzı, İmameynin içtiha­dına göre, o ülkeyi dârü'l-îslâm olmaktan çıkarmış sayılırdı. İmam Ebû Hanîfe'ye göre, belirtilen üç şartın tamamı gerçekleşmediği için yine de dârü'l-îslâm kabul edilir.


Bu açıklamanın ışığı altında denilebilir ki : İstilâye uğramıyan ve fakat normal seçimlerle bir değişik idare sistemi kuran bazı İs­lâm ülkelerinin durumu, Hindistan'daki dünkü ve bugünkü durum­la mukayese edilemiyecek kadar farklıdır. Müstülman halkı şer'i ba­zı hükümlerin icrâsmda serbest brakılan bu ülkelere Dârü'1-harb de­nilebilir mi? Üç imamın şartları bir araya getirilip meseleyi onların ışığında inceliyecek olursak, göreceğiz ki : Memleketimizde ve ben­zeri îslâm ülkelerinde gayr-i müslimlerin ahkâmı bütünüyle hüküm­ran tutulmamıştır. Müslümanların bir çok âdetlerine, ibâdetlerine imkân verilmiştir. Aynı zamanda bir istilâ, yani dârü'1-harb tarafın­dan bir istilâ da söz konusu değildir. O halde memleketimizde hem cuma ve bayram namazlarının kılınması gereklidir ve caizdir. Hem faizciliğe cevaz kapısı kapalıdır.


Günümüzde gayr-i müslimlerin hemen bütün ülkeleri Darü'l-Harb sayılır. Çünkü hiç biriyle haraç, cizye yada vergi ödemeleri-şartiyle bir Muvadaa Ve Musalaha'ya gidilmemiştir. Bu bakım­dan sözü edilen bu tip ülkelerde bulunan Müslümanların -ister tica­ret, ister seyahat, ister işçi, ister ziyaretçi amaciyle gitmiş olsun- faiz ve diğer İslâm'a göre haram sayılan hususlar karşısında nasıl hare­ket etmeleri gerekiyor?


Şerhu Fethi'l-Kadir'de bu hususa açıklık getirilerek deniliyor ki : — «Bir Müslüman Dârü'l-harb'e tacir olarak girerse, ona, onlarm malından ve kanından hiçbir şeye el uzatması, taarruzda bulun­ması helâl olmaz. Çünkü gadretmek haramdır.[37]


Ancak faiz konusu müstesna.. Bu hususta vârid olan Hadis-i Şe­rif ile istidlal edilerek dârül-harb'de faizin oraya giden Müslüman­lara mubah olduğu hükmüne varılmıştır. Ne var ki bu hadîsi mez­hep imaanlarının hepsi delil kabul etmemiş, bazı şüphelerin bulun­duğu öne sürülmüştür. İmamların görüş ve ictihadlarrnı özetliyelim :


a) İmam A'zain bu hadisi sened olarak kabul etmiş ve bu se­beple darü'l-hafb'de bulunan Müslümanların faiz alabileceğini mu­bah saymıştır. İmam Muhammed'in de bu görüşe katıldığı rivayet edilmektedir,


O halde Müslümanların o ülkelerde faiz vermek değil daha çok almalarına cevaz verilmiştir. Takva yönünden ise, bu her zaman sa­kıncalıdır ve kötü bir itiyad haline gelebilir, endişesini taşımakta­dır.[38]


b) îmam Şafiî ile İmam Ebû Yusuf, müste'minin (aman dile­yen) İslâm ülkesindeki durumuna itibar ederek bu görüş ve içtiha­da muhalefet etmişler ve İmam Şafiî sözü edilen hadîsin gayr-i sa­bit olduğunu söylemiştir.


c) Diğer iki İmam : Ahmed bin Hanbel ile İmam Mâlik de dâ­rül-harb'de zina, domuz eti vb. şeyler haram olduğu gibi faiz de ha­ramdır, demişlerdir.


«Dârü'l-harb'de Müslümanla harbi arasında hiçbir faiz (hük­mü) yoktur.»


Az önce de belirttiğimiz gibi, İmam Şafiî gibi çok değerli bir müctehid imam, bu hadîsin sıhhatli biçimde sabit olmadığını ve bu sebeple onun bir hüccet olamıyacağım belirtmiştir. Bu bakımdan hükme medar olarak alınmamıştır. Fukahadan bir kısmı ise hadîsin Garip olduğunu ifâde etmişlerdir.[39]


İmam Serahsî el-Mebsût'da bu hadîsin Mursel olduğunu, râvi-si MekhûTün sıka (güvenilir) sayıldığını ve Mekhûl gibi bir zattan Mursel bir hadisin rivayet edilmesinin makbul bulunduğunu kay­detmiştir.


Şerhu Fethi'l-Kadir'de buna misal olarak Hz. Ebubekir sıddîk'm analıların Fars (îran)hlara mağlubiyeti üzerine sevinen Mekke müşriklerine karşı inen âyetten ve Resûlüllah'm (A.S.) beyânından ikuvvet alarak Ubeyy B. Halef ile bahse girdiklerini ve durum Pey-igamber (A.S.) Efendimize arzedilince, «bıdı\ üçten dokuza kadardır, [hatan artır, müddeti uzat» buyurduğunu, delil olarak getirmekte­dir. İmam Kurtubî Ebû Abdillah bu tarz bahse girişmenin kumar tahrimiyle nesholunduğunu, yani hükmünün kaldırıldığını kayde­der. [40]ayrıca bu husustaki rivayetin de garîp-hasen olduğu tesbit edilmiştir.


Eimme-i Selâse (— Üç müctehid imam) in Dârü'l-Harb'de faizin helâl olmadığına dair görüşlerini dürerü'l-münteka naklederek özetle şöyle diyor :


«Darü'l-Harb'de Müslümanla harbî arasında hiçbir faiz (hük­mü) yoktur. Ebû Yusuf ile Eimme-i Selâse bu görüşe muhalif kalmış­lardır." [41]


Aynı kitapta konuyla ilgili şu bilgi çle verilmektedir :


«Dârü'l-harb'de Müslüman olup dârül'-islâm'a hicret etmiyenin hükmü, İmam Ebû Hanîfe'ye göre, harbinin hükmü gibidir. İmam Ebû Yusuf ile îmam Muhammed bu görüşe katılmamışlardır. Eğer hicret eder de sonra tekrar dâr-i harb'e dönerse, onun hâkkmda da hiçbir faiz hükmü câri olmaz, İmamlar bu hususta görüş birliğine varmışlardır.» [42]




Dârü'l-Harb'de Bulunan İki Müslümanın Birbirleriyle Faiz Muamelesi Yapmaları Caiz Midir?



Bedâyi' sahibi Kâsânî bu meseleyi kesin bir sonuca bağlıyarak diyor ki : «Eğer iki Müslüman dâr-i harb'e girer de bir dirhemi iki dirhem karşılığında birbirleriyle satış yapar, yani faizli bir alrm-sa-tımda bulunurlarsa, bu caiz olmaz. Çünkü her ikisinin de malı ma'-sum ve metkumdür.»[43]


Ama bir Müslüman dârü'l-harb'e girer de orada Müslüman ol­muş ve fakat henüz dâr-i İslâm'a hicret etmemiş bir adama iki dir­hem karşılığında bir dirhem satışında veya buna benzer dârü'l-islâm'-da büyû'-i fâsideden sayılan bir satış muamelesinde bulunursa, bu İmam Ebû Hanîfe'ye göre caiz, İmameyne göre caiz değildir.[44]


Diğer bir husus da, dârü'l-harb'de Müslümanla ahm-satımda bu­lunan harbî Müslüman olup dâr-i islâm'a girer veya o ülkenin (dâ-rü'1-tarb'in) halkı Müslüman olursa, daha önce alman faizler ve ya­pılan alım-satımlar geçerlidir, yeniden bir hükme bağlanmaz. Ancak henüz kabzedilnıiyen faizler ve bey'i fâsidle alman mal ve semenle­rin hükmü bâtıldır. «Faizden arta kalanı -eğer inanıyorsanız- terke-din..» mealindeki âyetle istidlal edilmiştir.[45]


Sonuç :


A — Hanefî imamlarından Ebû Hanîfe'ye göre, dârül-harb sa-yıtan ülkelerde bulunan Müslüman, orada bulunduğu süre içinde gayri müslimlerden faiz alabilir. îmam Ebû Yusuf ise bu görüşe mu­halefet etmiştir.


B — İmam Şafiî, dârü'l-harb'de de faizin mubah olmadığını be­lirtmiştir. Şafiî bu konuda, îmam Evzaî ile îmam Ebû Yusuf'un gö­rüşlerinin isabetli olduğunu söylemiş ve «Bu konudaki hüccet, Ev-zai Hazretlerinin ihticac ettikleri gibidir» demiştir.[46]


İmam Şafiî'nin dârü'l-harb'de faiz meselesiyle ilgili görüşünün özeti ise şöyledir : «Bir Müslüman bir kavm arasında faiz yemeyi na­sıl helâl sayabilir ki Allah onların kanlarını, mallarını o Müslümana haram kılmıştır. [47]


C — Diğer iki imam (Mâlik ve Ahmed bin Hantoel) de dârü'l-harb'de faizi mubah kabul etmemişlerdir,


D — İslâm Şeriatiyle idare edilmiyen Müslüman ülkeler, istilâ­ya uğramadığı ve aralarında ahkâm-ı şer'iyye'den bazı hususlarla amel edildiği için dârü'l-islâm sayılırlar. yani tercîh-î cânib-î îslâm dikkate alınır.


E) Kendiliğinden gelip Müslüman bir ülkeyle sulh anlaşması yapıp cizye ve benzeri bir vergi ödeyen bir gayr-i müslim ülke, Dâ-Rü'ı-Sulh sayılacağından, orada bulunan Müslümana faiz almak helâl olmaz.


F — (E) Maddesinde belirtildiği gayr-i müsüm ülkelerin dışın­da kalan diğer gayr-i müslim ülkelerin hepsi Dârü'l-Harb kabul edilmiştir. [48]






--------------------------------------------------------------------------------


[1] Bakara : 275 – 281.


[2] Esbabü'n-Nüzul – Nisaburî.


[3] Kurtubî - îbn Kesir - tbn Cerir ve Lübabu't-Te'vil.


Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/331-333.


[4] Buharı - Eshab-ı Sünen : Semure bin Cündüp (R.A.)'den.


[5] İbn Mâce : Ebû Hureyre (R.A.) 'den.


[6] Ebû Dâvud - Nesâi İbn Mâce : Ebû Hüreyre (R.A.)'den.


[7] Eshabi Sünen.


[8] îbn Ebİ Hatim – Beyhâkl.


[9] Ahmed bin Hanbel.


[10] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/333-334.


[11] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/334-335.


[12] Rûm Sûresi, Âyet: 39.


[13] Nisa Sûresi, Ayet: 161.


[14] Al-i îmran Sûresi: 130.


[15] Bakara Sûresi: 275.


[16] Bakara Sûresi : 275.


[17] Bakara Sûresi: 278.


[18] Bakara Sûresi : 279.


[19] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/335-339.


[20] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/339.


[21] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/340.


[22] Bu sınırı örf ve vicdan belirler.


[23] İslam Ekonomisi Teori ve Pratik - Terceme : B, Zengin, İst.: 1873.


[24] Mef atimi'1-Gayb - Fahruddin Razî : C. 2, S.: 530 – 531.


Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/340-342.


[25] Tevrat - Çıkış : 70 - Bab : 22/2.


Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/342.


[26] Musa ve Yahudilik - Hayrullah ÖRS - Remzi Kitabeyi: 1966.


[27] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/342.


[28] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/342-343.


[29] Istilahat-i Fıkhiyye Kamusu.


[30] İslâm Ansiklopedisi Darulharb maddesi.


[31] İbn-İ Abidîn : C. 3, S. : 390 – 391.


[32] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/343-344.


[33] lbn-i Âbİdin : C. 3, S. ; 390 – 391.


[34] Fetâvâ-yi Hindiyye : C. 2, S.: 232.


[35] Fetâvâ-yi Hindiyye ; C. 2, S. : 232.


[36] îslâm Ansiklopedisi: Darü'I-Harb maddesi.


[37] Ş. Fethi'l-Kadir : C. 4, S.: 347.


[38] Fazla bilgi için bak - El-Mebsut - Serahsi: Ribâ bahsf.


[39] Garip Hadîs : Râvisi sadece bir kişi olup bulunduğu topluluktan onu riva­yet hususunda teferriid etmiştir.


[40] Tefsir-i Kurtubi: C. 14, S.; 5 - Kahire : 1387.


[41] Dürerü'l-Münteka : C. 2, S.: 90.


[42] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/344-348.


[43] Bedâyiu's-Sanayi' : C. 5, S.: 193.


[44] Bedayiu's-Sanayi' : C. 5, S.: 193.


[45] Bedâyiu's-Sanayi' : C. S, S.: 163.


[46] El-Umm : C. 7, S. ; 459.


[47] El-Umm : C. 7, S. : 359.


[48] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/348-349.

dua
Yorum Gönder
Sitede Ara
Menu
Tema
Yazıyı Paylaş